2019’un ilk Transatlantik’inde Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile Trump’ın Suriye’den bir an önce çekilme kararından neden ve nasıl geri adım attığını; Suriye Kürtlerinin Şam ve Moskova ile ilişkilerini; yeni yılda Türk-Amerikan ilişkilerinin geleceğini konuştu.
Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Yeni yılın, 2019’un ilk Transatlantik yayını ile karşınızdayız. Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar ile beraber yine daha önceki yıllarda olduğu gibi –ki 3 yıldır yapıyoruz Transatlantik’i– 2019’da da özellikle Türk-Amerikan ilişkileri başta olmak üzere bütün yönleriyle Ortadoğu’yu, Türk ve Amerikan ilişkilerini tartışacağız.
Arkadaşlar, merhaba. Gönül, öncelikle ikinize iyi yıllar diliyorum. Hemen seninle başlayalım. 2019’un son günlerinde Amerikalı Cumhuriyetçi senatör Graham birtakım açıklamalar yaptı, Trump ile görüştü ve bu Suriye’den çekilme olayının o kadar hızlı olmayacağını söyleyen uzun açıklamalar yaptı. Medyada da yaptı, basına da konuştu. Daha sonra New York Times’ta okudum. Bunun bir değil dört ayda olacağı söyleniyor. Nedir işin aslı? Trump hemen çıkaracaktı da birileri devreye girdi ve çıkmayı geciktiriyorlar mı? Hatta çıkma iptal olabilir mi? Ne diyorsun?
Gönül Tol: Öncelikle iyi yıllar Ruşen. İzleyenlere de iyi yıllar diliyorum. Daha bu sabah Beyaz Saray ile toplantıya girmiş bir analistle konuşuyorduk. Söylenilen şu: Trump ile Suriye konusuna çok yakın çalışan insanların katıldığı bir toplantıymış ve orada ABD’nin Suriye’den ne kadar hızlı çıkacağı değerlendirildiğinde, şöyle bir argümanda bulunulmuş: Trump bunu tabanına hemen çıkıyoruz diye yansıttı; ama aslında hiçbir zaman plan bu değildi. Dört ila altı ay arasında zaman biçtik, anlaştığımız nokta buydu; fakat Trump içeride çok sıkıştığı için bir anlamda gündemi de değiştirdi ve “Hemen çıkıyoruz, askerlerimiz evine dönüyor” gibi bir söylemin içine girdi. Bugün elimizdeki verilere göre Amerika’nın Suriye’den hemen yarın ya da 1 yıl içerisinde çıkmayacağı anlaşılıyor. Sabah duyduğum, bana ilginç gelen şeylerden bir tanesi ise, aslında çok detaylı bir planın olduğu, Trump’ın Suriye’yi bütünüyle boş bırakmaktan da yana olmadığı söyleniyor. Tabii bu ne demek oluyor? Hakikaten böyle bir durum var mı? Şu anda söylemek mümkün değil. Küçük bir özel kuvvet birimi bırakılabilir tartışmasının yapıldığı söyleniyor Beyaz Saray’da. Trump’ın da Graham ile görüşmesinde
buna ikna edilmiş olabileceği söyleniyor. Emin olduğumuz şey ise çekilmenin hemen olmayacağı. Belki de bütünüyle bir çekilme olmayabilir. Şu anda bunu tam bilemiyoruz, uzlaşılmış bir şey yok; Beyaz Saray ve Trump çevresinde tartışmanın hâlâ devam ettiği anlaşılıyor.
Ömer, bu konuya devam edelim. Graham bu açıklamalarında çok kapsamlı şeyler söylemiş. Öncelikle müttefiklerimizi yalnız bırakamayız sözü vardı. Bir diğeri de, “En son isteyeceğimiz şey Suriye’de Türkler ve Kürtlerin savaşmasıdır” diye bir sözünü hatırlıyorum. Bir kere Graham gerçekten çok önemli birisi mi? İkincisi, müttefikleri yüzüstü yalnız bırakma söylemi çok yaygın bir şekilde Washington’da telaffuz ediliyor mu?
Ömer Taşpınar: Graham Güney Carolina eyaletinin senatörü ve en kıdemli senatörlerden birisi. Fakat daha önemli görevi Senato Dış Komisyonu’ndaki kıdemli Cumhuriyetçi üye. Dolayısıyla Amerikan siyasetinde pazar günleri televizyonlarda yapılan tartışmalarda en önemli gündemlerden bir tanesi; başka bir önemli olduğu nokta ise, Trump ile iyi geçinen, Trump’ın en çok dinlediği, Trump üzerinde etkisi olduğu düşünülen bir senatör. Trump o nedenle sık sık kendisiyle görüşüyor. Etkili bir isim. Trump bu Suriye kararını verdikten sonra Graham dahil olmak üzere bir sürü emekli asker, Amerikan basınının neredeyse tümü, Demokratlar bile –ki Demokratlar Ortadoğu’dan çıkmak istiyorlar– ciddi bir eleştiri getirdiler. “Bu kararı nasıl verdin? Niye bu kadar acele ediyorsun? Gündemi mi değiştirmek istiyorsun?” diye. Trump da geri adım atmaya başladı. Trump aslında gerçekten gündemi değiştirmeyi çalışıyordu ve attığı tweet’te “Hemen çekiliyoruz” diyor olmasına rağmen, hemen, “Şimdi acelemiz yok” demeye başladı. Tabii bu ortamda şunu söylemek lazım: Trump nabza göre şerbet veren bir lider. Bu kadar ciddi bir tepki beklemiyordu. Bir kere Savunma Bakanı’nın zehir zemberek bir mektup yazıp bunu basına da vererek, “Bizim birlikte olduğumuz stratejik ortaklarımızı yalnız bırakmamız, hiçbir zaman yapmamamız gereken bir şey, NATO çok önemli” diyerek bir mektup yazdı ve Başkan’a da şöyle seslendi: “Sizinle hemfikir olan bir Savunma Bakanı ile çalışma hakkına sahipsiniz”. Dolayısıyla Başkan’a teşekkür etmeden zehir zemberek bir mektupla Amerika’nın asıl gündemini Mattis’in istifası oluşturdu.
Trump bunun üzerine yaptı? Apar topar Irak’a gitti. Kimseye söylemeden bir anda Irak’taki Amerikan üslerinin en büyüğüne bir ziyaret yaptı. Irak Dışişleri, Savunma Bakanlığı, Başbakan, Cumhurbaşkanı bundan habersizdi. Orada askerlere bir konuşma yaptı. Amerika’nın her zaman dünyanın en büyük askerî gücüne sahip olduğunu ve Trump’ın her zaman Pentagon’un arkasında olduğunu söyledi ve ayrıca her zaman olduğu gibi bir de yalan söyledi. “Benim sayemde maaşlarınız arttı, üç yıldır zam almıyordunuz” dedi. Bu doğru değil. Zaten normal bir şekilde maaşları artıyordu Amerikan askerlerinin. Şimdi Trump ne yapmaya çalışıyor? Geri adım atmaya çalışıyor yavaş yavaş. Fakat bunu tabii koordineli bir şekilde yapmak zorunda. Türkiye açısından da önemli bir konu. Oradaki askerler çekilirken ellerindeki teçhizatları, silahları ne yapacakları… Bunların koordineli yapılması gerekiyor. Her şeyden önce oradaki ortaklarla koordineli yapılması gerekiyor. İsrail son derece rahatsız. Suudi Arabistan rahatsız. Birazcık daha ortaklarla konuşulması gerekiyor. Tipik bir Trump durumu yaşıyoruz. Çabuk karar verdi, tepki aldı ve şimdi ona kalibre ediyor durumu.
Amerika’nın geri çekilme kararının hemen akabinde SDG ve YPG’nin Şam ile ilişkiler geliştirdiğini biliyoruz. Suriye ordusunu Menbiç’e çağırdı. Menbiç’e Suriye ordusunun girdiği haberleri çıktı, ama şu anda hâlâ bu teyit edilmiş değil. ABD’nin çekilmesinden sonra oradaki YPG güçlerinin artık Şam yönetimi ile ve dolayısıyla Rusya ve İran ile işbirliğini güçlendireceği anlaşılıyor. Bu konuda neler yaşandı ve neler yaşanabilir sence?
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Gönül Tol: Ruşen, öncelikle şunu söyleyeyim: Senator Rubio var, o da Senato’nun Dış İlişkiler Komisyonu üyesi. O da Cumhuriyetçi parti içerisinde önemli bir isim. O da benzer şeyler söyledi. Trump’ın açıklamasından sonra bu çekilmenin yavaşladığını söyledi. O bahsettiğimiz, Trump’ın etrafındaki “Çekilmeyelim” tartışmasının mevcut ve gündemde olduğunu gösteriyor. Bir diğer gelişme de şu — Amerika’nın planlarına ışık tutması açısından önemli: Birkaç gün evvel bir Mısır delegasyonu ve BAE’den bir delegasyon Suriyeli Kürtler ile konuşmaya ve görüşmeye başladı. Bu da şunu düşündürüyor: Burada bir tartışma vardı, “Bütünüyle Kürtleri yalnız bırakmayalım, onlar bizim çok sağlam müttefikimizdi; biz çıktıktan sonra onların güvenliğini temin edecek bir angajman bulalım” söylemi vardı. Ona istinaden anladığım kadarıyla Mısır ve BAE devreye girmiş gibi görünüyor. Bu da şuna işaret ediyor: Trump’ın başlangıçta açıkladığı resim, “Biz hemen çıkıyoruz, artık başka yerlere konsantre olacağız…” idi. O kadar net olmadığı anlaşılıyor. Mısır burada önemli. Mısır daha önce Afrin meselesinde de Kürtler’le temas içindeydi. Yani bir arayış olduğu anlaşılıyor Trump’ın ilk söylemini revize etmek için. Ara formüller bulunmaya çalışıldığı anlaşılıyor.
Tabii Kürtlerin tabii rejimle diyaloğa Amerika’nın, Trump’ın “Geri çekileceğiz” anonsundan sonra başladığı doğru değil. Kürtler çok uzun zamandır rejimle konuşuyor. Bu da aslında mantıklı bir stratejiydi. Çünkü Kürtlerin tarihine baktığımızda, hep farklı güçler tarafından kullanılmış oldukları için, Amerika’ya da tam güvenleri yoktu, kendi opsiyonlarını genişletmek adına Rusya ile ilişkilerini de sağlam tuttular, rejimle de görüşmeler devam etti. O yüzden bu yeni bir şey değil. Fakat Amerika’nın çekiliyoruz açıklamasından sonra Kürtler Menbiç’i rejimin kontrol altına alması için bir çağrıda bulundu. Rejimin Menbiç’e girdiği söyleniyor. Sadece Menbiç dış sınırında mı konuşlandı, yoksa içine mi girdi konusunda bir netlik yok hâlâ. Tabii bu Kürtler açısından değerlendirilirse mantıklı bir şey. Çünkü sonuçta Türkiye ile masaya oturamayacaklarına göre Rusya ve rejimle konuşmak zorundalar. Rejimle bir diyalog başlatmak ya da var olan diyaloğu birleştirmek Kürtlerin elindeki en yapılabilir opsiyon gibi görünüyor. Tabii burada şunu anlamak gerekiyor: Rejim, Kürtlerin hakları konusunda nerede? Ben şuna inanıyorum: Artık 2011’den önceki duruma dönülemez. Arap ayaklanmalarından sonra Kürt meselesi artık öyle bir noktaya geldi ki –özellikle de Rojava deneyiminden sonra– Kürtleri 2001 öncesi statükoya ikna etmek mümkün değil. Fakat o Rojava deneyimi de aslında Kürtlerin beklentilerinin tavan yaptığı bir dönemdi. O seviyede de tutmak mümkün görünmüyor. Buna ne rejim, ne İran evet der. Tabii Türkiye de buna hayır der. Otonomi/Özerklik ve 2011 öncesi statünün arasında bir noktada buluşabilir gibi görünüyor rejim ve Kürtler. Bu noktada Rusya’nın ne istediği de önemli. Rusya başından beri federasyon istiyordu. Kürtlerin elinde bulundurdukları alanlarda bir şekilde onların haklarının korunduğu angajmanı istiyordu. Şu anda Kürtler rejime ve Rusya’ya muhtaçlar. Amerika’nın bütünüyle çekildiği bir senaryodan bahsediyoruz.
Ömer, seninle bu konuşmaya devam edelim. Arap Birliği Suriye’yi tekrardan kabul etmek üzere. Suudi Arabistan’ın da yeşil ışık yaktığı söyleniyor. Büyükelçilikler açılmaya başlandı. Ankara bu noktaya ne zaman gelir?
Ömer Taşpınar: Arap Baharı ile başlayan parantez artık bütünüyle kapandı diyebiliriz. Tunus hariç Arap Baharı’nda gördüğümüz hareketler bölge çapında başarısızlığa uğradı. Özellikle Mısır ve Suriye’de gördüğümüz şekilde, bir tanesinde otoriter rejimin geri gelmesi, öbüründe ise yaklaşık 600 bin insanın öldüğü bir savaş yaşandı. 2001 öncesi duruma yavaş yavaş dönülüyor — Tunus hariç. Suriye normal bir şekilde dönebilir mi Arap Ligi’ne? Mısır zaten dönmesini istiyor, BAE istiyor. Zaten Arap Baharı’ndan hoşlanmamış otoriter rejimler Suriye’ye, “Aramıza hoş geldin” diyorlar. Fakat Şam eski Şam değil. Çok güç kaybetti. Paramparça olmuş bir ülke, tekrar kurulması gereken bir düzen, kuzeyde otonomi isteyen Kürtler — alamayacaklar ama. Bir de İdlib sorunu var. Hâlâ yüzde yüz toprağına sahip olamayan bir Suriye var. Bu Suriye demokratik adımlar atabilir mi? Suriye Sünni güçleri Türkiye’nin istediği gibi entegre edebilir mi? Bundan emin değil. Fakat Türkiye eski Şam ile ilişki kurmak isteyebilir. Biraz Adana anlaşmasına gidelim. Bir bakıma PKK’yı sınır dışı ettiren, Türkiye ve Suriye ilişkilerinin önünü açan anlaşma. Türk heyeti Moskova’ya gitti. Benim anladığım kadarıyla Şam ile Ankara arasında bir normalizasyon yaşanması için Rusya tarafından baskıya maruz kaldı. Rusya’nın söylediği şey şu bence: “Bakın Kürtler şu anda Şam ile görüşüyorlar, siz de Şam ile görüşün”. Bunun arkasında da, “Afrin’den çıkın” söylemi gelecektir, “orada Suriye askerî güçleri olacak” diyecektir. “Eski Şam yeniden kuruluyor, sizin orada ne işiniz var?” Türkiye buna yanaşacak mı yanaşmayacak mı göreceğiz. Bana göre Türkiye de aslında Kürtlerin orada bir otonomi kurmasındansa Suriye’nin orada otoriter bir rejim kurmasını tercih edecektir. Türkiye’nin hâlâ bakış açısı bütünüyle PKK/Kürt meselesi yüzünden. Türkiye’nin Mısır’da herhangi bir stratejik menfaati yok. Mısır’a ideolojik yaklaşabiliyor. Müslüman Kardeşler üzerinden yaklaşıyor. Suriye ise milli menfaatler üzerinden ve şu andaki Türkiye’nin siyasî menfaatleri, AK Parti, MHP ve TSK üzerinden kurulmuş koalisyon üzerinden yaklaşıyor. Bu koalisyonun ortak paydası nedir? Bu anti-Kürt koalisyondur temelde. Yani Kürt meselesinde emniyeti öne alan, hiçbir şekilde siyaseti, demokrasiyi açmayan, bütünüyle askerî yaklaşan bir koalisyondur bu. Bu devam ettikçe de Türkiye’nin Suriye’ye bakış açısı Şam ve Kürtlerin ezilmesi üzerinden devam edecektir. Mısır’da ideolojik mesele var; Suriye’de ise milli menfaatler ve Kürt meselesi üzerinden giden bir yaklaşım var.
Gönül, 2019’un ilk yayınında kısaca 2019’da Türk-Amerikan ilişkilerinde –belki de başka bir deyimle Trump-Erdoğan ilişkilerinde– neler bekliyoruz? Bunları konuşalım. Transatlantik’te 3 yıldır Türk-Amerikan ilişkilerinin kırılma olaylarını ele aldık. Fethullah meselesi, S-400’ler, F-35’ler, Halkbank olayı… Brunson sorunu çözüldü; bunu gördük. Çok ciddi bir krizden yumuşamaya döndük. Ama Trump’ın öngörülemez bir başkan olduğunu da biliyoruz. Ne diyorsun?
Gönül Tol: Çok kırılgan bir ilişki bu Ruşen. Kırılmaların ana hatlarını aslında 2019’da görebileceğimizi düşünüyorum. S-400 ve İran yaptırımı meselesi var. Bir muafiyet almıştı Türkiye. Bu devam edecek mi? Bunlara bakmak lazım. Bunları değerlendirirken de genel konjonktüre bakmak lazım; mesela İran meselesinde Türkiye’nin İran’a enerji bağımlılığı var. Türkiye’nin enerji alımını kesmesi mümkün değil. Fakat Irak’ta muafiyet kısıtlı bir süre idi, onu genişletti. Türkiye’ye bunu yapar mı? Türkiye Amerika için kesinlikle önemli bir ülke. Fakat bu muafiyetleri verdiği müddetçe ABD’nin Körfez’le ilişkileri geriliyor. Körfez ülkeleriyle ilişkileri de dengede tutmak zorunda. Türkiye’nin İran konusunda istediği tavizleri vermek önemli bir problem olarak karşımıza çıkacak. Türkiye’nin enerji bağımlılığını sona erdirmesi mümkün değil.
İkinci olarak da S-400 konusu var. Amerika’nın Suriye’den çıktığı dinamikleri göz önüne aldığımızda, Türkiye çok daha fazla Rusya’ya muhtaç. Böyle bir ortamda S-400 konusunda geri adım atamaz. Amerika ile ilişkiler gergin kalacak. Kongre yeni yılda dış politikasında çok daha fazla rol oynamaya çalışacak. Kongre’den Türkiye’ye karşı çok sert tutum görebiliriz. Bu Trump’ın elini zorlayabilir diye düşünüyorum. Bazı pozitif gelişmeler olabilir. 2018’i öyle kapatmıştık. Gülen’in iadesini hukukî olarak ve Amerika’nın yönetim şekline baktığımda çok mümkün görmüyorum; fakat Amerikan yönetimi Gülenci network’ün belini kırmaya yönelik adımlar atabilir. Bu tabii ilişkilerde pozitif hava estirebilir. Tabii bir de Halkbank meselesi var. 2019’da Halkbank’a yönelik cezanın kesinleştiğini görebiliriz. Bu da ikili ilişkilerde sorun yaratabilir.
Ömer, aynı soruyu sana da sorayım ve bu haftayı noktalayalım.
Ömer Taşpınar: Şimdi, 2019’a girerken olayın Amerika ayağına bakarsak, Trump açısından şunu söyleyebiliriz: 2019’a girerken şu anda federal devletin yüzde 20’si kapalı. Güney’deki duvarı göçmenlere kapatmak için Senato’da bir anlaşmazlık yaşandı. Şu anda bütçesi oluşmamış bir Amerikan devleti nedeniyle federal hükümetin belirli bir kısmı kapanmış durumda. 2019 Trump açısından en zor yıl olacak. Bir tanesi Müller araştırma komisyonu. Bu yıl bu komisyonun araştırmaları açığa çıkacak. Bana göre Trump’ın azledilmesine gidilmeyecek, ama Trump’ı çok sıkıştıracak. İkinci neden ekonomideki kötü gidişat. Amerika ekonomisi şu anda tüketici güven endeksinin düştüğü, borsanın zorlandığı, Trump ile ters düştüğü bir ekonomi haline geldi. Çin ile ticaret savaşı devam ediyor. Amerika ekonomisinde zayıflama sinyalleri var. Bu hiçbir Amerikan başkanı için iyi bir şey değil. Çünkü Amerika’da 2020’deki seçimler dış politika değil ekonomi üzerinden olacak. Dördüncü neden, Trump Temsilciler Meclisi’ni kaybetti, Demokratlar güçlendi. Trump’ın karşısına daha güçlü yekpâre bir Demokrat güç çıkacak — ki bana göre bu Demokratlar sola yaklaştılar. Amerikan siyaseti kutuplaşmış durumda. Amerika siyasetinde Temsilciler Meclisi’nde Demokratların hâkimiyeti nedeniyle zorlanacak. Trump’ın kabinesinde artık Trump’ı dengeleyecek isim kalmadı. Trump etrafını askerlerle çevirmişti. Şu an askerler gitti. Askerlerle ilişkileri kötüleşiyor. Bürokrasi ile ilişkileri zaten kötü; askerlerle de ilişkisi kötüleşen Trump bana göre dış politikada zorlanacak.
Türkiye ayağına bakalım. Çok güçlü bir Erdoğan var karşımızda. Ben sana genelde katılıyorum, siyasi İslam’ın ve Erdoğan’ın krizi analizlerinde. Ama Erdoğan muhtemelen İstanbul’u kazanacak, Ankara’yı da kazandığında eli rahatlamış çok güçlü bir Erdoğan ile karşı karşıyayız; dış politikada da başarılı bir Erdoğan ile karşı karşıyayız. Ne yapıyor? “Mesela ABD’yi biz çıkardık” diyebilecek. Nereden? Suriye’den çıkardık. Kuzey Suriye’de istediğimiz yerdeyiz. PKK’nın güçlü olduğu yer Afrin. Afrin’de elimizde Türk ordusu var. Şam muhtemelen Kürtlere istediğini vermeyecek. Türkiye şu anda patriot’lar ve S-400’ler konusunda seçim yapmak gibi bir lüks içinde. Putin’e diyebilir ki: “Sen bizim Afrin’den çıkmamızı mı istiyorsun? Afrin’den çıkarsam bil ki bazı istediklerini gözden geçirmek zorunda kalabilirim. Benim Afrin’de oluşum ulusal menfaatlerim açısından çok önemli.” Gerekirse S-400’lerden vazgeçebilir. Bu da Erdoğan’ın Rusya’ya karşı elini güçlendiriyor. Erdoğan alternatifsizlikler nedeniyle bir şekilde ayakta. Bana Türk-Amerikan ilişkilerinde güçlü taraf sanki Erdoğanmış gibi geliyor. Erdoğan bana göre belirli açılımlar yapabilir.
Erdoğan’ın bu kadar güçlü olup, güçlü bir şekilde Kürt meselesinde beklenmedik bir açılım yapar mı meselesinde tek ümidim şu: Erdoğan yerel seçimleri kazandıktan sonra içeride dış politikada bu kadar güçlü iken Türkiye’nin en önemli sorunu olan meselede bir adım atar mı? Yani Abdullah Öcalan üzerinden atar mı? HDP üzerinden atar mı? Demirtaş’ın salıverilmesi ile atar mı? Ama Kürt meselesi daha normal bir zemine gelmeden normalleşme olmayacağına göre Erdoğan güçlü iken belki içeride de bizi şaşırtacak bir adım atar mı? Umarım 2019 bu açıdan iyi geçer — böyle bitireyim.
Evet Ömer, çok teşekkürler. Seninle bu Erdoğan ve güçlülüğü meselesini tek başına yayın yapıp orada tartışma umudu ile diyelim. Evet, çok güzel bir program oldu. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler, iyi bir yayın oldu. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya buluşmak üzere, iyi günler.