Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dünyanın Gidişi (1): İran’daki Ahvaz terör saldırısı neyin habercisi?

 

 

“İran’daki Ahvaz terör saldırısı neyin habercisi?”

Merhaba. 22 Eylül Cumartesi günü, yani geçen haftasonu İran’ın güneybatısındaki Huzistan eyaletinin başkenti Ahvaz’da en az 25 kişinin hayatına mal olan bir terör saldırısı düzenlendi. Üstelik ölü sayısı artabilir, 60’tan fazla yaralı var ve bir bölümü de ağır yaralı.

İşte bu saldırı küresel ve bölgesel açıdan son derece vahim sonuçlara gebe gelişmeler için bir işaret fişeği sayılabilir.

Nitekim bu yayınımızın başlığı olarak bir soru cümlesini seçtik: “İran’daki Ahvaz terör saldırısı neyin habercisi?”

Yanıtını bu yayında birlikte arayalım istiyorum. Mesleğim gereği ilk önce belli temel soruların yanıtlarını aradım, size onları paylaşacağım:

Önce ne oldu, nasıl oldu çok kısa aktarayım:

Askeri geçit töreni sırasında, üzerlerinde üniforma olduğu söylenen 4 kişi deniyordu, bugün itibariyle saldırganların sayısı 5 olarak duyuruluyor, motosikletle korteje giriyor geçit töreninde  ve davetlilerin oturduğu tribünün önünden geçerken otomatik silahlarla ateş açıyor. Yetkililer ölenler arasında kadınların, çocukların ve gösteriyi izlemek üzere gelen gazilerin de olduğunu duyurdu. Ayrıca İran’ın en nüfuzlu kurumlarından olan Devrim Muhafızlarına mensup en az 9 kişi de hayatını kaybetti. Bazı kaynaklara göre burada ölen Devrim Muahfızlarının sayısı, hatta 12.

Şimdi nerede ve ne zaman sorularını da bakalım; göreceksiniz ki bu saldırı için seçilen ne yer ve ne zaman tesadüfi. 22 Eylül tarihi İran-Irak savaşının başlangıcının 38. yıldönümüydü. Bu tarihi içine alan hafta boyunca İran’da “Kutsal Savunma Haftası” adı altında bu tip askeri etkinlikler düzenleniyor. Yani bir nevi Türkiye’deki 30 Ağustos Zafer Bayramı kutlaması gibi düşünebilirsiniz ya da Şehitler ve Gaziler haftası olarak düşünebilirsiniz.  Dolayısıyla İran devleti için önemli bir dönemden, zamandan bahsediyoruz.

Hedef seçilen Devrim Muhafızları d bugün Suriye’den Yemen’e kadar, işte Lübnan’da Suriye’de, Irak’ta Ortadoğu’nun en sıcak savaş bölgelerinde İran’ın bölgesel nüfuzunun koruyucusu olarak varlık gösteriyor; askeri ve siyasi gücünün en önemli simgesi.

Ahvaz kenti ise ülkedeki çoğu Şii olan bir kısmı da Sünni olan Arap azınlığın yaşadığı bir bölge. Yani Huzistan eyaletinde Arap azınlık genel olarak yaşıyor. Ve petrol zengini bir bölge bunu da daha önce söylemiştim. Ahvaz da bu eyaletin başkenti.

Huzistan 1980’de başlayıp 8 yıl süren İran Irak savaşının öncephelerden biriydi. İran’da İslam devriminin hemen ertesinde başlayan bu savaş sırasında, Saddam Hüseyin ve lideri olduğu Baas partisi de Ortadoğu’daki Arap milliyetçiliğinin liderliğine soyunmuştu.

Savaş sırasında Irak birlikleri eyaletin belli bölgelerini işgal etmiş, Ahvaz’ın 15 kilometre kadar yaklaştıkları biliniyor. O dönemde İranlı Arapların küçük bir bölümü de, Ahvaz’ın Kurtuluşu için Arap Hareketi, Ahvaz’ın Kurtuluşu için Devrimci Demokratik Cephe gibi isimler almış birtakım örgütler üzerinden Irak’la işbirliği yapmıştı.

Tarihselliğinin yanı sıra yer ve zamanın tercihinin güncel boyutu da var.

İran son dönemde sık sık protesto gösterilerine sahne oluyor. Bizler ancak büyük kentlerde büyük katılımlı gösteriler olduğu zaman haberdar olabiliyoruz bu tip gösterilerden. Bu protestoların arka planında, ABD Başkanı Donald Trump ve yönetiminin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle hızlanan İran riyalinin değer kaybı ve artan fiyatlar var; dolayısıyla ekonomik sıkıntılar var. Göstericiler ama, biz biliyoruz ki, İran’ın dış siyasetini, özellikle de Suriye politikasını da hedef alıyorlardı attıkları sloganlarda. Dolayısıyla işin ucu askeri harcamalara ve ülkede ekonomik olarak da nüfuz sahibi, güç sahibi olan Devrim Muhafızları’na da uzanıyor.  

Huzistan ülkenin fakir eyaletlerinden biri. Altyapı çalışmaları yok. İran’da gelenekseş olarak, şah döneminden beri aslında Arap azınlığa karşı ayrımcılık da var. Bölgede sık sık kum fırtınaları oluşuyor, doğa koşulları gereği ve geçtiğimiz yaz aylarında, Temmuz ayında Huzistan’da halk temiz su olmadığı için, bu fırtınalar sonrasında içme suyurna erişimi iyi olmadığı için protesto gösterileri yapmıştı.  Ahvaz ve Araplar’ın yaşadığı işte bu eyalette, civar kentlerde ayrıca geçen nisan ayında da, mart sonundan başlayarak, bir hafta süren bazı protesto gösterileri vardı. O gösterilerin gerisinde de İran’ın resmi televizyonunda çocuklar için yapılan bir programda İran’ın kültürel çeşitliliğinden bahsederken Araplardan hiç söz edilmemiş. Bunun üzerine zaten birikmiş olan öfke bu kez de rejime karşı ayrımcı politikaların protestosu olarak çıkmıştı. Gelen haberlere bakılırsa protestolara güvenlik güçleri çok sert müdahale etmiş.

Özetle yerel sorunların radikal ayrılıkçı hareketleri beslediğini; rejimin ise sorunları samimiyetle çözmek yerine baskılayarak, bir anlamda hasır etmeye çalışması yüzünden bu radikal grupları dış güçlerin istismarına açık hale getirdiğini düşünebiliriz.

Cumartesi günkü saldırıya dönersek… Peki kim düzenledi bu saldırıyı?

IŞİD üstlendi bu saldırıyı, ama aynı zamanda İran’daki Arap azınlığı temsil iddiasındaki, ayrılıkçı Ahvaz Ulusal Direniş Grubu adlı bir örgüt üstlendi. Rejim, Tahran yönetimi IŞİD’inkini çok ciddiye almadı açıkçası ve hemen Ahvaz Ulusal Direniş Grubu’nun iddiasını sahiplendi. Hatta onlar için “ayrılıkçı, cihatçı terör örgütü” ifadesi kullanıyorlar.

Fakat İran rejimi içim, İran yönetimi için aslında faillerden ziyade azmettiriciler önemli.Bunu anlıyoruz yapılan açıklamalardan.

İran, Suudi Arabistan’ı ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni hem bu örgüte hem de bölgedeki diğer ayrılıkçı Arap örgütlere maddi ve askeri destek vermekle suçladı.. Ayrıca bu iki Körfez ülkesine destek veren ve zaten yeni ambargo rejimi ile İran’a karşı ekonomik savaş başlatmış olan ABD ile, İran açısından ezeli düşman İsrail de olağan şüpheliler arasında yer aldı.

Nitekim, Genel Yayın Yönetmeni bizzat dini lideri Hamaney tarafından atanan İran’ın resmi yayın organı niteliğindeki Kayhan gazetesi, hemen bu saldırının ertesi günü, “Halk, yetkililerin Ahvaz’da dökülen kanın intikamını Riyad’a sert bir tokat atarak almasını istiyor,” diye başlık attı ve başyazıda da ABD; İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin güvenlik güçlerine misilleme yapılması çağrısında bulundu.

Dini lider Hamaney ve Genelkurmay Başkanı da doğrudan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni suçladılar. Bu haftayı Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantılarına katılmak üzere New York’ta geçirmekte olan Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ise, diğerleri gibi Körfez ülkelerine yüklenirken, ABD’yi de bu ülkeler üzerinden İran’ı kaosa sürüklemeye çalışmakla suçladı. İran Dışişleri Bakanı Cevat Zarif de, sosyal medya paylaşımıda “İran olaydan bölgesel terör destekçileri ve onların Amerikalı efendilerini sorumlu tutuyor” ifadesini kullandı.

Dün itibariyle İran İstihbarat bakanı saldırının ertesinde bu terör şebekesi olarak niteledikleri gruba mensup  22 kişiyi tutukladıklarını duyurmuştu. Faillerin ve bu şebekenin Körfez ülkeleri ile bağlantılarına dair haberler almaya da başladık İran’ın sıkı devlet denetimindeki medyasından.

ABD’ye yöneltilen suçlamalara ilk yanıtsa Pazar günü ABD’nin BM nezdindeki temsilcisi Nikki Haley’den geldi. Haley Pazar günü CNN’e çıktı ve az önce bahsettiğim prtotestolara atıfta bulunarak “İran başkalarını suçlamak yerine dönsün kendine baksın, halk orduyu beslemekten bıktı” minvalinde açıklamalar yaptı.

Halley’nin bir başka televizyon kanalında yapmış olduğu bir başka ifade de dikkat çekici. Onu da hatırlatmak isterim. İran’ın nükleer silahları olduğu iddiasını dile getirdi. Oysa Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu raporları ile İran’ın nükleer silahı olmadığını belgelemişti. Bu tür iddialar insanın aklına Irak savaşı öncesi dönemi getiriyor. Irak, Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları olduğu iddiasıyla işgal edilmişti.

Bu arada Vaşington saldırıyı kınadı, İran’a yönelik saldırgan açıklamaları sürdürdüler ama saldırıyı kınadılar da. Fakat Riyad ve Abu Dabi ne kınadı ne de kurbanlar için taziye iletti.

Şimdi bilgiler ışığında, yayınımızın başlığına dönersek, bu saldırı neyin habericisi?

İran ile Obama yönetimi arasındaki nükleer müzakere sürecinde büyük katkıları bulunan, eski Ulusal İran Amerikan Konseyi Başkanı, İran ve İsveç çifte vatandaşı Trita Parsi’nin bu sladırı ile ilgili makalesinde dile getirdiği görüşler zihin açıcı.

Parsi, eğer bu saldırının arkasında gerçekten Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin parmağı varsa, amaç İran’ı kışkırtmak ve üst düzey yetkililerin ağzından duyduğumuz intikam yeminlerindeki gibi sert bir karşılık vermesini sağlamak olabilir diyor. Çünkü İran eğer böyle bir karşılık vermeye kalkarsa, yani Tahran böyle bir işe kalkışırsa, Suudların, Birleşik Arap Emirlikleri’nin hatta Bahreyn’in öteden beri istediği şey olur ve ABD’nin İran’a askeri müdahalede bulunmasının yolu açılmış olur; ABD böyle bir askeri müdahaleye çekilmiş olur. Yani diyor Parsi, Yemen’de de gördüğümüz üzere İran’a gücü yetmeyen Suudi Arabistan ve Körfez’deki diğer müttefikleri, ABD’yi vekaleten değil asaleten savaşın içine çekmek istiyor olabilir…

Ama diyor Parsi, Ahvaz saldırısının bir başka izahı daha olabilir. Saldırı ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Tahran’a yaptığı uyarıdan bir gün sonra geldi. Pompeo Irak’ın Basra kentindeki protesto gösterileri sırasında İran’ınki gibi ABD konsolosluğunun da hedef alınması üzerine, saldırıların devam etmesi halinde İran’ı sorumlu tutacaklarını, mukabele edeceklerini söylemişti. Parsi bu tutumun, nükleer anlaşmadan çekildiklerini duyurduğu günden itibaren Trump’ın adım adım izlediğini söylediği Ulusal Güvenlik danışmanı John Bolton’ın İran kitabından çıkma olduğunu ileri sürüyor. Bolton 2017 tarihli yazışmalarında, ABD’nin Suudi Arabistan ve israil ile koordineli bir şekilde iran aleyhinde ulusal ve uluslarası koalisyon inşa etmesini istiyor. Nükleer anlaşmadan çekilip İran’a karşı saldırgan bir tutum almasını savunuyor. Daha da ilginci Bolton özellikle Huzistan’daki Araplara destek verilmesinden bahsediyor.  Dolayısıyla diyor Parsi, Körfez koalisyonunun ABD’yi oyuna getirip savaşa sokmasına belki gerek olmayabilir, ABD buna çoktan razı olmuş olabilir, bunun adımlarını atıyor olabilir.

Bir başka dikkat çekici, paylaşmaya değer bulduğum rapor daha var. Uluslararası Kriz Grubu saldırı ile ilgili bir rapor yayınladı dün. Bu kurumda Tahran, Riyad, Abu Dabi ve Washington’ın politikalarını izleyen dört uzmanın vardığı sonuç, bu saldırı çok önemli, bölgede gerilim sıcak çatışmaya dönüşebilir,  tek bir kıvılcımla yangına dönüşecek hale gelebilir durum.

Kriz Grubunun hem Washinton hem de İran uzmanları özellikle İran’ın “strateji sabır” olarak adlandırılan geleneksel tutumunun devam etmeyebileceğini söylüyorlar. Yani sabrı taşmak üzere diyorlar çünkü şunu da hatırlatıyorlar: İran Suriye’deki askeri varlığına yönelik İsrail saldırılarını sineye çekmiş görünüyor. Ama İran içindeki sertlik yanlıları Devrim Muhafızlarına yönelik böyle bir saldırının cezasız kalmamasında ısrarcı olursa, bölge bir anda yeni bir savaşın içine düşebilir deniyor.

Fakat, saldırının İran’ın işine gelmesi de olası. Bunu da özellikle vurguluyor Uluslararası Kriz grubunun İran uzmanı. Az önce söz ettim, halkın sıkıntısı çok. Protestolar var. Rejimin kendi tutumu halkı zaten bunaltmış durumda. Ama bu saldırı rejimin zaten hep başvurduğu dış güçlere karşı birlik olmalıyız söylemi açısından ekmeğe yağ sürmek gibi. Üstelik Devrim Muhafızları da saldırının gerçek faillerinin peşine düşmüşken, diğer her tür muhalefeti de gözaltılar, baskınlar ve baskılarla sindirmek için yararlanabilir bu olaydan.

Kriz Gurubu İran yönetimi içinde stratejik sabır politikasını sürdürmekten yana olanlarla sabrı taşıp karşılık verilmesini savunanlar arasında dengenin hangi yönde ağır basacağının sonucu belirleyeceğini söylüyor.

Ama ABD’nin Kasım ayında artık ham petrol alımlarını da kapsayacak şekilde genişleyecek ve İran’la iş yapmaya devam edenleri de etkileyecek yaptırımlar vasıtasıyla İran’a baskıyı artırarak sürdüreceğini hatırlatalım. Bu önemli. ABD İran’a yönelik baskıyı artırarak sürdürüyor, sürdürecek.

Buna mukabil, ABD’nin baskılarına direnen bir grup da oluştu ister istemez. AB-Türkiye-Rusya-Çin gibi ülkeler bir şekilde bu baskıyı hafifletecek formüller üzerinde çalışıyor, ambargoların etrafından dolaşmanın yolunu arıyor, örneğin Türkie ve AB arasında bu tür çabalar çalışmalar süregidiyor. Ve bütün bu ülkeler açısından ABD’nin İran2a yönelik bu yaptırım politikası, bu sertlik politikası hem bu ülkelerin ABd ile pazarlıklarında, hem de İran’la yaptıkları pazarlıklarda ellerini güçlendiriyor. Bu bağlamda Suriye’deki Türkiye-İran-Rusya ittifakına, onların bundan sonraki icraatına dikkatle bakmalıyız diye düşünüyorum. ABD’ye karşı yeni bir denge nasıl oluşturacaklar, bu politikalar ne tür gerilimlere gebe bunları izlemeliyiz..

Ir de tabi,  kendi iç sorunları en az İran’ınkiler kadar ağır olan ve açıkça İran’ın bir an önce “etkisiz” hale getirilmesini istediklerini söyleyen, gizlemeyen Suudi Arabistan ve diğer Arap müttefikleri, bu süreçte acaba “stratejik sabır” gösterebilecekler mi, yoksa kışkırtıcı yöntemlere başvuracaklar mı, bunu da izlemek gerek. Dolayısıyla Ahvaz’daki saldırı aslında bölgede uzun süredir birikmekte olan gerilimin artık taşma kırılma noktasına geldiğinin işareti diyerek yayını noktalayalım. Yeniden görüşünceye dek hoşça kalın.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.

İlgili içerikler