Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Dünyanın Gidişi (8): ABD’nin İran yaptırımları

 

ABD Başkanı Donald Trump bundan 6 ay önce, 8 Mayıs’ta İran ile 2015 yılında Çin, Almanya, Fransa, Rusya ve İngiltere ile hep birlikte vardıkları nükleer anlaşmadan çekildiklerini duyurmuş, üstüne de İran’a yönelik yaptırımların yeniden yürürlüğe sokulacağını belirtmişti.

Dediğini yaptı Trump; Ağustos’ta İran’ın Amerikan Doları satın almasını, altın gibi değerli madenlerle ticaret yapmasını engelleyen, ayrıca çelik, kömür, alüminyum, otomotiv ve sivil havacılık sektörünü kapsayan birinci tur yaptırımlar devreye girdi.

5 Kasım Pazartesi günü itibariyle de İran’ın petrol satışlarının yanı sıra, liman işletmelerini, gemicilik şirketlerini ve İran’ın bankacılık kurumları ile küresel finans sistemine erişim mekanizmalarını hedef alan daha ağır ikinci tur yaptırımlar yürürlüğe girecek.

Halihazırda bütün dünya da zaten bunu konuşuyor. YaptırImlar etkili olacak mı, bizim gibi İran’la ticaret yapan, petrol alan ülkeler ne yapacak, ekonomi ne olacak, bu konularda pek çok haber var gündemde.

Peki…

İyi ama ABD neden çekildi bu anlaşmadan ve İran’a neden yaptırım uyguluyor? Ne bekliyor, ne umuyor? Bu sorular geride kalmış görünse de bundan sonra olacaklara ilişkin fikir yürütmek bakımından üzerine gidilmesinde yarar var. Ben de bugün Washington yönetiminin bu sorulara verdiği yanıtları sorgulayalım, nedir amaçlanan anlamaya çalışalım istiyorum.

Başkan Trump 8 Mayıs’taki konuşmasında hiçbir kanıt sunma zahmetine girmeden, nükleer anlaşmanın yürürlüğe girdiği 2015’ten bu yana İran’ın –kendi ifadesiyle- gayet “pişkin” bir şekilde nükleer silah programına devam ettiğini ileri sürmüştü.

Oysa anlaşmanın şartlarının yerine getirilip getirilmediğini denetlemekle sorumlu Birleşmiş Milletler’e bağlı Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı, Tahran’ın kendine düşeni yaptığını bildiriyor raporlarında. Sadece İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, o da somut delil göstermeksizin, İran’ı nükleer silah peşinde koşmakla suçluyor.

Şöyle demişti Trump 8 Mayıs’ta: “Yaptığım istişareler sonucunda bu çürümüş, kokuşmuş berbat anlaşma ile İran’ın nükleer bomba yapmasına engel olamayacağımıza kanaat getirdim.”

Bakalım peki bu çürük denen anlaşmaya:

2015’te varılan nükleer anlaşma uyarınca İran sadece sivil amaçlı kullanıma yetecek kadar uranyum zenginleştirmeyi ve askeri üslerini Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimlerine izne tabi olmak koşuluyla açmayı kabul etmişti. Bunun karşılığında da İran’a 2010’dan beri uygulanan petrol, doğalgaz, finans, havacılık ve deniz taşımacılığı alanlarındaki uluslararası yaptırımlar kalkacak, İran yurt dışındaki milyarlarca dolarlık varlığına erişebilecekti.

Kısmen bunlar oldu da. Nitekim ABD dışında anlaşmaya taraf olan BMGK’nin veto yetkisi bulunan diğer dört daimi üyesi ile Almanya, ABD’ye rağmen hala bu anlaşmaya bağlılık vaadediyorlar.

Trump’ın nükleer anlaşmayı heba edip, yaptırım açıklamasından yaklaşık iki hafta sonra, 21 Mayıs’ta da ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo Washington’da, New Heritage Foundation adlı düşünce kuruluşunda bir konuşma yaptı ve Trump yönetiminin İran politikasına açıklık getirdi.

Pompeo söz konusu nükleer anlaşmanın kendi ifadesiyle “Amerikan halkını İran İslam Cumhuriyeti liderliğinin yol açtığı risklerden koruyamadığını” ileri sürdü.

Buradaki liderlik vurgusuna dikkat. Pompeo rejim ile halk arasında ayrım gözetmeye özen gösteriyor. Nitekim Başkan Trump da yaptırımları açıklarken hedefin rejim olduğunu söyleyip, İran halkınınsa yanında olduklarını söylemişti.

Pompeo ABD’nin şerrinden kurtulmak için Tahran’ın neler yapması gerektiğini de 12 maddelik bir liste halinde sıraladı.

Söz konusu listeyi, ABD’nin Türkiye Büyükelçiliği de Twitter hesabından son 10 gündür, her güne bir talep şeklinde paylaşıyor. Pazar günü sanırım son paylaşımı yapacaklar. Onların da Türkçe paylaşımlarında “rejim vurgusu” yaptıklarını hatırlatalım.

Buyrun bakalım neler istiyor ABD Tahran’dan:

İlk dört talep nükleer programla ilgili;

1-İran nükleer programının geçmişteki askeri boyutlarını tüm detayları ile Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na bildirmeli ve bu tür faaliyetlerini tamamen sona erdirmeli.

Atom enerjisi kurumu zaten “bu faaliyetler durdu”, diyor.

2-İran uranyum zenginleştirmeyi bırakmalı, plütonyum ön işleme işine girmemeli, ağır su reaktörünü de kapatmalı.

Bu talep ise, İran sivil amaçlı, barışçıl olan nükleer programına da son versin demek. En iyi ihtimalle nükleer enerjiyi örneğin Türkiye’nin yaptığı gibi gidip başkasından almaları demek. Neden ki?

3-İran Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’na ülkedeki tüm tesislere koşulsuz girme izni vermeli.

Bu talebin gerisinde de örtük bir suçlama var. Sanki İran izin vermiyormuş gibi. Şüpheli nükleer etkinlik olduğu düşünülen üslere giriş, anlaşmaya taraf diğer devletlerin en önemli taleplerindendi. Tahran ise, bu denetimlerin İran’ın askeri sırlarını ifşa edecek casusluk faaliyetlerine dönüşmesi endişesi taşıyordu. 2015 tarihli anlaşmayla BM’ye kapsamlı denetim izni verildi ancak İran’ın giriş izni taleplerine itiraz hakkı da saklı tutuldu. ABD geçen yıl Parçin’deki askeri üste denetim yapılmasını istemişti. Atom Enerjisi Kurumu denetçileri, şüpheli faaliyet olduğuna dair makul şüphe bulunmadığı gerekçesiyle denetime gerek duymadı.

4-Talebi ABD Büyükelçiliği’nin Twitter paylaşımında kullandığı çevirisiyle aktarayım: İran rejimi, balistik füzelerini yaygınlaştırmaya son vermeli, nükleer kabiliyete sahip füze sistemlerini daha fazla kullanma ve geliştirme faaliyetlerini durdurmalıdır.

Elbette İran bunları yapsa çok iyi olur , hatta mesela İsrail de yapsa bölge için çok daha iyi olur. Bu talebi dile getiren ABD’nin kendisi de yapsa, Çin ve Rusya’yı da yanına alsa daha da daha da iyi olur. Haksız mıyım?

5- Talep olarak dile getirilen şu: İran rejimi, herbiri dayanaksız suçlamalarla tutuklanmış olan tüm ABD vatandaşları ile müttefiklerimizin vatandaşlarını serbest bırakmalıdır.

ABD’nin bu konuda çifte standartlı olmadığını söyleyebiliriz, bir tutarlılık var: Hatırlayacaksınız Rahip Brunson’ın da serbest bırakılması için Türkiye’ye yaptırım uygulamıştı.

ABD’nin bundan sonraki talepleri ise İran’ın bölgesel nüfuzunu, ittifak ilişkilerini hedef alıyor:

6- İran rejimi, Lübnanlı Hizbullah, Hamas ve Filistin İslami Cihad da dahil olmak üzere Orta Doğu’daki terörist gruplara desteğini sona erdirmelidir.

7-Irak hükümetinin egemenliğine saygı göstermeli ve Şii milislerin silah bırakması, terhisi ve yeniden entegre olmasına izin vermelidir;

8- Suriye’den tüm güçlerini çekmelidir,

9- İran Devrim Muhafızları’na bağlı Kudüs Gücü dünyanın dört bir yanındaki faaliyetlerine son vermelidir.

10- Talep olarak, İran rejimi Husi milislerine askeri desteğini sona erdirmeli ve Yemen’de barışçıl bir siyasi uzlaşma doğrultusunda çalışmalıdır, deniyor.

11- Tahran Afganistan’da Taliban ve diğer terör gruplarını desteklemekle, El Kaide liderlerine yataklık etmekle itham ediliyor ve bunlara son vermesi isteniyor.

12-Son olarak da İran’a, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirliklerine karşı saldırgan tavırlarından vazgeç, Hürmüz Boğazı’nı kapatmak gibi tehditlerde bulunma, siber saldırılara falan da kalkışma deniyor…

Dışişleri Bakanı Pompeo işte bu uzun listenin ABD’nin yeni İran stratejisi olduğunu söylemişti ve “Bu stratejinin ne kadar süreceğine dair takvim veremem. Nihayetinde İran liderliğiyle ilgili tercihini İran halkı, yapacaktır. Çabuk karar verirlerse şahane olur. Öyle yapmazlarsa bugün ortaya koyduğum sonuçları elde edene dek tüm sertliğimizle devam ettiririz” dedi.

Takip edebildiğim kadarıyla çok sayıda Amerikalı ve İngiliz yorumcu, bu konuşmayı ve sıralanan talepleri, İran’a yönelik bir askeri müdahalenin hatta Amerikan destekli bir rejim değişikliği hazırlığının işareti olarak değerlendirdi.

Amerika bunu İran’a daha önce yaptı da. Bundan 65 yıl önce… Amerikan Merkezi Haberalma Teşkilatı CIA, İngiliz istihbarat örgütü MI6’in de desteği ile Muhammed Musaddık iktidarının devrilmesini örgütledi.

ABD’nin 5 yıl önce kamuya açtığı Ulusal Güvelik Arşivlerinde yer alan belgelerden birinde, açıkça “İran’daki 1953 tarihli askeri darbe ABD dış siyasetinin bir parçası olarak, CIA yönetiminde gerçekleştirildi” deniyor.

İranlılar 1951’de Muhammed Musaddık’ı seçimle işbaşına getirmiş, Musaddık da ülkedeki petrol işletmelerini kamulaştırma yoluna gitmişti. İran’ın petrol üretimi öncesinde bir İngiltere-İran ortaklığı olan sonradan British Petroleum’a (BP) dönüşecek. Anglo-Persian Oil Company’nin elindeydi. Kamulaştırma kararı üzerine, 1951’den 1953’e kadar ABD ve İngiltere Musaddık’ı koltuğundan al-aşağı etmek için İran’a ekonomik ambargo uyguladı, petrol sevkiyatını engellemek için limanları ablukaya aldı. Hatta Musaddık’ı BM’e ve Uluslararası Adalet Divanı’na da şikâyet ettiler. Sonuç alamayınca ve hem İngiltere’de hem de ABD’de muhafazakar liderlerin, Churchil ve Eisenhower’ında iktidara gelmesiyle sonunda darbe planı yürürlüğe girdi.

19 Ağustos 1953’te seçilmiş Başbakan Musaddık bir grup ordu mensubunca devrildi yerine de, Washington ile Londra muhibbi Şah Rıza Pehlevi getirildi.

1979’daki İran İslam Devrimi’nin müsebbibi olarak işte bu müdahaleye işaret eden çok sayıda tarihçi ve gazeteci var bugün. Ünlü tarihçi Stephen Kinzer mesela, Şahın Bütün Adamları adlı kitabının önsözünde “ABD Musaddık’ı devirmek için ajanlarını göndermemiş olsa İran bugün belki de Ortadoğu’nun ilk demokratik devleti olacaktı”, der. Kinzer Musaddık’ın o yıllardaki ulusal egemenlik vurgusunun, İran’ın bugünkü liderleri tarafından Amerikan karşıtlığı şeklinde devam ettiğini de savunur. Ama Musaddık çoğulculuk sevdalısı laik ve liberal bir lider olduğu için, İslam devrimi ertesinde dini liderlerin onu kahraman olarak sahiplenmediğine de dikkat çekiyor Kinzer.

Bu tarihi parantezi kapatıp yeniden bugüne dönelim.

Trump yönetimi yeniden yaptırım uygulayınca bu kez İran ABD’yi Uluslararası Adalet Divanı’na şikayet etti. Dedi ki, ABD’nin nükleer anlaşmadan tek taraflı çekilip yaptırım uygulaması için, anlaşmayı ihlal ettiğimize dair somut kanıtı yok. Bu yaptığı iki ülkenin arasında varılan 1955 tarihli Dostluk anlaşmasına aykırı. Lahey’deki mahkeme de, İran’ın itiazını haklı bulup başvurusunu kabul etti ve nihai kararını verene kadar geçici bir tedbir olarak, Dostluk Anlaşması’nın ihlal olasılığına binaen yaptırımları kısmen dondurma kararı aldı.

Peki bunu üzerine ABD ne yaptı? Karara gerekçe gösterilen Dostluk Anlaşması’nı, biz değil asıl Tahran yönetimi yıllardır ihlal ediyordu, deyip,“bitmiştir, iptal ediyoruz, yok sayıyoruz,” deyiverdi.

Hiç de diyaloğu teşvik eden, sorunların müzakere ile çözülmesine dönük bir tavır gibi durmuyor değil mi? Zaten ABD yaptırımlara uluslararası desteği bile müzakere ile değil, zorla tehditle inşa etmeyi seçmiş görünüyor; değil mi ki yaptırımlara uymayacak olan ülkeleri de yaptırımla tehdit ettiler. Ama önceki programlarda değindim uluslararası direnç var, taviz vermek zorunda kalacaklar, ülkelere istisna uygulayacak gibi görünüyorlar.

ABD’nin İran’dan ne istediğini sıraladık. Bunlara yapmadığı için de yaptırımla cezalandırıyor. Peki… Fakat İran’ın 1979 İslam devriminden bu yana ABD’nin ve uluslararası toplumun yaptırımları ile sınamakta olan, yaptırım bağışığı bir ülke olduğu düşünülürse, şimdi “dize geleceklerini”, mesela liderlerinin tamam taleplerinizi yerine getiriyoruz diyeceğini düşünmek saflık olur.

Baştaki soruyu bir kez daha sorayım: ABD neden çekildi bu anlaşmadan ve İran’a neden yaptırım uyguluyor?

Pompeo’nun ima ettiği gibi, yeni strateji ile İran halkını rejime karşı harekete geçirmeyi umuyorlarsa -ki Washington’daki neo-konservatif düşünce kuruluşlarından Demokrasileri Koruma Vakfı’nın Ortadoğu uzmanı Amerikalı yazar Reuel Marc Gerecht, dolandırmadan söylemiş; “Trump yönetimi adını koymadan İran’da rejim değişikliği stratejisini yürürlüğe soktu” diyor- o zaman bu tür ultimatomlar vermek -tarihsel arka planından bahsettiğim Amerikan karşıtlığını- dolayısıyla rejimi güçlendirecektir. Ya da Financial Times gazetesinin görüş aldığı yoksulluk üzerine çalışan İranlı ekonomist Hüseyin Rahfar’ın söylediği üzere, “İran halkı siyasi nizamı değiştirmeye dönük protestoların kendilerine zarar vereceğine dair tarihsel bilince sahip. Yaptırımlar sonucunda devrim falan görmeyeceğiz. Yoksulluk ve sefaletin arttığını göreceğiz”.

ABD’nin İran’a dair hedefine ulaşmak için kullanabileceği bir başka seçenek daha geliyor akla: Rejim değişikliği için yine 65 yıl önce işe yaramış olan yöntemin bir benzeri denenebilir mi? Olur mu olur. Yanılmış olmayı umuyorum ama, bana kalırsa, deklare edilen strateji zaten zor kullanmadan önce peşrev çekmeye benziyor.

İran ile Obama yönetimi arasındaki nükleer müzakere sürecinde büyük katkıları bulunan, Ulusal İran Amerikan Konseyi eski başkanı, İran ve İsveç çifte vatandaşı Trita Parsi de benim gibi düşünüyor ve uyarıyor:

“Başkan Trump’ın İran’a karşı çaldığı savaş tamtamları, lafta kalacak bile olsa, yeni yaptırımlar ve diplomasi kanallarının yokluğu ile birleşince, olumsuz sonuçlara gebe. İran parlamentosu bu yaptırımlara tepki olarak balistik füze programının ve Devrim Muhafızlarının bütçesini artırdı bile. Bunlar ise tam da ABD’deki sertlik yanlılarının beklediği, kışkırttığı adımlar….Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Dostluk Anlaşmasını çöpe atmasını, İran’la sorunların barışçıl yollarla çözülemez hale geldiğinden emin olmak istemesinin işareti olarak görmek lazım.

Şimdi Beyaz Saray, şahin kanattan Kongre üyeleri ve neo-konservatif “rejim değişikliği” yanlıları kendi yarattıkları bu krizi tırmandırarak, İran ile ABD’yi savaş yoluna sokmaya çalışacaklardır.”

Trita Parsi bu gidişatı değiştirebilecek bir gelişme olarak ABD’de gelecek salı günü yapılacak kongreye dikkat çekiyor. Şöyle diyor:

“Eğer Demokratlar Temsilciler Meclisi’nde ve hatta Senato’da da çoğunluğa geçerlerse, Trump yönetiminin İran stratejisi için denetim mekanizması işlevi görebilirler. İran’da da, her şeye rağmen nükleer anlaşmaya sadık kalma taraftarlarının eli güçlenir. Trump’ın Beyaz Saray’daki süresini tamamlamasını beklemeye, sertlik yanlılarını ikna edebilirler. Ama Demokratlar zayıf kalırsa, İran’da da dengeler nükleer anlaşmayı çöpe atıp çok daha çatışmacı bir tutum takınmak isteyenler lehine değişecektir.”

 

 

 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.