Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Michel Serres’in son söyleşisi: “Felsefe yapmak, her yolu görmektir”

Vefatından iki ay önce, filozof Michel Serres son kitabı Haşarı Dersler (Morales espiègles, Le Pommier, 2019) üzerine konuşmak ve Paris Notre-Dame Kilisesi yangını üzerine düşünüp taşınmak için Le Monde gazetesini ağırlıyordu.

Nicolas Truong’un 3 Haziran 2019’da Le Monde’da yayınlanan söyleşisini Haldun Bayrı çevirdi.  

Michel Serres

Michel Serres 1 Haziran’da 88 yaşında vefat etti. Son kitabı “Haşarı Dersler”de (Morales espiègles, Le Pommier, 96 sayfa, 7 €) ele aldığı konular üzerine söyleşmek maksadıyla 18 Nisan’da ağırlamıştı bizi. Bu kitapta filozof, hem Agen Koleji’nde hem Paris Louis-le-Grand Lisesi’nde yeteneklerini sergileyen “ele avuca sığmaz bir şamatacı” olduğunu itiraf ediyor ve bundan çıkardığı dersler üzerine düşüncelerini aktarıyordu.

Üç gün önce Notre-Dame yangını olmuştu ve daha sonra sürdürüp yaz sırasında yayınlamayı düşündüğümüz bu söyleşi, o olayın düşündürdükleriyle açılmıştı.

Sizce Paris’teki Notre-Dame yangını sırasında tüm Fransa’yı saran ortak teessür neyi açığa vuruyor? Bu olayı nasıl düşünmeli?

Kırk yedi yıl ABD’de yaşadım ve 11 Eylül 2001 saldırıları esnasında Amerikan topraklarındaydım. Bir saldırı kaza değildir, Notre-Dame yangını da 11 Eylül’le karşılaştırılamaz: Hiçbir ölüme yol açmamıştır. Fakat bu olayların yarattığı yankılara ve bunun simgeselliğine bir bakalım. New York’taki İkiz Kuleler, ordu ve dolar üzerine kurulu maddî/cismânî Amerikan gücünü simgeliyordu. Bu saldırı ABD’nin kendini beğenmişliğine ve küresel tahakkümüne vurulan bir darbe oldu. Notre-Dame yangınıyla ise, aksine, binlerce yıl sürmüş bir mânevî/ruhânî gücün bilincine vardık ânîden. İlk vakada, kendi cinsindeki tüm iktidarlar gibi kısa vâdede çökecek bir maddî/cismânî güçle karşı karşıyaydık; diğer vakada ise, maddî/cismânî iktidarın çöküşüne direnen bir mânevî/ruhânî güçle karşı karşıyaydık. Bana en çok tesir eden ve sorular sorduran, bu muammâ oldu.

Paris’teki Notre-Dame yangını

Oysa filozoflar, tarihçiler ve sosyologlar sekülerleşmeyi, dinîlikten çıkışı ya da Batı’nın Hıristiyanlık’tan uzaklaşmasını tahlil edip duruyorlar…

Tarihçiler açısından bakılırsa, din kurucularının varlığı her zaman doğrulanmadığından, bu mânevî/rûhânî iktidar, öyküler, masallar ve fabller üzerine kuruludur. “Hiçbir şey değil bu,” derler çoğu zaman. Ama onlar “Hiçbir şey” dedikçe, ben de onlara, “O zaman nasıl oluyor da binlerce yıldır sürüyor bu?” diye sorarım. Oysa, tabakalar gibi, katmanlar gibi ortadan yok olan güçler üzerinden hissederiz zamanı. Kılıçla da dolarla da hiç alâkası olmayan şu olağanüstü süre, en derin olandır gerçekten. Hıristiyanlık, Yahudilik, Konfüçyüsçülük ya da Budizm her şeye rağmen sürer: Toplumun laikleşmesine, inananların erozyonuna, bireyciliğin ve ekonomizmin tırmanışına, vb. rağmen. Tarihi aşan bir gerçeklik söz konusudur. Dolayısıyla belgelere dayanmayan şeylerden hatırladıklarımızın devamlılığı üzerinde ısrar etmek isterdim. Zira budur mânevî/rûhânî olan; resimler, heykeller, anıtlar gibi çok uzun bir tarih doğuran o “0”dır. Notre-Dame’la beraber, Paris’in tam kalbinden vurulmuş olduğu söylendi. Neden Paris’in kalbi Arc de Triomphe ya da Concorde Meydanı’ndaki dikilitaş değil? Çünkü savaşlar, fetihler ve yöneticiler geçer, ama mânevî/rûhânî olan kalır. O yangın bu yüzden içimde inanılmaz bir tarihsel ve varoluşsal derinliği uyandırdı. Binlerce yıl önce infilâk etmiş bir bombanın etkisi hâlâ sürüyor gibi âdetâ. Olayın hem dindarları hem dinsizleri bir araya getirmesi de bu nedenle.

Avrupa’nın Hıristiyan kökleri unutulmuş muydu?

Bu hususta münakaşa edenler faydasız yere dövüşüyorlar. Tartışmadan hiçbir zaman bir şey çıkmaz. Ben bilimler tarihçisiyim. İcatlara gelince, inanın bana, tartışmadan bambaşka bir şeydir.

Filozofun ara sıra hengâmeye de dalması gerekmez mi?

Ne kadar az çağdaysanız, o kadar onun içinde olursunuz. Oysa filozof ne fildişi kulesine kapanmıştır, ne de zamanın dışındadır. Bir siyasî partiye hiç bağlanmadım ve kamusal tartışmayla ilgilenmiyorum. Bununla birlikte, 1968’den 1980’e iletişim dünyası üzerine düşünmek ve hatta onun hakkında öngörüde bulunmak maksadıyla Hermès’ler dizisini yazdım; 1990’da, hukukî ve ekolojik bir sorun olduğunun bilinci artmadan önce, “doğayla sözleşme”yi kuramlaştırdım. Bütün bilimsel devrimlere katıldım; “Parmak Kız”ı (Pantopie: de Hermès à Petite Poucette) yayımlandığı tarihten (2012) on yıl önce yazabilirdim, fakat anlaşılmamış olurdum, tıpkı ekoloji bahsinde anlaşılmadığım gibi. 1992’de, özellikle Michel Authier ile birlikte, başka girişimler biçimini alıp başkalaşarak bilhassa büyük tartışmanın şikâyet defterlerini “bilgi ağaçları”na müracaatla elden geçirme olanağı veren Trivium start-up’ını kurdum.

Filozofların rolü nedir?

Biz konu uzmanları değiliz. Filozofun baş düsturu, her yolu görmektir. Felsefe, ansiklopedidir. Felsefe, ne bitmek bilmeyen yorumlardır, ne de sürekli tartışma.

Biyolojik, ekolojik ya da dijital devrimden sonra; eğitim, spor ya da tıp araştırmasından sonra bugün ahlâkı ele almanız bu anlayıştan mı?

Evet ve yine burada da bin yıllık bir geleneğe kavuşmak istedim. Latin sözü “Castigat ridendo mores”i (“Örf ve âdetleri gülerek düzeltmek”) icat eden ben değilim; commedia dell’arte ve Molière’dir bu. Bir Misanthrope (İnsandan Kaçan) temsilini seyrettiğinizde, huysuzluk yapmayı çekmez canınız; Tartuffe’ü gördüğünüzde de, riyakârlıktan kaçmak istediğiniz gibi, ona gülmek de istersiniz. Ahlâk dersi vermenin en etkili yolu, krallara lâyık yolu, paradoksal biçimde gülme yoludur. Gülüş bir yaşam patlamasıdır. Etrafınıza bakın: Yaşlılar huysuzluk ederler ve çocuklar katıla katıla gülerler. Gülmek bir doğuş, bir gençlik, bir yeniden doğuş işaretidir.

Kitabınız öğrenci mavraları ve çocuk haşarılıklarıyla dolu… Ahlâk bir mizaç işi mi?

Gülmek her halükârda bir sağlıklılık göstergesidir. Kendi yaşamımdan, ahlâkın inşa edilişine sonradan bir bakış sunan örnekler almak istedim. Diyojen’in Büyük İskender’e meşhur sözü, “Gölge etme, başka ihsan istemem” ile hatırladığımız Kinikler, daha o zamandan siyaset yapıyorlardı. Oysa Plautus ya da Terentius daha çok saf komikle iştigal etmektedir. Acımasız bir gülüşü olmasına rağmen, Aristofanes de. Zira dikkat! Gülmekten ölünebilir. Bugün sosyal medyada öyle bir şiddetle alay ediliyor ki, insanın gülüşünü de seçmesi gerekiyor. Sert gülüş eleştireldir ve yıkar; tatlı gülüş yerinden oynatır ve yer değiştirtir. Şamata yapmak linç etmek değildir.

Haşarılık derslerinizden amblem niteliğinde örnekler verebilir misiniz?

Sömürgelerin bağımsızlıklarına kavuşmaları sırasında, eski sömürgelerden çok sayıda milletvekili ya da senatör kendi ülkelerinin ileri gelenleri oldu; içlerinden çoğu da General De Gaulle’e ziyarette bulunmuştu. O sırada, doğa bilimlerinde uzmanlaşmış iki Yüksek Öğretmen Okulu (Ecole normale supérieure) öğrencisi Botanik Bahçesi’nin (Jardin des plantes) bekçisini sarhoş eder, sonra da Hayvanat bölümündeki zürafayı götürüp üstü açılır bir kamyona bindirir ve konuk ülkenin ezeli Fransa’ya bir hediyesi olduğunu ileri sürerek gizlice resmî heyete karışıverirler. Zürafanın Elysée Sarayı’na muzafferâne bir giriş yaptığı ve protokoldekileri rahatsız etmeye başladığı sırada, De Gaulle telefonla Pompidou’yu arar ve bu hınzırlığın nereden geldiğini çabucak anlayan Pompidou, hiddetle Yüksek Öğretmen Okulu Müdürü Jean Hyppolite’e telefon açar. Müdür bu konuşmayı dinlemem için beni bürosuna çağırmıştı ve gülmekten yerlere yatarak, bu iki kafadarımıza ceza vermek yerine, Légion d’honneur madalyası verilmesi gerektiğini düşünüyorduk! Bu neden muhteşemdir? Çünkü bakanların ortasına bir zürafa sokmak, toplumsal örgütlenmeyi ve hiyerarşinin nedensizliğini, beyhudeliğini gün ışığına çıkaran bir haşarılıktır. Gülüş, çoğu zaman otoritesine ve zevkine tâbi kıldığı kadınlar refakatinde çalım satan mütehakkim erkek çehresi üzerine inşa edilmiş iktidarın dayanaklarını gösterir. Gülüş, içinden çıkılabilecek bir kâbusun söz konusu olduğunu algılamayı sağlar. Bir başka hatıra: Okulun öğrencileri bir şantiyeden “Fumisterie bölümü  tekrar açılmıştır [hem “bacacılık” hem “muzip şaka” anlamına gelir, Ç.N.]” yazılı bir bez getirmiş ve okulun girişine asmışlardı. Muazzam güzeldi!

Birçok ahlâk meselesini ele alıyorsunuz. Sizin bağış etiğiniz nedir?

Karşılıklılık/Mütekabiliyet meselesi aşılmadıkça bağış sorunları çözülmez. Bana borç para verdiğinizde borcumu ödersem dert çıkmaz. O parayı bana verirseniz, size minnet borcum olur. Denildiği gibi zehirli bir hediyedir bu. Bir bağışı geri vermek imkânsızdır. Ebeveynlerimin bana verdiklerini onlara hiçbir zaman iade etmem, öyleyse bunu çocuklarıma vermeye kalkarım; Yunanca ve Latince öğrenirken aldığım zevkin karşılığını öğretmenlerime hiçbir zaman veremem, fakat öğrencilerime verebilirim. Böylelikle karşılıklılıktan/mütekabiliyetten geçişliliğe kaymak gerekir.

1990’da kuramlaştırdığınız doğayla sözleşme çağına vardığımızı düşünüyor musunuz?

Doğayla Sözleşme’nin çıktığı sırada herkes üzerime geldi. Oysa Ohio’daki bir şehrin sâkinlerinin, Erie Gölü’ne, gölü kirletenlere takibat yapabilmelerini sağlayan bir hukukî statü verdiklerini öğreniyorum. Göl hukuk öznesi haline geliyor ve şehir sâkinleri ona zarar verenlere karşı dava açabiliyorlar. Bu arada, çok konuşuluyor –özellikle bir “Canlılar Parlamentosu”ndan çok bahsediliyor–, fakat hiçbir şey yapılmıyor. Durum otuz yıl önce bu kadar vahim değildi. Bugün bütünüyle ekonomi hükmediyor. Çinliler bizden Airbus uçakları satın alınca zafer çığlıkları atılıyor, oysa atmosferdeki kirliliğin yarısı hava trafiğinden geliyor. Neredeyse tüm ekonomik zaferler gezegenimiz için felaket.

Medyascope’ta Michel Serres:

https://medyascope.tv/2019/06/04/filozof-michel-serres-88-yasinda-vefat-etti/#top

Michel Serres: “Bugün büyük bir devrim yaşıyoruz; ben de filozof olarak tanığıyım bunun”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.