Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Daron Acemoğlu yazdı: “Sosyal demokrasi, demokratik sosyalizmi mağlup etti”

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü’nde iktisat profesörü olan Daron Acemoğlu, Project Syndicate sitesinde “Sosyal demokrasi, demokratik sosyalizmi mağlup etti” (Social Democracy Beats Democratic Socialism) başlıklı bir makale kaleme aldı. Acemoğlu, Amerika Birleşik Devletleri’nde başkanlık için yarışan Bernie Sanders’ın rolünden hareketle sosyal demokrasi ve demokratik sosyalizm kavramlarını inceledi.

Makaleyi Okan Yücel çevirisiyle sunuyoruz.

Bernie Sanders Demokrat Parti’nin başkanlık seçimlerindeki en kuvvetli adayı haline geldiğine göre kendi tarzında uyguladığı demokratik sosyalizmi daha detaylı analiz etmeliyiz. Kısaca söylemek gerekirse, ortaya koyulan program ne bir “Nordik model” ne de ABD ekonomisinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek nitelikte.

Amerikan siyasetinin yazılı olmayan kurallarından biri, sosyalist bir siyasetçinin başkanlık makamı için yarışamayacak olmasıdır. Ancak şu anda kendisini “demokratik sosyalist” olarak tanımlayan Senatör Bernie Sanders Demokrat Parti’nin bir numaralı adayı haline geldi. ABD bu değişimi kucaklamalı mı?

Bernie Sanders’ın önseçimlerdeki başarısı ciddi yapısal ekonomik sorunlara radikal çözümler getirilmesi gerektiğinin özlemini yansıtıyor. 2. Dünya Savaşı’nı takip eden on yıllar boyunca ABD ekonomisi giderek daha üretken bir hale geldi ve hangi eğitim düzeyinden gelirse gelsin bütün çalışanların maaşları düzenli olarak her sene ortalama yüzde 2’lik bir artış yaşadı. Ancak bugün bunların hiçbiri geçerli değil.

Son 40 yıldır, verimlilik artışı fazlasıyla donuk. Ekonomik büyüme yavaşlamış durumda. Yükseliş gösteren kazanç payları ise daha çok sermaye sahipleri ve üst düzeyde eğitim almış kişilerin cebine gidiyor. Medyan (ortanca) maaşlarda ilerleme yaşanmazken lise veya daha düşük bir dereceden mezun olan çalışanların enflasyona bağlı olarak değişen maaşlarında da ciddi düşüşler yaşanıyor. Ekonomiyi sadece birkaç şirket sahibi domine ediyor. En tepedeki yüzde 0.1’lik kesim, ulusal gelirin yüzde 11’den fazlasına sahip durumda. Bu oran 1970’li yıllarda yüzde 2,5 civarındaydı.

Peki demokratik sosyalizm bu sorunlara çözüm getiriyor mu? Piyasanın tabiatından dolayı kaçınılmaz olarak adaletsizlik ve eşitsizlik getirdiğini, bunun sistem içinde düzeltilemeyeceğini iddia eden bir ideoloji olarak sosyalizm, özel teşebbüsün üretim araçlarına sahip olmasına karşı çıkarak eleştirdiği sistemin can damarını kesmeyi hedefler. Demokratik sosyalistler, bütün şirketlerin ve üretim araçlarının küçük bir kesimin elinde olması yerine, şirketlerin ya işçiler ya da devlet tarafından işletilen idari yapılar tarafından sahiplenilmesini talep ederler.

Sovyet modeli ise demokratik sosyalistlerin tahayyül ettikleri sistem ile zıtlık içindeydi. Demokratik sosyalistlere göre kendi modellerine tamamen ulaşmanın yolu demokratik araçlardan geçiyordu. Ancak yakın zamanda da Latin Amerika’da, üretimi kamulaştırma politikaları tamamen antidemokratik yollarla olmuştu. Bir başka problem ise şu an Amerika’da tartışılıyor: Demokratik sosyalizm, sosyal demokrasi aynı ideoloji olarak algılanıyor, ve ne yazık ki Sanders da bu kafa karışıklığına katkı sunuyor.

Sosyal demokrasi ve İsveç örneği

Sosyal demokrasi Avrupa’da ortaya çıkan ve özellikle de Nordik ülkelerinde yirminci yüzyıl boyunca yerleşen siyasi yapıyı adlandırmak için kullanılır. Bu yapı da kapitalist sistemdeki aşırılıklar üzerinde odaklanmıştır. Eşitsizliği azaltmak ve daha az şanslı doğanların yaşam standardını yükseltmek öncelikli hedeftir. Ancak her ne kadar Sanders gibi Amerikalı demokratlar kendilerine rol model olarak Nordik ülkelerindeki sosyal demokrasiyi aldıklarını söyleseler de iki sistem arasında çok büyük farklılıklar var. Kısaca söylemek gerekirse Avrupa’daki sosyal demokrasi piyasa ekonomisini düzenlemeyi hedefler, onun yerine tamamen farklı bir yapı koymayı değil.

Sosyal demokrasi hareketinin hangi aşamalardan geçtiğini anlamak için İsveç Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ni (SAP) inceleyebiliriz. Parti, kendisini daha ilk aşamada Marksist ideolojiden ve Komünist Parti’den ayırmıştı. SAP’ın partiye şekil veren ilk liderlerinden Hjalmar Branting sadece sanayi işçilerinin değil orta sınıfın da ilgisini çekecek bir platform önermişti.

En önemlisi ise SAP’ın iktidara gelmek için demokratik mekanizmaları takip etmesidir. Büyük Buhran’ın hemen ertesinde yapılan seçimlerde SAP lideri Per Albin Hansson partiyi “insanların evi” diye niteleyerek katılımcı bir ajanda ortaya koymuştu. Bu politikanın sonucu olarak seçmenlerin yüzde 41,7’si SAP’a oy vermişlerdi. SAP da bu sayede Merkez Parti ile ülkeyi yönetecek koalisyonu kurmuştu. Bir başka büyük seçim zaferinin ardından SAP, 1938 yılında hükümet yetkililerinin yanı sıra iş dünyası, işçi sendikaları ve çiftçiler arasından da temsilciler çağırarak geniş çaplı bir kooperatif emek ilişkisinin meydana geleceği yeni bir dönem başlattı. Bu model de İsveç ekonomisini on yıllar boyunca yönetti.

İsveç’teki sosyal demokrasi modelinin kilit unsurlarından biri merkezi ücret uygulamasıydıRehn-Meidner Modeli (iki İsveçli ekonomistin ismi) altında işveren ve işçi temsilcileri toplu iş görüşmeleri yaparak ücretleri belirliyordu. Devlet ise piyasanın aktif ve verimli şekilde işlemesini sağlamak için sosyal politikalara öncelik verirken işçi ve kamu eğitimlerine yatırım yapıyordu. Sonuç olarak da müthiş bir ücret dengesi ortaya çıktı: Kendi yeteneklerinden veya çalıştıkları firmaların büyüklüğünden bağımsız olarak aynı işi yapan herkese aynı maaş ödenecekti.

Üretim araçlarını kamulaştırmaktan çok daha farklı şekilde bu model piyasa ekonomisini destekliyordu çünkü üretken şirketlerin büyümesine, yatırım yapmasına ve daha düşük rekabetçi şirketler yerine büyük şirketlerin daha geniş alanlara yayılmasına olanak sağlıyordu. Sanayi alanındaki ücretlerin sabitlenmesi sayesinde üretkenliğini artıran firmalar kâr elde etmeye devam edebiliyorlardı. Doğal olarak, bu sistem sayesinde İsveç’teki üretkenlik de düzenli şekilde arttı ve İsveçli şirketler de ithalat alanında oldukça rekabetçi konuma geldiler. Aynı dönemde diğer Nordik ülkelerinde de benzer kurumlar inşa edildi. 

En geniş anlamıyla bakarsak, sosyal demokrasi, savaş sonrası dönemdeki zenginliğin endüstriyel dünyadaki temel kurumudur. Hatta “New Deal” ile benzer politikaların başladığı ve toplu sözleşmesosyal refah politikaları ve kamusal eğitim ile güçlendirilen sosyal demokrasi kurumlarının yer aldığı ABD de bu ülkelerden biridir. 

Entelektüel ve siyasi akımlar piyasa merkezli sosyal demokrasiden ayrıldıkları zaman pek de başarılı olamıyorlar. 1960’lı yılların sonunda İsveç ve Danimarka’daki işçi sendikaları daha soldaki siyasi akımların etkisiyle beraber demokratik sosyalizmi benimseyerek kârları direkt olarak kontrol edecekleri ekonomik demokrasi hakları talep ettiler. Pazarlıklar sonunda “ücretli çalışanlar fonu” oluşturuldu ve kârlar işçiler için de şirket payı ile aynı seviyeye çıkartıldı. Bu değişiklik işveren ile sendikalar arasında yapılan toplu sözleşmeleri yok ederken üretkenliğin ve yatırımın sağladığı ekonomik büyümeyi de zarara uğrattı. 1990’ların başından itibaren sistemin kusurları iyice görünür hale geldi çıktı ve bu uygulamaya son verildi.

Serbest piyasadaki entelektüel akımlar daha sağdaki düşüncelerin kontrolü altına girdiğinde de benzer sonuçlar meydana geliyor. Eşitsizlik artıyor ve durağan bir üretkenlik ortaya çıkıyor. Sosyal güvenlik ağları ise lime lime oluyor.

Gerekli olan model ise ne piyasa köktenciliği ne de demokratik sosyalizm. İhtiyacımız olan sosyal demokrasi. ABD’nin daha verimli piyasa düzenlemelerine ihtiyacı var. İşçilerin sesleri daha çok duyulmalı, kamu hizmetleri ve sosyal güvenlik ağları da güçlendirilmeli. ABD’nin aynı zamanda ekonomik kalkanıma güzergâhını yerine oturtmak için yeni bir teknoloji politikası inşa etmesi gerektiği de açık. 

Özellikle teknolojinin öncülük ettiği şirketlerin hâkim olduğu bir kürselleşme çağında bu amaçların hiçbirine şirketleri kamulaştırarak ulaşamayız. Piyasa kenara atılmamalı, düzenlenmelidir.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.