Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ömer Taşpınar: Türkiye’nin demokrasisi uyanıyor

Ömer Taşpınar’ın 2 Nisan 2019’da Asia Times’ta çıkan yazısını Okan Yücel çevirdi.

2013’teki Gezi protestolarından beri daha önce görülmemiş bir sivil otoriter dönemin içine giren Türkiye için belediye seçimlerindeki en temel soru demokrasiyle ilgili varoluşsal bir önem taşıyordu: Seçimler bir önem taşıyor mu? Daha doğrusu, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan seçim sonuçlarından dolayı mı böylesine bir güce ulaştı?

Türkiye bir diktatörlük yönetimi yoluna geçiş yapmış durumda iken Erdoğan’ın kurallarının daimi olup olmayacağına yönelik anlaşılabilecek kuşkular bulunuyor. İşte bu yüzden 31 Mart seçimleri bir dönüm noktası olarak hatırlanacak. Milyonlarca Türk, seçimlere kilitlenerek ekran başında sonuçları takip etti. Bu da bize Türk demokrasisinin – ne kadarı kaldıysa – nabzının hâlâ attığını gösteriyor.

Var olan kötümserlik Ak Parti’nin muhalefet üzerinde ciddi bir bası oluşturmasıyla ve 2014-2018 arasındaki hemen hemen her seçimin hükümet tarafından kazanılmasıyla haklı çıkartılmaya çalışılıyordu. Erdoğan yönetimi altında gerçekleştirilen seçimler ne adil ne de özgür olarak görülüyordu. AKP ve Erdoğan medyayı kontrol ediyor; ifade ve toplantı özgürlüğü kısıtlanmış ve en karizmatik muhalefet lideri de parmaklıkların arkasında.

Bütün bunlar yetmezmiş gibi, 2017 anayasa değişikliği referandumunda da gözlenebildiği gibi seçimlerin de üzerine gölge düşmüştü. Bu koşullar altında Erdoğan’ın otokrasisi, seçimlerle sağlanan ve sandıktan çıkan karşıt oylara da bağışıklılığı olan bir hale görmüş gibi görünüyordu.

Erdoğan’ın partisinin başkent Ankara’da seçimleri kaybetmiş olması başlı başına çok büyük bir gelişme. Ancak daha fazla anlam ifade eden gelişme, 1994’den beri Erdoğan’ın kalesi ve Türkiye’nin bir özeti olan İstanbul’un çok küçük bir farkla olsa da muhalefetin eline geçmesiydi. Devlete ait Anadolu Ajansı ve Yüksek Seçim Kurulu bütün gece boyunca muhalefetin açıkça ortada olan zaferini gizlemek için yoğun çaba sarf etti. İstanbul’da kıl payı kazanılan bu zafer seçimlerden umudunu kesen seçmenler için büyük bir anlam taşıyor.

Bütün bunlar seçim sandığının hâlâ Türkiye’de bir anlam ifade ettiğini gösteriyor. Erdoğan hem Batı hem de Kürt milliyetçiliği karşıtı kavgacı üslubuyla birlikte yerel seçimleri ulusal güvenlik ve beka seçimi haline getirdi. Muhaliflerini “terörizm sempatizanları” olarak etiketleyecek kadar da ileri gitti.

Bu taktikler istenen sonuçları sağlamadı. Erdoğan’ın oluşturduğu hayalî düşmanlar yerine büyük kentlerdeki seçmenler çok daha somut ve görünür sorunlara odaklanmayı tercih ettiler: Enflasyon, işsizlik ve yaşam standartlarındaki ciddi düşüş.

Erdoğan’ın 25 sene boyunca denetimlerinde olan, Türkiye’nin politik ve finans gücünün sembolü olmuş Ankara ve İstanbul’u kaybetmesi, hayatları boyunca AK Parti’nin seçim zaferlerinden başka bir şey görmeyen genç jenerasyona da umut verecek. Sonuçlar aynı zamanda Türkiye’de bir diktatörlük olmadığını da kanıtlıyor. Ancak hata yapmamak gerekiyor, Türkiye hâlâ otoriter bir ülke. Ve şu da açık ki Erdoğan’ı Türk siyasetinin dışına itmek için çok ama çok erken. Öte yandan Türkiye’nin güçlü adamının siyasî kariyerinin, son ve en zor aşamasına girdiği de bir gerçek.

Erdoğan önümüzdeki dört buçuk sene boyunca bir seçimle yüzleşmeyeceği için kendisini şanslı addetmeli. Yine de kötüleşen ekonomik durum bir politika olarak uygulanan yoksul halka mali yardımlarda bulunulması durumunu zor hale getirebilir. Merkezî hükümet bu iş için fon bulmak adına Adana, Mersin, İzmir, Ankara ve İstanbul gibi belediyelerden kaynak sağlamaya çalışabilir. Ancak Türkiye nüfusunun yarısını yoksullaştırmak 2023 seçimleri için kazandıran bir strateji olmayacaktır.

Ekonomik durgunluğun ürkütücülüğüyle gerçekleştirilmesi gereken yüzleşmeye ek olarak Erdoğan Türkiye’nin Batı ile ilişkilerinde de oldukça zorlu bir döneme girecek. Erdoğan’ın Rus füze savunma sistemi satın alma isteği ve Türkiye’de hukukun üstünlüğünün sistematik olarak zarara uğratılmasından dolayı AB ve ABD aynı eksende pozisyon almaya devam edecekler. Batılı ortakların Erdoğan’a katlanıyor olmalarının tek sebebi şu an kendi coğrafyasındaki en iyi seçenek olması. Kendisini ülkedeki tartışmasız adam olarak ortaya sunmaya ihtiyaç duyduğu dönemde bu sonuçların gelmesi zamanlama açısından da kötü bir tablo oluşturdu.

Ankara ve İstanbul dâhil hemen hemen bütün büyük şehirlerde yaşanan kayıp Erdoğan’ın yenilmezlik aurasının da sona erdiğinin göstergesi. Yalnızca ana muhalefet partisi CHP yaşam belirtisi göstermekle kalmadı, Erdoğan’ın partisi içinde bölünmeler yaşanma ihtimali de fazlasıyla arttı. Daha önceden Ekonomi Bakanlığı da yapmış Ali Babacan, AK Parti’nin 2003’den 2008’e kadar ortaya koyduğu güçlü ekonomik performansın mimarı olarak görülüyordu. Şu anda eski cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün de desteğini alarak Ali Babacan’ın yeni bir merkez sağ partisi kurabileceği konuşuluyor.

Yaralarını sarmakla uğraşan Erdoğan bu esnada muhtemelen ekonomiye odaklanacak. Türk lirası halihazırda baskı altında. Seçimlerden sonra %2 değer kaybetti ve yatırımcılar da merkez bankasının para birimini korumak adına rezervlerinin büyük kısmını harcadığını dile getiriyorlar. Erdoğan da içinde bulunduğumuz anın kemer sıkma politikaları ve yapısal ekonomik reformları gerçekleştirmek için en doğru zaman olduğunu biliyor.

Popülist milliyetçiliğe kendini kaptıran ve etrafı şakşakçılarla çevrelenen Türkiye’deki güçlü adamın bu acı dolu reformları uygulayacak vizyonu ve cesareti olup olmadığını yalnızca zaman gösterecek. Zaman onun yanında olsa da faaliyetlerinin akış istikameti onun yanında değil.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.