Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Araştırmacı Jean-Jacques Kourliandsky: “Bolsonaro, ekonomik liberalizm ile onun otoriter muhafızlığını birleştiren bir demokrasi yorumu öneriyor”

Latin Amerika ve İspanya üzerine IRIS’te (Uluslararası Stratejik İlişkiler Enstitüsü) araştırmacı olan Jean-Jacques Kourliandsky, 28 Ekim 2018’de Le Monde gazetesinde çıkan yazısında, bu bileşimin Latin Amerika altkıtasına çoğu zaman hükmetmiş olan ideolojik karmalığın dışavurumlarından biri olduğunu kayda geçiyor. 

Diktatörlük ve ekonomik müdahalecilik ile ekonomik ve siyasî liberalizmin oluşturduğu çiftler Latin Amerika’da nadiren aynı hızla işlemişlerdir. En azından İkinci Dünya Savaşı sonundan beri. Ulusal ve bölgesel şartlar uyarınca, küresel güç dengelerine de eklemlenerek, karşıtları kavuşturup karıştırarak her tür şeyin mümkün olabildiği saptanmaktadır. 

7 Ekim’de, programı radikal bir biçimde sağcı olan bir aday, Brezilya başkanlık seçiminin ilk turundan önde çıktı. Jair Bolsonaro ekonomik liberalizm ile onun otoriter muhafızlığını birleştiren bir demokrasi yorumu öneriyor. 

Ekonomik liberalizmden anladığı, kamu borcunu %20 azaltmak için devlet şirketlerinin özelleştirilmesi, ilk yılda bütçe dengesi, “çok ödeyenler için” bir vergi indirimi, dolayısıyla da sosyal harcamaların gözden geçirilmesidir. Otoriter muhafızlığa gelince; kamu gücünün şiddete azami müracaatına dayanıyor. Meşru savunma adına, silah taşıma umumîleştirilecek.

Otoriter ve ahlâken gelenekçi söylemle ekonomik liberalizmin böyle bir araya getirilmesi, Latin Amerika altkıtasına çoğu zaman hükmetmiş olan ideolojik karmalığın mümkün dışavurumlarından biri. Kapitalizmle komünizm arasında üçüncü bir yol arayışı ise bir başka değişmez. 

ABD’nin yakınlığı, Soğuk Savaş diyalektiği 

Çoğu zaman kuvvetli bir tek adamı merkez alan otoriter demokrasiyle bir arada yürüyen müdahaleci bir piyasa ekonomisi, 1950’li yıllarda yaygınlıkla uygulanan bir aşı olmuştur. 

General Juan Domingo Péron’un Arjantin’i, Getulio Vargas’ın Brezilya’sı, PNR/PRI (Ulusal Devrimci Parti ile Devrimci Kurumsal Parti) başkanlarının Meksika’sı, ülkelerini güçlü katmadeğerli sektörlerle donatmak maksadıyla koruma altındaki bir iç piyasanın inşasına öncelik tanıyan ekonomi teorisyenlerini kollamışlardır. Bu amaçla ilk başlarda Mussolini’nin fikirlerinden, sonra da Birleşmiş Milletler’in Latin Amerika için oluşturduğu ekonomik komisyonun (CEPAL) ekonomistlerinden, özellikle de Arjantinli Raul Prebisch ile Brezilyalı Celso Furtado’dan beslenmişlerdir. 

Sözleri kanun yerine geçen o liderler, demokrasinin biçimsel çerçevesini yürürlükte tutarken, bir yandan da totalitarizmden esinlenen ideolojiler geliştirmişlerdir. İtalyan faşizminden esinlenip kitlelere ve ulusu cisimleştiren bir lidere müracaatı işleyerek, liberal demokrasinin anlamını ve dengelerini gerçekten tersyüz etmişlerdir. 

1964-1989 yıllarının askerî rejimleri, otoritelerini, kendilerinden önceki popülist liderler ve geleneksel diktatörlerden farklı olarak, “ulusal güvenlik” denen jeopolitik bir seçim sonucu Anti-Sovyet iktidar sistemleri üzerine oturtmuş ve ekonomi sahasını açık bırakmışlardır. 

Bolsonaro

ABD’nin yakınlığı ve Soğuk Savaş’ın diyalektiği, Washington’a göre hizalanan kuvvetli rejimleri kayırmıştı. Bu bağlılığın garantisi verildiğinde, Beyaz Saray, liberal ya da neo-liberal ekonomi mutfağının kataloğu olan “Washington Konsensüsü”nün ekonomide benimsenmesini dayatmıyordu. 

Pinochet yönetimi altındaki Şili, liberalizmin bir laboratuvarı haline gelir 

Arjantinli, Şilili, Uruguaylı generallerin siyasî temsiliyet tekelini radikal biçimde liberal ilkeler üzerinde, ekonominin yürütülmesindeki devlet rolünü azaltarak eklemledikleri doğrudur. 

Bunlar arasında en simgeseli Şili’de General Pinochet vakası olacaktır. Milton Friedman’ın Santiago Katolik Üniversitesi’de yetiştirdiği Şilili öğrencileri, 1973’teki darbeden az zaman sonra ekonomide kendi icaplarını kabul ettirmişlerdir. Ülke birkaç yıl içinde, askerî diktatörlük ile radikal liberalizmi bir arada götüren bir örnek laboratuvar haline gelmiştir. 

Brezilyalı askerlerin izledikleri yol ise bu olmamıştır. Onlar da komşuları kadar anti-komünistlerdi, fakat CEPAL’in (Comisión Económica para América Latina)öğrettiği değerleri sürdürmüşlerdir. Ülkelerini etkin bir havacılık sanayii, bir bilgi teknolojileri planı ve yerli bir enerji kaynağı olan etanol yakıtıyla donatmak maksadıyla sınırları rekabete kapatmışlardır.

Brezilya savaş ekolünün teorisyenleri ve jeopolitik uzmanları ulusal güvenlik doktrinini yorumlayan bir dikta melezi yaratmışlardır. Anti-komünizm adına siyasette iktidar tekeli uygulanır; ekonomide ise, De Gaulle’ün Fransa’sından esinlenen, ülkeyi özerk savunma kapasitesiyle donatmak maksadıyla devlet müdahaleciliği. 

Tekrar demokrasiye geçildiğinde, siyasî liberalizme zorunlu olarak ekonomide liberalizm eşlik etmemiştir. Buna rağmen Arjantin vakası bu bakımdan örnekliktir. “Peronist” Carlos Saul Menem kendi siyaset ailesindeki müdahaleci devlet modeliyle ilişiği kesmiştir. Arjantin Başkanı, ekonomik açılım ve özelleştirmeler yolunu seçerek asker seleflerinin ekonomi politikasını sürdürmüştür. Brezilya’da izlenmiş olan da bu liberal ekonomik yoldur. Ama Arjantin’den farklı olarak, bu seçim askerî diktatörlüğün milliyetçi ve müdahaleci politikasıyla ilişiği kesmekteydi. 

Başka inançlara tahammülsüz bir İncil anlayışı

Hem diktatörlük hem ultra-liberal yönetimlerin güç kazanmasında dinî etkenin rolünü ölçmek kalmaktadır son olarak. Brezilya’daki “Gelenek, Aile ve Mülkiyet” gibi gelenekselci Katolik akımlar ve Uruguay’dan itibaren Moon Tarikatı kendilerini kabul ettirmeyi başaramamışlarsa da, refah (prospérité) ilâhiyatının Evanjelist Pantkotist taraftarları bugün git gide daha görünürleşmektedirler. Başka inançlar nazarında tahammülsüz bir İncil anlayışı uygulayarak, her insanın bireysel sorumluluğu üzerine kurulu bir dünya anlayışı önerirler. 

“Latin amerikan aşırı sağı, ekonomide ultra-liberal radikalliklerin kesişme yeridir — çoğunlukla üniformalı olarak” 

Hastalıklarının da yoksulluklarının da tek sorumlusu olan müminler, kendilerini doğrudan Tanrı’ya havale etmeli ve bunu papazlarına yaptıkları bağışlarla göstermelidirler. Bu hareketler, devletlerin ve siyasî partilerin yetersizlikleri yüzünden, güçlük çekmekte olan bir ahaliye açık yegâne sosyalleşme yerlerini sunarlar. Yıllar geçtikçe, bağlılarının maddî katkıları sayesinde önemli, bazen de Guatemala’da ve Brezilya’nın Rio de Janeiro eyaletinde olduğu gibi mütehakkim bir dinî konum edinmişlerdir. Anti-komünistlerin ve ultra-liberallerin siyasî söylemlerine çok erken ayak uyduran bir bölgedir bu. 2017’den beri Rio de Janeiro Belediye Başkanı, Tanrı’nın Krallığı Evrensel Kilisesi Piskoposu Marcelo Crivella’dır. Bu Kilise’nin başında olan Edir Macedo, Bolsonaro’ya oy verme çağrısında bulunmuştur. Bu durum günümüzde bütün Latin Amerika’da görülebilmektedir. 

Latin Amerikan aşırı sağı, ekonomide ultra-liberal radikalliklerin, din fondamantalistlerinin ve çoğunlukla üniformalı güçlü adamların kesişme yeridir. Her on yılda aynı denklemle karşılaşılmaz. Malzemeler bazen çelişir ve karşı ideolojik alana kayar. Bugünkü bileşenleri ise, eskisine nazaran daha ağırbaşlı biçimde olsa da askerî yetkililerin etkili bakışı altındaki ekonomi ve finans elitleriyle Evanjelist-Pantkotist dinî liderleri bir araya getirmektedir. 

Jean-Jacques Kourliandsky Uluslararası Stratejik İlişkiler Enstitüsü IRIS’te (Institut de relations internationales et stratégiques) araştırmacı ve Jean-Jaurès Vakfı Latin Amerika Gözlemevi müdürüdür. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.