Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Trump dönemi başlıyor & Astana görüşmelerine doğru

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/303985660″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

İyi günler. Transatlantik bir aradan sonra tüm mürettebatıyla karşınızda. Gönül Tol da annelik izni arasından sonra bu hafta tekrar bizimle beraber. Ömer Taşpınar’la beraber Washington’da. Konuşacak konu öncelikle Trump’ın bugün Obama’dan başkanlığı devralmasını konuşacağız. Ardından Suriye’ye, Gönül’ün en iyi bildiği konuya ve haftaya başlaması söz konusu olan Astana zirvesine yöneleceğiz. Gönül, merhaba, nasıl gidiyor annelik?

Gönül Tol: Merhaba Ruşen. Bence iyi gidiyor, ama tabii bir de Kerem’e sormak lazım, anneliğimden memnun mu.

Memnundur. Ömer, seninle çok konuştuk, Gönül’le başlayalım. Gönül sahalara dönüşün Trump’ın gelişiyle oluyor. Orada nasıl bir ruh hali var? Oyların çoğunluğunu Hillary Clinton almasına rağmen delege hesabıyla Trump başkan oldu. Ülke neredeyse yarı yarıya, yani oylar yarı yarıya bölünmüş durumda. Trump eleştirmenlerinin sesi çok çıkıyor, ama Trump destekçileri, Trump’a oy vermiş olanların ruh hali, memnuniyeti gözüküyor da medya mı göstermiyor onu? Biraz anlatır mısın? Yani kim seçti bu adamı? Sanki kimse oy vermemiş gibi bir havada gidiyor olay.

Tol: Aslında ilginç bir… Geçen gün New York Times’ta bir istatistik vardı. Trump’ın bugüne kadar hizmet etmiş Amerikan başkanları arasında tam göreve geldiği gün en az destek oranı olan başkanlardan biri olduğu söyleniyor. Bu tabii çok ilginç. Senin söylediğin gibi oylara bakıldığında bir bölünme var Amerikan halkı arasında, fakat aslında Trump destekçilerinin de bir kafa karışıklığı olduğunu söylüyordu New York Times yazısı. Buradaki hava tabii Hillary Clinton destekçileri arasında, bizim hemen böyle yakın arkadaşlarımızdan, Hillary kampanyasında çalışmış ve bir pozisyon bekleyen insanlar arasında müthiş bir hayal kırıklığı, müthiş bir moral bozukluğu var. Hatta pek çoğu bugün şehirde olmamaktan bahsediyordu. Bir moral bozukluğu söz konusu. Fakat aynı zamanda mesela yürüyüşler, protestolar organize ediliyor bugün, yarın. Kadın grupları, gay gruplar, azınlıkların yürüyüşleri var. Dolayısıyla çok ciddi bir polarizasyon söz konusu. Ve Trump’ın bu geçiş döneminde, Obama yönetiminden geçiş döneminde yaşanan problemler de Trump destekçileri, özellikle entelektüel kesimi arasında bir soru işareti yarattı. Çünkü Trump yönetimi aslında tam olarak yapması gereken şeyi yapmadı. Hâlâ güvenlik alanında, Pentagon’da çok önemli pozisyonlar hâlâ boş, doldurulamadı. Sanki Trump için “Bu adam seçilsin yepyeni bir dönem başlayacak Washington’da” falan diyen entelektüel kesim arasında da “Biz böyle dedik, ama diğer taraftan da bu geçiş döneminde bir parça eline yüzüne bulaştırdı, çok önemli bir dönem bu, özellikle ulusal güvenlik açısından, Trump bu işi becerebilecek mi?” türünden yazılar, söylemler dillendiriliyor.

Ömer, şimdi en çok konuşulan –yayınlarda da bahsettik– Trump kampanyada bir şeyler söyledi, ama bunun ne kadarını yapar? Geçen hafta konuştuk, ekibinden birçok isim daha establishment’ın, müesses nizamın içinden gelen isimler, onu dengelerler vs.. Şunu sormak istiyorum: Amerikan seçim geleneklerinde işin renginin anlaşılması ne kadar sürüyor? Mesela Türkiye’de bir 100 gün vardır Demirel’in kattığı. 100 gün sonra yeni hükümetin ne olduğu anlaşılır falan gibi. Burada Trump’la ilgili böyle bir takvim var mı? Ya da önemli birtakım eşikler var mı gerçek yönetimin nasıl şekilleneceğini anlayabileceğimiz?

Ömer Taşpınar: Var. Amerikan siyasetinde de 100 gün önemli. İlk 100 gün, vaatlerin bir kısmını gerçekleştirmek açısından. Siyasi sermayenin –burada mandate deniyor–, siyasi gücün taze olduğu bir dönem. Fakat Gönül’ün bahsettiği gibi kamuoyu yoklamalarına göre Trump’ın desteği şu anda seçimi kazandığı güne oranla düşmüş durumda. Fakat burada tabii şunun altını çizmek lazım: Bu kamuoyu yoklamaları konusunda ciddi bir soru işareti var artık insanların kafasında. Yani bunlar ne derecede gerçekleri yansıtıyor? Fakat bilinen bir gerçek var ki Hillary Clinton genel oylama…

Seste bir sorun oluyor sanki. Pardon, seste bir sorun oldu. Hillary Clinton diyordun, onu tekrar söyler misin?

Taşpınar: Yani şu bir gerçek ki, tartışılmayacak gerçek: 3 milyon kadar insan, daha fazla insan Hillary Clinton’a oy verdi. O nedenle zaten herkesin kafasında “Trump ne kadar güçlü, ne kadar taze bir siyasi ivme var arkasında?” sorusu var. İlk 100 gün içinde belirli sembolik şeyler yapmak isteyecektir Trump. Mesela bu Meksika’yla duvar konusunda bir adım atmak isteyecektir. Obama’nın sağlık sigortasını bir şekilde geri çekmek, onu lağvetmek istiyor. Ve yerine başka bir şeyler getirebilecekler mi, bu konuşuluyor. İç politika daha fazla konuşuluyor şu anda Amerika’da. Çok fazla IŞİD’den, dış politikadan, NATO’dan, hatta Rusya’dan bahsedilmiyor. Daha çok iç politikaya odaklanılmış durumda. Fakat kabinenin oluşması da biraz zaman alacak gibi gözüküyor. Çünkü seninle konuştuğumuzdan bu yana, son 6 günde, bu hafta içinde, Finans Bakanlığı, Hazine Bakanlığı, Çevre, Enerji Bakanlığı gibi yerlerdeki konfirmasyonlar daha zor geçti. Çünkü mesela Enerji Bakanı olacak kişi eski Teksas Valisi Rick Perry aslında kendisi adayken Enerji Bakanlığı’nı yok etmek isteyen, kapatmak isteyen bir isimdi. Dolayısıyla bayağı zorlanıyor konfirmasyonda. Yani inanmadığı bir bakanlık için şu anda Senato’nun karşısında. Küresel ısınmaya inanmayan bir Çevre Bakanı var ortada. Hazine Bakanı’nın ekonomiden sorumlu olacak çok ciddi bir finansal yükümlülüğü var. Finansal açıdan baktığında bir şirket kurmuş, o şirket ev kredileri döneminde hukukî açıdan oldukça sorgulanır işler yapmış. Etik sorunlar var kabinenin oluşmasında. O nedenle de Trump ekibini tam kuramadı. Bana göre yapacağı şey, hemen kendisi bir bakıma Kanun Hükmünde Kararname geçirerek Obama’nın bazı politikalarından geri adım atmaya çalışacak. İlk başta bunu da sağlık sigortasında yapmaya çalışacak.

Gönül, Ömer dış politika daha tâli kalacak dedi ama, biz geçen hafta onunla özellikle güvenlikle ilgili alanlarda –dışişleri vs.- isimlerin üzerinden biraz sen yokken bayağı bir konuştuk. Senin bu konudaki görüşlerini merak ediyorum. Çıkan isimler, Dışişleri Bakanı, Ulusal Güvenlik Danışmanı, Pentagon yani Savunma Bakanlığı’na gelen isim vs. Bunlara baktığımız zaman, ki onların Kongre’deki yaptıkları şeylerde, sorgulamalar diyelim, onların atanmasındaki şeylerde birçok konuda, özellikle Rusya konusunda Trump’tan çok farklı pozisyonlar, daha müesses nizama yakın pozisyonlar alabildiklerini gördük. Sen ne diyorsun bu konuda?

Tol: Öncelikle şunu söylemek lazım Ruşen: Bahsettiğin gibi özellikle Savunma Bakanlığı’nda, ulusal güvenlik konularında ciddi bir açık olduğundan bahsediliyor. Yani Trump hâlâ önemli pozisyonları doldurmamış durumda ve isim arayışı devam ediyor. Bu nedenle de herhangi bir boşluk oluşmaması için Obama yönetiminde görev yapmış 50 tane üst düzey yetkilinin pozisyonlarını koruması bekleniyor ve tabii bu bir endişe yaratıyor. Çünkü çok şey bir dönemden geçiliyor. Rusya’yla Suriye’de ne olacak, Ortadoğu ne olacak, IŞİD konusu ne olacak konuları tartışılırken ulusal güvenlikle ilgili pozisyonlarda kafa karışıklığının olması endişe yaratıyor. Diğer taraftan Savunma Bakanı olarak seçtiği ismin özellikle Trump’ın damadıyla çatışma yaşadığı söyleniyor isimler konusunda. Çünkü Trump’ın New York’tan kendine yakın ve deneyimsiz isimleri getirmek istediği önemli pozisyonlara, Savunma Bakanı olacak General Mattis’in de bu isimlere karşı çıktığı söyleniyor. Dolayısıyla bir çatışma söz konusu. Ve dış politikanın nasıl belirleneceği vs. konusunda Kongre’de Rex Tillerson konuştu Dışişleri Bakanı olacak, Savunma Bakanı konuştu. Trump’tan farklı bir çizgi izlediler. Ve bütün bunlar tabii endişe yaratan şeyler. Türkiye açısından…

Onu ayrıca soracaktım, sen girdin. Burada, biliyorsun Türkiye’de, siyasi iktidar çevrelerinde “iyi oldu” gibi bir şey var. Özellikle bu –Suriye’yi daha sonra konuşacağız ama– böyle bir “Aslında ne yapalım? Zaten Obama vs. dönemlerini görmüştük, bir de buna bakalım, bu zaten Tayyip Erdoğan’la kişisel ilişki de kurabilecek birisi” gibi bir yaklaşım var ve genellikle siyasi iktidar çevreleri pozitif anlam yüklüyor. Bu gerçekçi mi?

Tol: Mevlüt Çavuşoğlu burada biliyorsun, Türkiye ciddi bir baskı yaratmaya çalışıyor Trump yönetimi üzerinde. Mehmet Ali Yalçındağ’ın bir fikir yazısı vardı. Washington Post’ta Mevlüt Çavuşoğlu’nun yazısı çıktı. yani yeni yönetim görev başına gelmeden evvel Türkiye bir baskı unsuru yaratmaya çalışıyor. Ümit, Obama yönetiminden farklı bir politika izlenmesi, özellikle Suriye’de, Ortadoğu’da, Gülen meselesinde. Bence özellikle Suriye konusunda çok da Obama’dan farklı bir çizgi izleyeceğini düşünmüyorum. Mesela Brett McGurk gibi Obama’nın IŞİD nezdindeki özel temsilcisi muhtemelen görevinde kalacak gibi görünüyor. Ve Brett McGurk biliyorsun Türkiye’de istenmeyen insan ilan edilmişti. Kürtlerle, YPG’yle çalışmayı en çok destekleyen isimlerden bir tanesiydi. Onun pozisyonunu koruması Türkiye için bence kötü bir haber. Diğer taraftan, Rusya’yla nasıl bir çizgi izlenecek? Bunlar havada. Senin söylediğin gibi Trump’ın bakan olarak seçtiği isimlerle Trump’ın kampanya süresince söylediği şeyler birbiriyle çelişen şeyler. Dolayısıyla şu noktada bildiğimiz çok az şey var. Fakat Türkiye açısından, Suriye konusunda özellikle, bence çok da hükümete yakın medyanın çizdiği gibi pembe bir tablo olmayacak. Trump bence Kürtlerle çalışmaya devam edecek ve hatta bence Kürtleri silahlandırmayı bile düşünebilir Trump yönetimi.

Onu Ömer’e sormak istiyordum tam. Ömer, New York Times’taki yazıyı konuştuk seninle biliyorsun. New York Times’ta Obama giderayak bu Kürtlere silahı imzalamadı, imzalamıyor ve yükü Trump’a atıyor şeyi vardı. Gönül de diyor ki muhtemelen Trump bu Kürtleri silahlandırmaya evet diyebilir. Sen aynı kanıda mısın? Öyle bir izlenim sende de var mı?

Taşpınar: Demin ilk 100 günü konuştuk ya. Eğer Rakka operasyonu bu 100 gün içinde, yani üç ay içinde başlayacak olursa, yani Rakka’ya Kürtler olmadan, yani bu Suriye Demokratik Güçleri dediğimiz askerî yapı olmadan girilmesini Pentagon pek gerçekçi bulmuyor. Yani Pentagon özellikle bu konuda, Kürtlerin silahlandırılması konusunda Beyaz Saray’a baskı yaptı. Fakat Obama bir bakıma herhalde Türkiye ile ilişkileri giderayak daha da kötü bir noktaya getirmemek için bu kararı Trump’a bıraktı. Bana göre Pentagon’daki gidişat pek değişmeyecek. Çünkü Kürtlerle çalışmak isteyecekler. Fakat Trump, eğer Türkiye bastırırsa şunu sorabilir: Peki Kürtlerle çalışmayıp ne yapacağız? Siz Türkiye olarak ne vaat ediyorsunuz? Şu an El Bab’ı almakta ne kadar zorlandığınız ortada. Ne derecede asker sokacaksınız? Kürtlerle nasıl bir ilişki kuracaksınız? Kürtler bölgede yerel bir gerçek. Dolayısıyla Trump’la bir pazarlık olması gerekebilir. Trump Türkiye ile ilişkileri bütünüyle tehlikeye atmadan önce Tayyip Erdoğan’la bir şekilde konuşmak isteyecektir. Trump pazarlığa inanan bir insan. Pazarlık yapalım diyebilir. Türkiye’nin ne kozu olabilir? Türkiye “İncirlik benim kozum” diyor sürekli. İncirlik’i kapatmaktan bahsediyordu bir ara. Bence bu yeterli olmayacak. Türkiye’nin pozitif bir şekilde masaya gelmesini isteyecek Trump. “Ne kadar asker sokabilirsiniz ve neden Kürtleri terörist olarak kabul ediyorsunuz? Bu PYD size saldırmıyor ki” diyecektir. Hatta belki Trump bu konularda biraz yeni olduğu, acemi olduğu için Türkiye’ye bir şekilde “Ben Kürtlerle Türkleri barıştırabilirim, PKK’yla yeniden masaya otursanız olmaz mı” gibi bir teklifle bile gelebilir. Tabii bunlar denendi Obama döneminde. Dolayısıyla çok gerçekçi değil. Bir de şu ihtimal var Ruşen. Eğer Kürtleri silahlandırmaya karar verirse Trump, bir şekilde Türkiye’nin tepkisini bildiği için, tahmin edebileceği için, en azından burada Türkiye’yi daha iyi bilenler kendisini uyaracaklar, o zaman Fethullah Gülen konusunda sembolik de olsa, “Bari Türkiye’yi o konuda mutlu edelim” diyebilecek bazı adımlar atabilir diye düşünüyorum. Yani ne yapabilir? Tabii bir hukuki süreç var ama FBI üzerinden giden daha ciddi bir denetleme mekanizması…

Mobbing gibi bir şey yapabilir diyorsun.

Taşpınar: Evet öyle bir şeyler yapabilir. En azından Gülen konusunda Türkiye’yi mutlu edelim, Kürtler konusunda farklı bir yerdeyiz diyelim. Kobani’de olduğu gibi Türkiye’ye bir emrivaki yapabilir orada.

Tol: Bir de şeyi eklemek istiyorum Ruşen. Şimdi Pentagon’un hazırladığı bir rapor var Trump yönetimine. Suriye’de neler yapılabilir, farklı senaryolar ve farklı çözüm önerileri ürettiği bir rapor var. Ve bu raporda sunulan önerilerden bir tanesi Kürtleri Pentagon’un direkt olarak silahlandırması. Biliyorsun bugüne kadar Kürtlere Irak üzerinden endirekt olarak silah veriliyordu. Pentagon uzun zamandır “Bırakın Pentagon Kürtlere direkt olarak silah versin” diyordu. Bu öneri yeniden masaya getirildi. İkinci bir öneri, binlerce, dört bin beş bine yakın Amerikan askerinin sahaya sürülmesi, Suriye’ye gönderilmesi. Bu öneriler, tabii bunların hiçbiri teyit edilmiş şeyler değil. Fakat özellikle Rex Tillerson’ın, Trump’ın Dışişleri Bakanı’nın ve Savunma Bakanı’nın söylediklerine bakarsanız, mesela Türkiye ile ilgili “Erdoğan’la daha yakın çalışmalıyız” diyerek Türk medyasını çok heyecanlandırdı. Ama Türkiye medyasında çok dillendirilmeyen ve söyledikleri şeylerden bir tanesi de şuydu: “Pentagon’un önerilerine açığız ve Kürtlerle çalışmaya devam edeceğiz” dendi. Dolayısıyla Pentagon’un bu önerileri, sahaya daha fazla asker sürme önerisi ve Kürtleri Pentagon tarafından silahlandırma önerisi ciddi şekilde değerlendirilebilir Trump yönetimi tarafından.

Peki Gönül, yine seninle devam edelim. El Bab’dan bugün yine çok kötü bir haber geldi. 5 asker şehit oldu. 10’a yakın askerin de yaralı olduğu bilgisi var. Geçen gün Türk ve Rus hava kuvvetlerinin birlikte IŞİD hedeflerine saldırdığı açıklaması oldu. Çok yeni bir olay. Ardından ABD ve İngiltere’nin de El Bab’da IŞİD hedeflerini vurdukları açıklaması geldi. Ne oluyor El Bab’da? Senin favori konun. Bunun özellikle altını çiziyorum, daha buranın neresi olduğunu biz bilmezken “El Bab çok önemli” diye aylar öncesinden söylemiştin. Bu gelişmeleri de yakından takip ettiğini biliyorum. Şu anda El Bab’daki pozisyonları nasıl tarif edersin?

Tol: Tabii Türkiye’nin El Bab operasyonuna Rusya’nın yardım etmesi ve Amerika’nın yardım etmesi, bunlar çok önemli gelişmeler. Fakat Rusya’yla ilgili tutumumu ben hâlâ sürdürüyorum. Hep ne demiştik? Rusya Türkiye’nin ve Türkiye ile birlikte çalışan Suriye muhalefetinin El Bab’ı ele geçirmesini istemeyecektir. Neden? Çünkü El Bab ele geçirilirse Halep tehlikeye girer. Şimdi yeni dinamikler var tabii sahada. Biz bunları konuştuğumuzda başka dinamikler vardı. Birincisi, Rusya’nın Türkiye ile ortak askerî operasyon, hava operasyonu düzenlemesi önemli bir gelişme. Fakat bu bütünüyle şu anlama gelmiyor: Rusya artık Türkiye’ye “Git El Bab’ı al” dedi anlamına bence hâlâ gelmiyor. Bunun bence birkaç farklı sebebi olabilir. Birincisi bütünüyle Amerika’ya misilleme. Amerika daha geçen hafta Polonya’ya üç bin asker ve tank gönderdi Rusya’ya gözdağı vermek için. Buna yapılan bir misilleme olabilir. Hatırlarsanız Obama Rus diplomatlarını sınır dışı edeceğini söylediği gün Putin Trump’ı Astana’ya davet etti. Dolayısıyla Suriye’de attığı adımlar Rusya’nın… Şimdi herkes pozisyon alıyor. Yeni bir Amerikan yönetimi geliyor, herkes pozisyon alıyor. Rusya’nın Suriye’de attığı adımların pek çoğu Amerika’ya mesaj. Yeni Trump yönetimine, giden Obama yönetimine bir mesaj niteliğinde. Bence sebeplerden bir tanesi bu olabilir, Türkiye ile El Bab konusunda çalışmasının. İkincisi ve bence daha önemlisi, Türkiye’ye değil aslında rejime yardım ediyor olabilir bu ortak askerî operasyonla Rusya. Çünkü Rusya El Bab’ın güneyini bombalıyor. Ve rejim de El Bab’a güneyden yaklaşmaya başladı. Dolayısıyla bombalayarak rejimin yolunu açıyor olabilir. Ve tabii dediğim gibi daha evvel, Halep konusunda da çok çekincesi kalmadı artık Rusya’nın. El Bab konusunda da daha az hassas olabilir. Çünkü zaten Halep’i Türkiye teslim etti rejim güçlerine. Muhalefetten desteğini çekti. Ve tabii Türkiye pozisyonunu da çok değiştirdi. Bu da Rusya’nın elini güçlendiren bir durum, El Bab’da ortak çalışmasını kolaylaştıran bir durum. Esad’la ilgili pozisyonunu değiştirdi, son Moskova Deklarasyonu’yla bunu gördük. Neredeyse Esad’ın egemenliğini kabul etmiş oldu Türkiye Suriye’de. Ve yine Washington Post’ta bir Rus yetkilinin yaptığı açıklamaya göre Erdoğan Kürtler konusunda dahi… Rus yetkili diyor ki, “Biz Kürtler konusunda tutumumuzu değiştirmedik aslında. Hâlâ Kürtler bizim müttefikimiz. Erdoğan bize yaklaştı. Kürtlerin, Suriye’deki bir Kürt otonom bölgesi konusunda Erdoğan yumuşadı” diyor. Dolayısıyla Rusya’nın perspektifinden baktığımızda El Bab’da Türkiye ile ortak askerî operasyon düzenlemesi bütünüyle yansıtıldığı gibi “Tamam El Bab’ı Türkiye’ye vermeyi kabul etti Rusya” diye okunmamalı bana kalırsa.

Ömer, bugün Davos’ta Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek panelde yaptığı konuşmada “Her ne kadar Suriye’de yaşananların sorumlusunun Esad olduğu bir gerçekse de Türkiye Esad’sız bir çözümde daha fazla ısrar edemez, bu realist olmaz” diye bir konuşma yaptı. Hatta biz de onu yayınladık, orijinalini de yayınladık. Ama daha sonra “Ben onu demedim, öyle demek istemedim” diye düzeltme yaptı; ama sen de dinlersen –belki de dinlemişsindir–, göreceksin ki bunu açıkça söyledi. Belki o kadar vurgulu bir şekilde söylemeyi düşünmüyordu. Çok net bir şekilde Türkiye’nin artık –demin Gönül de bahsetti, Astana görüşmesi, daha önce Moskova’da yapılan ve şimdi Astana’da yapılacak olan görüşmeler–, Türkiye gerçekten artık Esad’sızlık ısrarından tam anlamıyla vazgeçti, vazgeçmekte diyebiliyor muyuz?

Taşpınar: Bence diyebiliyoruz. Fakat bunu çok da fazla yüksek sesle ifade etmek istemiyor Türkiye. Özellikle seçim dönemine girerken, referandum dönemine girerken bu çok ciddi bir geri adım oldu Türkiye için. Türkiye’nin kuzey Suriye’ye asker sokması bütünüyle Rusya’nın buna izin vermesiyle oldu. Çünkü Rusya sahadaydı. Rusya’nın da şartı Türkiye’nin Halep konusunda, rejim konusunda, muhalifler konusunda tavrını değiştirmesiydi. Ama zaten Türkiye buna razıydı. Çünkü Türkiye Kürt meselesinde öyle ciddi bir girdaba girdi ki içeride PKK’yla. Dolayısıyla Suriye’deki dinamikler –PKK’yı da son derece yakından ilgilendiren, PYD’yle PKK arasındaki akışkanlık nedeniyle– Suriye’deki dinamikler Türkiye’yi bir revizyona itti. Yani Kürt meselesi, Suriye’de oluşabilecek potansiyel Kürt kantonları federasyonu, rejimin devamlılığından daha önemli bir mesele haline geldi. Kürt meselesi artık Türkiye’de iyice bir beka sorunu haline geldi. İçeride çok ciddi bir güvenlik sorunu yaratıyor. MHP’yle AK Parti’nin artık bir koalisyona girmesini sağladı. Dolayısıyla rejim ikinci plana atıldı. Rejimin kalıp kalmayacağı bir bakıma… şu saatte artık zaten küresel açıdan baktığında Amerika da bu konuda fikrini değiştirdi sayılır. Bir detay haline geldi. Bu konuda şimdi Astana’daki gelişmeler çok önemli olacak. Türkiye masada olacak orada. Amerika gelecek mi, gelmeyecek mi? Kürtlerin masada olmayışı Türkiye’nin en azından bir diplomatik zafer kazandığını gösterecek orada. Çünkü Rusya normalde Kürtlerin masada olmasını isteyebilirdi federasyon istiyorsa bölgede. Dolayısıyla Astana’daki gelişmeler de, sonuçta ortaya çıkacak tablo da Esad’ın ve Baas rejiminin devam ettiği bir tablo ortaya çıkaracak. Türkiye de bir bakıma tükürdüğünü yalamak zorunda kalacak.

Peki Gönül, sen Astana’dan umutlu musun? Oradan bir çözüm çıkar mı? Yoksa yine Cenevre vs. gibi, girişimlerin olduğu ama fazla kalıcı sonuç almayan bir inisiyatif mi olur?

Tol: Bence Cenevre’de süreci tıkayan faktörler hâlâ devrede Ruşen. Hâlâ uluslararası güçler kendi aralarında çok anlaşabilmiş durumda değiller. Sahada kilit rol oynayan aktörlerin hepsi masada değil. Ve bu tür faktörler bence Cenevre sürecinin başına gelenleri Astana’nın da başına getirecek gibi geliyor bana. Kaldı ki Astana sürecinde aslında herkesin farklı bir motivasyonu var. Rusya, Türkiye ve İran’ın inisiyatifiyle oluşturuldu bu. Rusya şunu söylemeye çalışıyor Trump yönetimine: Suriye meselesi benden sorulur. Zaten bu zirvenin Astana’da yapılmasının da bence sembolik olarak bir anlamı var. Kazakistan en önemli müttefiklerinden bir tanesi Rusya’nın. Rusya bunu Kazakistan’da yaparak şunu söylüyor: Ben olmadan Suriye’de herhangi bir çözüm düşünülemez mesajı veriyor. Türkiye de bu sürece dahil olarak Amerika’ya şu mesajı veriyor: Biz de masadayız ve birkaç tane aktör var. İran, Rusya ve Türkiye de bu aktörlerden bir tanesi sürecin kaderini belirleyecek. Dolayısıyla bu bir, sanki hani diplomatik bir mesaj verme kaygısı var gibi geliyor. Ve süreçten ben çok ümitli değilim. Daha fazla muhalif grup katılıyor Astana’ya Cenevre’de olduğundan. Dediğim gibi Cenevre sürecini tıkayan bütün unsurlar hâlâ devrede. Amerika masaya davet edilmedi. Şimdi tabii Putin Trump’ı davet etti, fakat bu sürecin içerisinde olmadı. Yeni gelen bir Amerikan yönetimi var. O Suriye’de ne kadar aktif olacak, Obama yönetiminden ne kadar farklı bir siyaset izleyecek, onu bilmeden Astana’nın geleceğini tayin etmek bence güç. Dolayısıyla ben çok ümitli değilim bu süreçten.

Ömer, istersen sen de öngörünü söyle ve bu hafta noktayı böyle koyalım Astana konusunda. Demin konuştun ama bir toparlama anlamında.

Taşpınar: Denklem Gönül’ün bahsettiği şekilde, çok değişmedi. Fakat en büyük değişiklik: Amerika’da yeni bir yönetim var. Dolayısıyla Putin ve Trump arasındaki görüşmeler sonucunda IŞİD’e karşı ne kadar daha ciddi bir koalisyon oluşturulacak, bu koalisyona rejim de katıldığı anda rejimin daha meşru bir şekilde masaya geleceği, Trump’ın rejime Obama’nın yaklaştığından çok daha farklı yaklaşacağını düşünüyorum. Yani Esad rejimine daha meşru bir gözle bakacaktır. Dolayısıyla ben Astana’dan Cenevre’ye oranla birazcık daha ümitliyim. Amerika’nın tavrı değişecek diye düşünüyorum. Trump’ın farklı bir politika izleyeceğini düşünüyorum. Başladığımız yerle bitirelim istersen. İlk 100 gün demiştin. Trump için en iyi senaryo bu ilk 100 gün içinde Rakka’ya çok ciddi bir saldırının yapılması ve Rusya, Amerika, Türkiye, Kürtler beraber hareket edebilirse Rakka’nın düşmesi. Bunu isteyecektir. Astana’da bence bu nedenle yeni bir ivme olabilir. Fakat çok da iyimser olmamak gerek. Çünkü geçmişte Cenevre konusunda da iyimserlik vardı. Fakat bir şey çıkmadı. O nedenle temkinli bir iyimserlik içindeyim Astana konusunda.

Evet Transatlantik’i burada noktalayalım. Haftaya kaldığımız yerden devam edelim. O zaman da Astana’da bayağı bir şey gelişmiş olacak. ABD’de bir haftada çok bir şey olmasa bile en azından Trump siftah etmiş olacak. Gönül, Ömer çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.