Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dünyanın Gidişi (3): Cemal Kaşıkçı olayı

Merhaba,

Suudi Arabistanlı gazeteci Cemal Kaşıkçı’dan 2 Ekim’den bu yana haber alınamıyor. En son 2 Ekim günü Suudi Arabistan’ın Istanbul konsolosluğuna girerken görüldüğü söylüyor. Türk yetkililer tarafından gayri resmi kanallarla yapılan son açıklamalarda Kaşıkçı’nın burada, konsolosluk içinde önceden planlanmış bir cinayete kurban gittiği söylendi. Yani Suudi Arabistan yönetimine çok ciddi bir suçlama yöneltildi.

Ama resmi bir suçlama değildi. İddiayı medyaya sızdıran polis yetkilileri isimlerini vermediler. İsim vererek konuşan kişi ise ise, resmi görevde bulunan biri değil, Türk Arap Medya Medya Derneği Başkanı. Bunu akılda tutmakta yarar var. Resmi ağızdan söylenen Cemal Kaşıkçı’nın konsolosluğa girdiği ve sonrasında ortadan kaybolduğu. Gerçi kayıp vakalarında zaman kurbanın aleyhine iler ama yine de hala hayatta olduğunu düşünmek için sebebimiz var. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan dün yaptığı açıklamada şöyle söyledi:

“Benim beklentim hala iyi niyetli inşallah. Cemal Bey benim eskiden tanıdığım bir arkadaşım. Diyorum ki o arzu etmediğimiz durumla karşı karşıya kalmayız. Ben de bu işin takibindeyim. Buradan çıkacak sonuç neyse bunu bildireceğiz. Büyükelçilik ve havalimanından giriş çıkışlar takipte. Bunun kontrolü emniyetimizde.” Takip edilen de olay günü Suudi Arabistan’dan 15 kişilik bir ekibin 2 Ekim günü İstanbul’a konsolosluğa gelip sonra geri döndüğü iddiası.

Suudi rejimi ise Cemal Kaşıkçı’nın kaybolmasıyla ilgimiz yok diyor. Ama aksini ispat edecek bir kanıt da sunabilmiş değiller.

Bu arada İstanbul savcılığı olayla ilgili soruşturma başlattı. Suudi Arabistan’dan da olayı soruşturmak üzere Türkiye’ye yetkililer geldi. Son haber ise Türkiye’nin Suudi Arabistan’dan konsoloslukta arama yapmak için izin istediği.

Sonuç olarak Kaşıkçı’nın akibetini şu aşamada bilmiyoruz.

Ama böyle şaibeli durumlarda, hele de olayın zanlıları, muhatapları devletler ise, dezenformasyonun devrede olduğundan emin olabiliriz.

Cinayet işlendi mi bilmiyoruz, umarız Cemal Kaşıkçı hayattadır

ama eğer cinayet işlendi ise, biz maalesef gazeteci cinayetleri konusunda deneyimli bir ülke olarak şunu biliyoruz ki, gerçeği öğrenmek kolay olmayacaktır. Başına ne geldi acaba?

Şöyle düşünün 100 senede 100’den fazla gazeteci öldürüldü bu ülkede, kaçının bırakın azmettiricisini faili bulunabildi?

Tabiî bunu gerçeğin peşini bırakalım diye söylemiyorum.

Şu ana kadar bildiklerimizle olayı bağlamına oturtarak anlamaya, sorular sorarak sis perdesini aralamaya çalışabilir; nedenleri ile olası sonuçları konusunda kafa yorabiliriz.

Bilakis bu şekilde dezenformasyona direncimiz de artacaktır.

Yeter ki sadece kanaatlerimizi doğrulayan enformasyonun alıcısı olmayalım. Bu yayında bunu yapmaya çalışacağız.

Temel sorularla başlayabiliriz. Cemal Kaşıkçı kim?

Cemal Kaşıkçı 59 yaşında, 30 küsur yıldır da gazetecilik yapıyor. Ama Suudi rejimin doğası gereği, orada gazetecilik demek devlet için çalışmak demek. Nitekim Kaşıkçı, ülkenin 20 yıl boyunca İstihbarat Servisine başkanlık etmiş olan Prens Türki el Faysal’a ve mesela ülkesinin İngiltere Büyükelçisine falan basın danışmanlığı da yapmış biri.

Yine de ülkesinin koşullarına göre, dönem dönem bir takım eleştirileri dile getirmeyi göze almış. Bazı bedeller de ödemiş bundan dolayı, ama benim anladığım bu eleştirilerini bir yıl öncesine kadar belli dengeleri gözeterek yapmış.

Sonuçta, evet, Suudi Arabistan bir krallık, kralın dediği dedik astığı astık ama hanedan içinde farklı çıkar gruplarını temsil edenler var, görüş ayrılıkları var, iktidar savaşları var. Kimi zaman sert geçiyor bu savaşlar, kimi zaman uzlaşma ile çözülüyor sorunlar. Yani orada da iktidar bir denge tutturma işi. Ama denge epey kalabalık olan haneden içinde aranıyor. Tebaya fikri sorulmuyor.

Arap isyanlarını bir milat sayarsak, 2011’den bu yana iç ve dış koşullar Suudi Arabistan’a ekonomiden sosyal yaşama her alanda değişimi dayatmış durumda.

Nitekim Cemal Kaşıkçı da 2011’de mesela, parlamenter sisteme geçme gerekliliğinden bahsediyor. Ama yanlış anlaşılmasın monarşiden vazgeçmiyor.

Fakat Cemal kaşıkçı’nın asıl kopuşu, bir anlamda denge gözetmeden direkt muhalefete geçişi, benim anlayabildiğim kadarıyla, ki az sonra alıntılayacağım, kendisi de yazmış, Haziran 2017’de genç Prens Muhammed Bin Salman’ın tüm teamülleri yıkarak ve bu anlamda az önce bahsettiğim dengeleri alt üst ederek resmen Veliaht ilan edilmesinden sonra olmuş.

Muhammed Bin Salman’ın iktidara yürüyüşü emsalsiz. 2015’te babası Kralı Salman bin Abdülaziz el Suud’un tahta geçmesiyle başlıyor. Kral, üvey kardeşi yerine yeğeni Muhammed bin Nayif’i bir numaralı veliaht, o zaman 30 yaşında olan oğlu Salman’ı da onun bir gerisine savunma bakanı, başbakan yardımcısı ve yardımcı veliaht atıyor. Salman’ın ilk işi Yemen’deki içsavaşa müdahil olmak oluyor.

Cemal Kaşıkçı’nın Washington Post’taki son yazısı da işte bu savaşın Suudi Arabistan’a maliyeti ve baş düşman olarak görülen İran’a nasıl yaradığı üzerine. Siyasi çözüm bulunmasını öneriyor Cemal Kaşıkçı. Veliaht prensin insani bir felakete yol açan bu icraatıyla, ahlaken Suriye lideri Beşar Esad’dan ya da İranlılardan farkı olmadığını savunuyor. Ki bu ağır eleştirinin benzerini haneden içinde kralın üvey kardeşi Prens Ahmed de Eylül başında dile getirmişti.

Cemal Kaşıkçı’yı ülkesini terk etmeye zorlayan koşullara dönersek: 2017 Haziran’ında 1 Numaralı veliaht prens, kenara itiliyor, hatta ev hapsine alındığı iddiaları var ve Muhammed Bin Salman veliaht ve dolayısıyla başbakan ilan ediliyor. Cemal Kaşıkçı da üç ay sonra, o yaz sonunda tutuklanacağı endişesiyle ülkesini terk ediyor ve ABD’ye yerleşiyor.  Bakın Eylül 2017’de Washington Post’taki ilk köşe yazısında neler söylemiş:

“Genç veliaht prens iktidara geldiğinde sosyal ve ekonomik reform vaat etti, daha açık, daha hoşgörülü bir ülke, kadınlara araba kullanma yasağı gibi ilerlemeye engel sorunları çözmeyi vaat etti. Ama bu son tutuklama dalgasına bakınca, hedef alınanların yönetimden farklı fikir beyan etme cesareti gösterenler olduğunu görüyorum. Yıllar önce arkadaşlarım tutuklanırken susmuştum. İşimi ve özgürlüğümü kaybetmek istememiştim. Ailem için endişeleniyordum. Ama şimdi farklı bir seçim yaptım. Evimi, ailemi, işimi bıraktım ve sesimi yükseltiyorum. Bunu yapmamak hapishanelerdekilere ihanet etmek olurdu.”

Cemal Kaşıkçı tutuklananlar arasında arkadaşları olduğunu da söylüyor ama isim vermiyor. Fakat bakıyoruz o ilk tutuklama dalgasındaki isimlere, bir takım din adamları ve kanaat önderleri olduğunu görüyoruz. Mesela şu anda içlerinden ikisi için idam cezası isteniyor. Biri Riyad’ın Birleşik Arap Emirlikleri ile birlikte Katar’la ilişkileri koparmasına itiraz eden Şeyh Salman el-Awda, diğeri de Suudi Arabistan’ın Bin Salman’la başlayan israil’le barışma ya da işbirliği yapma sürecini “ihanet” olatak niteleyen Sefer el-Hawali.

Cemal Kaşıkçı, bir ay sonra ise, yine Washington Post’taki köşesinde, Veliaht Prensin yolsuzlukla mücadele adı altında hanedana mensup bazı prensleri tutuklamasını eleştiriyor ve bu kez aralarında yer alan arkadaşlarından birinin ismini de veriyor: Eski işvereni işadamı Prens Velid Bin Tellal.  Hatırlayacaksınız, bu prensler yolsuzluk suçlaması ile -hapishaneye değil- Riyad’daki Ritz Karlton oteline kapatılmışlardı. İşte bu yazısında Cemal Kaşıkçı Prens Bin Salman’ın ülke yönetimini tümüyle kontrolüne almak için bir tasfiyeye giriştiğini yazıyor. Çünkü bu tutuklamaların hemen akabinde ordu, güvenlik bürokrasisi ve kabinede değişime gitmişti Veliaht Prens ve Cemal Kaşıkçı diyor ki yazısında, “bunu teamüllere uygun şekilde Kraliyet ailesinin diğer mensupları ile uzlaşarak ve iktidarını paylaşarak yapmadı… Gücü tek elde toplamaya çalışıyor.” Ve zaten başlığa da çıkarmış Cemal Kaşıkçı, Veliaht Prens’i Rusya Lideri Vladimir Putin’e benzetiyor.

Cemal Kaşıkçı’nın İran konusundaki yaklaşımı da ilginç, Carnagie uluslararası barış vakfının bir toplantısında ABD Ortadoğu’da İran’ın nüfuzunu kırabilir mi sorusuna yanıt verirken, bunun ancak demokrasi ve hukukun üstünlüğünü yayarak yapması halinde mümkün olacağını söylüyor. Yani ABD’nin bunu Suriye’de ve Yemen’de demokratik parlamenter sistemlere evrilecek yapıları destekleyerek yapabileceğini söylüyor. Bu sayede İran’a karşı askeri seçeneğe başvurulmasına gerek kalmayacağını savunuyor. Oysa Veliaht Prens’in İsrail’le birlikte ABD’yi İran’a ekonomik savaştan öte askeri müdahale için ikna etme çabasın içinde olduğunu biliyoruz.

Bir de geçen yaz Prens Salman’ın genç ve reformcu bir lider olarak Amerikalıların kalplerini ve zihinlerini kazanmak için çıktığı bir ABD seyahati vardı. Amerikan Yönetimin Trump’tan başlayarak bütün üst düzey isimleri, ülkenin en ünlü işadamları ve yatırımcılarla görüşmüş, Silicon Vadisinde, MIT’te, Harvard’da ağırlanmıştı. Amerikan medyasının yıldızı oluvermişti ve kaderin cilvesi, Cemal Kaşıkçı’nın yazdığı Washington Post’un da sahibi olan, Amazon’un kurucusu “hayırsever işadamı” diye anılan Jeff Bezos ile başbaşa kahkahalar atarken fotoğrafları da var Prensin.

Bu ABD gezisi sırasında da Kaşıkçı’nın sözünü esirgemediğinden emin olabilirsiniz. Yani Veliaht Prensin ABD’de yaratmak istediği imajı, -Başkan Trump pek beğenmiyor ama- ülkenin en saygın gazetelerinden birinde Washington Post’ta sarsıyordu Kaşıkçı.

Dolayısıyla evet Riyad’ın susmasını isteyecebileceği bir gazeteci Cemal Kaşıkçı.

Veliaht Prensin en ufak eleştiriye tahammülü olmadığı biliniyor.

Kralın meşruiyetini haneden içindeki dengelerin korunmasına bağlı olduğundan bahsetmiştik: Muhammed Bin Salman ise zaten iktidara bu dengeleri bozarak geliyor ve şu ana kadarki icraatına bakarsak bu dengeyi lehine çevirmek için uzlaşmaya çalışmak yerine muhaliflerini bertaraf ederek sağlamaya çalışıyor gibi. Ve eğer iş Cemal Kaşıkçı’yı, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın arkadaşım dediği bu gazeteciyi, -Katar krizinden sonra iyiden iyiye gerilmiş olan ilişkileri de hesaba katın lütfen- büyük bir pervasızlıkla İstanbul’da konsoloslukta öldürtmeye vardıysa çok vahim bir noktadayız demektir.

Sonuçta ama bir yandan da bu tür pervasızlıkların, zorbalıkların hesabı sorulmadığı/sorulmak istenmediği ya da sorulamadığı bir dönemdeyiz. Yapanın yanına kâr kaldığı bir dönemdeyiz. Birtakım başka örnekler de sıralanabilir ama Lübnan Başbakanı Hariri’nin geçen yıl Kasım ayında Riyad’da rehin alınıp istifaya zorlandığı çok tuhaf fiyasko bir durumun yaşandığını hatırlatmakla yetineyim. Ve buradan da anlaşıldı ki, Suudi Arabistan’ın diplomatic teamüllere uymak gibi bir kaygısı yok.

Bu arada Veliaht Prens Muhammed bin Salman Bloomerg ile söyleşisinde Kaşıkçı olayına atıfla muhaliflere yönelik baskılarının sorulması üzerine, “yaklaşık 1500 kişinin tutuklanmasının aşırılıkçılığa karşı ödenen küçük bir bedel” olduğunu ve “Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişiminden sonra tutuklananların yanında küçük bir sayı” olduğunu söylemesi, Türkiye’nin tepkisini çok ciddiye almamış olabileceğine işaret ediyor. İşin ilginç yanı, Türkiye’nin verdiği tepkiyi de Batı basını, şöyle değerlendirdi: Türkiye dünyada hapishanelerinde en çok gazeteci bulunduran ülkesi ve ironik bir şimdi kendi topraklarında öldürülen bir gazeteciye sahip çıkıyor.

2013’ten itibaren bir dizi suikastle Kremlin muhalifi Çeçenler öldürüldü Türkiye’de ve bu cinayetlerin Rus ajanlarca işlendiğine dair ciddi iddialar var. Hatta habertürk, İngiltere’nin eski ajan Skripal’i zehirlemekle suçladığı Rus ajanlardan birinin Türkiye’deki bir Çeçen komutan cinayetinin zanlısı olduğunu yazdı haftasonunda. Türkiye’de Suudi Arabistan’dan Mısır’dan Türkiye’nin rejimleriyle ilişkilerinin kötü olduğu Arap ülkelerinden çok sayıda muhalif var şu anda. Güvende olmadıkları mesajı verilmek istendi diye düşünülebilir. Nitekim Uluslararası İnsan Hakları İzleme Örgütü Ortadoğu direktörü Sarah Leah Whitson’ın yorumu, Suudi rejiminin muhaliflerine hiçbir yasa, hukuk kurulu ya da ülke tarafından korunamayacakları mesajını vermek istediği şeklinde. Hem muhaliflere hem de onlara kucak açan Türkiye’ye yönelik bir mesaj…

Cemal Kaşıkçı olayının Suudi Arabistan’ın imajını zedelemek amacıyla “istihbarat servislerinin tezgahı” olduğunu söyleyenler de var. Suudi Arabistan’ın Lübnan’daki diplomatik temsilcisi örneğin.  Nitekim Suudi medyasında işin arkasında Katar ve Türkiye istihbaratlarının olduğu yazılıp çiziliyor. Mesela cinayeti “Müslüman Kardeşler suikast timi” işledi anlamında bir haştaq 2,5 milyon kez paylaşılmış twitterda.

Doğrusu Veliaht Prens Bin Salman’ın “dizginlenmesi” ile sonuçlanırsa bu vahim olayın, Türkiye ve Katar’ı memnun edeceği -hatta iki hafta önce Ahvaz kentindeki saldırıdan Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’ni sorumlu tutan İran’ı da aralarına ekleyebiliriz- söylenebilir de. Ama bu tür iddiaları destekleyecek veri yok. Şu aşamada başta söz ettiğim dezanformasyona hizmet ediyorlar. Bu iddialara şu da eklenebilir. Salman’ın iktidarını sarsmak, imajını zedelemek pekala hanedan içindeki rakiplerini de işine gelir. Ama elimizde somut veri yok. Bu arada Türkiye de henüz somut bilgi paylaşmadı, Suudi Arabistan da aksini ispatlamış değil. Bu arada Uluslararası İnsan Hakları Soruşturma Örgütü, Cemal Kaşıkçı’nın kaybolması olayının ne Türkiye ne Suudi Arabistan, bağımısız kişilerce yapılmasını istedi.

Cemal kaşıkçı’nın kasten değil, sorgu sırasında –işkencede- kazayla ölmüş olması da olası.

Bir de tabii ümit ettiğimiz gibi hayatta olması ihtimali var: İlginç bir vaka yaşandı bu minvalde. İnterpolün başkanı Çinli Meng Hongwei bir haftadır kayıptı. O da Çin’e gidiyorum diyerek evden çıkmış ve kayıplara karışmıştı. Bir hafta sonra Çin’den açıklama geldi. Burada gözaltında, bir soruşturma kapsamında sorguluyoruz diye. Sonra o da görevinden istifa etmek zorunda kaldı. Cemal Kaşıkçı’nın da sağ salim ortaya çıkması, yahut bir yerlerde alıkonulduğunun duyurulması mümkün.

Herhalükarda Cemal Kaşıkçı’nın kaybolmasının Veliaht Prens’in özellikle Batı’da yaratmaya çalıştığı imajına ağır darbe vurduğunu söylemek mümkün. Nitekim Amerikan Kongresinde Demokratlar Suudi Arabistan’la ilişkilerin gözden geçirilmesi çağrısında bulunmaya başladılar.

Senato Dış İlişkiler Komitesi üyesi olan Demokrat senatör Chris Murphy örneğin, Twitter hesabından yaptığı açıklamada, “Suudilerin ABD’de yaşayan bir kişiyi konsolosluğa çekip öldürdüğü doğruysa, bu durum Suudi Arabistan ile ilişkilerimizde temel bir kopuş anlamına gelmelidir” diye açıklama yaptı. Amerikan basını ayrıca veliaht prensin son ABD seyahatinde etkileyip iş yapmak istediği yaptırımcıların, cinayetin kanıtlanması halinde geri çekileceğini yazıyor. Veliaht Prensin ABD medyasındaki en büyük destekçileri David İgnaitius, Thomas Friedman gibi isimler bile bu olay karşısında sessiz kalamadılar. Bir meslektaşımın, Yaşar Taşkın Koç’un cumartesi günü Cemal kaşıkçı olayıyla ilgili sosyal medyada paylaştığı gibi ve onun ifadesi ile: 20. yüzyılda kazanılmış, yazılı ya da yazısız kural haline gelmiş bir çok şeyin, bir çok değerin geri alındığı, yok sayıldığı bir yüzyıla girdik…

Sessiz kalmamak lazım.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.