Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

CHP adaylarının düşündürdükleri

CHP 31 Mart yerel seçimleri için adaylarının büyük bölümünü açıkladı. Peki adaylara baktığımızda CHP yerel seçimlerde nasıl bir profil çiziyor?

Yayına hazırlayan: Şükran Şençekiçer

Merhaba, iyi günler. Şu anda Ankara’da Adalet ve Kalkınma Partisi başkan adaylarını açıklıyor. Seçim beyannamesini de açıklıyor. Ama ben bugün, şu anda o sürerken, CHP adayları hakkındaki bazı gözlemlerimi, düşüncelerimi aktarmak istiyorum. AKP ile ilgili de daha sonra bir yayında görüşlerimi dile getirmeyi planlıyorum. Ama açıkçası AKP’nin şu âna kadarki yerel seçim adaylarına ve dile getirdiklerine bakıldığında, aslında çok da uzun boylu konuşacak fazla bir şey olduğu söylenemez. Ama yine de birtakım notlarım var. Onları bilâhare belki yarın ya da hafta başı dile getireceğim. Ama CHP üzerine bayağı bir konuşacak şey birikti. Özellikle İzmir’in açıklanması, İstanbul ve İzmir’in ilçelerinin önemli bir kısmının açıklanması ile beraber bir tartışma da başladı. Birçok tartışma var. Tabii tartışmaların bir kısmı özellikle aday gösterilmeyen belediye başkanlarının –mesela Kırklareli’nde ya da hâlâ tartışmalı olmakla birlikte Kadıköy’deki başkanların itirazları var– kabullenmek istememeleri var. Bu daha önce de değişik vesilelerle olmuş, değişik partilerde olmuş bir şey. O anlamda bir yönüyle şaşırtıcı değil. Ancak burada baktığımızda, CHP’deki tartışma genellikle kazanması garanti gibi gözüken yerlerde daha yüksek oluyor. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Zaten kazanma ihtimalinin yüksek olduğu yerlerin adaylarının geç açıklanmasının en önemli nedeni de buralara çok yoğun talep olduğunu biliyoruz — ki bir yayında da bunu, uzun uzun bu konuyu ele almıştım.

Şimdi, CHP adaylarına baktığımız zaman, eski yerlerini koruyan belediye başkanları var. Belediye başkanlarının aday gösterilmediği yerler var. Ama öncelikle bakmamız gereken üç tane şehir var tabii ki: İstanbul, Ankara ve İzmir. Çok ilginç, 31 Mart seçimlerine CHP bu 3 ilde 3 farklı isimle çıkıyor. Farklı isim derken, farklı siyasî çizgideki isimle çıkıyor. Bunlardan Mansur Yavaş’ı biliyoruz. MHP kökenli, Ülkücü hareket kökenli, daha önce de CHP’den aday olmuş birisi. Dolayısıyla Ülkücü hareketten gelen birisi, ama kendini daha merkezde tanımlamaya çalışan birisi. İstanbul’da Ekrem İmamoğlu CHP üyesi olmakla beraber, klasik bildiğimiz sert CHP’li tipine çok uyan birisi değil. Sanki daha bir merkez, hatta merkez sağ siyasetçisi gibi gözüküyor. Bir zamanların ANAP’ını hatırlatan bir profil çiziyor. Bu anlamda Mansur Yavaş’tan farklı birisi. Ve nihayet açıklanan İzmir’de Tunç Soyer, soldan birisi. Tunç Soyer’i çok eskiden beri tanırım. Kardeşi okul arkadaşım, çok yakın bir arkadaşımdır, Onur’un ağabeyi olarak da yaklaşık 40 yıldır –ya da pardon, Onur’u 40 yıldır, ama ağabeyii bir 30 yıldır tanıyorum–, Tunç’u tanıyorum. Tunç soldan birisidir, ama onu solculuğu öyle radikal bir sol değil, daha merkezde bir soldur. Ve bu anlamıyla da zaten iki dönem üst üste Seferihisar’da belediye başkanlığı da yaptı CHP’den. CHP çizgisindeki bir isimdir. Yaptığı, Seferihisar Belediye Başkanı olarak yaptıkları, özellikle sakin şehir uygulamasını Türkiye’ye taşınması, onun Türkiye temsilciliğini yapması, daha sonra da sosyal demokrat belediyelerin oluşturduğu birlikte yönetici olması vs., onu zaten CHP’nin çizgisinde birisi olarak görmemizi sağlıyor. Tunç Soyer ile ilgili olarak yapılan, iktidar yanlılarının çıkarttığı çok kampanyalar var. Özellikle babası Nurettin Soyer ile ilgili yaratılan, onun 12 Eylül sonrası MHP ana davasının savcısı olmasından dolayı yapılanlar –kara kampanya diyelim–, çabaları var. Nurettin Amca’yı yakından tanıyan birisi olarak bunlara en fazla gülüp geçiyorum. Tabii bunu, MHP davasını dile getirenlerin, aynı şekilde Nurettin Soyer’in Türkiye’de Fethullah Gülen’i tutuklatan tek savcı olduğunu da nedense es geçiyorlar, es geçmek istiyorlar. O anlamda 12 Mart sonrası İzmir’deki davada Fethullah Gülen’in tutuklanıp ceza almasına yol açan davanın savcısı da Nurettin Soyer’di. Burada şunu görüyoruz: Bu seçimde iktidar partisi elinde olan yerleri kaybetmemek ve almaya niyetlendiği yerleri kazanmak için, CHP’den özellikle almak için ve tabii ki bazı yerlerde HDP’den almak için, elindeki her türlü devlet imkânını ve medya imkânını –medya derken sosyal medyayı da katıyorum, trolleri de katıyorum– kullanacağını bize gösteriyor. Ve negatif kampanyanın çok ciddi bir şekilde uygulanacağını, İzmir örneği bize daha ilk andan itibaren gösterdi. Buna tabii ki İYİ Parti’den bazı isimlerin de dahil olması, yerel isimlerin de dahil olması, bu politikanın, bu kampanyanın belli anlamda belki işe yarayabileceğini gösteriyor. Ama Meral Akşener başta olmak üzere İYİ Parti sözcülerinin, özellikle İzmir bahsinde çok net tavır aldıklarını da vurgulamak lâzım. Fakat şunu söyleyebiliriz: CHP’ye karşı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bizzat kendisinin de yoğun bir şekilde dahil olacağı bir kara kampanya yapılacağını, gerek CHP üzerinden gerekse de tek tek adaylar üzerinden spekülasyonlar yapılacağını görüyoruz. Dolayısıyla zaten eşitsiz bir yarışa girecek olan CHP adaylarının işlerinin daha da zor olduğunu söylemek mümkün. O anlamda baktığımız zaman, mesela Tunç Soyer, Nurettin Soyer olayının TRT’de bile haber yapıldığını görüyoruz — ki TRT’de bile demek aslında belki doğru olmayabilir, ama bu da gösteriyor. Özellikle İzmir’e yönelik olarak çok ciddi bir siyasî iktidar yoğunlaşması olacağa benziyor. Bu anlamda bence İzmir’de Tunç Soyer, tanıdığım birisi olması, yani kişisel olarak destek vermenin ötesinde, yani tanıdığım biri olmasının ötesinde, bence diğer adaylarla beraber bakıldığı zaman gerçekten CHP’nin doğru bir seçim yaptığını düşünüyorum. Aziz Kocaoğlu’nun son anda adaylığını tekrar ilan etmesi olayı vardı. Tuncay Özkan’ın her ne kadar kendi ağzından bizzat duymadıysak da olma arzusunun son âna kadar sürdüğü söyleniyordu. Başka birtakım yerel isimler de vardı. Bu anlamda bence çıkartılabilecek en iyi adaylardan birisini çıkarttığı kanısındayım. Bu benim kişisel görüşüm. Ve bunun Kılıçdaroğlu için özellikle kolay olmadığını tahmin ediyorum. Çünkü çok ciddi, farklı farklı parti içi yerlerden Tunç Soyer’in olmaması yolunda çalışmalar olduğunu biz gazeteciler duyuyorduk. Bir şekilde bu anlamda Kılıçdaroğlu burada kendisi açısından riskli bir şey yapmış olabilir. Ezkaza Tunç Soyer’in başarısız olması durumunda bunun faturasının doğrudan Kılıçdaroğlu’na kesileceği muhakkak.

Tabii burada Kılıçdaroğlu bir başka riskli hamleyi İstanbul’da yapmıştı, Ekrem İmamoğlu ile yapmıştı. Ama buna o kadar fazla yüklenilmedi. Çünkü İzmir kazanma ihtimali çok yüksek bir yer olarak görülüyor, İstanbul ise düşük bir yer olarak görülüyor. Onun için İstanbul’daki tercihini –ki ilk yaptığı tercihti–, çok fazla dile getirmiyorlar. Gürsel Tekin’in bir aday adaylığı vardı. O da çok fazla sesini çıkarmadı. Anladığım kadarıyla Gürsel Tekin şu anda Şişli’de aday olmak düşüncesindeymiş, böyle şeyler söyleniyor. Burada şu anda CHP’nin önünde bir Şişli meselesi var. Mustafa Sarıgül nihayet bu sefer de tekrar DSP’den aday oldu ve Şişli’de CHP’yi zorlayacağa benziyor. Dolayısıyla CHP’nin önünde bir Şişli meselesi var, Şişli’de kimi aday göstereceği meselesi var. Önünde böyle bir sorun var.

Baktığımız zaman, İzmir’i çok fazla bilmiyorum ama bilen arkadaşlarımla konuştuğumda, özellikle bizim Medyascope’ta Sedat Pişirici İzmirli bir gazeteci olarak, İzmir kökenli isimleri de tek tek biliyor. Oradaki gazeteci meslektaşlarımızla da konuştu. İzmir listesinin büyük ölçüde teşkilata dayalı bir liste olduğunu söylüyor ve çok da fazla sorun çıkmamışa benziyor. Ama İstanbul’la bayağı bir sorun çıktığını biliyoruz. Bu sorunla hatta ilk günden Canan Kaftancıoğlu sosyal medya üzerinden istifa etti. Sonra da yine sosyal medya üzerinden istifasını geri aldı. Bu baştan, ilk andan itibaren açıkçası İstanbul gibi önemli bir ilde bu kadar önemli bir seçimde il başkanının bu hareketlerinin ne kadar isabetli olduğu tartışmalı diyeceğim, tartışacak bir şey de yok aslında, bunu tartışılacak bir yanı yok. Ya istifa edecekti ya da hiç istifa olayına girmeyecekti. Şimdi tekrar partinin il başkanı olarak bu kampanyayı –ki çok az bir süre kaldı–, İstanbul’da normal şartlarda onun liderliğinde yürümesi gerekiyor. Ama ilk andan itibaren buna çok ciddi bir şekilde gölge düşmüş durumda. Bir Kadıköy tartışması var İstanbul’da. Herhalde önümüzdeki günlerde yeniden Parti Meclisi’nde belirlenecek. O tartışma bayağı bir süreceğe benziyor.

Baktığımız zaman, CHP’nin listelerine baktığımız zaman, açıkladığı listeler değil aslında, başkan adaylarına baktığımız zaman, tabii ki en vahim nokta kadın aday sayısının yok denecek kadar az olması; özellikle İstanbul’da, kazanılma ihtimali yoğun olduğu yerlerde kadın aday sayısının yok denecek kadar az olması. CHP’ye hiç yakışmadığını, CHP’nin kendi tabanının beklentilerini hiçbir şekilde karşılamayan bir durum olduğunu özellikle vurgulamak lâzım. Bunu dile getiren özellikle CHP’li kadınların da çok ciddi bir şekilde haklı olduklarını söylemek lazım.

Adalar meselesi var. Aslında bu mesele değil; ama Erdem Gül’ün, meslektaşımız, arkadaşımız Erdem Gül’ün Adalar’dan aday gösterilmesi meselesini CHP içerisinde eleştirenler var. Haklılık yönleri muhakkak vardır, ancak ben şahsen bunun doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum. Adalar’dan olmaması hususu doğru; ama şu âna kadar CHP’nin gösterdiği birçok yerde, ilçelerde de aynı şekilde, o ilçenin sakinlerinin olmadığını çok gördük. Ama onun çok fazla dile getirilmediğine de tanık olmuştuk. Ama belli ki Adalar meselesini de, özellikle Adalar’da aday olmayı bekleyen ya da Adalar’dan birisinin olmasını isteyenlerin dile getirmeye devam edecekleri de muhakkak. Bu da bir realite. Bu küskünlüğe mi sebep olur, onu bilemiyorum; ama CHP’nin Adalar’da çok fazla zorlanmayacağını daha önceki seçimlerden hareketle söylemek mümkün. Tabii burada zor bir durum söz konusu. Birçok farklı faktör devreye giriyor. Bu tür seçimlerde birçok faktör devreye giriyor. Özellikle kazanma ihtimali yüksek olan yerlerde çok daha fazla aday, çok daha fazla baskı grubu devreye giriyor. Ve bu anlamda da aslında parti yöneticilerinin çok zor durumda olduğunu söylemek mümkün.

Şunu özellikle vurgulayalım: CHP’de delege tartışmaları öteden beri vardır, ön seçim tartışmaları öteden beri vardır. Ve bu aday seçimlerinin MYK önerisiyle Parti Meclisi’nde yapılıyor olmasını eleştirenler çok. Bu anlamıyla baktığımız zaman bu eleştiriler haklı. Ama mesela şu anda aday tespiti, aday tanıtımı yapılan, startını veren Adalet ve Kalkınma Partisi’nde, bunun bile olmadığını biliyoruz. HDP’nin kendi içerisinde CHP ile benzer mekanizmalar işlettiğini biliyoruz. Onlarda da Parti Meclisi kararıyla saptandı. Ama genel olarak partilerde, özellikle iktidar partisinde ve MHP’de bunların liderlerin belirleyiciliğinde yaşandığını biliyoruz. Tabii ki liderler kendilerinin birtakım danışmalar yaptıklarını, nabız yoklamaları yaptıklarını söylüyorlar. Ama sonuçta formalite icabı bile olsa bunlar oylanmıyor birçok partide. Bu anlamda CHP’nin zaten bu kadar sert geçiyor olması da bu bir ön seçim olmamakla birlikte CHP Parti Meclisi’nin bir nevi küçük çaplı bir önseçim olduğunu söylemek mümkün. Şöyle bir husus var: Ön seçimle adayların belirlenmesi noktasında, genel seçimler öncesinde de bu söyleniyordu. CHP bunu en çok tartışan parti. Bu aslında haklı bir talep, doğrudan taban demokrasisi anlamında. Ancak burada da şöyle bir husus var tabii CHP için: CHP’nin üye yapısı yıllardır tartışılan bir husus. Üye yapısı ne derece CHP’nin gerçek tabanını yansıtıyor meselesi var. Delege sahibi olan siyasetçilerden bahsediliyor vs. CHP gerçekten, ya da herhangi bir parti, önseçimle adaylarını, yerel seçimlerde ve genel seçimlerde belirleme niyetinde olan partilerin öncelikle parti üyeliği meselesini çok daha şeffaf ve birtakım kurallarla belirlemesi lâzım. Çünkü yıllardır Türkiye’de gündeme gelen bir konu bu; çok ciddi şikâyetler var ve bunların büyük ölçüde haklı şikâyetler olduğunu biliyoruz.

CHP şu haliyle bu 31 Mart’a nasıl giriyor diye sorulacak olursa, bence çok da güçlü girmiyor. İYİ Parti’yle yapılmış olan ittifakın ya da işbirliğinin ne derece fonksiyonel olacağı konusunda çok ciddi tartışmalar var. Özellikle Medyascope’ta arkadaşlarımız, Türkiye’nin dört bir tarafına giden arkadaşlarımız yerel anlamda, mesela bir Gaziantep’te ya da Ege’de, Akdeniz’de ittifak olan yerlerde çok ciddi tartışmaların olduğunu aktarıyorlar. Tabanların tereddütlerini, her iki partinin tabanlarının değişik tereddütlerini aktarıyorlar. Bu noktada şunu söylemek mümkün: CHP tabanından birisinin İYİ Parti’yle ortak çıkartılan, daha doğrusu İYİ Parti’den bir adaya oy vermeyip diyelim ki AKP adayına oy verme ihtimali herhalde siyaseten baktığımız zaman hayli düşüktür. Ama İYİ Parti’den, İYİ Parti tabanından birisinin CHP’den bir aday yerine MHP’nin ya da AKP’nin adayına oy verme ihtimali herhalde daha yüksektir. Dolayısıyla bu husus biraz karışık. Bu işbirliğinin ne derece fonksiyonel ve ne derece sonuç getirici olacağını açıkçası kestirmek mümkün değil. Benim kafamda şahsen çok soru işaretleri var. Seçim sonrasında da bunları ölçme imkânı olabilecek mi? En azından şöyle olacak: Bakacağız, bir önceki seçimde İYİ Parti ne almıştı, CHP ne almıştı, ortak adayları ne aldı diye baktığımız zaman oradan belki bir şeyleri çıkartabileceğiz. Ancak bu CHP-İYİ Parti işbirliği çok güçlü siyasî temellere dayanmıyor olması ve bunu işbirliğinin liderleri, parti liderleri ve kurmayları çok vurgulu bir şekilde, ısrarla altını çizmiyor olmaları, tabanda bir gevşemeye de yol açacaktır. Evet, şimdilik söyleyeceklerim bu kadar. AKP adaylarıyla ilgili, AKP’nin 31 Mart seçim stratejisini de ileriki yayınlarda tartışmak üzere. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.