Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Türkiye dindarlığının güncel sorunları: Prof. Hayri Kırbaşoğlu ile söyleşi

Söyleşinin tam metni:

Yayına hazırlayan: Sahra Atila

Medyascope.tv özel yayından merhaba. Bu özel yayınımıza “Türkiye Dindarlığının Güncel Sorunları” başlığını uygun gördük. Neyi konuşacağız? Karşımızda Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr.   Hayri Kırbaşoğlu var. Yakından takip edenler hatırlayacaklardır Nurettin Yıldız, bir açıklama yaptı, fetvalar verdi; kadınlar, çocuklar, evlilikler üzerine. Bu kamuoyunda çok tartışma yarattı. Yıldız’ın bu sözleri üzerine soruşturma açıldı, bu soruşturmaya ilişkin tepkiler sosyal medyaya yansıdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bir açıklama yaptı “İslam dininin güncellenmesi gerekiyor.” dedi . Bugün daha da bunu ayrıntılanırdı; artık ilahiyat fakültelerinden Diyanet’ten görev beklediğini söyledi. “Bir takım dini konuların açıklanmasına onlar yardımcı olsunlar, onlar konuşsunlar herkes konuşmasın” dedi. Hemen peşinden Marmara İlahiyat Fakültesi’nden açıklama geldi. Yolu İlahiyat Fakültelerinden geçmeyen hocalara itibar etmeyin mealinde bir açıklamaydı. Kısaca ortada “dinen şu uygundur, değildir “ diyen bir takım insanlar var. Bu insanların bunları söylememesi gerektiğini söyleyen bir siyasi erk var, Diyanet İşleri Başkanlığı var, İlahiyat Fakülteleri var. Bu konuyu konuşacağayız. Bunun içinde “Türkiye Dindarlığının Güncel Sorunlar” başlığını kullandık. Hocamız Hayri Kırbaşoğlu da bu konuya hakim bir isim özellikle kendisinin “Ahir Zaman İlmihali” adlı bir kitabı var, hadis metodolojisi üzerine kitapları var. Hocam merhaba.

 Hayri Kırbaşoğlu: Merhaba, iyi yayınlar.

Sağ olun. Hocam, tartışmalara vakıfsınız hemen şuradan başlayayım: “Türkiye Dindarlığı” diye bir şey -ki sizin İslamiyat derginizde de işlediğiniz konuydu bu, bir dönemler için referans kaynağıydı- kısaca bize beş dakikada “Türkiye Dindarlığı” nedir? Bunu anlatsanız da sonra bu tartışamaya girsek, ne dersiniz?

 Kırbaşoğlu: Tabii ki. “Türkiye Dindarlığı” , Türkiye’deki dindarlık algısı üzerine yapılan çalışmaları, analizleri içeren bir çalışmaydı İslamiyat’ın yaptığı. Amacımız şu idi: Türkiye dindarlığı ile ilgili bilimsel bir analiz yapmak. Türkiye Dindarlığının bazı özellikleri var bunları şöyle izah edebiliriz: Birincisi, Türkiye Dindarlığı bilimsel bilgiye dayalı değil de, sözlü kültüre dayalı bir dindarlıktır. 21. Yüzyıla gelmemize rağmen Hocaefendi dediğimiz insanları ki bunların dini konudaki bilgi ve birikimlerinin ne kadar Hocaefendi demeği haklı çıkaracak ölçüde olduğu da çok tartışmalı. Piyasada kendilerine Hocaefendi adını veren ama gerçekte dini konuda toplumu aydınlatma ve inşaa etme konusunda kesinlikle yeterli olmayan çok geniş kesimler var. İkincisi, bizim toplumumuz sözlü kültüre bağlı olarak okuyan bir toplum değil. Türkiye’de İslami alanda gerçekten insanı tatmin edecek çok tatminkar biçimde aydınlatacak çok ciddi çalışmalar var. Bunlar kitap olarak, dergi olarak, yayınlar olarak, üniversitelerde hazırlanan tezler olarak hatta bu güzel kitapların bir kısmını bizatihi Diyanet İşleri Başkanlığı da yayınladı. Bazı idealist yayın evleri var. Türkiye’de bunlar İslam düşüncesinin 21. Yüzyılda yaşanabilir ve sürdürülebilir hale gelmesi için çaba sarf eden bu konuda yazan çizen entelektüellerin ilim adamlarının eserlerini yayınlayan yayın evleri. Buna rağmen 70’li yıllarda dini yayıncılıkta ortalama 3000 civarında kitap basılırken bugün nüfus neredeyse ikiye katlanmış olmasına rağmen yayın evlerinin kitap basım adeti 3000’den 1000’e düşmüş durumdadır . Bu da bilgi kirlenmesine yol açmaktadır. Türkiye dindarlığı şu anda çok ciddi bir bilgi kirliliğine maruzdur ve maalesef halkımızda bundan çok müştekidir, haklı olarak müştekidir. Bir üçüncü husus da: Türkiye Dindarlığı dediğimiz dindarlık Kur’an –dinin kurucu metni olan- ve dinin kurucu tecrübesi olan sünnet çizgisinden oldukça uzaklaşmış ve 15 asırlık geleneğin tortularını, birikimlerini üzerinde taşıyan, bagajlarını taşıyan dindarlık. Özetle şunu söyleyecek olursak: Türkiye Dindarlığı toplumu veya hayatı İslami değerler doğrultusunda dönüştürebilen ve İslami değerleri hayatın her alanına –ki bunlar adalet, özgürlük eşitlik, şeffaflık, yalan söylememe, evrensel ahlaki doğrular zaten- siyasetten ekonomiye, eğitimden sanata taşıyabilen bir dindarlık değil. Tam tersine şu anda özellikle küresel kapitalizmin getirdiği tüketim toplumu ve bunun getirdiği davranış kalıplarına boyun eğmiş olan ancak sadece küreselleşmenin yaratmak istediği tipten farklı olarak sadece namaz kılan, oruç tutan ama bunun dışında tamamen küreselleşmenin istediği çizgide bir hayat süren bir dindar tipi çıkmıştır ve bu son derece problemlidir. O yüzden Türkiye Dindarlığının ciddi anlamda masaya yatırılması gereken bir dindarlık olduğunu hatta dinin en temel esası olan Allah’ın varlığı, birliği konusunda bile bu ilkeye taban tabana zıt bir takım düşünce ve uygulamaların dindarlık adına halk arasında “Popüler İslam” dediğimiz İslam’ın çok popüler olduğunu söyleyebiliriz yani durumumuz çok iyi değil Türkiye Dindarlığı’nın onu özetle söyleyebiliriz.

Peki hocam o zaman şu soruya da yanıtınızı merak ediyorum: Nurettin Yıldız ya da ismini zikretmekten imtina edeceğimiz birçok isim kendilerini hoca olarak tanımlıyorlar, konuşmalar yapıyorlar daha da iddialı fetva veriyorlar: ” Bu caizdir, bu değildir ” diye. Bu bir ihtiyaca binaen mi, böyle konuşuyorlar?

 Kırbaşoğlu: Şimdi önce şunu belirtelim: Bu gibi problemlerin sadece Türkiye’ye has olduğunu zannedebilir izleyiciler ama yeri geldiğinde örnekte verebilirim aynı örnekler benzer örnekler mesela Mısır’da da yaşanıyor. Bu biraz daha evrensellik eğilimi olan bir süreç gibi gözükebiliyor. Mesela Mısır’da da devlet dairesinde memurlar kadın erkek bir arada olduğu zaman “Aman bunlar bir arada kaldığı zaman mahsur olur” düşüncesinden hareketle Suudi Arabistan’dayken benim de bölüm başkanı arkadaşım olan Dr. İzzet Atiya Mısır’da Ezher’de şöyle bir çözüm önerdi ve kıyamet koptu Mısır’da: Bayan memura erkek memuru süt kardeş olsun gibi akla ziyan, çılgın bir şey bakın. O kadar muhafazakar olan Ezher bile buna dayanamadı ve ciddi bir sıkıntı yaşandı Mısır’da. Aslında bu örnekler İslam Dünyası’nın pek çok tarafında var. Tabii buna IŞİD’in, Kaide’nin vs. uygulamaları işte Suudi Arabistan’daki kadınlara yönelik özellikle daha yeni yeni değişmeye başlayan durumları göz önüne aldığımız da İslam dünyasının genelinde bir akıl tutulması yaşandığını söyleyebiliriz. Ama ülkemizde mesela Arap dünyasında ana dilleri Arapça olduğunu için Kur’an’a, hadise, tefsire kolaylıkla ilahiyatçı olmayanlar da ulaşabildiği için orada kolay kolay ilahiyatçıların dahi serbest bir biçimde at oynatması o kadar kolay değil. Ama Türkiye’de şöyle bir algı var: Hocaefendi olarak topluma lanse edilen herhangi bir insan ne söylerse din adına doğrudur gibi. Bunun da sebebi din alanında eleştirel düşüncenin, eleştirel aklın maalesef bulunmamasıdır. Yani dini konularda söylenen her söz, kitapta yazılan her görüş mutlaka dinin gerçek veçhesini yansımayabilir, hatta bugün dini diye insanların toplumda paylaştığı birçok bilgilerin dine taban tabana zıt olması mümkündür. Türkiye’de durum o kadar vahimdir ki aziz dostum düşünün Müslümanlar bir yandan bizim peygamberimiz son peygamber diyorlar ama öte yandan bir şahıs çıkıyor ben peygamberim diyor ve kendisine tabi olunabiliyor. Türkiye’nin genel sorunu sadece din alanında değil siyasetten ekonomiye her alanda akıl tutulması var bence. Yani akıl bir türlü bizim araçsal akıl dediğimiz ve işlevsel akıl dediğimiz, sağ duyu dediğimiz, mantık dediğimiz, muhakeme dediğimiz bütün bu unsurlar özellikle din alanından dışlanmış. Şöyle bir algı var halkta: Arapça, dini kitaplarda din adına ne yazıyorsa doğrudur. Şimdi Kur’an’a fazla müdahale edemiyorlar Kur’an’ı fazla çarpıtamıyorlar, Kur’an’ı sadece anlamını çarpıtarak Kur’an’da bir takım operasyonlar yapıyorlar ama peygamberimize gelince peygamberimizin ağzından yüzlerce, binerce hadis uydurarak peygamberimizin asla söylemediği, hiçbir kaynakta yer alamayan ve büyük çoğunluğu uydurma olan rivayetler bugün Türkiye Dindarlığı’nda belirleyici. Burada şunu hatırlatmakta yarar var Diyanet de gündeme geldi bu tartışmalarda: Diyanet bir araştırma kurumu değildir, Diyanet dini konuda görüş belirtecek bir kurum değildir. Diyanet istihdam kurumudur, din hizmetleri kurumudur. Bilimsel kurumlarda öğretilen bilgiyi halka ulaştırmakla mükelleftir. Anayasa’da, “Diyanet İşleri Başkanlığı, toplumu ahlak, ibadet ve itikat konusunda aydınlatmakta mükelleftir ” der ancak bu konulardaki sağlıklı bilimsel bilgiyi aktarmak zorundadır. O yüzden İlahiyat Fakülteleri açılmıştır, o yüzden İmam Hatipler vardır. Ancak bu kurumlarda bile verilen eğitim son derece problemli olduğu için İlahiyat Fakülteleri ve Diyanet teşkilatı çözümün parçası olması gereken bu kurumlar sık sık problemin parçası haline de gelmektedir. Dolayısıyla özetle ben şunu söyleyeyim: Türkiye’nin dini düşüncelerin dinin bir ayrıştırıcı, kamplaştırıcı bir araç olmaktan çıkarılması Müslüman olmayanları da kuşatacak şekilde bütünleştirici bir hale gelmesi lazım. Kesinlikle bilimsel bilgiye dayalı olması lazım, kesinlikle eleştirisel düşünceye dayalı olması lazım, kesinlikle İslam’ın kurumu metni Kur’an’a ve kurucu tecrübesi peygamber modeline uygun olması lazım ama bunun dışında bütün esasların 21. yüzyılda yaşanabilir ve sürdürülebilir bir yorumunun yapılması lazım. Sanırım bugün tartışılan bu. Ama bu son konuya gelmeden önce Türkiye’nin kat etmesi gereken çok uzun bir mesafe var.

Nurettin Yıldız’ın söyledikleri üzerine savcılık harekete geçti. Peki savcılık yoluyla susturmak doğru bir yöntem midir?

 Kırbaşoğlu: Şimdi ben sosyal medyada karşı olduğumu söyledim hatta daha AK Parti’nin katılma davası açıldığı zaman o zaman yüksek yargının teolojiye müdahalesini eleştiren bir yazı da yazmışım “Destursuz çağa girenler” kitabında yayınladım ben bunu. Buna dayanarak tutarlılık adına bugün de aynı şekilde yargının teolojiye müdahalesine karşı olduğumu söyledim. Ancak ortada bir toplumu kutuplaştırıp bir nefret söylemi ve karşılıklı tahrik etme iddiası var o konuda ben hukukçu değilim. Ama sırf dini düşüncesini izah ettiğinden, açıkladığından dolayı bir insana yargının, teolojiye müdahalesine ben kesinlikle karşıyım. Yargı teolojiye müdahale etmemeli ama ortada gerçekten toplumun birlik, beraberliğini tehlikeye atan bir şey varsa ama şunu söyleyelim birlik beraberlik diyoruz da toplumun birlik, beraberliğini tehlikeye atan sadece böyle hocalar mı? Hayır. Hemen hemen hepimiz bu değirmene su taşıyoruz. Dolayısıyla eğer toplumun birliğinden yanaysak bence bunu bir üst proje olarak siyasiler, entelektüeller, halkımız, iş adamları hepimiz bir araya gelerek bu konuyu tartışmalıyız. Yoksa bunu sadece hocaları günah keçisi yapıp bu konuda sadece hocalardan farklı olmak, toplumu kamplaştıran, kutuplaştıran başta siyasiler olmak üzere bu konuda adım atanlara herhangi bir şey söylemeyip, hocaları günah keçisi yapmak yanlış. Ama hukuken herhangi bir suç varsa ben bunu kasıtlı olup olmadığını bilemem o zaman hukukçular tabi ki devreye girebilir.

O zaman hocam şu soru ortaya çıkıyor: Doğru bilgiye nasıl ulaşacak? Ortalama bir dindarın bazı cevap aradığı sorular ve bunlar için yetkili makam neresi olmalı? Kuşkusuz Diyanet yanıtı akla ilk geliyor. Diyanet 95 yıllık bir kurum. Diyanet’in kapasitesi bu sorulara yanıt vermeye yetiyor mu?

 Kırbaşoğlu: Aslında yetmesi gerekirken yetmediği çıktı ortaya. Niye? Çünkü bu skandalların benzeri Diyanet’te de yaşandı. SMS ile boşama, çocuk gelinler vs. Aslında sorunuz çok önemli bir soru, bunun bir tek sebebi var: İster Diyanet’te bu konuda konuşan –tırnak içinde- fetva veren veya sivil toplumda fetva veren insanların tamamının ortak özelliği Orta Çağ’da  yazılmış kitaplarını din zannetmeleridir. Bunlar aslında Orta Çağ’da İslam ulumasının o dönemin ihtiyaçlarına yönelik olarak yaptıkları yorumlardır. Bu yorumlar içerisinde bugün de hala geçerliliği sürdüren sağlıklı yorumlar olduğu gibi bugün kesinlikle yeterliliğini yitirmiş hatta kesinlikle gündeme getirmemesi gereken akla ziyan yorumlarda var. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İlahiyat Fakülteleri’ni hatta ilahiyatta yetmez dünyanın her yerindeki İslam araştırmalarının tamamını takip edip, bu sonuçları paylaşması lazım. Bunun için şöyle bir yol izlenebilir: Daha önce Ali Bardakoğlu zamanında, Mehmet Nuri Yılmaz zamanında 28 şubatta bile toplumu ilgilendiren konularda toplantılar yapılırdı güncel İslami meseleler ile ilgili ve burada akademisyenler bu konuları tartışırdı sonra bunlar bir rapor halinde kamuoyuna aktarılırdı. Burada Diyanet İşleri Başkanlığı’nın televizyonu, radyosu, imamlarının kürsüleri olmasına rağmen İlahiyat Fakülteleri’nde yapılan araştırmaların sonuçlarını bile halka yansıtmaktan uzak durumda. Niçin? Bunun da sebebi siyaset. Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı siyasetin güdümünde olduğu sürece Diyanet reisleri de o koltukta daha uzun süre kalmak istedikleri sürece halkın tepkisini çekmemek için daima mavi boncuk dağıtmak ve nabza göre şerbet vermek zorunda. Hele bir de siyasette, cemaat, tarikat vs yapıların etkisi de varsa… Bakın bunları görelim geçmişi unutmayalım. Geçmiş dönemde de seçim zamanı geldiği zaman siyasi parti liderleri bunun içine Demirel de dahildir başkaları da dahildir. Tarikatlerle, cemaatlerle oturulur her birine birkaç kontenjan verilir ve onların reylerini blok olarak alınırdı. Bu sistem yeni bir sistem değil. Şimdi böyle bir sistem olduğu sürece siyasilerin tepkilerini çekmemek için bürokraside daima gözü yukarı dikerek ona göre adım atıyor. O yüzden baştan beri iki şeyin de tartışmasının yapılması gerektiğini savunduk. Diyanet İşleri Teşkilatı tıpkı Anayasa Mahkemesi gibi Sayıştay, Danıştay gibi tam bağımsız bir Anayasal kuruluş olması lazım, siyasetin müdahalesinin dışına çıkarılması lazım. Mesela ben Avrupa Birliği Din Şurası yapılmıştı zamanında 28 Şubat döneminde Mehmet Nuri Yılmaz zamanında o zaman Avusturya temsilcisi bir arkadaşa sormuştum “Sizin papazlarınız kilise kürsüsünde yöneticileriniz ahlaki açıdan problemli adım attığında bunlara karşı kilise kürsüsünden eleştiri yapabiliyor musunuz?” dedim. ” Tabii ki ” dediler bakın. Ama o dönemde birisi böyle bir eleştiri yaptığı zaman hemen mahkemede soluğu alıyordu. Bugün de aynı şekilde mevcut siyasi iktidarın hoşuna gitmeyeceğini söylediği zaman din görevlilerine bazı bir takım soruşmalar geliyor. Bunu her zaman görüyoruz. Dolayısı ile din adamlarının hakikatleri tüm çıplaklığı ile söylemesini istiyorsak, bunu siyasette istiyorsa, toplum da istiyorsa bunun yolu Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tam bağımsız Anayasal bir statüye ulaştırılmasından geçer. Bu taktirde herhangi bir kimsenin kendisini görevden alması gibi bir endişesi olmadığı için eminim hakikatleri daha da rahat söyler. Ama buna rağmen Diyanet zihniyetinin de sokaktaki popüler İslam’dan çok farkı olmadığını verilen fetvalardan gördük. O bakımdan Diyanet İşleri Başkanlığı tekrar söylüyorum istihdam kurumudur. Dini bilgi üretme kurumu değildir. Akademik kurum değildir. Burada Diyanet İşleri akademyadan, ilahiyat akademiyasından aldığı destekle kamuyu aydınlatacaktır. Ama bugün ilahiyat akademyası da problemlidir. Açık konuşmak gerekirse 100 küsur İlahiyat Fakültesi kuruldu. Popülist siyasetten dolayı, popülizmden dolayı patır patır bunlar açıldı, kadrolar hazırlanmadı ve ne yazık ki maalesef bunu da söyleyeyim bu İlahiyat Fakültelerini ne kadar FETÖ’cü varsa dolduruldu bakın. Kriter olarak da en muhafazakar en dogmatik en skolastik insanların yerleştirilmesine özen gösterildi. Bunları biz yaşadık. Bunları söylediğimiz için biz linç edildik. Dolayısı ile bugün İlahiyat Fakülteleri’nin de durumu çok iç açıcı değil. Hele dünya kriterleri açısından bakıldığında İlahiyat Fakülteleri daha da çıtayı yükselteceğine dünya ile rekabet edebilecek bir noktaya gelmek yerine tam tersine İslam ülkelerindeki birçok muadi kurumlarla dahi rekabet edemeyecek durumda. O yüzden Türkiye’de bence toplumsal uzlaşmanın sağlanmasından sonra -ki bu çok zor görünüyor şu anda- din konusunu bir, siyaset konusu olmaktan çıkarılması lazım. İki, gerilim ve tartışma konusu olmaktan çıkarılması lazım. Üç, kutuplaşma konusu olmaktan çıkarılması lazım. Dört, nefret söylemine alet edilmekten çıkarılması lazım. Beş, -ki bugünün konusu o- İslam’ı on beş ya da on beş demeyelim Orta Çağ şartlarında öğretilen yorumlara mahkum etmekten kurtarmak lazım. Tekrar söylüyorum: Bu yorumlar içerisinde bugün de hala tazeliğini doğruluğunu koruyanlar zaten sürdürülüyor. Ama bugün artık herhangi bir biçimde karşılığı kalmamış yorumları hala din zannedip Kur’an ve sünnete de taban tabana zıt olmasına rağmen din diye insanlara dayatmanın -ki bunu diyanet de yapıyor diğer kesimler de yapıyor- Bence Türkiye’nin dini alanda önünü tıkamaktan, karartmaktan başka bir sonuç yok. Sonuçta söylenecek şey şu: Türkiye’nin geleneğini, İslam geleneğini eleştirel bir gözle, aydınlanmacı bir gözle tekrar okuması lazım bu yönde yapılmış aslında yüz yıldan beri çabalar var. Belki vaktimiz varsa onun hakkında da bilgi verebilirim. Aslında bu konuda umutsuz değiliz. İslam dünyasının modern dünyanın meydan okumalarının tamamına cevap verebilecek yanıt potansiyelleri var şu anda.

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin açıklamasında “Selefi anlayıştan beslendikleri anlaşılan ve kendi göreceli fikirleri tekfirce bir söylemle” diye devam eden bir açıklaması Sizce Selefilik anlayışının bunlara sebep olması açıklaması durumu yeterince açıklıyor mu?

 Kırbaşoğlu: Yeterince açıklamıyor çünkü Selefilik aslında çok yanlış bir şey değil. Nedir Selefilik? Kur’an ve sünnete peygamber ve sahabe döneminin o idealizmine dönelim. Şimdi bu hedef olarak sağlıklı zaten son yüzyılda Mehmet Akifler, Nurettin Topçular, Ahmet Hamdi Aksakiler, İzmirli İsmail Hakkı’lar Diyanet’in ilk yayınlarına bakın hepsi Kur’an sünnet dönüş çağrısı yaparlar. Fakat burada problem Fazlur Rahman özellikle bu konuda bu muhafazakar kesimlerin maalesef ötekileştirmeye Fazlur Rahman aynen şunu der: Kur’an ve Sünnete dönüş çağrısı gayet sağlıklıdır. Çünkü mantıken diyelim kurucu metni öbürü de o kurucu metnini ilk pilot uygulamasıdır Ama önemli olan 21. Yüzyılda bu Kur’an ve Sünnete nasıl dönülecek. Selefi dediğimiz yani bunlar -ki bugünkü popüler İslam ve bu hoca dediğimiz insanların sıkıntıları da oradan kaynaklanıyor- Kur’an ve sünnete nasıl dönüleceği konusunda hiçbir metodolojileri yok. Tamamen Kur’an’dan istediği ayeti Hasan Hanefi’nin dediği gibi bir süpermarkete gelip raftan istediği malı alırcasına giriyor istediği ayeti seçiyor keyfi olarak. Yine keyfi olarak istediği bilgiyi seçiyor tamamen atomcu, parçacı ve dış anlamıyla peygamber şöyle yapmış ben de öyle yapayım. Ya kardeşim peygamberimiz yapmış da peygamberin o yaptığı bizi bağlayıcı mı? Peygamber onu peygamber olarak mı yapmış, Müslümanlar da benim peşimden gelsin bana uysun diye mi yapmış, yoksa başka bir amaçla mı yapmış? Aslında bunlarla ilgili ortaçağda usul fıkıh uleması gerçekten inanılmaz son derece sofistike bir sistem geliştirmiş. Fakat bugün İlahiyat Fakültelerinde de sivil toplum kesimlerinde de bu usul fıkıh geleneğinden insanlar uzaklaştığı için yanlışlar yapılıyor. Bakın basit bir örnek vereyim bütün izleyicilerimiz okuyabilir. Tahir Ibn Ashur’un Tunuslu meşhur çağdaş, alim İslam Hukuk Felsefesi kitabına bakın. Peygamberin yapıp etmelerini 12-13 başlık altında sıralar ve bunlar içerisinde sadece belli yarısı Müslümanlar için bağlayıcıdır. Ama kalan yarsının hiç bir bağlayıcılığı yoktur. Çünkü onu peygamberimiz peygamber olarak değil insan olarak yapmıştır, devlet başkanı olarak yapmıştır, tavsiye niteliğinde yapmıştır. Bunlar asırlardan beri anlatıldığı halde okuma kültürümüz olmadığı için bu bakış açısı Diyanet’e egemen olmadığı için, sivil topluma egemen olmadığı için, hatta ilahiyatlara egemen olmadığı için maalesef bire bir peygamberi robot gibi taklit etmenin peygamberin yolundan gitmek olduğu zannediliyor. Kur’an’ı Kerim’i atomcu ve literalist dış anlamıyla almak sorunlu. Ne diyor ” kafirleri öldürün” diyor. Ya kardeşim orada bahsettiği bağlamına baktığın zaman Müslümanlara saldıran kafirler var orada. Ama aynı Kur’an başka yerde sizi yurtlarınızdan çıkarmayan ve sizi öldürmeye kast etmeyen müşriklerle dostane ilişkiler kurabilirsiniz diyor. Hatta Hristiyanlardan bazılarına bunlar öyle güzel adamlardır ki diyor bazıları vardır borcunu emanetini başında dikilmedikçe sana vermez. Ama öyle Hıristiyanlar vardır Ehli Kitap ya da Yahudiler bunlar sana emanetini olduğu gibi verir, göklere çıkarıyor Kur’an ı Kerim. Dolayısıyla Kur’an ı Kerim’in ayetleri hadisleri tamamen bağlamsaldır. Belli bir olgu vardır bir olay vardır. Onun üzerine Müslümanlara saldırgan bir tavır takınanlara karşı savunun der. Ama sizi yurdunuzdan çıkarmıyorsa, size düşmanlık etmiyorsa. Her kafiri öldürmek gerekseydi bu hocaların dediği gibi. Peygamberimiz ilk Medine Devleti’ni, site devletini Yahudilerle beraber kurdu. Hatta Medine Sözleşmesi’nde bunu özellikle söylemekte yarar var. Müslümanlar kendi peygamberlerinin yaptığı sözleşmeden de habersiz. Orada 21. madde yanlış hatırlamıyorsam. Yani Beni Avf kabilesinin Yahudileri Müminlerle tek bir ümmettir diyor bakın. Eğer dediğiniz gibi olsa peygamberin bunlar öldürmesi lazım. O yüzden ben dikkat ederseniz yazdığım kitabın başlığı bunu kast ediyor. “Destursuz Çağa Girenler” Müslümanlar 21.yüzyıla Müslüman olarak bu değerlerle nasıl gireceğini bilemiyorlar. Çünkü önce çağı tanımıyorlar. Problem oldukça derin. Ama tekrar söylüyorum. İstenirse toplumsal uzlaşma sağlanırsa burada sadece Müslümanlar değil. Çünkü İslam konusunda herkesin söz etme hakkı vardır. Bu konuda eğer toplumsal uzlaşma sağlanırsa kurumlar arası koordinasyon sağlanırsa Türkiye’de din bir istismar aracı olmaktan, rant aracı olmaktan çıkarılırsa eleştirel düşüncenin, özgürlükçü düşüncenin, yaratıcı düşüncenin bu alana girmesine müsaade edilirse ve bu bakış açısı eğitime de yansıtılırsa fazla değil bakın 10 sene içerisinde Türkiye’yi tanınmayacak hale getirmek mümkün.

 Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu çok teşekkürler.

 Kırbaşoğlu: Rica ederim.

 Çok güzel şeyler söylediniz. Umarız mesajlarınız yerinize ulaşmıştır. Çok sağolun teşekkür ederiz tekrar.

 Kırbaşoğlu: Siz de sağ olun yayınınızdan dolayı.

 Medyascope TV özel yayınında Prof. Dr. Hayri Kırbaşoğlu ile Türkiye dindarlığının güncel sorunlarını konuştuk. Bir sonraki özel yayında görüşmek üzere. Hoş çakalın.

 

 

 

 

 

 

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.