Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Prof. Mete Gündoğan ile Varlık Fonu ve Erbakan’ın havuz sistemi

[soundcloud url=”https://api.soundcloud.com/tracks/307101504″ params=”color=ff5500&auto_play=false&hide_related=false&show_comments=true&show_user=true&show_reposts=false” width=”100%” height=”166″ iframe=”true” /]

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu

Merhaba, hoşgeldiniz. Bugünkü yayında konuğumuz Prof. Mete Gündoğan. Kendisi Yıldırım Beyazıt Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi. Hocalık yapıyor aynı zamanda. Kendisiyle bu hafta çok konuşulan Türkiye Varlık Fonu ile ilgili bir program yapacağız. 1996 yılında kurulan REFAHYOL Hükümeti’nde “Kamu Ortak Hesabı” sisteminin –kendisi aynı zamanda bu sistemin yapıcısı ve kurucusu, bu sistem onun başmüşavirliği zamanında kuruldu– bugünkü “Varlık Fonu”yla yakınlıklarını ve uzaklıklarını, iki sistemin birbirine benzerliklerini konuşacağız. Merhaba Mete Bey. Hoşgeldiniz yayınımıza.
Hoşbulduk, merhaba. İyi yayınlar diliyorum.

Çok sağolun. Mete Bey, önce, sizin yapıcısı olduğunuz “Kamu Ortak Hesabı” sisteminden başlayalım. Üzerinden 20 seneden fazla bir zaman geçti, hatırlamayan birçok insan vardır. Necmettin Erbakan Başbakanlığındaki REFAHYOL Hükümeti’nin geliştirdiği “Kamu Ortak Hesabı” neydi?
“Kamu Ortak Hesabı” şuydu: 1996 yılında Devlet’in her kurumu, parasını genel bütçeden alıyordu ve kendisi bankalarda ayrı ayrı değerlendiriyordu. Diyelim ki, A Kurumunun Erzurum’da belli miktarda bir parası var. O parasını mevzuata uygun bir faiz oranıyla –bu oran %30’lar civarındaydı– bir bankaya yatırıyordu. Bir başka B Kurumu, diyelim ki İzmir’de, paraya ihtiyacı var. O da %150’yle piyasadan para alıyordu. Devlet, nerede ne kadar parası var tam olarak takip edemiyor, bilmiyordu. Bir de, kurumlar kendi parasını %20-%30 faizle özel bankalara yatırıyordu. Devlet, paraya ihtiyacı olduğu zaman %140- %150’yle piyasadan, belki de aynı bankadan alıyordu. Dolayısıyla bir banka, Kamu’nun parasını %100 faiz kârıyla tekrar Kamu’ya satıyordu. Erbakan başbakanlığındaki 54. Hükümet döneminde biz ne yaptık? Dedik ki: Kamu kurumlarının nerede ne kadar parası varsa, bunun bilgisini bir havuzda toplayalım. Bir bilgisayar programı yapalım. Bu kurumların ödeme planlarını da alalım. Ne zaman, hangi tarihte ve ne kadar ödemesi var, hangi tarihte ne kadar parayı geri alacak? Bunları eşleştirelim. Diyelim ki İzmir’deki kurumun bu ay sonu 100 milyon TL ödemesi var. Ankara’daki bir kurumun da 300 milyon TL’si bir bankada duruyor. Böyle durmasın, hepsi aynı bilgi havuzunda toplansın. Biz Ankara’daki kurumun parasından 100 milyon TL’yi alıp İzmir’deki kurumun parasını ödeyelim.
Onun da parası geri geldiğinde, bu bilgi havuzuna transfer edelim. Dolayısıyla, Havuz Sistemi dediğimiz “Kamu Tek Hesabı”, iyi bir yönetme için, kamu kaynaklarını israf etmeden, derli toplu tek bir hesap altında takip edebilmek, ödeme planlarını da tam zamanında, borçlanmadan yapabilmek için oluşturulmuş bir sistemdi.

Bu sistem o dönem faaliyete geçti, değil mi?
Tabii. Ocak ayı başından itibaren havuzda para toplanmaya başladı. Paraların toplanması demek; kurumların paraları kodlu hesaptaydı. Biz Merkez’de, Ankara’da hesaplara EFT hattı üzerinden ulaşıyorduk. Kurumların ödeme planlarını da biliyorduk. Ödemesi gelen kurum, boşta olan parayı alıp ödemesini yapıyordu. Geri kazancı olduğu zaman da parayı tekrar bu havuza intikal ettiriyordu.

Burada esas amaç, Devlet’in faiz yükünden kurtulması.
Semih Bey bunu ne zaman yaptık? Piyasa faizlerinin %150’ler olduğu zamanda yaptık. Kamu borçlanmasın diye yapıldı. Kamu dışarıya borçlanmasın, kamunun paraları hortumlanmasın diye. Biz ödeme planlarını kontrol altında tutalım ve ödemeleri belli bir plan-program içerisinde bir havuzdan yapalım. Kamuyu borçlandırmamak için havuz sistemi kuruldu.

Peki, başarılı oldu mu? Ne kadar süre yürürlükte kaldı?
Tabii, mesela şunu net hatırlıyorum; Nisan ayı itibariyle, havuz sisteminde toplanan para 7,2 milyar dolar civarındaydı. O havuzda toplanan paralarla ödemeler yapıldı. Mesela, Erbakan Hükümetinin 11 ayında, daha önce planlanmış olan faiz ödemeleri 10 milyar dolar daha az ödendi. Çünkü faizler %150’lerle borçlanmaları bırakıp, havuzdan İnterbank faizi üzerinde borçlanılarak bu ödemeler yapıldı. Yani siz borçlanacağınız kadar parayı kamunun cebine aktarmış oldunuz.

Bu sistemin ömrü ne kadar oldu?
Bu sistemin ömrü hükümetle bitti tabii. 18 Haziran 1997’de Sayın Erbakan istifa ettikten sonra yerine gelen Mesut Yılmaz’ın ilk yaptığı işlerden birisi bu havuz sistemini lağvetmek oldu.

Ondan sonra bu işleyişe benzer başka bir sistem kuruldu mu Devlet içerisinde?
Aslında kurdu belki farkında değil. O havuz sistemini bugün herhangi bir şeye benzetmek istersek, kısmen Maliye Bakanlığı’nın geliştirdiği “SGB.net” var. Maliye’deki bütün para, mal ve hizmet akışını çok yakından takip ediyor. “SGB.net” havuz sistemine yakındır ama eksiği var. Eğer siz “SGB.net” e Hazine’nin iş ve işlemlerini de entegre ederseniz, işte size mükemmel bir havuz sistemi olmuş olur.

Bugüne gelmeden son bir soru sorayım. Siz sistemi kurarken ne gibi zorluklar yaşadınız? Sonuçta o dönemde siyasi olarak baskılar uygulanıyordu…
Biz bürokrat olarak, –Başbakan Başmüşaviriydim o zaman– çektiğimiz zorlukların başında şu geliyordu: Koalisyonla beraber hareket ediyorsunuz. Koalisyon ortağı diğer partinin bürokratlarının zihninde ekonomi ve finansman öğretisi var. Halbuki burada farklı bir konsepti, paradigma değişimi gereken bir konsepti anlatmakta zorlanıyorduk. Bankalar ya da Kamu kurumları paralarını havuza aktarmakta gecikiyorlardı ya da geciktiriyorlardı. Merkez Bankası böyle bir şeyin birçok dengeyi bozacağını düşünüyordu. Ama bizim söylemlerimiz ve iddialarımız karşısında hiçbiri makul, savunulacak bir şey, herhangi bir argüman öne süremiyorlardı. Çünkü fotoğraf netti. Kamu “ihtiyaç fazlası parasını” %30’la bankalara yatırıyor, ama aynı bankalar Kamu’ya %150’yle borç para veriyor. Yani bu resmen bir soygundu. Bunu kimse savunamazdı. Sayın Erbakan da bu konularda çok net olduğu için, büyük bir gayretle bu sistemi hayata geçirdi.

Bu sistem, o dönemde bankacılık sisteminde ciddi bir kâr azalmasına yol açmıştı değil mi? Sonuçta bankaların en büyük güçlerinden birisi de Devlet.
Elbette. Şu anda bankacılık sistemi %196 milyar kâr yapmış. Bu kârı nasıl yapmış diye bunun sorgulanması lazım. O zaman yapılan bu kârlar Devlet’in sırtından yaptırılmadı. Yani siz Kamu’nun sırtından %100 kâr yapıyorsunuz. O zamanki hükümet buna müsaade etmedi. İşin özü bu. Kamu’yu borçlandırmamak üzere yaptı.
Esasında Kamu’nun kendi parasını daha verimli bir şekilde kullandı, değil mi? Sonuçta, bu para Kamu’ya ait.
Kesinlikle. İşin özeti budur. Onun için ben Maliye Bakanlığı altında kurulan “SGB.net” sistemini biliyorum. Bu sisteme Hazine’nin iş ve işlemlerini de entegre ettiğiniz zaman Havuz sistemi mükemmel bir şekilde icra edilmiş olur. Aslında, Hazine’de de iş ve işlemleri takip eden bir sistem var. Maliye Bakanlığı’nda “SGB.net” var. Bir üst modül oluşturarak, bunları akıllı bir hale getirip en tepede, Cumhurbaşkanı ya da Başbakan’ın önünde bu operasyonları günlük takip edecek kadar çok ince ayar gerçekleştirebilir. Eğer insanlar, Havuz sistemi mantığıyla bir şey yapmak istiyorlarsa, cevabı bu.

Mete Bey, bugüne gelirsek; bugün ekonomi alanında en çok konuşulan konu Varlık Fonu. Varlık Fonu’nu, Erbakan döneminde biraz önce bahsettiğimiz “Kamu Ortak Hesabı”na benzetenler var. Bugünkü Varlık Fonu sistemiyle sizin kurduğunuz sistem arasında ne gibi farklılıklar var? Çünkü siz bu konuda tweet de attınız, açıklamalarda bulundunuz, alâkası yok diye. Bunu izleyicilerimizle paylaşabilir misiniz?
Tabii. Şöyle diyeyim. Havuz sistemi öncelikle Kamu’yu borçlandırmamak için yapılmış bir sistemdir. Varlık Fonu, merkezî yönetim dışında borçlanma yapabilmek, borçlandırmak için oluşturulmuş bir fondur. Bu, Havuz sistemine benziyor diyenler, ya Havuz sistemini bilmiyordur. Ya da, benim önümde Varlık Fonu kanunu var, okumamıştır.

Sizin Havuz sisteminde, yönetim veya herhangi bir karar yetkisi yok. Sadece nakit yönetimi var, değil mi?
Bizzat bunu Başbakan yönetiyor. Bu Havuz sisteminde, kurumların sadece nakit yönetimini koyuyorsunuz. Ama Varlık Fonu’na bakıyorsunuz, Varlık Fonu sisteminde siz aktarılan Varlık Fonu diye bir şirket kuruyorsunuz. Bu şirketin denetimi yok. Denetim var deniyor, ama kanun benim önümde. 6. maddede belirtilmiş, denetimi sadece Uluslararası Bağımsız denetim firmaları yapacak. Bunlar denetim raporlarını verecek. Sonra, 3 merkezi denetim elemanını, Başbakan bu bağımsız denetim standartları çerçevesinde bu denetim raporunu denetleyecek. Bunun ne manaya geldiğini tam olarak bilemiyoruz. Ondan sonra da diyorlar ki, TBMM denetleyecek. Sonra Başbakanlık denetim sonucu bir rapor hazırlayacak. Hazırladığı raporu TBMM’ye gönderecek, bu rapor üzerinden denetlettirecek. Burada 3 tane elek var. Başbakan, Meclis’in neyi denetlemesini istiyorsa onu gönderecek. Bu denetleme ne manaya geliyorsa, onlar da onu denetleyecekler. Çünkü bir başka madde var, son maddelerden bir tanesi. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nce Denetlenmesinin Düzenlenmesi Hakkında Kanun’dan muaf. Böyle bir kanundan muaf olunca bunu nasıl denetleyecek bilemiyorum.

Peki denetim dışında ne gibi eksiklikler görüyorsunuz? Varlık Fonu yöneten şirketler kuran ülkelerin bütçe fazlası olduğu görülüyor. Türkiye’nin bütçe fazlası yok. Hatta bütçe açığı çok yüksek olmasa da ülkenin toplam borcu, özel ve kamu şirketlerinin toplam borcu yüksek. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Varlık Fonu’nun Türkiye’de kurulma mantığı ve işleyişi, nasıl işleyeceği hakkında ne düşünüyorsunuz?
Semih Bey, ben de aslında bazı tartışmaları dinlerken şaşıyorum. Varlık Fonu kurulabilir, şöyle kurulmuştur, şu yapılır, bu yapılabilir deniyor. Bu tartışılmıyor ki. Kimse bize Varlık Fonu kurulsun mu, nasıl kurulur, hangi şartlarda kurulur diye sormuyor ki. Bu kanun 19 Ağustos 2016’da onaylanmış, olmuş bitmiş. Kimse bizde Varlık Fonu nedir, ne yapar demiyor ki. Elimizde bir metin var. Bu metin bitmiş. Tartışmaları bunun üzerine yoğunlaştırmanın bir manası yok. Bu bitmiş, yapılmış artık. Ama bunun kamu adına denetimi çok zayıf. Mesela benim dikkatimi çeken; bütün parasal işlemleri, her türlü para piyasası işlemlerini yapabilecek, özel tasarlanmış yabancı yatırım araçlarının ve diğer araçların alım satımını yapabilecek, borçlanma yapabilecek, teminat gösterecek. Fon’da varolan her şeyi teminat gösterebiliyor.

Esas amacı, teminat olarak gösterip daha kolay borç bulabilmek mi sizce?
Tabii. Zaten onu söylüyor. Siz teminatı niçin gösterirsiniz? Borç bulmak için. Her türlü ticari faaliyet yapacak ve bunları da teminat olarak gösterebilecek, emanete koyabilecek. SPK’ya isterse bildirecek, isterse bildirmeyecek. Madde 4, 3. fıkrada “Finansman sağlanırken Türkiye Varlık Fonu portföyü üzerinde teminat, rehin, kefalet ve ipotek tesis edilebilir” diyor çok açık bir şekilde. Yani, borç alırken teminat, rehin, kefalet ve ipotek hepsini yapabilir. Aslında işin özü nedir? Bunu niçin yapıyor hükümet aslında onu anlamak lazım. Bu çok açık gözüküyor. Bu Varlık Fonu borç bulunabilmek için kuruluyor. Neden borç aranıyor? Mesela, Kamu üzerinde istatistikî şeyler yapılırken, “Devlet’in borçları şu kadar” denmeyecek, falanca şirketin üzerine atmış olacağız borcun bir kısmını. Daha neler aktarılacak bilinmiyor, ama mesela Ziraat Bankası gibi asırlık bir kıymeti bile bunun içerisine koyacaksınız. Eskiden VDMK (varlığa dayalı menkul kıymet) vardı. Menkul kıymet haline getirilip, o kıymetler üzerinden de piyasadan para bulabileceksiniz. Dolayısıyla bunlar niçin yapılıyor? Çünkü Türkiye’nin ödemesi gereken ciddi miktarda borcu var. Benim baktığım kadarıyla, üç yıl içerisinde yaklaşık 250 milyar dolar ödemesi gerekiyor. Bunun %40’nı borçla çeviriyorsunuz. Yani, borcu borçla ödüyorsunuz.
Türkiye’deki borç yönetimi bunu söylüyor. Bu da, üç yıl içerisinde yaklaşık her yıl 50 milyon dolar ek borç ödeme kabiliyetiniz olması gerekiyor demektir. Ama 100 milyar doları da bir şekilde borçla çevirmeniz gerekiyor. Bunların altından kalkamazsanız, sistem komple çöker. Dolayısıyla böyle bir Fon oluşturuluyor. Çünkü bu kadar ağır borçlu olunca Hazine garantisinin de bir manası kalmıyor. Siz diyorsunuz ki mesela, Hazine garantili kâğıt vereyim. Borç verecek şahıs diyor ki: Hazine garantisi ne demek? Devlet de diyor ki, şu demek: Gelirlerimi alırsın, fazla paraları toplarsın vs.. Öyle demiyor da biz şimdi ek yorum yapıyoruz. Tıpkı Düyun-u Umumiye’de olduğu gibi.

Siz de buna benzetiyorsunuz. Yani, borç çevirme ya da geri ödeme gücü olmayan ülkelerde Varlık Fonu Düyun-u Umumiye gibi çalışır diyorsunuz.
E tabii. Borcunuzu geri ödemediğiniz takdirde, geçmişteki mantığa bakarak Düyun-u Umumiye gelecek, Maliye Bakanlığı altında bir daire oluşturacak, gelirlerinize el koyacak. Şimdi durumun hassasiyeti şöyle: Eğer bugün bu şuurda, Türk halkına siz şurası Düyun-u Umumiye’dir dediğiniz zaman, benim şahsî kanaatim, gider orayı yakarlar. Düyun-u Umumiye’ye karşı o kadar büyük bir tepki bir oluşmuş ki. Borç verecek şahıs da, tamam Hazine garantili olsun, ben sonradan Düyun-u Umumiye yaparım da diyemez. Ama bunun tedbiri önden alınmış gibi gözüküyor. Siz Varlık Fonu’na aktarıyorsunuz. Fon’da onların gelirleri var. Gelirlerini de teminat, rehin, ipotek gibi üzerinde her türlü tasarrufta bulunabiliyorsunuz. Dolayısıyla, size borç verecek olan insanlar, tamam bu Hazine garantisinden daha güçlü bir şeydir diye rahat borçlanabileceksiniz. Bu mevcut mantıkta oluşturulmuş bir çözüm, öyle gözüküyor. Ama bu kadar ağır yetkilerle donatıp kontrol edemez hale getiriyorsunuz.
Tabii burada hükümet kamuoyuyla bir bilgi paylaşmıyor, biz de kamuoyundan duyuyoruz birçok şeyi. Elimizdeki kanundan okuyoruz. Mesela, bildiğimiz kadarıyla, Savunma Sanayii Destek Fonu’nun 3 milyar TL’si fona aktarılıyor ve üç ay sonra geri ödenecek değil mi?

Evet, üç aylığına.
Tamam. Üç ayda, 3 milyar TL’nin üç aylık faizi yaklaşık 100 milyon TL. Bu ne yapılacak? Bunu soramıyorsunuz. Çünkü bu bir ticari sırdır. İyi ama bu 100 milyon Fon’da olmasaydı, Savunma Sanayii Destek Fonu’nda olsaydı, nakit olduğu için Savunma Sanayii Müsteşarlığı’nın kasasında olacaktı. Bilemediğimiz, kapalı çok şey var. Biz bunları bilemiyoruz peki kim bilecek?
Uluslararası kuruluşlar. Uluslararası kuruluşların nasıl çalıştığını çok iyi biliyoruz. Derecelendirme kuruluşlarını da, denetleme kuruluşlarını da biliyoruz.

Mete Bey, kamu kuruluşlarının, serbest piyasada kamu şirketi olarak yürütülmesi, çalışması çok zor, o yüzden özel sektöre, özel şirkete tâbi bir şekilde işlemesi gerekiyor deniyor. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Mesela, Ziraat Bankası’nın, rakip bir özel banka varken, kamu bankası olarak faaliyet göstermesi zor mu?
O söylendiği zaman, mesela deyip, bir silsile halinde, bir zincir halinde, şöyle yaptığımız zaman olmuyor. Zaten Ziraat Bankası’nın pozitif geliri doğrudan bütçeye, yani Hazine’nin kasasına geliyor. Siz Hazine’deki bu parayı rahat bir şekilde harcayabilirsiniz. Ama borçlanmaya kalktığınız zaman, Hazine garantisi ve sonraki olaylar, alacaklılara Varlık Fonu kadar kolaylık sağlamaz. Orada sıkıntı olur. Sıkıntı olursa borçlanmada zorlanırlar. Borçlanmada zorlanırlarsa, borç bulamazlarsa, ödemeler geciktiği anda, Türkiye çok daha ağır bir faturayla karşı karşıya gelir. Yani mevcut mantığı anlamaya çalıştığım için böyle konuşuyorum. Dolayısıyla, biz Varlık Fonu oluşturalım. Bu Fon’a, ileride oluşacak sıkıntıları şimdiden öngörerek, kıymetli ve kâr yapan tesisleri, ziynetleri, kamu emvalini devredelim. Mesela maddenin bir tanesinde, bunlara emlak değerlendirmesi yapacak diyor. Yani diyelim ki, sizin binalarınız, arsalarınız var. Ziraat Bankası’nın, Halk Bankası’nın birçok taşınmazı var. Bunlara bir kıymet biçecek. Kıymet biçtiği değer üzerinden bir kıymetli evrak oluşturacak. Onu da ipotek, rehin ya da teminat gösterebilecek. Yani, Varlık Fonu borçlandırmak için kurulan bir Fon oluyor. Zaten herhangi bir yere vergi ödemiyorsunuz.

Devlet vergi gelirinden de olacak, değil mi? Çünkü Ziraat Bankası en yüksek vergi veren ikinci kuruluş sanırım.
Bunu şöyle cevaplıyorlar: “Burası çok büyük yatırımlar yapacak, vergiden muaf olacak ama devlete çok daha büyük getirisi olacak, bu konuda fazla endişe etmeyin” deniyor. Ama endişe edilecek en önemli olay; bu Fon komple teminat, ipotek, rehin, emanet olarak verilebilir. Biz zaten borcunun %40’nı borçla çeviren bir ülkeyiz. Diyelim ki borcunuzu bir anda geriye ödeyemediniz. Burası Türkiye, neler olabileceğini öngörebilmek çok zor. Herhangi bir sıkıntı oldu, ödemeleri geciktirdiniz. Kişiye ödeyemediğiniz takdirde, o Fon’daki teminatlara, ipoteklere el koyacak. Bu gayet açık.

Mete Bey, son olarak; siz çok anlattınız ve hiçbir alâkası olmadığını söylediniz ama sizin kurduğunuz sistemle, bugünkü sistemin en büyük farkı, sizin kurduğunuz sistemin amacının borçlanmayı azaltmak, bugünkü sistemin amacının da borçlanmayı artırmak olduğunu söyleyebilir miyiz?
Zaten kanun bunu söylüyor. Fon temin etmek için… Fon temin etmek, borç temin etmek demektir. Bunun adına Fon deyince, borç olmayacak diyemeyiz ki. Bu, borç temin etmek, borçlanmak için oluşturulmuş bir yapı. Benim hayret ettiğim nokta şudur: Tarihler itibarıyla baktığımda, bu kanun 19 Ağustos 2016 tarihinde geçmiş. Bir komplo teorisi diyebilirsiniz. Ben merak ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanı’nı nasıl ikna ettiler acaba? Gördüğüm kadarıyla, bu kadar faiz karşısında duran, “yalnız bırakılıyorum” diyen, istihdamı artırın diye işadamlarını sıkıştıran, ekonomi ile doğrudan ilgilenen Sayın devlet büyüğünü nasıl ikna ettiler? Hemen tarih dikkatimi çekiyor. 19 Ağustos, 15 Temmuz’dan yaklaşık 1 ay sonra. Acaba, o olayların sıcaklığında, o olayların kargaşasında, nasıl olsa bu konularda çok fazla sorgulamaz, burada Fon temin edeceğiz, büyük yatırımlar yapacağız, her şeyi finanse edeceğiz mantığıyla mı önüne getirip imzalattılar, o da benim şahsî merakımdır.

Hangi açıdan karşı çıkması gerektiğini düşünüyorsunuz? Buradaki temel amaçlardan birisi de, dövizdeki hareketliliğinin bu Fon’la baskılanacağı, düzeltilmeye çalışılacağıdır. Borçlanmayı artıracağı için mi karşı çıkacağını düşünüyorsunuz?
Faizleri artıracağı için karşı çıkacağını düşünmüştüm. Bakın mesela, bunlar kime karşı mesul? Denetim yok. Uluslararası kuruluşlar denetleyecek deniyor. Uluslararası kuruluşların denetlediği raporu Merkez’den 3 denetçi denetleyecek. Yani tamamen, bir kısım insana –kişiler muhterem insanlardır, ben onlara bir şey demiyorum– sınırsız yetki veriyorsunuz ve aynı zamanda sen bundan sorumsuzsun diyorsunuz. Bu nasıl kabul edilebilir? Makul bir şekilde kabul edilecek bir şey değil. Onun için karşı çıkar diye düşünmüştüm.

Acaba şu olabilir mi Mete Bey? Bunları ipotek ettirip daha düşük faizle kredi bulma imkânı yaratabilir mi bu Fon?
Kimse sizin ipoteğinize bakmaz. İpotek, onların vereceği borcun garantisidir. Faiz konusu, sizin o sıradaki ekonomik gücünüzle ilgilidir. Siz iç piyasadan para bulamıyorsanız, dış piyasada da sıkıntı içerisindeyseniz, uluslararası konjonktürle de ilgili olarak da faizler artar. Bakıyorsunuz, derecelendirme kuruluşları, Türkiye’nin kredi notunu durağan görünüme ya da aşağı çekmeye başladılar. Bu, faizlerin artması olarak yansır.
“Benim teminatım var, ipoteğim var, bana daha ucuz kredi ver” diyemezsiniz. Çünkü adam her halükârda, geleceğini düşünerek, faizleri ona göre, risk alıp almayacağını getirisinin yüksekliğiyle karar verir.

Çok teşekkür ederiz Mete Bey katıldığınız için.
Bir şey daha söyleyeyim, bu önemlidir. Bu, kimsenin tartışmadığı, dikkat etmediği bir konu. Kamu’nun elinde, yani, bizim kamu bankasıdır diyebileceğimiz bir banka kalmamış oluyor bu şekilde. Halk Bankası’nı, Ziraat Bankası’nı, PTT’yi aktardığınız zaman, Kamu’nun elinde neredeyse banka kalmadı. Bu çok önemli bir şey. Siz bütün bu borçlanmaları, bütün bu Varlık Fonu’nu oluşturmak mecburiyetinde değilsiniz. Aslında konsept değiştirilse, bütün bunlara gerek kalmadan, Merkez Bankası ve içinde bulunduğumuz borca dayalı para sistemi yeniden düzenlense, şu kanunun çıkmasının gerekçesi %80 ortadan kalkmış olur. Bu kadar iddialı söyleyebilirim bunu.

Çok teşekkür ederiz. Bununla programı kapatalım.
Ben teşekkür ederim, iyi yayınlar dilerim.

Çok sağolun yorumlarınız için. Bugünkü yayınımızda Prof. Mete Gündoğan ile konuştuk. Kendisi, 1996 yılında kurulan REFAHYOL Hükümeti döneminde yapılan “Kamu Ortak Hesabı” sisteminin kurucularından ve yapıcılarından. Kendisiyle, o sistemi, bugünkü Varlık Fonu sistemiyle karşılaştırdık. Bize fikirlerini söyledi. Çok teşekkür ederiz kendisine ve bizi izlediğiniz için sizlere. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.