Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

MHP Gaziantep Milletvekili Prof. Ümit Özdağ ile başkanlık sistemi üzerine söyleşi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/290222978″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba iyi günler. Milliyetçi Hareket Partisi Gaziantep Milletvekili Prof. Ümit Özdağ ile Skype üzerinden bir görüşme gerçekleştireceğiz. Malum, Ümit Bey yakın zamana kadar MHP’de olması beklenen Olağanüstü Kongre’de genel başkanlığa aday olacaktı. Ama Kongre’nin ne olacağı, akıbeti belli değil. Bu arada partiden ihracı için Disiplin Kurulu’na sevk edildi. Ama kısa süre önce MHP’den 4 milletvekili arkadaşıyla birlikte Meclis’te bir basın açıklaması yaparak, başkanlık sistemi konusunda partinin politikasından farklı biçimde buna başından itibaren karşı çıkacaklarını söylediler. Ümit Bey’le bilhassa bu konuyu masaya yatırmak istiyoruz. Ama tabii diğer konulara da sıra gelecek. Ümit Bey merhaba, hoşgeldiniz yayınımıza.

Hoşbulduk, iyi yayınlar diliyorum. Doğrusu benim Skype üzerinden ilk yayınım bu. Onun için biraz amatörüm doğrusu.

Yok yok, Ümit Özdağ hiçbir şeyin amatörü olamaz. Yıllardır birbirimizi tanıyoruz, biliyoruz. Siz her şeye çok çabuk uyum sağlayan birisiniz Allah için. Ümit Bey, hiç uzatmadan şunu sorayım: Siz 5 milletvekili, –ki birisi hastaydı gelememişti ama adını açıkladınız– 5 milletvekili MHP’den çıktınız, dediniz ki: “Biz başkanlık sistemine Meclis’te karşı çıkacağız, her yerde karşı çıkacağız. Sayımız aslında daha fazla…” vs. Uzatmayayım. Bunu sizin anlatmanızı istiyorum. Tam olarak orada maksadınız neydi?

Bakın, Türkiye 15 Temmuz’da son bin senelik Türk tarihindeki en büyük iç düşman olan FETÖ’nün bir darbe girişimiyle karşı karşıya kaldı. Ve devlete, topluma büyük bir travma geçirtti bu darbe girişimi. Çünkü Türk askerinin üniformasını giymiş olan FETÖ’cüler parlamentoyu bombaladı ve kendi halkının üzerine ateş açtı. Bu hiçbir milletin kolay kolay kısa zamanda atlatabileceği bir psikolojik sıkıntıya yol açmaz, aslında daha ağır bir sıkıntıya yol açar. Ondan dolayı bugün Türkiye bir travmadan geçiyor. Ama sadece halk travmadan geçmiyor, devlet de travmadan geçiyor. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde bir anda Genelkurmay Karargâhı’nın bir terör örgütünün denetimi altında olduğunu öğrendik. Sadece o mu? Başbakan dedi ki: “15 Temmuz’da 39 bin 500’e yakın subay görevliydi Türk Silahlı Kuvvetleri ve jandarmada. Albayla teğmen rütbesi arasında. Bunların %80’i FETÖ’cü.” Bu inanılmaz bir rakam. Ve yapılan tasfiyeler var, biliyorsunuz. Bu tasfiyelere rağmen eğer Başbakan’ın verdiği rakamlar doğruysa hâlâ %60 oranında FETÖ’cüden bahsetmek lazım. Emniyet Genel Müdürlüğü yapısına bakıyorsunuz, bütün tasfiyelerden sonra hâlâ daire başkanı seviyesinde, Bylock üzerinden FETÖ’cüler çıkıyor. Bugün yine İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bu tür bir tasfiye vardı. Dışişleri Bakanlığı’nın durumu ortada. Milli İstihbarat Teşkilatı’yla ilgili ifadeler kullanılıyor. Ve bu travma süreci devam ederken Türk ordusu çok zor bir iç savaş coğrafyasına önemli bir stratejik hamle yaptı ve Fırat Kalkanı operasyonu başladı. Gerçi kullanılan gücün sayısı çok yüksek değil. Ama hareketin jeopolitik önemi çok büyük. Suriye’nin Türkiye sınırında oluşturulmaya çalışılan PKK koridoru, Türk ordusunun bu hamlesiyle kırıldı. Ve hâlâ devam ediyor, nerede duracağını bilmiyoruz operasyonun. Aslında şunu söyleyeyim: Evvelsi gün Kilis’ten daha büyük bir askerî sevkiyat gerçekleşti Suriye’ye. Ama Türkiye için Suriye’de gerçek çatışma Türk ordusu hedefine ulaştığı ve durduğu zaman başlayacak. Çünkü o zaman hem PKK’nın saldırıları daha yoğun olacak, hem IŞİD’in saldırıları daha yoğun olacak. Burada öyle bir şey yaşıyoruz. Ve şimdi Musul operasyonuna Türk Silahlı Kuvvetleri’nin havadan müdahale ve karadan müdahalesinin konuşulduğu, olgunlaştığı ve bazı unsurların katılmaya başladığı bir sürece girdik. Türk ordusu böyle dışarıda angajeyken, terörle mücadele içeride de devam ediyor. Devletin yaşadığı travmadan istifade eden PKK, IŞİD ve DHKP-C eylem arayışı içerisindeler. FETÖ de bunların arkasına sığınmış durumda. Ve Türkiye’de büyük bir istikrarsızlık zemini üzerinden yeniden değişik girişimlerde bulunma ihtimalleri yüksek. Çünkü FETÖ’nün bir örgüt olarak iradesi henüz kırılmış değil. Arkasındaki desteğin de bitmediğini görüyoruz. Hem bu psikolojik destek, hem moral destek, hem ekonomik destek, hem de siyasi destek henüz bitmemiş durumda. Hâlâ Amerika Birleşik Devletleri FETÖ’nün bir terör örgütü olduğuna ikna olabilmiş değil. Öte yandan Türkiye’nin bombaladığı PYD de Amerika Birleşik Devletleri için hâlâ terör örgütü değil. Yani Suriye coğrafyasında mücadele ederken Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’de bizim müttefikimiz olup olmadığını bilmiyoruz. Öte yandan Türkiye Suriye’ye Rusların desteğiyle ve onayıyla girmiş durumda. Ama girdikten sonra hemen Esad’ın gitmesi konusunda çıkışlar olmuş, Suriye de buna “Evet güzel ama, o zaman ben de burada bir federe Kürt devletine izin verebilirim” demiş ve Esad’a bir açıklama yaptırmış, “Türk Hava Kuvvetleri’nin Suriye hava sahasını ihlal etmesi durumunda vururuz sizi” diye. Lavrov da ertesi gün: “Suriye egemen bir devlettir.” Bunun Türkçesi şudur: “Suriye bizi vuramaz da, Ruslar vururlar ve bunu Suriye yaptı gösterirler.” Bu kadar zor bir dönemden geçerken içeride bir milli cephenin, iç cephenin çok sağlam olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu da şunu gerektiriyor, toplumun %90’ının üzerinde uzlaşmadığı konuları gündeme getirmeyeceksiniz. Türkiye bu kriz dönemini geçecek. Bakın, beka tehdidiyle karşı karşıya olduğumuzu söylüyor Cumhurbaşkanı, Başbakan. Ne demek? Ülkenin varlığıyla ilgili bir tehdit. Bundan daha ağır bir tehdit yok. Ülke beka tehdidiyle karşı karşıyayken sistem değiştirilmez. Üstelik bu sistem değişikliğini gündeme getirdiğiniz zaman Türk milletini en fazla bölecek hususu gündeme getiriyorsunuz, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı. Sadece başkanlık değil, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı bu milleti daha fazla bölüyor.

Burada isterseniz Ümit Bey, nefes almanıza imkân vereyim ve iki soru sorayım. Bir: Bu konjonktürü tarif ettiniz ve bunun beka meselesi olduğunu söylediniz, böyle bir yerde sistem değiştirilmez dediniz. Ardından, üstelik Tayyip Erdoğan’ın başkanlığı dediniz. Buradan şu akıl yürütmeyi yapabilir miyim? Bir: “Başkanlık aslında tartışılabilir, ama zamanı değil” mi diyorsunuz?

Hayır ben kişisel olarak parlamenter rejimi her zaman tercih ediyorum. Parlamenter sistemin Türkiye’de bir siyasi kültür oluşturduğunu, siyasi kültürlerin kolay oluşmadığını, sistem değiştirmelerin ancak bir sistemin büyük başarısızlıklarından sonra ortaya çıktığını düşünüyorum. Ve Türkiye’de parlamenter sistemin de böyle büyük bir başarısızlığı yok. Sistem tartışmaları, parlamenter sistemin başarısızlığından kaynaklanmıyor. Türkiye’de sistem tartışması, Recep Tayyip Erdoğan’ın ve daha önce de Özal’ın “Cumhurbaşkanlığımız bittikten sonra ne olacak?” tartışmasından kaynaklanıyor. Bakın mesela şöyle bir madde ekleyelim başkanlık değişikliğinde, komisyonda: “Evet başkanlık sistemine geçiyoruz ama daha önce Cumhurbaşkanlığı yapmış olan kişiler başkanlık için aday olamazlar ve başkan olamazlar.”

O zaman iptal olur diyorsunuz.

Ne olur? O zaman kimse bunu istemez, isteyenler istemez hale gelirler. Özetle yani bizim karşı çıkışımızın bir ahlaki, siyasi ahlak noktasında parlamenter rejimden, parlamenter kültürden yana olan bir boyutu var. Ama öte yandan, bir de Türkiye’nin içinden geçtiği bu kriz dönemi var ve beka sorunu yaşadığı dönem var. Bir de şimdi toplum böyle ayrışırsa siz de ben de 1980’li yılların öncesinden bugüne Türkiye’nin nasıl geldiğini biliyoruz. Bu tür ayrışmaların üzerine nasıl binilebileceğini, bu süreçlerin nasıl tahrik edilebileceğini, iç çatışma ortamına evrilebileceğini, evriltilebileceğini bilecek kadar da deneyimliyiz.

Niye 5 milletvekili? Yani çünkü siz, grubunuz daha fazla. Parti yönetimine rağmen yapılmış bir açıklama bu, çok net. Parti yönetiminin de memnun olmadığını anlıyoruz.

Bu 5 milletvekili, Kongre sürecinde de açık tavır almış 5 milletvekili, öncelikli olarak. Yoksa Milliyetçi Hareket Partisi tabanının %99’undan fazlası açık bir şekilde başkanlık rejimine karşı. Geriye kalan %1’i de başkanlık rejimine destek vermiyor. Ama Sayın Genel Başkan’ın AKP’ye bir oyun oynadığını, son anda onun da başkanlık demeyeceğini düşündüğü için şimdilik susuyor. Ben MHP Meclis grubunda da durumun çok benzer olduğunu, hiç kimsenin sonunda Sayın Genel Başkan’ın “Evet başkanlık olsun, başkanlığı destekliyoruz” deme noktasına gitmeyeceğini düşündüklerini, temaslarımdan görüyorum. Ama Meclis grubunda da başkanlığa karşı çok somut bir direnç var. Bu çok normal, bizim için bir ideolojik çıkış noktası var başkanlık konusunda. Başkanlığın şu ana kadar hep üniter devlet dışındaki arayışlarla, özerklik ve federasyon modelleri üzerinden getirildiğini gördük. Ve Recep Tayyip Erdoğan’ın siyasi kariyerine baktığımız zaman da önce başkanlığı hallettikten sonra çok rahat, “Tamam bu bitti, artık şu özerkliği bir konuşalım, beyaz sayfa açalım” stratejisiyle milli ve üniter devleti tasfiye edici adımları rahatlıkla atabilecek bir siyasi kültürü temsil ettiklerini görüyoruz.

Meclis’teki açıklamanızda en vurucu bölüm bence buydu. Sizin buradaki, ülkenin başkanlık sisteminin ülkenin üniter yapısını parçalama ihtimalinin çok yüksek olduğu… Hatta bunu inanıyorsunuz galiba, ihtimalin ötesinde başkanlık projesinin bir nevi bunun ön aşaması olduğunu düşünüyorsunuz, yanılıyor muyum?

Kesinlikle öyle düşünüyoruz. Ve bunu sadece ben düşünmüyorum, 5 milletvekili düşünmüyor, bunu bütün Milliyetçi Hareket Partisi böyle düşünüyor. Sayın Genel Başkan’ın geçmiş 6 senede, 5 senede yapmış olduğu bu konuyla ilgili bütün konuşmaları lütfen inceleyin. O da öyle düşünüyor. O da öyle açıklamalar yaptı. Yani şu son bir ayda ne düşündü bilmiyorum, ama hâlâ o da açıklamalarında “parlamenter rejim bizim tercihimizdir” diyor.

Peki şu konu hâlâ çok net değil. Şimdi Devlet Bahçeli’nin başkanlık sistemiyle ilgili yaptığı ilk açıklamaların, Adalet ve Kalkınma Partisi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından çok olumlu karşılandığını biliyoruz. Ama daha sonra sanki bir takım rötuşlar, revizyonlar oldu. Siz partili birisi olarak, biz gazeteci olarak izlemekte biraz zorlandığımı itiraf edeyim açıkçası. Şu anda Parti Genel Merkezi’nin başkanlık konusundaki tutumu tam olarak nedir?

Doğrusu, partinin demeyelim, çünkü sayın genel başkan yardımcılarından bir tanesi bir açıklama yaptı ve dedi ki “Biz Meclis’te evet desek bile sandıkta hayır deriz.” Ertesi gün Sayın Genel Başkan bir açıklama yaptı ve dedi ki: “Eğer Meclis’te evet dersek sandıkta da evet deriz.” Burada tabii Genel Başkan’ın ne söylediği önemli. Ve onu kriter olarak almamız gerekiyor. Peki ne diyecek Meclis’te? Bunun için diyor ki “Önce getirsinler görelim.” Biz de diyoruz ki “Eğer biz parlamenter rejimi destekliyor isek başkanlık rejimiyle ilgili bir önerinin gelmesini niye bekleyelim? Başlangıçtan buna biz görmeden hayır diyebiliriz. Çünkü getirilecek şeyin Başbakan açık bir şekilde tam bir başkanlık sistemi olduğunu söyledi. Bu durumda göreceğimiz şey ne, bunu bilmiyoruz. Daha doğrusu başkanlık sistemi. Başkanlık sistemi getirileceğini görüyorsak buna hayır demek için başkanlık sistemini bir de kâğıt üzerinde görmemize gerek yok.

Peki Ümit Bey şunu sorabilir miyim? İzleyicilerimizden bu teknik ayrıntıları bilmeyenler… Ben de çok bildiğimi söyleyemem. MHP’nin Meclis’te Başkanlık sistemi için AKP’yle birlikte hareket ediyor olmasının ya da olmamasının neyi nasıl değiştireceğini bize izah eder misiniz? Yani MHP “Ben kesinlikle Meclis’te başkanlık sistemiyle ilgili şeylerde hayır derim” derse referanduma gidilemiyor mu? MHP’nin tek başına varlığı bu kapıyı açıyor mu? Bunu biraz açar mısınız?

Milliyetçi Hareket Partisi 40 milletvekiliyle Başkanlık sistemine hayır derse 330’u bulma ihtimali yok, 315’te kalır AKP oyları. Böylece Başkanlık sisteminin referanduma gelmesi söz konusu olmaz. E şimdi mesele de bu zaten, bu nasıl olacak? Bugün bunun cevabını Türk kamuoyu da bilmiyor. Doğrusu, bilen herhalde birkaç kişi var ama bunun dışında kimse bilmiyor. Bunun dışındaki tavırlar, mesela bizim tavrımız, biz diyoruz ki: “Biz başkanlığa karşıyız, ilkesel karşıyız, ayrıca güvenlikle ilgili endişelerimiz var.” Bundan dolayı daha şimdiden açıklıyoruz. Gelecek teklif bir başkanlık teklifi olacak ise eğer, öyle söylüyorlar, biz başkanlık teklifine hayır diyoruz. Şimdi de öyle diyeceğiz, daha sonra Allah korusun referandum sürecine giderse orada da hayır diyeceğiz.

Peki yine dediniz ki: “Partimizdeki birçok milletvekilinin de bizim gibi düşündüğüne eminiz” dediniz. Bir soru ekleyeceğim buraya. Bazı iddiaya göre Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kendi içinde fire vereceği konusunda spekülasyonlar yapılıyor. Ne demek istersiniz bu konuda, söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Bunu bir uçak seyahatinde bir üst düzey AKP’li yetkiliye de sordum. Bana şu cevabı verdi: biz açık oy kullanırız, ama açık oy kullanamazlar, açık oy kullanırlarsa Anayasa Mahkemesi iptal eder. Ve neden açık oy kullanırız deme ihtiyacı hissetti? Acaba kendi grubuna güvenmiyor mu vereceği oy konusunda? Bunu kamuoyunun takdirine bırakıyorum. Ama biliyorsunuz ki Anayasa değişikliklerinde parti grupları bağlayıcı karar alamıyorlar. Milletvekilleri vicdanlarına göre hareket edip oy veriyorlar. Bunu açık oya çevirdiğiniz andan itibaren Anayasa’nın bu hükmü ihlal edilmiş olur. Ve Anayasa Mahkemesi bunu iptal eder. Ondan dolayı ben AKP’liler nasıl oy kullanır bilmiyorum. Ama bu oyun muhakkak Anayasa’ya uygun şekilde kapalı verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Son olarak, başkanlıktan biraz sizin durumunuza geçecek olursak, disipline sevk edilmiş durumdasınız değil mi? O hangi aşamada ve ne bekliyorsunuz?

Daha başlangıç aşamasında. Ben bundan tam 9 yıl 11 ay önce de, Kasım 2006’ydı, Milliyetçi Hareket Partisi’nden ihraç edilmiştim. Onun için hani böyle bir disiplin süreciyle karşılaşmam ilk kez olmuyor. Ama bütün kamuoyu da biliyor, çünkü parti yetkilisi, divan üyesi televizyonda karşı çıktığım için disipline sevk edileceğimi açıklamıştı. Oysa bu konudan sevk edilemez bir milletvekili. Bunun dışında gerekçeler bulabilirler mi bilmiyorum, benim bilmediğim şeyler olabilir tabii. Onu gelince göreceğiz, geldikten sonra gereken cevabı Disiplin Kurulu’na ileteceğim. Ama ben siyasi bilincimin oluştuğu ilk anlardan itibaren, bu da 13-14 yaş demektir, Milliyetçi Hareket Partisi içerisinde oldum, Ülkü Ocakları’ndan yetiştim, hayatımın her evresinde de burada durdum. Daha önce ihraç edilmem benim Milliyetçi Hareket Partisi’nden uzaklaşmama neden olmadı. Ben bunu, yani Milliyetçi Hareket Partili olmayı aynı zamanda siyasi algımın da bir parçası olarak görüyorum ve yine ihraç edebilirler, bu da mümkün. Çünkü Siyasi Partiler Yasası, genel merkezlere büyük yetkiler veriyor. Benim pozisyonumun değişmesine neden olur mu? Hayır ben Milliyetçi Hareket Partili kalırım. Milliyetçi Hareket Partisi’nin içinde hukuk mücadelesini sonuna kadar sürdürürüm.

Ümit Bey çok teşekkür ediyorum yayınımıza katıldığınız için. Milliyetçi Hareket Partisi Gaziantep Milletvekili Prof. Ümit Özdağ ile başkanlık sistemi meselesini konuştuk. İleride belki artık Skype’ı öğrendiğinize göre sizin alanınız olan stratejik konularda da arada yayın yaparız diye umuyorum Ümit Bey.

Ruşen Bey, aslında Skype çok daha keyifliymiş televizyona gitmekten. Televizyona geliyorsunuz, gidiyorsunuz arabayla. Ya da Ankara’dan İstanbul’a geçiyorsunuz. Doğrusu bu teklifinizi keyifle kabul ediyorum. İnsan çalışma odasından böyle bağlanıyor, görüşlerini kamuoyuyla paylaşıyor.

Öyleyse yaparız, tamam.

Ben de davet ettiğiniz için teşekkür ediyorum.

Estağfurullah, sağolun. Ümit Özdağ’a çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.