Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Tanrısız din: Alain de Botton ile ‘Ateizm 2.0’ üzerine söyleşi

Sean Illing’in Alain de Botton ile yaptığı söyleşi 14 Şubat 2018’de yayınlandı.

download

Alain de Botton bir yazar, filozof ve aynı zamanda Londra merkezli “kültürün yardımıyla duygusal zekâyı geliştirmeye adanmış” (Hayat Okulu) adlı enstitünün kurucusu.
Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir ve Ateistler İçin Din gibi kitapların da aralarında bulunduğu çok satanların yazarı olan de Botton, kariyerini topluluklara büyük fikirleri benimsetme üzerine oluşturdu. Kitap ve derslerinde birçok konuyu işlemesine rağmen her zaman felsefenin asıl sorusuna döndü: “Nasıl iyi yaşarız?”
Özellikle din konusundaki görüşleri ilgi uyandırıcı. Bir ateist olan de Botton, dini savunmaktan çok anlamakla ilgileniyor. Dinlerin kendilerine has becerileri olduğunu kabul ediyor ve amacı, bu faydaları seküler bir bağlamda uygulamak.
De Botton ile School of Life’taki işi ve diğer ateistler, de Botton’a göre özellikle reddettikleri din hakkında doğru soruları soramayanlar hakkında konuştum.

Herhangi bir din hakkında sorabileceğimiz en sıkıcı sorunun dinin doğruluğu olduğunu söylediniz. Neden?
Hem bana hem de sanırım birçok insana göre, din konusu aslında doğaüstüye olan inancın çok ötesine uzanıyor. Ama Christopher Hitchens ve Richard Dawkins gibi insanların din eksenindeki tartışma noktaları daha tanıdık sorulara denk düşüyor: Tanrı var mı, yok mu? Melekler var mı, yok mu? Meleklere inanmak aptalca mı?
Bu bağlamdaki duygusal tınıyı da anlıyorum ama bence asıl mesele insanların neden dine çekildikleri. Dinleri neden icat ettik? Hangi ihtiyaçlara hitap ettiler? Ayrıca, dini hayatın etrafında inançtan ayrı tutulabilecek ama yine de bugün inançsız insanlar için büyük geçerliliği ve yansıması olan yönler neler?
Dinler yalnızca doğaüstü güçler hakkındaki iddialardan ibaret değil; aynı zamanda yaşamı şekillendiren mekanizmalar. Amaçları size doğumdan ölüme kadar rehberlik etmek ve çeşitli öğretileri zihninize yerleştirmek: bir toplum yaratmak, davranış kuralları yaratmak, estetik deneyimler üretmek. Benim gözüme bunların hepsi inanılmaz önemli görünüyor, hatta açıkçası İsa’nın Tanrı’nın oğlu olup olmadığı meselesinden de önemli.

Sizce dinler neyi en iyi yapıyor?
Dinlerin altta yatan hırslarını etkileyici buluyorum. İyi bir yaşamın, akıllıca bir yaşamın, nazik bir yaşamın ilkelerini belirlemeye çalışıyorlar. En büyük konuları sorguluyorlar ve bu yüzden, dinin insan hayatının oldukça zor olduğunu, birçok yardıma ve rehberliğe ihtiyaç duyacağımızı bilen yönleri hayli ilgimi çekiyor. Dini hayatın yapmaya çalıştığı da bizi kendimizin en iyi haline ulaştıracak araçlarla donatmak.
Sıkça söylediğim gibi, en iyi hal denen şeyin dini açılardan neredeyse hiçbir karşılığına katılmıyorum ama dinlerin bu hedef adına barındırdığı hırs ve oluşturduğu yapıya hayranım.

download-3

“Ateizm 2.0” şeklinde bir deyişiniz var. Bu be anlama geliyor?
Modern dünyadaki ateizmden farklı bir şey olduğunu vurgulamak için bu ismi verdim. Richard Dawkins ve Christopher Hitchens gibi insanlar, ateizmin merkezine kişinin inançlı olup olmayışını koyuyorlar. Ve sanırım ben, Tanrı’nın elbette var olmadığı ve onu bizim ürettiğimiz varsayımıyla, bunun bir sorun olmadığı düşüncesiyle başlayan ateizm cinsiyle ilgileniyorum.
Şimdi konuşmanın ilerleyen kısımlarına geçiyoruz ve şu tarz sorulara bakıyoruz: Dinler bugün bize ne öğretebilir ve bizi nasıl tahrik edebilir? Bu ateizm türü, dinin bazı amaçlarıyla nasıl ortak nokta bulunacağını bilen ama doğaüstü kısımla ilgisi olmayan bir anlayış.

Yani dinin iyi kısmını koruyup metafiziksel yükten kurtulmak istiyorsunuz?
Herhangi bir şeyi doğrudan korumakla ilgilenmiyorum çünkü eğer kilisenin kutsallığına inanmıyorsanız oraya gidebileceğinizi sanmıyorum.
Dinlerin durum ve olaylara yaklaşımına, seküler kültürün eksik olduğu, ihtiyaçlar duyduğu noktalarda ilham verici bir başlangıç noktası olarak bakmak istiyorum. Çünkü şunu hatırlayalım ki; 19. Yüzyıl’da Batı Avrupa’da din düşüşe geçtiğinde, düşünsel alanda çok iş yapılmıştı. İnsanlar, hayatlarındaki Tanrı boşluğunun nasıl doldurulacağını sordular. Birçok teori sonucunda, sanıyorum en çok öne çıkan cevap kültür oldu.
Dinin düşüşe geçtiği dönemde inşa edilen kütüphane, tiyatro ve üniversitelerin mimarisine baktığınızda, insanların daha önce toplandıkları kiliseler yerine yine ortak zaman geçirebilecekleri sanat ve kültür tapınaklarıyla, eğitim tapınaklarıyla atalarımızın din boşluğunu doldurmaya çalıştığını görüyoruz.
Bu bence çok ilginç bir heves. Tabii başarısız oldu. Harvard’a veya Museum of Art’a gittiğinizde, dizlerinizin üzerine çöküp hayatın anlamını sorguladığınızda ve size rehberlik edecek bir şey aradığınızda, sizi akıl hastanesine götürmekte pek tereddüt etmezler. Kültür denen kavramın günümüzde kendini gördüğü konum bu değil.

Bu yeni ateizm türünü kimler benimsemeli? Hedefinizde kimler var?
Dine inanmanın asla bir seçenek olmadığını düşünen ama kusurlarını, hatalarını acımasızlıklarını gördüğü dine saldırmayı da düşünmeyen kişileri hedefliyorum. Benim gözümde durum bu; ama bahsettiğim kitle bunu yapmaya alışık değil.
Bu kişiler daha çok, yüksek bir anlam ve amaçla ilgili soruları nereye yönelteceğim tarzı şeyler söylemekle ilgileniyorlar. Sordukları şey, etik açıdan şu: İyi bir hayat neye benzer? Benim diğer insanlara karşı sorumluluklarım neler? Toplum nedir? Bu tarz sorular, geç saatlerdeki televizyon şovlarında tartışılmaz, seküler kültürün genel atmosferinde pek yer bulmaz.

Modern teknokratik kültürümüz böyle sorgulayışları toplum hayatından çıkardı gibi duruyor gerçekten. Peki siz School of Life aracılığıyla, nasıl yaşanacağı, nasıl ölüneceği, neyin iyi neyin kötü olduğu gibi nihai sorulara salt seküler bir bağlamda karşılık bulmaya mı çalışıyorsunuz?
Bu sorular hakkında kafa yoran birçok insan var, hem de uzun süredir. School of Life’ı farklı kılan, bu konular üzerine düşünen insanları barındırması değil. Bence özgün kısım, buranın bir kurum olması; bir kişinin bu konu hakkında kitap yazmasından ibaret bir durum yok ortada. Ayrıca şunu da unutmayalım: Son yüz elli yıldır, seküler kültür bu yüksek konuları hep aynı şekilde, büyük sorular hakkında kitap yazan entelektüeller aracılığıyla ele aldı.
School of Life, burada bu düşünceler etrafında kolektif bir hareket başlatmayı teklif etmekte. Bir yazarın kitap yazmasıyla bir kurum arasında nasıl farklar olabilir?
Öncelikle, konuyla ilgilenen kişi sayısı artar. İkincisi, insanların birbirleriyle kişisel bağlantılar kuracakları fiziksel bir ortam oluşturma fikri var. Bunlar dışında, projelerin zamana dayanıklılığı daha fazladır. Biz bu düşünceler için bir merkez, bir yuva oluşturmak istiyoruz.

Size iki yandan da saldırıldığını biliyorum: Dindarlar tarafından kâfirlikle, ateistlerse davaya ihanetle suçluyor. Bu kamplara nasıl yanıt veriyorsunuz?
Doğrusu, bu konuya pek de kafa yormuyorum çünkü etraftan her zaman eleştiri gelecektir. Ama Avrupalıların genelini düşündüğümde dindarların daha dostane yaklaştıklarını söyleyebilirim, çünkü onlar yaygın ateizm karşısında tavizler vermek zorunda kaldılar.
ABD’de durum oldukça farklı. Avrupa’da hiç olmayan bir şeyi, Amerika’da ateizm sözcüğünün nasıl mutlak olumsuz tepkiler yarattığını yeni yeni fark edebiliyorum. Ve Amerikalı ateistler sıklıkla kendilerini ahlaksızlık, terbiyesizlik suçlamalarına karşı savunmak zorunda kalıyorlar; Atlantik’in bu kıyısında olsalar karşı karşıya kalmayacakları durumlar yani. Bu farklılık ilginç bir nokta.

Sanırım Richard Dawkins ve Christopher Hitchens hakkında söylediklerinize dönmek için iyi bir noktadayız. Ben inançlı biri değilim ama geçmişte sözde Yeni Ateistler’e bazı eleştirilerim olmuştu. Şikâyet ettiğim kısım, din psikolojisini veya toplumsal yönleri ciddiyetle düşünmemeleri; din onlar için yalnızca epistemolojik bir konu.
Kesinlikle katılıyorum. Bu konuyu onunla doğrudan tartıştım. (Çevirmen Notu: Kaynak metin, bu cümledeki üçüncü şahsı netleştirmemiş.) Dini inançla ilgili benim fikrimce en ilginç şeylerden biri de inanç kaynağının bir çeşit kırılganlık oluşu. Eğer inanmıyorsanız, o halde cevap basit: Size öyle geliyor çünkü sizce gerçek bu.
Eğer o kampta değilseniz, o halde bir kırılganlık temasıyla başlamalısınız. Kaynak, acı ve kırılganlıkla dolu bir yer. Bu acı ve kırılganlık, inancınızın doğru olmadığını düşünmeye başladığınızda yok olmuyor. Yani yine kafanızda büyük bir soruyla kalıyorsunuz ve beni çok etkileyen de bu kırılganlık.
Hâlâ üzerinde yapılacak çok iş bulunan konu da bu. Seküler toplumunuz varoluşa aslında iki soruyla yaklaşıyor. Bunların birincisi romantik sevgi ki benim bu konuyla ciddi sorunlarım var. İkincisiyse bir kariyer, bir meslek. Bize dünyevi mutluluk kaynakları olarak sunulanlar bunlar ve ikisi de benim fikrimce toplumsal seviyede tam olarak farkında olmadığımız sorunlar barındırıyor.

Bazı yönlerden, ateistler ve inançlı insanlar yalnızca farklı dil oyunları oynuyorlar ki bu durum, insanları ikna etmeye çalışanlar için hayal kırıklığı yaratabiliyor. İnsanları din aracılığıyla elde edilen üstünlük ve birliktelik hislerinin din olmadan da korunabileceğine ikna etmek gibi bir amacınız varsa, ateistlerin nasıl sorular sormaları veya nasıl savlar oluşturmaları gerekiyor?
Bence insanların din aracılığıyla giderilen ihtiyaçlarına özel bir önem vermeliyiz. Topluluk hissi, örneğin, dinin barındırdığı olağanüstü bir güç. Öteki insanlarla kutsal bir yerde nasıl bağlanılacağı fikri üzerine düşünmeliyiz.
Bu da birbirimizle nasıl ilişki kurduğumuz konusuna doğrudan geçiş yapıyor. Ulus nedir, toplum nedir, grup nedir, grup içinde yaşamak nedir: Bunlar temel sorular ve bence din, bunlara hayret verici cevaplar bulmaya çabalıyor.
Bir de ahlak kısmı var. İyi olmak ne demek? Nasıl farklı şekillerde değerlendiriliyoruz? Nasıl ve kimlere borçluyuz? En kötü dürtülerimizi nasıl kontrol altında tutarız ve en iyi güdülerimizi nasıl besleriz?
Üstünlük kelimesini telaffuz ettiniz. Alt benliklerimize nasıl üstünlük kurarız? Bilincimizin daha cömert, daha affedici, zamandan bağımsız bir alanına nasıl erişiriz? Dinler çok uzun süredir bu sorularla uğraşıyor, özellikle de Doğu dinleri.

Sizce dinler duygusal mimariye modern bilimden daha hâkim mi?
“Daima” ve “her noktada” gibi tabirler gereğinden fazla genelleştirmeye neden olur; ama dinlerin net bir anlayışa sahip olduğu kesin. Örneğin seküler kültürün kulak tıkadığı yineleme ihtiyacını dinler başarıyla karşılıyor. Yunanların irade zayıflığı adını verdikleri şeye din doğrudan hitap ediyor ki bu, bizim teorik olarak inandığımız ama bize net şekilde yinelenmediği için kalplerimizde ve zihinlerimizde günden güne daha da cansızlaşan olgular anlamına geliyor.
Teorik ve faal bilgiler arasında fark var; dinler bu farka hitap ediyor ve bazı bilgileri canlı tutmaya çok hevesli. Bazı şeyleri sürekli tekrar etmelerinin nedeni de bu: Teorik fikirlerin hayata geçirilebilmesi için insanları eyleme itiyorlar.
Dini hayat olarak adlandırılan şey aslında büyük ölçüde ritüelleştirilmiş hayata denk düşüyor. Ve bu, seküler kültürle arada büyük bir fark oluşturuyor: Seküler kültür, insanlara hislerini ajandalarına ve kendi iç dürtülerine göre yaşama özgürlüğü veriyor.

download-2

Dinin toplumsal yönünü, tabiatı gereği barındırdığı kabileci yapıyı dışarıda bırakarak uyarlamak sizce mümkün mü?
Yani, bence dinin en iyi özelliklerinin bazılarını aklımızdan çıkarmayıp, bunlara seküler alternatifler olabileceğini düşünmeliyiz. Örneğin dinler bize ortak insanlığımızı hatırlatıyor – ırklar ve coğrafi sınırları aşarak paylaştığımız insanlığımızı. Hıristiyanlıkta bundan izler var, Budizm ve İslam’da da var.
Kabilecilik elbette sorun yaratıyor ama ben, dinlerin en iyi hallerindeyken yabancılara yeni bir ışık altında bakılmasını sağlayabildiklerini düşünüyorum. Bize zihnin bir çeşit evrenselliğini, kozmopolitliğini sunuyorlar. Bu, dinin dışında da gerçekleşebilecek bir eylem.
Kiliseler, sinagoglar ve camiler, içine girildiğinde dışarıda gerçekleşmeyecek şeylerin olabildiği sığınaklar olarak görülüyor. Bu da ibadethaneleri yabancıların ağırlandığı, dışarıda kötü gözle bakılan şeylerin hoş karşılandığı yerlere dönüştürdü; aynı şekilde, din de insanları birbiriyle tanıştıran, birbirlerinin gözünde insancıllaştıran bir çeşit ev sahibi konumunda.
Bu benim gözüme çok kıymetli bir duruş olarak görünüyor, çünkü seküler modernlik tamamen anonimlik üzerine kurulu. Aile çok önemli, sevgili çok önemli ama diğer birlik şekilleri yok olmuş durumda.

Anladığım kadarıyla, tanrısız bir dünyada dinin yerini bilim dışında bir şeyin almak zorunda kalacağı gerçeğine boyun eğmişsiniz. Bu alternatif nasıl bir şey olacak?
Geniş anlamda konuşursak, bence bu konumda olması gereken şey kültür. Yani bu bakımdan, çok geleneksel bir 19. yüzyıl seküler bakış açısına sahibim. Kültürü sunma ve çerçeveleme şeklimizin değiştirilmesi gerektiğini düşünüyorum sadece.
Kültürel çalışmalara bakış şeklimizi yeni bir çerçeve içine almak, benim farklı şekillerde hem zevkle hem de daha ciddiyetle yaptığım bir şey. Örneğin, Proust Yaşamınızı Nasıl Değiştirebilir diye bir kitap yazdım ve ilginç olan şey şu: Ünlü kitabı Kayıp Zamanın İzinde’yi yazarken, Proust din hakkında çok uzun süre düşünmüş; onun da sanatı dinin yerine koyan o 19. yüzyıl kampında bulunduğu çok açık. Bu konuyu büyük bir netlikle açıklamış; ben de onu böyle anladım.
Ama biz Proust’u böyle okumak için teşvik edilmedik. Ve ben birçok profesyonel Proust uzmanı tarafından bombardımana tutuldum, şahsi yazılarımdan çok projenin doğası nedeniyle. İnsanlar benim kabul görmüş bir yazarı alıp, hayatın anlamı konusunda bir kaynak olarak kullanışıma inanamadılar.
Modernist gelenekte biz böyle okuma yapmıyoruz ama yine de birçok büyük kültürel çalışmanın böyle yaratıldığı kesin. Yani iş, bu çalışmaların ardındaki bazı kaynaksal dürtülere göre, farklı kültür çeşitleri yaratılması ihtiyacından çok, daha inançlı olunması ihtiyacıyla ilgili – bence.
Bunu başaramayışımız, kültürümüzdeki tuhaf bir kör nokta.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.