Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Mario Levi: “Edebiyat neresinden bakarsanız hiç bitmeyecek”

Mario Levi’nin “Gördüklerimiz Göremediklerimiz” serisinin ikinci kitabı “Bu Salı ve Her Salı Şişli” ocak ayında yayımlandı. İstanbul sevdalısı olarak da bilinen ve çoğu romanında İstanbul’u kaleminden düşürmeyen Levi’yle, son kitabın okurlarla buluşmasının ardından bu seriyi oluşturma fikrinin nereden doğduğunu ve kentlerin insan hikâyelerine ve edebiyata nasıl etki ettiğini konuştuk. 

“Kalem beni başka hikâyelere de götürdü” 

Başlangıçta yazdıklarını bir kitapla sınırlı tutmayı planladığını söyleyen Levi, “Kalem beni sürekli olarak başka hikâyelere de götürdü ve ben de ‘bir hikâye kitabı olsun ama onun devamı da bir başka hikâye kitabı olsun’ diye düşündüm, sonuçta bu ortaya çıktı” diyor. 

“Hiç tanımadığım yerleri bu çerçeve içinde görmek istemedim” 

Levi’nin yedi kitaptan oluşacak bu serisinde her kitaba İstanbul’dan bir semt konu oluyor. İlk kitabında Kadıköy’den, ikincisindeyse Şişli’den hikâyeler anlatan Levi’ye, bu serideki semtleri neye göre seçtiğini sorduğumda “Bende iz bırakmış olan yerleri anlatmayı seçtim, yani yaşadığım, hissettiğim yerler” diye cevap veriyor. Ayrıca Levi, hiç tanımadığı yerleri anlatmaktan kaçındığının da altını çiziyor. Kadıköy’ü tercih etmesinin sebebi olarak burada yaşamasını ve dolayısıyla kendini Kadıköylü olarak tanımlamasını söylerken, çocukluğunu Şişli’de geçirdiğini ve “çocukluk ülkesi” dediği bu semti anlatmadan geçemeyeceğini de sözlerine ekliyor.  

“Okura hayal etme imkânı tanımak istiyorum” 

Kitap bir semt adıyla özdeşleşmiş olduğu halde hikâyelerde semti betimleyen uzun cümlelere rastlamıyoruz; caddelerden, sokaklardan, binalardan pek bahsedilmiyor. Anlatılan, ağırlıklı olarak insanların halleri, yaşadıkları ve hissettikleri. Buna istinaden Levi’ye, bir insanın hayatından veya duygularından yola çıkarak bir semti tahayyül etmenin mümkün olup olmadığını soruyorum. “Edilebilir tabii” diyor: “Betimleme az evet, pek yapmıyorum bunu. Bazı yerlerde değindiğim oluyor, bazen de birkaç sokak adı veriyorum. Okura hayal etme imkânı tanımak istiyorum, okurun kendi seçimlerini yapmasını, kendi fotoğraflarını görmesini istiyorum.” 

Kitabın önsözünde Levi, okurlarına az sonra bir kurmacanın içine girecekleri haberini veriyor. Anlattığı hikâyelerin gerçek olmadığını, olayları başından geçmiş ve kendini karakterlerle tanışmış gibi göstererek okura yalan söylediğini duyuruyor. Ona kurmacayla gerçek arasındaki çizgiyi soruyorum. “Bu hikâyelerin hiçbirini yaşamadım. Karakterler hayatımdaki birçok insanın harmanlanmasından oluştu. Dolayısıyla onlar da yalan çünkü bir karakterde birkaç kişi var. Bu sebeple okuru kurmacanın güzelliğine davet ediyorum” diyor.  

“Muhafaza edilmeyi hak eden değerler olduğu sürece muhafazakârlık iyi bir şeydir” 

Kitapta karakterlerin ait oldukları yeri sorguladıkları, zaman zaman yaşadıkları semte yabancılaştıkları durumlarla da karşılaşıyoruz. Mario Levi yine önsözde, kitabın yazıldığı zamanın Şişli’siyle şimdiki Şişli arasında bile fark olduğunu söylüyor ancak anıların şehrin hafızasında yaşadığına inanıyor: “Geçmişte bıraktıklarınızın doğrulanması için buna bir şekilde inanmak istiyorsunuz. Bu yüzden de bazı kaybolmuş değerleri yaşatmak istiyorsunuz ve belirli bir yaşa geldikten sonra muhafazakârlaşıyorsunuz. Muhafaza edilmeyi hak eden değerler olduğu sürece muhafazakârlık iyi bir şeydir. Muhafazakârlık ile tutuculuk arasında bir fark olduğunu düşünüyorum. Sözünü ettiğim muhafazakârlık yeniliklere kapalı olmak anlamına gelmiyor. Her zaman bir yeni vardır, her zaman yeninin uyandırabileceği bir heyecan vardır.”

“Edebiyatın işlevlerinden biri şehrin hafızasına sahip çıkmaktır” 

Yeniliklere açık olduğundan bahsederken “Genç bir insanın yazacağı bir hikâye de yenidir ve ben ona açığım” diyor: “Mesela bir yerde bir lokanta kapanır, o bir iz bırakır ve şehrin hafızası adına onu yaşatmak istersiniz ama bu o anı yaşamanızın engeli de değildir. O anda da belki yaşayabileceğiniz güzellikler vardır. Ben hâlâ Moda’ya çıktığımda yaşanabilecek güzellikler keşfedebiliyorum. Yirmi yıl sonra belki onlar da olmayacak ama sürekli olarak içimizde birikecek. Edebiyatın işlevlerinden biri de budur aslında; yaşatmak, unutturmamak ve o hafızaya sahip çıkmak.”

“İstanbul bana artık çok daha hoyrat, çok daha saldırgan geliyor” 

Değişim, dönüşüm ve yeniliklerden bahsetmişken Levi’ye İstanbul’un yıllar içindeki değişimini nasıl değerlendirdiğini soruyorum. Bu değişimde hem olumlu hem de olumsuz yanlar bulduğunu söylüyor: “İstanbul, benim çocukluğumdaki İstanbul’la karşılaştırıldığında artık bana çok daha hoyrat, çok daha saldırgan, çok daha şiddet yüklü ve iddia edilenlerin aksine, insanların çok daha yalnızlaştığı bir şehir gibi geliyor.”  
Levi’ye kalırsa hayatlarımızda büyük yer kaplayan akıllı telefonlar, sosyal ağlar ve yazışma grupları beraberinde yalnızlığı getiriyor. Levi bu yalnızlığı “çok derin ve kimsenin yüzleşmek istemediği bir yalnızlık” olarak yorumluyor. Öte yandan İstanbul’u çocukluğunun İstanbul’uyla karşılaştırdığında teknolojik ve ekonomik açılan çok gelişmiş olduğunu düşünüyor. Yine de ekliyor: “İstanbul saflığını ve maneviyatını önemli ölçüde kaybettiği için büyük bir üzüntü duyuyorum.” 

“Uzaktan bakmaya başladığınızda nelerin nasıl yaşandığını daha iyi anlıyorsunuz” 

Levi’ye kentlerin değişiminin insan hikâyelerini ve edebiyatı nasıl etkilediğini soruyorum. “Bunu zaman gösterecek” diyor: “Benim okul yıllarım 1970’li yıllarda geçti ve biz o yıllarda yaşarken birtakım değerlerin içindeydik, inandığımız birtakım değerler vardı. Şimdi o değerlerin birçoğu geçerliliğini kaybetti. Önem verdiğimiz yerler, mekânlar yok oldu ve ilişkiler de kimlik değiştirdi. Uzaktan bakmaya başladığınızda nelerin nasıl yaşandığını daha iyi anlar hale geliyorsunuz, tahlilini daha iyi yapıyorsunuz; dolayısıyla bunun edebiyatı da geliyor. Bir yandan bugün yaşananlar da var. Kendi açımdan baktığımda gördüğüm şu ki; artık yeni değerlerde daha çok maddiyatçılık var, her şeyi tüketmek var ama buradan da bir edebiyat çıkacak. Gerçek edebiyatın hiç bitmeyeceğine inanıyorum.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.