“Münferit bir sekterlik hâdisesiyle karşı karşıya olmadığımızı; özellikle de ‘İslam’ın bir radikalleşmesi’yle karşı karşıya olmadığımızı; bunun daha ziyade, radikal başkaldırının İslamîleşmesi olduğunu anlamamız gerektiğini düşünüyorum” (Alain Bertho).
Daha önce, radikalizmin İslamîleştiğini bu sözleriyle ilk dile getiren Alain Bertho’nun yazılarını sunarken bahsettiğim, Oliver Roy’nın da bu tespiti dillendirip geliştirmesi üzerine oluşan polemiklerin Fransa tarafındaki son gelişmeler, “kayıkçı kavgası” lafıyla geçiştirilemeyecek bir hale geldi.
Libération gazetesinin 24 Mart tarihli sayısında Alain Bertho bu tartışmanın vardığı noktayı şöyle özetlemişti: “Bu tahlili ilk öneren olsam da, bu formülasyonu savunmak için yırtınacak değilim. Bu tahlil, kavramsal olmaktan ziyade pedagojik olmak derdindeydi; bir sorunu çözmekten ziyade açıklamak. Kelimeler üzerindeki çekişmeler sonsuza kadar uzayabilir. Alt etmeyi de ikna etmeyi de beceremeden kendinizi tüketebilirsiniz. Bu çekişmeler öncelikle karşı karşıya olduğumuz facianın karmaşıklığını eski kelimelerle düşünme zorluğumuza işaret etmektedir. ‘Kelimeler kifayetsiz kalıyor…’, dehşetin önünde şaşakalmışlıkla sürekli tekrarlanan saptamadır. Birlikte bu noktadan yola çıkmamız gerekmektedir.”
14 Nisan tarihli Libération gazetesinde çıkan ve Gilles Kepel ile Oliver Roy’nın cevaplarını da içeren bir yazı dosyasını, bu iki araştırmacı arasında kapanmayacağa benzeyen bu tartışmadaki son durumu aktarmak için sunuyorum.
————————————————————
Olivier Roy ile Gilles Kepel’in cihadcılık üzerine kavgası
Cécile Daumas
Henüz işi hayvan isimlerine vardırmadılar; ama artık oraya vardırsalar da bir, vardırmasalar da. “Rastignac”[1], “niyet okuma”, “entelektüel duruş”, “eşsiz cehalet”[2]: 2015 saldırılarından beri, Gilles Kepel ile Olivier Roy, basın üzerinden, cihadcılığın kökenleri üzerine amansız bir savaş veriyorlar. İkisi de alanlarında otorite; siyasî İslam’ın da Fransa’daki en iyi uzmanlarından: biri (Kepel) soğuk ve beyni ön planda, Arap dili ve kültürü öğreniminden siyaset ve toplum bilimlerine yönelmiş, Paris Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde yirmi beş yıl yönettiği Ortadoğu kürsüsünü kurmuş; diğeri (Roy), kıpır kıpır açık yürekliliğiyle, İslamcılık uzmanı siyasetbilimci filozof, Floransa Avrupa Üniversitesi’nde işinin başında.
Aralarında hayli büyük bir iddiaya girişmişler: Paris’i ve Brüksel’i vuran şu teröristler kuşağını ortaya çıkaran nedenleri kavramayı sağlayacak anahtar-kavramı türetmek. Peki bu, otuz yıldan fazladır birbirini tanıyan iki araştırmacı arasında basit bir rekabetten mi ibaret? Roy-Kepel ikilisi-düellosu, 2015 saldırılarından beri akademik bilginin devâsâ bir baskı altına alınmasının belirtisi daha ziyade: Aciliyet içinde apar topar, siyasî şiddetin bu son dönüşümünü anlamak söz konusu; Başbakan Manuel Valls’ın hüküm buyurduğu gibi bağışlamak için değil; önlem alıp karşı koymak için.
Asimetrik yaklaşımlar
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Her şey 13 Kasım saldırılarının ertesi günü başladı. Paris saldırılarının herkesin kanını dondurduğu sırada, büyük bir Batı başkentinin göbeğinde bir kitle katliamı yapabilen bu terörist örgütün evveliyatına bakmak gerekiyordu. Bu teröristler kimdi? Nasıl hareket ediyorlardı? Nasıl devşirilmiş ve yetiştirilmişlerdi? Cihadcılık için “nihilist bir isyandır” dedi Olivier Roy, 25 Kasım’da Le Monde’da yayınlanan bir yazısında. Siyaset bilimci, tezini desteklemek için, hedefi onikiden vuran bir formül kullandı: “İslam’ın radikalleşmesi değil, radikalliğin İslamîleşmesi söz konusu.” Yani Fransa’nın kurban oluverdiği aşırı-şiddet, bir din meselesi olmaktan ziyade, “bir kuşak isyanı”nın dışavurumuydu. Sosyal medyada büyük ölçüde paylaşılan “radikalliğin İslamîleşmesi”ni uzmanlar daha ziyade soğuk karşıladılar. Özellikle de aksi tezi savunan Gilles Kepel. Ona göre, terörizmin bu yeni çehrelerini kavramak için İslam’dan, Selefi söyleminin hegemonyasından yola çıkmak gerekmekteydi. Birinin (Kepel) cihadcılığın sorgulanmasının merkezine dinî olguyu yerleştirdiği noktada, diğeri (Roy) bu olguyu çevreye yerleştiriyordu. Biri Afganistan’dan beri üç savaşçı kuşağının ana hatlarını çıkarırken, diğeri bunu önemsemiyor ve Khaled Kelkal’dan beri tek bir kuşak gördüğünü söylüyordu. Peki yaklaşımlarında neden böylesine bir simetrisizlik söz konusuydu? “İslam üzerine söylemlerde mevzûubahis olanı anlamak, sadece bilimsel hedeflerin soğuk bir tahliline bağlı değil” diye açıklıyor tarihçi Leyla Dakhli, Revue du crieur’ün (Mediapart-La Découverte) Mart 2016 sayısında bu uzmanlar-arası kapışma üzerine kaleme aldığı soruşturmasında. “Aynı zamanda göçlerle, Arap ve Müslüman dünyasıyla, sömürgecilik tarihiyle ilişkimizin tercümesi olan çok fransızvâri bir iş de bu.”
Roy-Kepel polemiği, bir bakıma, 1 Ocak’ta Köln’deki tâcizler konusunda, yılın başlamasıyla birlikte yazar Kamel Daoud’un üzerine yıkılan polemiği hatırlatıyor[3]. İki büyük yorum çatışıyor. Kültüralist olan biri, dinî olguyu, yani İslam’ı ve dönüşümlerini öne çıkarıyor: Kepel buna katılıyor, Roy ise elbette katılmıyor. Buna karşılık, ikisi de, Ortadoğu jeopolitiğinden, sömürgecilik-sonrası mirastan ve onun Avrupa toplumlarında ırkçılık ve ayrımcılıklar hususundaki sonuçlarından yola çıkan ve “üçüncü-dünyacı” diye adlandırılan ikinci büyük açıklamayı elbirliğiyle yeriyorlar. Bu yaklaşım, daha ziyade, İslam’ın Fransa’daki üçüncü büyük ismi, Aix-en-Provence’ta yaşayan, diğer ikisiyle ilişkileri de limonî olan ünlü İslamcılık uzmanı François Burgat tarafından destekleniyor!
Üçüncü yol
Bu iki blok arasında Roy nereye yerleştiriyor kendini? Felsefeye ve psikolojiye daha yakın olup, bizzat İslam’dan ziyade “radikallikler”e ilgi gösteren bir hassasiyet sergileyen üçüncü bir yol tutturduğunu söyleyelim. Kepel’in onda kınadığı tam da bu: 15 Mart tarihli Libération’da görüş bildirdiği ve müstehzi bir şekilde, “Radikalleşmeler ve İslamofobi: Kral çıplak!” başlığını verdiği yazısında, Siyasal Bilimler Fakültesi profesörü “radikalleşme” teriminin –aynen “İslamofobi” kavramı gibi– İslam üzerine tartışmanın başlatılıp yürütülmesini engellediğini vurguladı. Hele Roy gibi, kariyerine Arapçanın konuşulmadığı bir bölge olan Afganistan’da başlanmışsa.
Başbakan Manuel Valls’ın tezi
Bu polemik, Fransız siyasetindeki çıkar çatışmaları tarafından daha âmiyâne bir biçimde ele geçirilmiş durumda. Manuel Valls, bir önceki hafta patlayan kavgaya Déjazet Tiyatrosu’ndaki konuşması sırasında aniden dahil olmaktan geri kalmadı. Ona göre, İslam üzerinde “etkin bir azınlık biçimi var”dı ve “Selefi gruplar ideolojik ve kültürel savaşı kazanmakta”ydılar. Böyle bir varsayımı geçerli kılacak hiçbir araştırma yokken, nereden çıkarmaktaydı bunu? Yoksa Kepel’in tezlerinin kaygan yokuşu insanı bu noktaya mı götürüyordu?
Gilles Kepel ise, Mart ayında, Charlie Hebdo’nun avukatı Richard Malka, siyasetbilimci Laurent Bouvet veya eski bakan Fadela Amara gibi şahsiyetlerin başlattığı titiz laiklik hareketi olan Cumhuriyetçi İlkbahar’a destek vermişti. “Evet, Cumhuriyetçi İlkbahar’a cemaatçi olmayan bir laik olarak katıldım; bu profil soldan da olabilir sağdan da” diye açıkladı tercihini araştırmacı ve şöyle devam etti:“Seçimlerdeki tercihlerim araştırmalarımı hiç etkilemez.”
Olivier Roy ise, Floransa’da üslenmiş eski bir Maocu, bugün de sol duyarlıkta biri olarak, Valls’e, özellikle de onun İslam’a bakışına karşı duruyor. “Olivier Roy, akademik konumlanmasında bile biraz [liberter/anarşizan] bir eğilimle belirginleşiyor. Dinsellikle araya mesafe koyması bunun sonucu diye düşünüyorum” diyor, görüşüne başvurduğumuz, bu çevrenin müdavimlerinden biri.
Daha geniş olarak, Kepel-Roy çatışmasının ötesinde, kavramları, varsayımları, unvanları ve bütçeleri çarpıştıran bütün araştırma muhiti bu saldırıların rüzgârında sürüklenivermiş halde. Öyle ki, Romain Caillet gibi bazıları, yaratılmaya çalışılan ve kendisi de polemik konusu olan yeni bir inceleme dalını, “cihadoloji”yi sahipleniyorlar.
Diğer anlaşmazlık konusu ise sahaya erişim ve yolu IŞİD’den geçmiş cihadcıların sözlerinin nasıl bir yöntemle derleneceği üzerine. “Irak veya Suriye’de çalışmak git gide güçleşiyor” diye iç döküyor bölgenin ünlü uzmanlarından, Paris-I Panthéon-Sorbonne Üniversitesi siyasal bilimler profesörü Gilles Dorronsoro. “IŞİD üzerine ilk elden kaynaklar çok nadirleşti; daha genel olarak da Ortadoğu ülkeleri içlerine kapanıyorlar.”
Olivier Roy ve Gilles Kepel de bizzat söylüyorlar: Onlar da son terörist profillerinin tahlillerini, The Guardian’ınkiler ya da Fransız David Thomson gibi röportajlar yapabilmiş birkaç gazetecinin kaynaklarından yola çıkarak, ya da Romain Caillet’nin çalışmalarını okuyarak yapıyorlar. “Pratikte hiçbir araştırmacı IŞİD’deki cihadcılarla ciddi bir bağlantı kuramadı” diye özetliyor, dinî olguyla ilgilenen genç bir sosyolog. “Hâlâ ikincil kaynaklardan tahlil yapıyoruz. Fakat bu durum Olivier Roy ve Gilles Kepel’in tezlerini hiçbir şekilde geçersiz kılmaz. Geçmişteki çalışmaları ve kariyerleri bakımından kamuoyuna aydınlatıcı bir okuma önermeleri tamamen meşru.”
İkisi de kabul ediyor zaten: Hâlâ arıyorlar, tahlillerini de tartışılsın diye yapıyorlar. Hatta, bu tahliller birbirini tamamlayabiliyor bile! Cihadcılık kadar karmaşık bir hâdiseyi kavramak için birçok bakış elzem; tarihten siyasal bilimlere, bu arada psikolojiye. Kamu güçleri de bu yolu seçmiş görünüyorlar.
İri bütçeler, iri tirajlar
2015 sonrasında, yardıma sosyal bilimler çağrıldı. Kasım ayında, CNRS (Ulusal Bilimsel Araştırmalar Merkezi) Saldırılar-Araştırması konulu projeler için bir çağrı yaptı; Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’na Mart ayında bir rapor sunuldu; üniversitede, Kepel ile Roy’dan çok daha az medyatik araştırmacıların yerleştirildiği on kadar yeni kadro yaratıldı. “Bizim istediğimiz” deniyor bakanlıkta, “başka dalları, psikolojiyi ya da bilişsel bilimleri teşvik etmek; şu son yıllarda yüzüstü bırakılmış olan klasik İslamoloji araştırmalarını da güçlendirmek.” Fakat hükümet başka bir hırs da besliyor: Araştırma ile siyasî karar arasındaki bağları güçlendirmek maksadıyla hükümet nezdinde bir bilimsel danışman kadrosu yaratmak. Başbakanlık’ta, yazdan önce bir araştırma merkezinin açılmak istendiği bile söyleniyor. Geçen sene buna benzer bir projeyi getiren, fakat teklifi geri çevrilen Gilles Kepel’i kuşkusuz ilgilendirecek bir yapılanma bu.
Avrupa düzeyinde de cömertlik geçerli: Eylül 2001’de ABD’de olduğu gibi, bütçeler tahsis edildi; bazıları 2 ila 3 milyon euroya ulaşıyor. “Böyle bir meblağla bir araştırmacı, alanında gerçekten etkili olabilir” diyor bir akademisyen. “Genç doktora öğrencileri istihdam eder, kariyerler başlatır. Kadrolar ve para, rekabetleri harlandırıyor…”
Bu kurumsal tanınırlığın kitapçılarda da iyi iş yaptığı ortaya çıkabiliyor. Radikalleşme üzerine tartışmanın peşinden çığ gibi yayınlar geldi. Ay sonunda, Le Nouvel Observateur’ün Şubat sayısında yayınlanan bir metniyle dikkat çeken Fransız-Amerikalı antropolog Scott Atran, IŞİD’in dünyasına dalmayı öneriyor (yayıncısı Les Liens qui libèrent), Fethi Benslama ise “üstmüslümanlık” kavramıyla psikanalitik yaklaşıma öncelik tanıyor (Mayıs ayında Seuil Yayınları’nda). Gilles Kepel ise, kısa süre önce, bir deneme için best-seller düzeyinde satış yapan bir kitaba imza attı: Aralık ayında çıkan “Fransa’da Terör. Fransız Cihadı’nın Doğuşu” (Terreur dans l’Hexagone. Genèse du jihad français, Gallimard) 90 bin sattı.
Ya Olivier Roy? O daha iyisini mi yapacak? Onun da sonbahar için hazırladığı kitap… radikalliğin İslamîleşmesi üzerine! “Şu ikisi ilişkilerinde öyle bir tutku düzeyine geldiler ki, artık dursalar iyi ederler” diyor, ünlü bir Ortadoğu uzmanı olan bir meslektaşları.
[1] Balzac’ın ilk olarak Tılsımlı Deri romanında ortaya çıkan ve İnsanlık Komedisi’nin diğer romanlarında yer alan "ikbal avcısı" karakteri (ç.n.).
[2] Burada “eşsiz cehalet” diye çevirdiğim “royale ignorance”, Olivier Roy’nın son kitabı “La Sainte İgnorance” (Aziz/Kutsal Cehalet) kitabının adı ve Olivier Roy’nın soyadıyla (roy-kral) Gilles Kepel’in 14 Mart 2016 tarihli Libération gazetesindeki yazısının son cümlesinde yaptığı söz oyunudur: “ Zihinleri krampa sokan ve IŞİD’in işine gelen bu eşsiz cehaletle (royale ignorance) işimizin kalmaması lâzım artık”. Belki Türkçe’de, böyle bir polemikte (Roy’nın adını çağrıştırmasa da) “en kral cehalet” diye de çevrilebilir. (ç.n.).
[3] Kamel Daoud, 31 Aralık 2015 gecesi Almanya'da yaşanan ve Ortadoğulu mülteci adaylarının karıştığı iddia edilen kadın tâcizlerinin Avrupa’da büyük bir skandala yol açmasının ardından bir yazı kaleme aldı ve Arap dünyasında kadınla kurulan hastalıklı ilişkiden söz etti. Daoud, bu yazı yüzünden, İslamofobiyle suçlanarak kendisine karşı linci andıran bir kampanya yürütülmesi üzerine gazeteciliği bıraktığını açıkladı. Daha önce medyascope'ta "Suudi Arabistan: IŞİD'in başarılı olanı" başlıklı yazısını yayınlamıştık; bkz. https://medyascope.tv/2015/12/14/suudi-arabistan-isidin-basarili-olani/ (ç.n.).
——————————————————–
Gilles Kepel: “Cuma hutbelerini dinlemek gerek”
Diğer Arap dili ve kültürü uzmanlarıyla (1) birlikte beni Olivier Roy ve takipçileriyle karşı karşıya getiren anlaşmazlık kişisel değil: Toplumumuzun önündeki hayatî hedeflerin imkânlar dahilindeki en doğru yorumunu belirleyen araştırmanın epistemolojik geçerliliği söz konusu. Medya ve siyaset tabakasının güvenilirliğinin çöküşü, televizyon platolarını istila eden bir sürü şipşakçı uzman ve yaklaşmakta olan 2017 seçimlerine yönelik kendini gösterme denemeleri karşısında, üniversite tekrar bir referans haline geliyor; zira ayakları yerden kesmeye elverişli endişe verici soruları akılcılaştırıyor. Bu tartışma kamuya açık biçimde yürütülmeli, akademisyenlerin toplumsal sorumluluğu söz konusu. Aşırılığı hakarete (“Kepel bir Rastignac’tır”) vardırmak mânâsız; böyle Balzac’vâri bir gençlik aşısı benim gibi altmışına varmış birinin gururunu okşasa da, hedefleri bayağılaştırarak gizliyor.
Goşistlerin, cihadcıların, neo-faşistlerin ve kimlikçilerin birbirine karıştırıldığı bir bohça haline gelen radikallik sözcüğüne odaklanmada, terörist cihadcılığa özgü meydan okumayla ve onun çok daha geniş ve muğlak bir hâdise olan Selefilikle ilişkisiyle yüz yüze gelmeme istenci var.
Çeşitli aşırılıkçılık biçimleri arasında elbette birbirine benzeyen veçheler vardır; ben de okurlara cihadcı videolarındaki büyük anlatılar ile Soral’ın sitesindeki (Égalité et Réconciliation)[1] büyük anlatılar arasında kurduğum karşılaştırmaları hatırlatabilirim; fakat cihadcıların tekilliğini silmemeli bu. 1986’da, İslam’ın Banliyöleri adlı kitabım için araştırmalar yürüttüğüm zaman, Fransa’da Selefilikten eser yoktu. 1990’daki Körfez Savaşı’ndan sonra, Suudilerin yardımıyla ortaya çıktı. 2005’ten beri gücünü artırdı ve bugün, “mahalleler”de çok sayıda Selefileşme emaresi var; internetteki yaygın varlığından ise daha söz etmedik.
Yirmi beş yıl boyunca, Siyasal Bilimler’in (Sciences Po) Ortadoğu-Akdeniz kürsüsündeki meslektaş ve öğrencilerle, araştırmamızı üçlü bir sacayağı üzerine kurduk: sosyal bilimler, en az bir birincil dilin bilinmesi (Arapça, Türkçe, Farsça, vb.) ve saha çalışması. Halkın yaşadığı banliyölere gitmek için metroya binmek gerek. Hapishanedeki cihadcılarla görüşmeler yürütmek önemli. Bildiri ve tvitleri okumak, siyasî söylevleri ve Cuma hutbelerini dinlemek gerek. Kavramsal varsayımlar dile getirerek tartışma unsurlarını özümleyebilmek gerek.
Yaşanan tarihsel olayların temsil ettiği bilişsel meydan okumaları hesaba katmak için, Foucault’nun salık verdiği gibi onları şecereleri içine yerleştirmekle başlamak çok önemli geliyor bana. Bu çağdaş cihadcılık şeceresi, Hegelci bir diyalektik süreç gibi üç evrede birbirine ekleniyor. İlki 1979’da Afganistan’da başlıyor ve 1997’de Cezayir’deki aşırı şiddete kadar gidiyor. İkinci kuşak, El Kaide ve 11 Eylül 2001 kuşağı; bizi ilgilendiren üçüncüsü ise, 2005’te çok önemli bir rol oynayan Ebu Musab Es-Suri ve onun internet üzerinden yaptığı küresel İslamî direniş çağrısıyla başlıyor. Bu “3. Cihad Kuşağı” o yıl Fransa banliyölerinde yaşanan şiddet patlaması içinde de oluşmuştu. İlk iki aşamada, cihadcılar, onlara bir kitle hareketine dönüşme imkânı sağlayabilen sempatizan devşirmeyi ve hasımlarının kanını dondurabilen şiddeti cepheden yürütmeyi beceremediler; kendi potansiyel sempatizanlarını bile ürküttüler. 13 Kasım ve 22 Mart saldırıları için aynı cinsten bir varsayımı bu zemin üzerinde önerebiliyorum. Bu varsayım kuşkusuz “tahrife açık”, yani insan ve toplum bilimleri çalışmalarını temel alan başka metinlerin itirazına açık bir biçimde üretildi. Roy sahiden meydan okumak istiyorsa, hakaretler ve niyet okumalarla dolu söyleşiler vermek yerine, benim “Fransa’da Terör”ü çürütmek için hakiki bir kitap yazmalıdır.
- Bunların biri Bernard Rougier’dir (Sorbonne-Nouvelle).
- Terreur dans l’Hexagone, Gilles Kepel’in son kitabı.
[1] Alain Soral 1990’lı yıllarda Fransız Komünist Partisi’ne üye olduğunu söyleyen, 2000’e kadar medyada ve gösteri dünyasında arz-ı endam eyleyen, son olarak da kendisini “Fransız nasyonal-sosyalisti” diye tanımlayan bir tiptir. Sitesinin adı Eşitlik ve Barışma’dır (ç.n.).
————————————————–
Olivier Roy: Beni ilgilendiren gençliğin radikalleşmesi
Tahlillerimden İslam’ı muaf tutmakla suçlanıyorum; Arapça konuşmamam ayıplanıyor. Ama bir Fransız banliyösünde Arapça konuşmanın hiç yararı yok! IŞİD’in Baader-Meinhof Çetesi olduğunu hiçbir zaman söylemedim; elbette Ortadoğulu bir hâdise bu. Ama IŞİD Batı’da kendinden epey önceden beridir varolan bir depodan besleniyor. Beni ilgilendiren de bu gençliğin radikalleşmesi. Onlar kim? Selefiliğin banliyölerde yayıldığı hususunda Kepel’le aynı kanıdayım. Fakat bir Salah Abdeslam’ın dinî güzergâhına bakıldığında, bir Selefi olmadığı kolaylıkla görülür; alkol kullanmış ve gece kulüplerine takılmış biri. Radikalleşmiş ama Selefilikten ziyade mistik tarzda. Abdeslam Kardeşler kahve ve alkol sattıkları bir kafe işletiyorlardı. Cemaatin içinde değillerdi; banliyö korkularımızı alelacele buraya şablonlamayalım. Dini dışarıda bırakmıyorum, bu yeni dinî sicili anlamayı deniyorum. Terörizm Selefiliğin bir sonucu değil.
Bu yeni şiddet özelliğini üç olgudan alıyor:
1) Khaled Kelkal’dan (1995) Abaaoud’a (2015), ölüm cihadcı tasarının parçasıdır. Bu adamlar ölüme gidiyorlar, bir B planları yok; oysa genel olarak bir terörist örgüt, militanlarını eylemden sağsalim çıkarmaya uğraşır.
2) IŞİD’de, ondan önce de El Kaide’de, kaydadeğer sayıda din değiştirmiş kişi bulunuyor: Dünyadaki hiçbir Müslüman örgütünün asla yüzde 25 oranında din değiştirmiş elemanı olmamıştır.
3) Kouachi’lerden Abdeslam’lara, saldırılara kardeşlerin karışması soru işaretleri yaratır. Bunu nasıl anlamalıyız? İşte, olgular bunlardır, zırvalar değil. Ve tek bir açıklaması yoktur.
Tek bir daldan yola çıkarak konuşmaya çalışmıyorum. Felsefe eğitiminden sonra, radikallerin tüm yelpazesiyle karşılaştığım Dreux’de kırk yıl yaşadım, Afganistan’da İslam’ın radikalleşme biçimleri üzerine çalıştım. Orada 80’li yıllarda ilk cihadcıların gelişini gördüm ve içlerinden biriyle temasta kaldım. Ortadoğu’da Suriye, Türkiye ve Irak’ta dolanıp durdum. Bugün, bu yeni teröristlerin yaşamöykülerini inceliyorum. İyi işler yapan gazetecilerin verilerini çok kullanıyorum. Haberleri biriktirerek tutarlı varsayımlara varılabiliyor. Burnumun koku almasına ve sezgilerime başvurduğumu itiraf ediyor ve bunu üstleniyorum.
Afganistan’da, Ortadoğu’da çok saha çalışması yaptım; ama bugün, öğrencilerimi gönderiyorum. Araştırmacı bir romancı değildir, tek başına çalışmaz. Allâme-i cihan olduğunu iddia etmenin âlemi yok. Gilles Kepel’in cisimleştirdiği o allâme araştırmacı yaklaşımına karşı koyuyorum.
Floransa’da, Mısırlı veya Türk öğrencilerle çalışıyorum; Tunuslu veya Ürdünlü meslektaşlarım var. İyi iş bir ekip işidir, ama gençlerin çalışmalarını sahiplenmek yerine kendi isimleriyle imzalamalarına izin vermek gerek.
Ayrıca Kâbil’den La Courneuve’e uzanan bir Müslüman dünyası görüşüne; her şeyin IŞİD’le ve Selefilik’le başlayıp terörizme vardığı, kültüralist ve çizgisel görüşe itiraz ediyorum. Başbakan Manuel Valls’ın örtünmeyle terörizm arasında kurduğu bağa da itiraz ediyorum. İşlemekte olan çok daha fazla yatay geçişlilik var. Çalışmamın bitmesine çok var daha, hâlâ arıyorum.