Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Paris saldırıları üzerine: Ötekileri öldürmek, kendini öldürmek

Uluslararası Kriz Grubu’na Arap dünyası konusunda danışmanlık yapan Peter Harling‘ın Paris saldırıları ardından, siyaset ve toplum dergisi Orient XXI için yazdığı bu makale Avrupa’ya da ayna tutuyor. 26 Kasım 2015’de yayınlanan makalenin orijinalini bu linkten okuyabilirsiniz. Yazının Türkçe’ye çevirisini Fransızca aslından Haldun Bayrı gerçekleştirdi.

Ötekileri öldürmek, kendini öldürmek

Paris saldırılarının genç faillerinin şiddeti, Avrupa’da ırkçı hoşgörüsüzlük ve bütün bir gençliğin geleceksizliği bağlamında, inşasına sosyal medyanın katkıda bulunduğu bir savaşçı romantizminin ve değer kazandırıcı bir modern kahraman kimliğinin temelini atıyor. IŞİD, cisimleşebileceği somut bir mekân sunduğu bu şiddeti kendi yararına kullanıyor.

Paris’teki katliamların en sarsıcı yönü, özel bir şiddetin sonucu olmamaları. Etrafına bir sınır çekmekte zorlandığımız ve kafamızı kurcalayan da buydu. Azmettiricilerin ya da infazcıların başkalığına dayanan, IŞİD’de bir strateji değişikliği ya da katillerin tekil bir profilinin çıkarılmasını telkin eden açıklama arayışı, yanlış bir yola sokuyor bizi.

Seçilen hedefler, peşinen hiçbir anlamları olmadığı için, paradoksal bir biçimde açıklayıcı. Daha klasik tarzdaki bir “terörist” ya da isyancı mantığına bağlı hedef bolluğunun (Devlet’in simgeleri, stratejik altyapılar, turistik yerler, muayyen bir toplumsal sınıfla özdeşleştirilebilir mekânlar, ifade özgürlüğünü temsil eden organlar, vb.) tersine, doğrudan anlaşılır hiçbir maksada atıfta bulunmuyor. Buradaki hedefler, yukarıdakilerin aksine, alelâdelikleriyle şaşırtıyor. Tam da infazcılarınki olabilecek sıradan bir gündelik yaşamın alanları. Üstelik, kurbanların çoğu infazcılarla aynı toplumsal tabakadan. Stade de France, Bataclan, revaçta fakat formalitesiz bir restoran, Parisliler kadar, hatta onlardan da fazla, Paris çevresinden gelen bir müşteri takımını çeken yerler. Champs-Élysées’nin seçilmemiş olması, belki de karma statüsüyle açıklanabilir: Banliyöden Paris’e bir tur atmaya gidildiğinde baş uğrak yeri, ama aynı zamanda Devlet’in bir simgesi ve bir turistik ziyaret alanı. Hedefler arasında bulunmaması, bu hedeflerdeki şaşırtıcı anlamsızlığı daha da kuvvetlendiriyor.

Aslında cânilerin katlettikleri, kendileri. Başka koşullarda, “önceki bir hayat”ta kendi gidebilecekleri mûtat tüketim mekânlarından çıkarıyorlar öfkelerini. Muhtemelen hızlı radikalleşmelerinden önce paylaştıkları bir değerler sistemine saldırıyorlar; bu radikalleşme onları, her şeyden önce, âşinâ olduklarından ayrı durmaya yöneltiyor. Dolayısıyla asıl söz konusu olan şey, Ortadoğu’daki herhangi bir emir tarafından kavramlaştırılmış bir “strateji” değil; organik ve hastalıklı bir şiddet. Kendi benzerine uygulanan bu şiddet ise toplumun bağrında bir kırılma yaratıyor: Eylemi yapılandıracak hiçbir şeyin artık kalmadığı yerde, bu kadar derinlemesine apolitik bir perdede her şey mümkün hale geliyor.

Otomatik Portakal’daki gibi

İnfazcıların gerçekten aydınlatıcı bir profilini çıkarma güçlüğü, eylemlerinin doğurduğu sıradanlıkla çöken endişeyi daha da artırıyor. Açık seçik tek belirtileri, her ne kadar böyle bir bağ olduğu bilinse bile operasyonel bağ düzleminden ziyade, muhayyile düzleminde tahlil edilmesi gereken IŞİD’le ilişkileri. Nitekim IŞİD, farklı kimseler için farklı şeyleri cisimleştirme hususunda olağanüstü yetenekli ve her biçime girebilen bir yaratık. Irak’taki Baas Partisi’nin bazı unsurları için, 2003’te Irak’ın istilasının akabinde yaşanan aşağılanma, sınıf kaybı ve yoksullaşmadan sonra yeniden devreye girme olanağı sağlayan bir araç. Avrupa banliyölerinden gelen çok sayıda gönüllü için ise, daha ziyade romantik bir serüven çerçevesi.

Çok seçenekli başvuru usulleri olan bir “cihad”ın saflarına katılmak nispeten kolay. Adaylar aşağıdaki kutuları işaretleyebiliyor: cengâver look, erkek muhabbeti, silah kullanabilme, sosyal ağlarda değer kazandıran bir görüntünün inşası, alışılmış damgalanmaların tersyüz edilerek amblemlere dönüştürülmesi ve İslam’ın Peygamberi’ne yüzeysel göndermelerde bulunulmasına rağmen çok modern bir kahramanlık biçimi aracılığıyla kendini şipşak gerçekleştirme.

Elde bu yeni kimliğin anahtarı, video oyunları ve Reality TV ile kırma yapılarak, IŞİD’in kökenden ziyade ürünü olduğu şiddet erotikleştiriliyor. Bu pornografi; mesela adalet, hukuk ve ulusal çıkar mefhumlarının git gide daha fazla “pazılı vücutlar”la, testosteron taşan söylevlerle, fantazm alanına giren silahlarla ve herşeyi halletmesi beklenen şiddet boşalmalarıyla bir arada görüldüğü Amerikan kültürel ve siyasî çevrelerinde derinleşen güvenlik tapınmasıyla kendini gösteriyor. İç ve dış siyasetin erkeksileşmesi son derece bulaşıcı bir hâdise, küresel bir salgın.

IŞİD pornografik bir şiddetin dışa vurulabileceği, aranabileceği, yasaklarından kurtulabileceği ve güç kazanabileceği somut bir alan sundu. Kaldı ki bunun baş aktörlerinin Avrupalı mühtediler olması da bir tesadüf değil. Askerî tecrübeden, dinî terbiyeden ve genellikle dil yeteneğinden yoksunluklarını, Facebook çağında yetişmiş iletişimcilere has içgüdüsel yeteneklerle sahnelenen, sadizmiyle Stanley Kubrick’in “Otomatik Portakal”ını anımsatan aşırı bir şiddetin içinde, kendi katma değerlerini tanımlamış oldular.

Sonradan Müslüman olmuş Avrupa gençliğindeki romantik cihadcı tribin çok önemli bir veçhesi bu: Evinde nispeten iyi kök salmış olmasına rağmen, sahaya gittiğinde hakikaten tutunmuyor. Buna karşılık, geldiği ortamla –yani büyük kentlerin varoşlarıyla– temasını, atılan kurşun kadar tvit de gönderilen “kablosuz” bir cihad çerçevesinde sıkıca koruyor. Bundan sonra şiddetin erotikleştirilmesinin eve dönmüş olması şaşırtıcı değil.

Ne kadar yakın doğu

Bu konuda en ürkütücü olan, gidiş-geliş bolluğudur. Suriye ve Irak’ta ilk kez bir cinayet tecrübesini yaşayan, kendi hakkında zehirleyici bir imgeyi işleyen ve şimdiye dek benzeri görülmemiş bir savaş silahları kaçakçılığını besleyebilen binlerce Avrupalı gönüllüden bahsediliyor. Böyle bir durumda, bu cinsten saldırıların tekrarlanabileceğinden kuşkumuz olamaz.

Irak ve Suriye’deki çatışmalara âdetâ bu ülkeler yeryüzünün öbür ucundalarmış gibi muamele göstermek isteyen Avrupa, siyaseten hiçbir zaman kurulması başarılamamış, fakat herşeye rağmen kendi kendini inşa eden bütünleşmiş bir Akdeniz alanında, bu ülkelerin bizi ne çok ilgilendirdiklerini anlamak zorunda kalacak. Bu saldırılar, kişilerin, malların ve fikirlerin serbest dolaşımı sorununu öyle bir sivrilikle ortaya koyuyor ki, Schengen alanını infilâk ettirebilir. Ortadoğu –başka bakımlardan zaten harekete geçmiş olan– aşırı sağcı partilerin yükselişinde rol oynayan bir faktör haline geliyor. Göçmen işçi topluluklarının damgalanması, zaten karikatürleştirilmiş bir Müslüman kimliğinin çıkmazına hapsedilenler için IŞİD’in cazibesini ancak artırabilir.

Böyle meydan okumalarla karşı karşıya kalındığında, hamâsî cevaplarımız epey uyduruk görünüyor. Bunda şaşacak bir şey yok: Uğraşsız Avrupa gençliğinin sorunu, hem iflas halindeki bir sosyo-ekonomik ve siyasî düzende, hem de yerleşik yapıların çökmekte olduğu Ortadoğu’daki IŞİD’in düzeninde dal budak salıyor.

IŞİD’i yok etmek mi? Çok iyi; ama yerine ne koyacaksınız? Şii milisleri mi? IŞİD’in temayüz etmesine katkıda bulunmuş olan Suriye rejimini mi?

Gençlerimizi bu yoldan çevirmek mi? Mükemmel; ama az istihdam, daha da az dayanak noktası yaratan toplumlarımızda onlara hangi alternatifleri sunacaksınız?

Her kafadan bir ses çıkan bir ortamda, bu durumdan söylemleri ikili olan aktörler istifade ediyor; siyasî partiler, özellikle de en popülistleri bunların içinde; IŞİD de. Her zamanki gibi, birilerinin radikalleşmesi ötekilerinkinden beslenecek.

Ortadoğu’da, IŞİD yerel toplumsal dokuyu yok etmek için hasım saydıklarının şiddetini kışkırtıyor; bunu kendi başına bu kadar etkili yapamazdı. Avrupa’da, aynı mantığın daha simgesel ve daha siyasî bir düzlemde uygulanma riski var. IŞİD yeni bir damar buldu: Paranoyanın ve damgalamanın Paris’te ya da Brüksel’de yaratacağı tahribat, Irak ve Suriye’yi yok eden kör hava saldırıları kadar yıkıcı olabilir. Böylelikle, Fransız toplumundaki bölünmeleri en çok azdıranlar, muhtemelen onun imkânsız tekbiçimlileşmesine çalışanlar olacak. IŞİD’in bir “stratejisi” var ise, o da herhalde budur zaten.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.