Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum – Kadri Gürsel (13): SETA belgesi: Gülünç ve totaliter

Kadri Gürsel, uluslararası medya kuruluşlarında çalışan gazetecilerin konu edildiği ve bu kuruluşların “uzantı” olarak nitelendirildiği SETA’nın raporunu Yorum’ladı.

Yayına hazırlayan: İpek Ertem

Merhabalar. Hafta sonundan bu yana tartışılan bir SETA belgesi var. Başlığı ‘’Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye Uzantıları.’’ Bu konuda elbette benim de söyleyeceklerim olacak. Böyle bir belge karşısında bigâne kalamazdım. Birçok kez dinlemiş olabilirsiniz, okumuş olabilirsiniz ama ben yine de kısa hatırlatmalar yapmak istiyorum: Belgede, BBC Türkçe, Deutsche WelleAlmanya’nın Sesi Türkçe Servisi, Voice of AmericaAmerika’nın Sesi Türkçe Servisi, Rus Devlet medya kuruluşu Sputnik Türkçe, Avrupa Birliği tarafından sübvanse edilen Euronews Türkiye, Çin Uluslararası Radyosu- CRI Türk ve Independent Türkçe’nin çalışanları konu ediliyor ve toplam 130 gazeteci ve yorumcudan oluşan bu çalışanlar ‘’uzantı’’ olarak nitelendiriliyor. En başta buradan başlamak lazım. Gazetecilerin ‘’uzantı’’ olarak konumlandırılması, böyle bir sıfatın kullanılması, benim açımdan fevkalade ilginç ve gülünç bir tabir. Ekranın sol köşesindeki başlıkta da göreceğiniz gibi SETA belgesini ‘’Gülünç ve totaliter’’ olarak nitelendiriyorum.

Başlıktaki ‘’Uzantı’’ sözcüğünden başlayalım: Belgeye yansıyan bir siyasi totaliter kültür var. Totaliter siyasi kültüre göre herkes bir şeyin uzantısıdır. Ben dâhil bütün gazeteciler, siyasi aktörler, iş dünyasının insanları, sivil toplum örgütlerinin mensupları, sivil toplum, herkes bir uzantı. Herkes ajan. ‘’Ajan’’ sözcüğünü de casus olarak değil nötr anlamda kullanıyorum. Kimse kendisinin özgür iradesiyle var olamıyor bunların dünyasında; herkes biat etmiştir. Vicdanını ve aklını bir üst otoriteye teslim etmiştir. Bence, bu belgeye imza atmaya cüret eden İsmail Çağlar, Kevser Hülya Akdemir ve Seca Toker de bir uzantı olmayı kendi zihniyet dünyalarında içselleştirmiş durumdalar. Sunum yazısını kaleme alarak belgeyi sahiplenen SETA Genel Koordinatörü Prof. Dr. Burhanettin Duran da bir uzantı olmayı peşinen kabul ediyor bence. Çünkü uzantı olmadan, bu dünya görüşü içinde var olmak mümkün değil. Temsil ediyorsunuz. Aklınızı ve vicdanınızı teslim ediyorsunuz.

Burada bir ifade kullanmak istiyorum: Totaliter ve siyasi bir kültür yansıyor buradan. Fakat bu totaliter siyasi kültürün günümüz Türkiye’sindeki ve dünyadaki durumu bir gülünçlük arz ediyor. O da, devleti ve bütün aygıtlarını kontrol ettiği halde kendisini bir türlü gerçekleştirememiş olmanın yarattığı bir gülünçlük. Bu belgeyi kaleme almaya iten de aslında bir başarısızlığın özeti. Bir başarısızlık var ortada. Bu başarısızlık, birilerinin suçlanması yoluyla bir kesime, bazı gazetecilere tahvil ediliyor, yansıtılmak isteniyor. Bu totaliter kültür, hayalindeki tek tipleşmiş dünyayı yaratamadı Türkiye’de. 17 yıldır iktidarda ama kendi ideolojisini toplumun tüm dokusuna egemen kılamadı. Başarılı olmasını önleyen gerçeklik karşısında da bir totaliter dünya görüşünün çaresizliğini ifade eden bir belge üretti. Neden? Şimdi bunun üzerinde duracağım.

Dikkat ederseniz en baştan beri ‘’Rapor’’ ifadesini kullanmıyorum. Bu bir rapor olamaz. Çünkü raporun bilimsel bir tutarlılığı vardır. Bir defa, ‘’uzantı’’ ifadesi bilimsel olma iddiasında olan bir raporda geçebilecek bir ifade değil. Uzantı diyemezsiniz. Belki ‘’Erişimi’’ diyebilirsiniz. Mesela ‘’Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye’deki Faaliyetleri’’ konusunda bir rapor olabilir. Türkiye’deki erişimi üzerinde bir raporu söz konusu olabilir. Bu bir rapor olabilir gerçekten. Uluslararası medya kuruluşlarının Türk okuru ve izleyicisine erişimi ve Türkiye’deki medya kuruluşları karşısındaki orantısı, durumu nedir, ne değildir mukayese edersiniz. Bu bir rapor değil, bir belge. Bir takip ve ihbar listesidir bu. ‘’Andıç’’ deniyor ki o da doğrudur. Bu belgede, gazetecilere ‘’Sizi takip ediyoruz, sizi fişliyoruz’’ deniliyor. Gazeteciliği ve dünyadan habersiz bırakılmak istenen halkı hedef alan bir tehdit belgesidir. Çünkü aynı zamanda uluslararası medya kuruluşları için çalışan gazetecilerin hedef gösterilmesi ve fişlenmesi yoluyla da Türkiye’nin dünyadan yalıtılması yönündeki beyhude çabalara destek vermek amaçlanmaktadır.

İktidar çaresizce ve umutsuzca Türkiye’yi dünyadan yalıtmak istiyor. Bunun bir yolu da enformasyon akışı üzerinde tam ve kesin bir kontrol sağlamak. Fakat günümüzde artık bu mümkün değil. Mümkün olmadığı da bu belgede görülüyor. Belge, ‘’Uluslararası Medya Kuruluşlarının Türkiye’deki Uzantıları.’’ Demek ki başarılı olunamamış. Demek ki Türkiye’nin dünyadan yalıtılması söz konusu olamamış. Ama iktidar bu amaçla Türkiye’de medyanın %90’nını ele geçirdi. Ana akım medyayı yok etti. Devraldığı medya organlarını birer propaganda aygıtına dönüştürdü. Bu medya organları yerel seçim süreçlerinde iktidarın çok başarısız kampanyaları için kullanılırken, aslında iktidara zarar verir hale geldiklerini de gördük. İktidar, yanlış propagandalarını, fahiş olarak yanlış propagandalarını, ülke medyasının %90’ı aracılığıyla halka ulaştırılırken, aslında yanlışın yarattığı tepki de o nispette büyük oldu. Buna örnek olarak Öcalan mektubunu gösterebilirim. Öcalan mektubu ne kadar çok duyurulduysa, o nispette de daha büyük oy kaybına neden oldu. İktidarın medyadaki payı büyürken, zararının da oranı büyüdü. Neticede, iktidarın medyayı ele geçirme operasyonu başarılı oldu. Ama medyayı kullanmakta başarılı olamadılar. Çünkü iktidar sözünü ve vaadini tüketti. Esas başarısızlığın nedeni bu; iktidarın, sözünü ve vaadini tüketmesi ve bunun yerine, fevkalade niteliksiz, çaresizliğin ifadesi olan bir propagandayı ikame etmesi sonucunda, bu propagandanın, (toplam içindeki) oranı %90’a ulaşan büyük bir medya aracılığıyla çok büyük bir sese kavuşması ve bu sesin de istenen etkiyi yaratmaktan ziyade,  zarar verir olması.

Türkiye’de medyanın %90’nını ele geçirerek, devasa bir haber açığı yarattılar. Medyalarının yazıp söylediklerine de nüfusun çoğunluğu güvenmiyor ve inanmıyor. Zaten bu yüzden Türkiye’de uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servislerine talep doğdu ve bu medya kuruluşları, Türkçe servislerini güçlendirerek, doğan haber açığını, enformasyona olan ihtiyacı karşılamaya soyundular. Aslında belgenin giriş bölümünde kendileri de söylüyorlar: ‘’Doğan Medya Grubu’nun Demirören Holding’e satılmasından sonra ise uluslararası medya organlarının Türkiye uzantılı haber mecralarında fark edilir bir haber artışı gerçekleşmiştir.’’ E o zaman el koymasaydınız Doğan Medya Grubu’na. Doğan Medya Grubu, her şeye rağmen teknik olarak son anına kadar, -evet, belki iktidarın karşısında rükû halindeyken, secdeye varıp yere kapaklanmıştı; Kasım 2015 seçimlerinden sonra mahkûm hale gelmişti, doğrudur- ana akım medya olma hususiyetini ihtiva ediyordu, haizdi buna. Bir somut örnek vereyim: Mesela ben ve arkadaşlarım Cumhuriyet Davası’nda Silivri’de hapisteyken, Doğan Medya Grubu, cezaevindeki gazetecilere, özellikle de Cumhuriyet gazetesinin tutuklu sanıklarına, ellerinden geldiği ölçüde ilgi gösterip, kamuoyunu bizim durumumuzdan haberdar ediyorlardı. Bugün ise, iktidar medyasının, hapiste tutulan aydınlar, akademisyenler hakkında tek satır bilgi vermediğini biliyor ve görüyoruz.

Uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servisleri tarafından doldurulan enformasyon boşluğunu, iktidar yaratmıştır. Bu bir başarısızlıksa, evet, başarısızlıktır. Bu başarısızlığının karşısında da şimdi SETA bu tür fişleme ve ihbar belgeleri hazırlıyor. Uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servislerinde çalışanların çoğunluğunun geçmişlerinde ana akım medyanın 3 mecrasında, CNN Türk, Radikal ve Habertürk’te çalıştıkları kaydedilmiş. Allah Allah, çok ilginç değil mi? Bu bilgiyi paylaşmakla, sadece ve sadece ana akım medyayı yok etmekle Türkiye’de yol açtıkları tahribatın, yarattıkları boşluğun ne kadar büyük olduğunu ifade etmiş olmuyorlar mı? Neticede ne olmuş? Türkiye’de iktidar ana akım medyanın üzerine çökmüş, ana akım medyayı çökertmiş, burada çalışan profesyonel, nitelikli, genç, orta yaşlı gazeteciler de -bu listede ismi geçenlerin pek çoğunu tanıyorum- kendilerine iş imkânları sunan uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servislerinde istihdam edilmişler. Haber açığı yaratılmış. Haber açığı, uluslararası medya kuruluşlarının Türkiye’ye olan ilgisini doğurmuş. Bu kuruluşlar da, ana akım medyanın çökertilmesi sonucu işsiz kalan gazetecileri istihdam etmişler. Olayın özeti bu.

Bu arada, belgeyi detaylı bir şekilde okuyunca, iktidarın, medyanın %90’nına neden el koyduğunun, bunun mantığının ve nedenlerinin ne olduğunun, belgenin satır aralarında ifşa edildiğini görüyoruz. Mesela BBC Türkçe Servisi’nden bahsederken ‘’ekonomik dalgalanma’’ diye bir tabir kullanıyorlar. ‘’Ekonomik kriz’’ diyemiyorlar, ‘’ekonomik dalgalanma’’ diyorlar. Bu bir konu başlığı. Ana konu başlıklarında medya kuruluşlarının tutumları neymiş bunu anlatıyorlar. ‘’Ekonomik dalgalanma’’ diye tabir ettikleri ekonomik kriz hakkındaki haberlere şöyle değiniliyor bu belgede: ‘’BBC Türkçe, kamuoyunu olumsuz yönde etkileyecek haberler de paylaşmış, doların yükselişini uzun soluklu bir ekonomik krizin habercisi olarak sunmuştur.’’ Burada, BBC Türkçe Servisi’nin 16 Ağustos 2018 tarihli bir haberi örnek olarak gösteriliyor. Şu tuhaflığa, gülünçlüğe bakar mısınız? ‘’BBC Türkçe, kamuoyunu olumsuz yönde etkileyecek haberler paylaşmış.’’ Haber, haberdir. Birileri açısından kamuoyunu olumlu yönde etkileyebilir. Birileri açısından da olumsuz yönde etkileyebilir. Önemli olan haberin gerçekliğidir, nesnelliğidir. Zamanlıca verilmiş olmasıdır. Doğru yazılmış olmasıdır. Yoksa kamuoyunu şu veya bu şekilde etkilemesi değildir. Üstelik ‘’Doların yükselişini uzun soluklu bir ekonomik krizin habercisi olarak sunmuş BBC.’’ 16 Ağustos 2018 tarihinde yapmış bu haberi BBC Türkçe Servisi. Peki, soruyorum şimdi. Yalan mı? Doğru. Pekâlâ doğru. Türk Lirası’nın 2018 Ağustos ayındaki ani değer kaybı, uzun soluklu bir ekonomik krizin habercisi değil miydi? Öyleydi. İşte bugün görüyoruz. Üzerinden bir yıla yakın bir süre geçmesine rağmen, Türkiye hâlâ ekonomik krizde ve bu böyle devam edecek gibi görünüyor. Burada amacın, gerçeklerin kamuoyundan saklanması olduğu çok belli. İktidarın amacı, gerçeklerin kamuoyundan saklanması. Fakt bu amaçta başarılı olamadılar. Başarılı olamamalarının sonucunda bu SETA belgesi çıktı. ‘’Aman kamuoyu olumsuz yönde etkilenmesin…’’ Peki, gerçekler ne olacak? İnsanların gerçekleri öğrenme hakkı ne olacak? Haber, haberdir. Ne kadar objektif ve etraflıysa, kamuoyunun sağlıklı bir biçimde oluşmasına ve bu kanaatin, siyasi tercihlere yansımasına o nispette vesile olur. Bu da demokrasilerin en büyük değeri olan değişimi sağlar. İktidarların seçimle gitmesinin imkânını verir. Aslında istenmeyen de budur. Yani, ‘’Aman kamuoyu olumsuz yönde etkilenmesin,’’ ‘’Kamuoyunun gerçeklerden haberi olmasın.’’ Dolayısıyla kamuoyu iktidarın istediği yönde oluşsun. Ama bu, bugünkü dünyada mümkün değil. Böyle bir şeyin mümkün olmasını istemek, bunu savunmak, Türkiye’nin Kuzey Kore’ye benzemesini istemektir.

Gelelim Voice of AmericaAmerika’nın Sesi Türkçe Servisi’ne. Bu belgede deniyor ki: ‘’Amerika’nın Sesi’nin haberlerinde yeni havalimanının ekonomik bir proje olmadığı… -yani ekonomik açıdan rasyonal bir proje olmadığı- ve çevreye zarar verdiğine yönelik iddialar mevcuttur.’’ Yalan mı? Bu yeni havalimanı ekonomik açıdan rasyonel bir proje mi? Çevreye zarar vermemiş midir? Vermiştir. Bunun aksini iddia edebilecek kimse var mı? Yoktur. Mesela, iktidar medyası, havalimanı işçilerinin direnişine kadar, orada olup bitenleri halktan gizlemedi mi? Havaalanındaki işçiler, yaşam ve çalışma şartları dolayısıyla direnişe geçmeselerdi, belki de orada olup bitenden kimsenin haberi olmayacaktı bir ana kadar.

Haber neye denir? Çok genel ve çok sevilen bir tanımdır ama bu vesileyle bunu sizinle tekrar paylaşmak istiyorum: Birileri, bazı şeylerin duyulmasını, bilinmesini istemez. Biz o şeylere ‘’haber’’ diyoruz. Olay bu kadar basit. İktidar, bazı şeylerin duyulmasını ve bilinmesini istemiyor. O yüzden de medyanın %90’nına el koydu ve bunu da kamu kaynaklarıyla yaptı. Ama Türkiye’yi dışarıya kapatamadığı için, uluslararası medya kuruluşları, ortaya çıkan enformasyon açığını, enformasyona olan talebi karşılamak istedi. Bu şekilde de iktidarın medyaya el koyma operasyonunun başarısız olduğu da görüldü.

Şimdi Sputnik Türkçe’ye geleceğim. Sputnik, malum, Rus Devlet medya organı. Sputnik bahsinde yazılanlar çok ilginç. Bir parantez açıp Sputnik’ten bahsetmemin nedeni anlatayım: S-400’lerin alımı dolayısıyla Türkiye’deki iktidar, bir bakıma Rusya’nın himayesini arar vaziyette. Bunun mantıklı bir izahı yapılacaksa, S-400’lerin Rusya’dan alınması bir yerde iktidarın uluslararası ilişkilerinde kendine güvendiği, ‘’sağlam’’ olarak addettiği bir himaye bulma arayışının ifadesi. Bu belgeye göre, Sputnik yayıncılığı şöyle tezahür ediyor: ‘’Darbe girişimini kınamak yerine korku ve panik iklimini empoze etmiştir.’’ ‘’PKK’nın bir terör eylemi olan “hendek” olaylarını görmezden gelmiştir.’’ İddia bu. Belgede böyle geçiyor Sputnik. ‘’Türkiye’nin Suriye’deki askeri operasyonları ‘Rusya’ya bağlı Türkiye’ imajıyla gölgelenmeye çalışılmıştır.’’ Mega projelere (Yavuz Sultan Selim Köprüsü ve İstanbul Havalimanı)verilen tepkiler’’ başlığında ‘’Mega projelerin Türkiye için önemi Sputnik Türkiye tarafından ıskalanmış, yayımlanan haberlerin çoğu da sadece tartışmalı konuları iletmek üzere hazırlanmıştır.’’ Bakın, bu bir suçlama. Sputnik’e yapılan bir suçlama: ‘’Yayımlanan haberlerin çoğu sadece tartışmalı konuları iletmek üzere hazırlanmıştır.’’ Böyle bir suçlama olur mu? Siz bu raporu hazırlayanlar ve bu raporu imzalayanlar, buraya kadar bütün söylediklerimin ışığında, gazeteciliğin ne olduğuna dair asgari bir fikre sahip misiniz? Gazeteciliğin ne olduğunu biliyor musunuz? Bilmiyorsunuz. Hazırladığınız belgenin gülünç olmasının nedeni de bu zaten. Gazetecilik hakkında ahkâm kesecekseniz, önce gazeteciliğin ne olduğunu öğrenin. Ondan sonra yazın böyle şeyleri. Tabii ki gazetecilik tartışmalı konulara eğilecektir. Tartışmalı konuları sümen altı etmek gazetecilikle alakalı olmayan bir davranış biçimi. Biz buna ‘’Gazetecilik’’ demiyoruz. Biz buna ‘’Halkla ilişkilercilik’’ diyoruz. Biz buna ‘’Arzuhalcilik’’ diyoruz. Ama asla ‘’Gazetecilik’’ demiyoruz.

Bu arada, bu belgede, Çin Uluslararası Radyosu- CRI Türk’den sitayişle bahsediliyor. Burada çalışan meslektaşlarımı tenzih ederim. Açıkçası bir itirafta bulunmak istiyorum: Ben Sputnik Türkçe’nin radyo programlarını diniyorum. Orada çalışan arkadaşlarım, meslektaşlarım var. Saygıdeğer insanlardır. Saygı duyarım. Sputnik Türkçe’nin web sitesine bakıyorum, twitter hesabını izliyorum. Ben tecrübeli bir gazeteciyim. Dünyada neyin izlenmesi halinde Türkiye ve bölgede olup bitenler hakkında etraflı bir fikre sahip olacağım konusunda bir kanaatim vardır. Bunu da sınarım. Razı olmam bununla. Doğruymuş gibi kabul etmem. Ama itiraf edeyim, Çin Uluslararası Radyosu- CRI Türk’ten bu belge dolayısıyla haberdar oldum. Bu da benim itirafım olsun. Çin Uluslararası Radyosu, benim meslektaş çevremde de konuşulan bir mecra değil. İzlediğim twitter hesaplarında da alıntılanan bir mecra değil. Varlığından haberim yoktu. Ama her nedense bu belgeye girmiş. Acaba neden izlenmiyor Çin Uluslararası Radyosu? Çok gülünç. Çünkü iktidarın, aslında SETA’nın, yani bu belgeyi hazırlayanların pek hoşuna giden bir yayın çizgisi izliyor. Aslında bunun için izlenmiyor zaten. Bu nedenle Çin Uluslararası Radyosu diye bir radyo izlenmiyor, bu kadar basit.

Son olarak şunu söyleyeyim: Bu belgede bazı görüş ve önerilerde de bulunuyorlar. Yani belge sadece Türkiye’deki uluslararası medya kuruluşlarında çalışan gazetecileri fişlemek, onların twitter paylaşımlarını incelemek, şecerelerini çıkarmak amacıyla yapılmamış. Bazı öneriler de içeriyor. Ama gülünç olan şey şu:  Sanki kendi medyaları tek sesli değilmiş gibi, uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servisleri ‘’Tek sesli’’ olmakla suçlanıyor. Ama burada tek sesliliğe örnek olarak verdikleri de sadece haber ve bunlar gerçek haberler. Biz Türkiye’de bu olayların içinde yaşıyoruz, bunları soluyoruz. Bunlar Türkiye’de var. Ve bu haberler Türkiye’de tek sesliliğe örnek olarak veriliyor. Peki, siz Türkiye’de tek sesli bir iktidar medyası yarattınız. Bu iktidar medyasını medyanın neredeyse tamamına teşmil ettiniz. Bu, Türkiye’de gazeteciliği öldürmedi mi? Gazeteciliği büyük oranda öldürdü. Ama gazetecilik yine kendine yaşayacağı, soluk alacağı kanallar açtı. Çünkü halkın habere ve enformasyona ihtiyacı ve talebi var. Bu halk, yaptığınız, ürettiğiniz ‘’malın’’ pek bir işe yaramadığının farkında. Bu kadar basit.

Bu belgeyi hazırlayanların, gazetecilikten hiç anlamadıklarını ifşa eden bir son alıntıyla bitirmek istiyorum konuşmamı. Şöyle bir öneri getiriyorlar: ‘’İncelenen mecraların tek sesliliğini kırması için çalışan profilini çeşitlendirmesi ve toplumun farklı kesimlerini yansıtan kişilere bünyesinde yer vermesi gerekmektedir.’’ Allah Allah. Şimdi bakınız, bir yayın kuruluşunun tek sesli mi, çok sesli mi olduğu yayın politikasına göre tespit edilebilir. Orada çalışanların başörtülü mü, başörtüsüz mü olduğu, muhafazakâr mı, seküler mi olduğu, solcu mu, sağcı mı olduğuna göre değil. Neticede, ‘’Çok sesli haber dili’’ diye bir haber dili yoktur. Bir haber dili vardır ve bu haber dili evrensel gazeteciliğin kurallarına göre düzenlenir. Haber dilinde ‘’Çok seslilik’’ diye bir şey olmaz. Habercilikte çok seslilik olur. Haber konularının, ilgilenilen konuların dengeli dağılımı açısından, evet, çok seslilik olabilir. Aynı zamanda, iktidara da, muhalefete de, sivil topluma da mikrofon uzatmak, onların görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak bakımından evet, çok seslilik doğrudur. Ama çok sesli haber dili olmaz. Bir medya organının, bir gazetenin, bir televizyonun ya da bir web sitesinin, muhafazakâr bir gazeteciye yazdırırken kullandığı haber dilinin muhafazakâr bir üslupla yazılması, seküler bir gazeteciye yazdırdığı haber dilinin ise -ne demekse artık- seküler bir dille, üslupla yazılması gibi bir şey yoktur. Belki ileride size lazım olur, böyle şeyleri öğrenin. Ondan sonra böyle belgeler hazırlayıp gazetecileri ona buna hedef göstermeye yeltenin.

Söyleyeceklerim şimdilik bu kadar. Beni dinlediğiniz ve izlediğiniz için teşekkür ederim.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.