Kıbrıs Türk Toplumu, 19 Ekim’de yeni cumhurbaşkanını seçmek için sandığa giderken, KKTC’de seçimle ilgili tartışmalar, adayların Kıbrıs sorununa ilişkin yaklaşımları ve Türkiye’nin Kıbrıs Türk toplumunda ciddi tepkilere yol açan müdahalesi etrafında şekilleniyor.
Müdahale konusundaki tartışmalar
Kıbrıs’ta, Türkiye’nin müdahalesi konusundaki tartışmalar yeni değil. Bu tartışmaların en hararetlisi; Türkiye’nin, mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar lehine müdahale ettiği, 2020 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşandı. Tarih Ekim 2020’yi gösterdiğinde dönemin Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, devlete bağlı Bayrak Radyo Televizyon Kurumu’nun (BRTK) seçim yayınında, seçime katılan diğer adayların önünde, Türkiye tarafından kendisine yeniden aday olmaması için baskı yapıldığını anlattı. Akıncı, o akşamki canlı yayında özel kalem müdürü aracılığı ile tehdit edildiğini, Türkiye’den gelen yetkililerin, seçmenlerden kendisine oy verilmemesini talep ettiklerini söylemişti. Türkiye ile ilişkileri normal bir zemine oturtmanın demokrasi için elzem olduğunu, kendisine yapılan müdahalenin ileride başkalarına da yapılacağını söylemiş ve siyasetçileri uyarmıştı.
Akıncı’nın anlattıkları o günlerde Türkiye ve KKTC kamuoyu tarafından duyulmak istenmedi. Kıbrıs’taki muhalefet partileri bile, yaşananları bir süre müdahale olarak değerlendirmedi. 2020 seçimlerine yönelik müdahalenin araştırılması için komite kurulmasına yönelik önerge, KKTC Cumhuriyet Meclisi’nde hükûmeti oluşturan Ulusal Birlik Partisi (UBP), Demokrat Parti (DP) ve Yeniden Doğuş Partisi (YDP) koalisyonu tarafından reddedildi.
Fakat zaman Mustafa Akıncı’yı haklı çıkardı. Geçtiğimiz 5 senede Kıbrıslı Türklerin iradesi ekonomik, siyasi, sosyal alanlarda ellerinden alındı. Türkiye tarafından KKTC’nin bağımsızlığına vurgu yapılsa da Kuzey Kıbrıs, Türkiye’nin vilayeti gibi yönetilmeye başlandı.
2020 seçimlerinde müdahale olduğunu kabul etmeyen siyasi partiler içinde sadece muhalefette değil, iktidar bloğunda bile kendi kurultaylarında yaşadıkları yüzünden, Türkiye’nin Kıbrıs siyasetine karşı sesler yükselmeye başladı. 2025 cumhurbaşkanlığı seçimlerine yaklaştığımız bu günlerde Akıncı’nın 2020 seçimlerinde rakipleri olan Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) genel başkanı Tufan Erhürman ve mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar seçimin en güçlü adayları. Türkiye’nin bu seçimde Ersin Tatar lehine müdahale ettiği her gün gazete haberlerine yansıyor.
Geçmişte yapılan müdahaleler
2020 ve 2025 cumhurbaşkanlığı seçimleri Türkiye’nin müdahale ettiği tek seçim değil. Türkiye’deki hükûmetlerin kendi ajandaları doğrultusunda geçmişten beri Kıbrıs siyasetine müdahale ettiği biliniyor. Fakat bu müdahale bugün yaşananların aksine, geçmişte büyük ölçüde Türkiye’deki iktidarların kendi politikalarını Kıbrıs’ta uygulayacağına inandıkları siyasetçilerin seçimiyle sınırlı kaldı. Tercih edilen adaylar desteklendi, diğerleri ricayla, bazen zorla, ama sessiz biçimde seçimlerden çektirildi, Türkiye’nin “terchlerine” uymaya ikna edildi.
Bu müdahaleler içinde tarihe geçen ilklerden biri, Kıbrıslı Türklerin daha İngiliz koloni idaresi altında yaşadıkları 1958 yılında, Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu seçimlerinde, o dönem başkan olan Faiz Kaymak’ın Rauf Raif Denktaş lehine çektirilmesi ile oldu. Kıbrıs Türk Kurumları Federasyonu; Kıbrıs adasının Yunanistan ile birleşmesini amaçlayan enosis hareketine karşı ortak bir mücadele vermek için 1949 yılında Kıbrıslı Türkler tarafından kurulmuş bir çatı örgütü idi. Türkiye kendisine daha yakın bir isim olan Denktaş’ın başkan olmasını istiyordu.
1963 yılında Kıbrıslı Türkler, 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Başpiskopos Makarios’un 13 maddede özetlenen değişiklik talebinde bulunması ve toplumlararası çatışmalar yüzünden Kıbrıs Cumhuriyeti’nden çekildiler. (Resmi Türk tezi Kıbrıslı Türkler’in çekildiğini değil, hükümetten kovulduğunu savunuyor.) Önce Kıbrıs Türk Genel Komitesi’ni (1963-1967) sonra Kıbrıs Geçici Türk Yönetimi’ni kurdular. (1967-1974). 1968 yılındaki cumhurbaşkanlığı muavinliği seçimlerinde aday olan hâkim Mehmet Zekâ Bey, o dönem Türkiye Cumhuriyeti büyükelçisi olan Ercüment Yavuzalp’ın anılarında anlattığı gibi, Türkiye tarafından Dr. Fazıl Küçük lehine seçimlerden çektirildi. 1973 yılında Dr. Fazıl Küçük ve avukat Mithat Berberoğlu Türkiye’nin telkinleri ile adaylıktan çekildiler. Türkiye’nin desteklediği Denktaş, cumhurbaşkanlığı muavinliği seçimlerine tek aday olarak girdi.
Türkiye, Kıbrıs Türk Federe Devleti (1975-1983) döneminde ve 15 Kasım 1983’te KKTC’nin ilanından 2005 yılına kadar, Kıbrıs Türk Toplum lideri seçimlerinde Denktaş’ı destekledi. Özellikle 1981, 1990, 2000 seçimleri, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) öncesi dönemde, Kıbrıs’ın kuzeyinde, Türkiye müdahalesinin en çok konuşulduğu seçimler oldu.
1981 seçimlerinde Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Büyükelçilik, Kolordu Komutanlığı’nın baskısı ile çoğunluğu elinde bulunduran ve koalisyon kurması beklenen muhalefetin hükûmeti kurması engellendi. Meclis çoğunluğunu kaybeden UBP, muhalefetin direnişine rağmen azınlık hükûmeti olarak göreve getirildi. Fakat Türkiye, hükûmetin kuruluşuna müdahale etse de propaganda döneminde seçimlere açıktan taraf olmadı. Eski Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı’nın anılarında anlattığı gibi, bu tavır 1990 seçimlerinde değişti. ANAP iktidarı, 1990 cumhurbaşkanlığı seçimlerini Denktaş, parlamento seçimlerini UBP lehine etkilemek için TRT’de yayınlar yaptırdı. Büyükelçilik KKTC’de seçim propagandalarına katıldı. Müdahale, “1990 cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçim suçlarını araştırmak üzere kurulan meclis araştırma komisyonu” raporuna da yansıdı.
2000 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde, Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ile birlikte UBP-TKP koalisyon hükûmetinin başbakanını Derviş Eroğlu en yüksek oyu alarak seçiminin ikinci turuna kaldılar. Fakat Derviş Eroğlu kazanabileceği seçimden çekildi. Denktaş tek aday olarak kazandı. Aynı 1973 seçimlerinden çekilmesi için evinin önünde sürekli polis ve asker gözetimi altında tutulduğunu söyleyen Mithat Berberoğlu gibi, 2000 seçimlerden çekilen Derviş Eroğlu’nun da “peşimde kırk iki MİT ajanı dolanıyor” dediği basına yansımıştı.
Fakat her ne kadar bu dönemde Türkiye’nin seçimlere müdahalesinden bahsediyor olsak da Kıbrıs Türk Liderliğinin bağımsız iradesini koruyabildiği, kendi siyasetini belirleyebildiği bir manevra alanı vardı. KKTC siyaseti bugünkü gibi AKP’nin Kıbrıslı Türklerin iradesini yok sayan talepleri doğrultusunda değil, Denktaş ve Türkiye arasında iki devletin ortak çıkarlarını korumayı amaçlayan ve karşılıklı saygıya dayanan bir istişare yoluyla belirleniyordu. Denktaş’ın, Türkiye’deki askeri yönetimle beraber aldığı KKTC’nin ilanına yönelik kararın, yeni göreve gelmiş Özal hükûmetine dayatıldığı düşünülürse, Denktaş’ın kendi siyasetini Türkiye’ye kabul ettirdiğini söylemek yanlış olmaz.
Müdahalenin gittikçe dönüşen yüzü: AKP’nin Kıbrıs siyaseti
Türkiye’nin Kıbrıs siyaseti; AB üyelik sureci, AKP’nin Türkiye’de iktidara gelmesi, BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın Kıbrıs’ta tarafları ortak zeminde buluşturmayı amaçlayan Annan Planı ve Kıbrıs’ta 2003’te CTP’nin iktidara gelmesiyle değişti. Daha iktidara gelmeden seçim bildirgesinde Kıbrıs’ta egemen iki toplumdan oluşan Belçika modelini savunan AKP’nin içinde bazı gruplar iki kesimli iki toplumlu federasyon fikrine dayanan Annan Planı’na karşı olsa da Abdullah Gül’ün içinde bulunduğu kanat, plana destek verdi. O güne kadar hep Denktaş ve UBP hükûmetlerini desteklemiş ve CTP’nin koalisyon hükûmetlerinde olmasını istememiş olan Türkiye, AKP döneminde federasyon yanlısı CTP’yi ve 2005 cumhurbaşkanlığı seçiminde CTP’nin adayı Mehmet Ali Talat’ı destekledi, Türkiye ile karşı karşıya gelmek istemeyen Denktaş 2005 seçimlerinde aday olmadı.
2004 Annan Planı referandumu öncesi, Kıbrıs’ta iş çevreleri, sanayi odaları ve sivil toplumu içeren 86 kurum, Kıbrıs’ta çözüm ve AB Üyeliği’ni destekleyerek “Ortak Vizyon” adı altında bir araya geldi. Bu Memleket Bizim Platformu ve Ortak Vizyon Eylem Komitesi tarafından binlerce kişinin katıldığı mitingler düzenlendi. AKP sahada kendisine yakın kampanyacılar, gazeteciler ve siyasetçiler ile yer aldı. Bugün hâlâ o dönem Kıbrıs’ta Türkiye’nin federasyon yanlılarına verdiği desteği ve yapılan propagandaları iyi hatırlamayan federasyon karşıtı çevreler, o günlerde Denktaş ve Eroğlu’nun katılımıyla plana hayır denmesi için “Egemenlik ve Varoluş Mitingleri”nde bir araya geliyorlardı.
AKP, Annan Planı’nın Kıbrıslı Rumlar tarafından reddinden sonra da federasyon tezini, biraz da Kıbrıs Cumhuriyeti ile varılacak bir antlaşma ile enerji yatırımlarından pay almak isteyen Türk şirketlerinin baskısıyla, 2017’deki Crans Montana sürecinin sonuna kadar destekledi. 2010 yılında cumhurbaşkanı seçilen, federasyon karşıtlığıyla bilinen Derviş Eroğlu, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis ile federasyon görüşmelerini başlatmak konusundaki kararlılıklarını ifade eden 11 Şubat 2014 Ortak Belgesini imzalamaya ikna edildi.
AKP’nin Kıbrıs siyaseti başta KKTC siyasetinin liderler düzeyinde belirlenmesiydi ama Denktaş döneminin aksine ortak akla değil, AKP’nin taleplerine dayanıyordu. 2010 döneminde Türkiye’de ordunun gücünü kırmayı başaran ve Türkiye’ ye gelen dış yatırımların etkisiyle toplumsal desteği artan AKP, Kıbrıs’ta müdahalenin dozunu ve tonunu arttırdı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Türkiye’nin 1974’teki askerî harekâtı sonrası süreçte Kıbrıslı Türklere uygulanan ambargolar ve TL kullanımının yarattığı kırılganlık yüzünden Türkiye’ye iyice bağımlı hale gelen KKTC ekonomisine yapılan yardımlara biat edilmesi beklendi. 2010’da Erdoğan’ın basın toplantısında Başbakan İrsen Küçük’e küçümseyici bir üslupla maaşını sorması, 2011’de Kıbrıslı Türklere “besleme” demesi sonrasında binlerce kişi Toplumsal Varoluş Mitingleri’nde toplandı. İki devlet arasındaki ekonomik ilişkileri düzenleyen iktisadi ve Mali İş Birliği Antlaşmaları’na KKTC’deki sosyal dokuyu değiştirmeye yönelik, ilahiyat kolejleri ve cami yapımını içeren, maddeler eklendi.
Kurulacak koalisyon hükümetlerinin kimler arasında kurulması gerektiğinin Türkiye Tarafından KKTC’li siyasetçilere dayatılması, Erdoğan’ın manşetini beğenmediği Afrika Gazetesini hedef göstermesi, gazeteye saldıranların Türkiye’ye bağlı KKTC polis teşkilatı tarafından engellenmemesi Türkiye’nin adada gittikçe artan müdahalesine birkaç örnek. Yine de bugünkünün aksine bu söylemlere ve baskılara direnen bir Kıbrıs siyaseti olduğunu söylemek mümkün.
Örneğin, Kıbrıs’tan sorumlu devlet bakanı Beşir Atalay’ın telkinlerinin aksine, CTP 2013 yılında Özkan Yorgancıoğlu’nun başbakan olduğu koalisyon hükûmetini UBP ile değil DP ile kurdu. 2015-2020 yılları arasında cumhurbaşkanlığı yapan Mustafa Akıncı Türkiye ile saygı temelli bir ilişki yürütse de Türkiye siyasetinin ötesinde özellikle de Crans Montana surecinde sureci başarıya götürecek önemli inisiyatifler aldı. Keza yaşanan “besleme” krizinde o dönem hükûmette olan UBP dahil tüm siyasi partiler tepki verdi.
Müdahalenin kurumsallaşması
Kıbrıs siyasetine yapılan müdahale, 2020’den itibaren, Türkiye’deki otoriterleşmeye paralel şekilde, çok daha pervasız hale geldi. Eskiden kapalı kapılar ardında yaşananlar, özellikle 2020 cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasında 2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi Hakkında Müdahale Raporu’nda da tüm detayları ile yer aldığı gibi, toplumun gözü önünde, secime girecek adayların, milletvekillerinin, seçmenlerin, müdahaleyi yazan gazetecilerin tehdit edilmesine ve tek bir yazıdan dolayı 10 sene ile yargılanmalarına kadar vardı.
2020 seçimlerinde, Crans Montana süreci sonrası Türkiye’nin dayattığı Kıbrıs’ta federasyon yerine iki devlet siyasetini ve Türkiye’nin politikalarını uygulayacak cumhurbaşkanı adayı Ersin Tatar desteklendi. Aydınların, gazetecilerin, siyasetçilerin Türkiye’ye girişi yasaklandı. Türkiye siyasetine karşı çıkanlar gazetelerde hedef gösterildi. Böylece Türkiye siyasetine karşı oluşabilecek tepkiler topluma korku salınarak engellenmeye çalışıldı. Daha önceleri siyasi parti kurultaylarına müdahale etmemiş olan Türkiye, 2020 sonrası UBP kurultaylarına adayların çektirilmesi yoluyla müdahale etti. 2022’de yapılan yerel seçimlere büyükelçilik eliyle müdahale edildi. Muhtar seçimlerinde bile Türkiye’nin desteklediği adaylar kazandı.
Geçtiğimiz son 5 senede Türkiye müdahalesi Kıbrıs’ta her alana nüfuz etti. Sekuler bir toplum olan Kıbrıs’ta ilahiyat kolejlerinin açılmasının teşvik edilmesi, din derslerinin arttırılması, ders kitaplarının Türkiye’ye gönderilip muhafazakâr milliyetçi ögelerin eklenerek geri gelmesi, Kıbrıs’ta orta öğretimde başörtüsünün desteklenmesi, Büyükelçiliğin kültürel programlar adi altında muhafazakâr programları yaygınlaştırması çeşitli yayın organlarında da yer aldığı sekliyle, AKP’nin Kıbrıs’ta sosyal hayata müdahalesinin örneklerinden. 2021 yılında Kıbrıs’ta anayasa mahkemesinin KKTC’deki Din İşleri Komisyonu’nun Kur’an kursu düzenlemek ve hafızlık belgesi vermek gibi yetkilerini Anayasa’ya aykırı bulan kararı üzerine Erdoğan’ın “Türkiye’ de ne varsa Kıbrıs’ta da olacak” söylemi müdahalenin ne yöne gittiğini göstermesi açısından önemli.
Fakat daha vahim olan geçtiğimiz 5 senede müdahalenin iyice kurumsallaşması, sadece liderler düzeyinde değil kurumlar aracılığı ile de devam ettirilmesi. Muhalif olduğu düşünülen is adamlarının devletten is alamaması, belediyelerin fon alamaması, hibelerin ancak Türkiye’nin görüsüne yakın isimlere veya Türkiyelilere verilmesi, ihalelerin genellikle AKP’ye yakın Türk şirketlere verilmesi, ya da büyükelçilik içindeki müşavirliklerin bakanlardan ricada bulunması Kıbrıs’ta hem is hem siyaset çevrelerinde konuşulanlardan.
Müdahale ve Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü desteklemek kime hizmet ediyor?
Türkiye’nin 2025 cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tavrı da ebetteki bu siyasetin devamı. Tekrar cumhurbaşkanlığına aday olan ve secim kampanyasında Türkiye’nin desteklediği iki devletli siyaseti öne çıkaran Ersin Tatar’ın desteklenmesi için Kıbrıs meselesi ile ilgili bugüne kadar ciddi bir açıklamalarını duymadığımız ama isimleri Türkiye’ de şaibelere karışmış AKP, MHP ve BBP’li siyasetçilerin, sanatçıların, futbolcuların adaya gidip propaganda faaliyetlerine katılması, eski genel kurmay başkanının Kıbrıs’ta, Kıbrıslılara federasyon konusunun kapandığını söylemesi tesadüf değil.
Türkiye’de Kıbrıslı Türklerin de takip ettiği hükûmete yakın televizyonlarda programlar, hükûmete yakın gazetelerde iki devlet siyasetini destekleyen yayınlar yapılıyor. Hem bu yayınlarda hem de Türkiye’den giden kampanya ekibinin hazırladığı afislerde Kıbrıs’ta artan güvenlik endişeleri daha da körükleniyor.
Elbetteki dayatılan iki devletli çözüm modelinin uluslararası alanda kabul görmesi imkânsız olduğundan aslında çözümsüzlüğe ve izolasyonların devamına hizmet ettiği, Kıbrıs Cumhuriyeti ile müzakere masasına oturmadan güvenlik endişelerinin ortadan kalkamayacağı haliyle iki devlet siyasetinin güvenlik endişesine bir çare olmadığı, olası bir federasyonun Kıbrıslı Türkleri illa azınlık durumuna düşürmeyeceği konusundaki fikirler özellikle televizyonlarda yer almıyor. Türkiye kamuoyunun Kıbrıs’ta yaşananları bilmesi istenmiyor.
Yıllarca uluslararası kurumlardan dışlanmış, her tur barış umudu ellinden alinmiş, varlığı uluslararası toplum tarafından yok sayilmis ve yüzünü her daim dost ve kardeş ülke olarak gördüğü Türkiye’ ye dönmüş Kıbrıs Türk Toplumunun Türkiye müdahalesine karşı tepkisi her gecen gün artıyor. Kıbrıs ve Türkiye halkları arasındaki ilişkilere zarar veriyor. Bununla beraber iki devletli siyasette ısrar etmek Kıbrıs Cumhuriyeti’nin 3 garantör ülkesinden biri olan Türkiye’nin tüm ada üzerindeki söz hakkından feragat etmesine sebep oluyor. Haliyle bölgesel çıkarlarına zarar veriyor.
Kıbrıs’ta çözümsüzlüğü savunmak, tanınmamışlığın, dünyaya entegre olamamışlığın yarattığı illegal ekonominin de devamı demek. Son donemde Kıbrıs’ta Ayşemden Akın, Türkiye’de Timur Soykan’ın Kıbrıs’taki kumar ağının Türkiye’deki siyasi bağlantıları ile ilgili yaptıkları haberler, Kıbrıs’taki ihaleleri alan Türkiye’de hükûmete yakınlığı ile bilinen Türk şirketler göz önüne alındığında, Türkiye müdahalesinin ve Kıbrıs’ta çözümsüzlüğün devam etmesinin Türkiye ve Kıbrıs halklarının yararına olmadığı ve aslında kimlerin çıkarına hizmet ettiği çok daha net anlaşılıyor.