Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile söyleşi: İstanbul’daki koronavirüs mücadelesinde son durum

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba iyi günler. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nu konuk ediyoruz. Tabii ki “Evde kal Türkiye” çağrısına bağlı olarak ben evdeyim. Ekrem Bey de tabii ki görevinin başında ve şu anda omuzlarında önemli bir görev var. Ekrem Bey, merhaba. 

Merhaba. İyi yayınlar, iyi çalışmalar diliyorum Ruşen Bey.

Sağolun. Siz görevdeki bir yılınızı dolduramadan çok büyük bir krizin içerisine girdiniz. Tüm dünya gibi, Türkiye de bir krize girdi. Süreç çok zorlu geçiyor ve daha da zorlu geçeceğe benziyor. Öncelikle şunu soracağım: İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, şu andaki en âcil sorununuz nedir? 

İstanbul’un en âcil konusu ve sorunu, İstanbullu’nun, sizin yaptığınız gibi evde kalmasını sağlayabilmek. Zira sadece pazar günüyle pazartesi arasında yapılan yolculuk sayısında tam üç kat artış var. Yani pazar günü yolcu sayısı 450 bin civarındayken, şu anda aldığımız veriye göre, pazartesi 1 milyon 150 bini aşan toplu taşıma yolculuğu vardı. Bu demek oluyor ki biz mobiliteyi azaltamıyoruz. “İnsanlar kendi kendine sokağa çıkma yasağı koysun, kendi karantinasını ilan etsin” denmesi –ki Sayın Sağlık Bakanı’nın bu konudaki uyarısı bence çok önemliydi–, tamam, vatandaşa bu bilinci aşılayalım ya da söyleyelim, ama bunun kuralı koymadan yapılınca tüm insanların bunu içselleştirmesi mümkün gözükmüyor. Kural olmadığı sürece de bu işin yaygınlaşmasını engelleme şansımız yok. Dolayısıyla İstanbul’un en önemli konusu, İstanbul’a sokağa çıkma yasağının uygulanmasıdır. Türkiye’nin başka hangi şehirlerine yasak gerekiyor bilemem, ama eldeki verilerimize dayanarak şunu söyleyebilirim: İstanbul şu anda koronavirüs salgınını yüzde 60’ın üzerinde yaşayan bir şehir. Dolayısıyla böyle bir kentte bunu engelleyemezsek, bu salgının yayılmasının önüne set kuramazsak, bu ciddi bir sorun yaratacaktır. Şu anda İstanbul’un en önemli konusu bu. 

Ama burada karar mercii siz değilsiniz herhalde. Karar mercii merkezî yönetim oluyor, değil mi? Bunun prosedürü nedir? İstanbul Valisi böyle bir kararı alabiliyor mu? Yoksa doğrudan hükümetin mi karar alması gerekiyor? 

Aslında bu, merkezî hükümetin kararı. Ama Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamasında, bazı konulardaki uygulamaların valiliğe aktarılması konusunda özellikle bir beyanı oldu. Ama bu beyan sadece o gün açıklanan iki konu için midir? Yani parkların, piknik alanlarının kapatılması, şehirlerarası otobüs yasağının getirilmesi uygulamaları mıdır, yoksa daha geniş bir yetki midir, açıkçası o konuda bir bilgim yok. Ama şu an bu konu, Bakanlar Kurulu’nun alacağı kararlara dayalı bir yetkiye dönüşen bir iş. Dediğim gibi, biz bu kararın alınması için yaklaşık 12 gündür ısrar ediyoruz. Pandeminin üremesi ve bulaşma sürecine baktığınızda, karar alınmadığı takdirde her geçen gün, geciken bir karara dönüşüyor ve anlamını yitiriyor. 

Peki bu insanlar neden sokaktalar? Bu sadece ekonomik faaliyet anlamında bir şey mi? Sizin gördüğünüz, duyduğunuz, çalışanlarınızın aktardığı, bir duyarsızlık, bir lâkaytlık mı söz konusu? Yoksa bu tamamen geçim derdi ile mi ilgili? 

Büyük oranda geçim derdi. Elbette sorumluluğu olan insanlar da var. Ama bu sorumlu olan insanları “Biz taşımayı üstleniriz” diye raporumuzu yolladık. Yani servis konması halinde, başta sağlık çalışanları olmak üzere biz bu süreci üstlenebiliriz diye Sağlık Bakanlığı’na raporumuzu yolladım ve İstanbul Valisi’ne de bildirdim. Biliyorsunuz yaklaşık 35 gündür ısrarımız olan bir toplantıyı ne yazık ki ilk defa geçen cuma yapabildik Sayın Vali’yle. Hem İl İdare Kurulu’na, hem de Pandemi Kurulu’na davet edildim. İstanbul 16 milyonluk bir kent. İstanbul’a özel bir durum değil bu. Ne yazık ki burada siyasî bir ayrışma var. Belediyelerin sürecin içine katılmaması, bu süreçte bile siyasetin o çirkin ruhunun canlı tutulması, krizin aşılması yönünde önemli bir zâfiyet. Bunun giderilmesi konusunda ısrarlarımız olmuştu. Ama en son, cumartesi günü davet edildim ve orada dile getirdim: Bu insanların iş için, emek için sahaya çıkmasına engel olmak için, elbette merkezî hükümetin aldığı ekonomik tedbirlerin, işini kaybeden insanlara doyurucu gelmesi lâzım. Mesela dün İspanya hükümeti, işsiz kalan insanlara 2 yıl boyunca ücret ödeme konusunda bir taahhütte bulundu. Bunun gibi uygulamalar var. Hükümet bunu 3 aylık, 6 aylık dilimlere bölerek de başlatabilir diye düşünüyorum. Tabii bunu bizim kendi sosyal yardım bütçemizle açma şansımız yok. Biz ancak günlük, haftalık pansuman yapabiliriz. Zaten rutin olarak sosyal yardım yaptığımız 230 bine yakın aile var. Şu 15-20 günde, 50 bini aşan bir başvuru aldık. Bunun hızlıca 100 bine doğru gideceğini görüyoruz. Çünkü günlük geliri olan insanlar şu anda neredeyse sıfır düzeyinde gelire sahipler. Kimdir bu günlük geliri olan insanlar? Taksiye günlük yevmiye ile çıkan insanlar var. Hamalı var, berberi var, kuafördeki çırak var, garson var. Türkiye’de günlük yevmiye ile ekmeğini kazanan milyonlarca insan var. Bu noktada, hükümetin ekonomik olarak bunun giderilmesi için büyük bir kampanya geliştirmesi lâzım. Tabii ki bu kampanya bir bağış kampanyası değil. Ekonomik bir kampanyadan bahsediyorum; tutarlı, kamu maliyesini iyi yöneten, zor günler için tutulan yedek akçesinin, fonlarının bu yönde seferber edildiği bir dönemi yaşatması lâzım. Çünkü her insanın sahaya çıkması demek bunun bulaşması anlamına geliyor. 

Sokağa çıkma yasağı beklentiniz karşılanmadı. Aslında dün akşam Cumhurbaşkanı’nın açıklamasında, herhalde siz de bizler gibi sokağa çıkma yasağı ilan etmesini beklediniz ve umdunuz. Ama yine olmadı. Şu anda fiilî bir durum var ve insanlar sokağa çıkabiliyorlar. Siz belediye olarak bu durumda neler yapıyorsunuz? Biraz önce, hafta başı itibariyle toplu taşıma araçlarındaki yolcu sayının ikiye, üçe katlandığını söylediniz. Nasıl baş etmeye çalışıyorsunuz? Salgının yayılmasını engellemek konusunda neler yapıyorsunuz?

Biz zaten ulaşımda olağanüstü bir azaltma yapmadık. Bizim azaltma oranlarımız yüzde 20’ler civarında. Yüzde 20’ler civarındaki bir azaltma ile süreci yönetiyoruz. Kaldı ki şu anda bir realite var; yüzde 85’e yakın bir azalma söz konusu. Bu önemli bir oran. İnsanların buna özen göstermesi kaydadeğer bir başarı. Ama bizim gibi büyük bir kentte, yüzde 15 oranındaki insanların sahada mobilize olmasının anlamı şu: Bu sadece toplu taşıma ile ilgili değil. Özel araçlar da sahada. Ben E-5’i ve TEM’i gözlemliyorum; dünkü hareketlilik çok canımı sıktı doğrusu. Bir buçuk milyona yakın insandan bahsediyoruz. Çok büyük bir nüfus bu. Bir buçuk, iki milyon insan demek, İstanbul’un, Avrupa’nın en büyük ilk on şehrinden birisinin olması anlamına geliyor. Böyle bir ortamda toplu taşımada bir sorun yaşamıyoruz; metrobüs hatlarımız da pandemi kurallarına uygun şekilde düzenleniyor. Koltukların çoğunda, “Bir koltuğu boş bırak” şeklinde tabelalarımız var. Otobüslerimiz de bu süreçte yeterli. Ama nasıl yolcu taşıdığı konusunda sıkı kontrol altında tutamadığımız minibüsler var. Onların da, kendi potansiyellerinin yarısı kadar yolcu taşımaları gerekiyor. Ancak buna uymadıkları yönünde ihbarlar alıyoruz. Ama bu, minibüslerin başına adam dikerek, ya da Özel Halk Otobüslerini tek tek kontrol ederek yönetilebilecek bir süreç değil. Yüzde 80-85’e varan yolcu azalmasına rağmen, araç sayısını yüzde 20 azaltarak İstanbul’a hizmet etmemize rağmen, sokağa çıkma yasağı ilan edilmeden bu pandemi sorununu çözemeyiz.

Bu arada geçen gün, bir pazar sabahı erken saatte, tıkış tıkış dolu otobüs görüntüleri paylaşıldı. Ne diyorsunuz? Bu nasıl bir şey?

Ruşen Bey, hepimiz insanız, hayat tecrübelerimiz var. Aklı, fikri, vicdanı yerinde olan her insanın, neyin ne olduğunu kolaylıkla anlayabileceği bir vaka bu. Sayın Valimiz, “Sosyal medyada böyle bir şey dönüyor, bilginiz var mı?” diye beni aradı pazar sabahı. Ben de hemen baktım ve “Sayın Valim, inceleyelim, size döneyim” dedim. Çünkü görüntüler bana henüz ulaşmamıştı. Arkadaşlarım sosyal medyada bu konuyla ilgili süreci görünce araştırmaya başlamışlar zaten. Kısa bir zaman diliminde bize bilgi ulaştı. Düşünün, bir önceki hafta, aynı saatte saat 6’da bir kişinin seyahat yaptığı bir hatta, o pazar sabahı bir anda 70 kişi biniyor. Üstelik, bunların 30’u bir duraktan, 30’u da başka bir duraktan biniş yapıyor. Ne tesadüf ki, bu görüntüleri yayan insan, o otobüsün içinde ve görüntüleri o yayıyor. Ve ne tesadüf ki, o insan da, bütün paylaşımlarında şahsıma ve partimin genel başkanıma hakaret eden bir kişi çıkıyor. Ve yine ne tesadüf ki, bunu ihbar eden kişi de AK Parti’de meclis üyeliği yapmış bir vatandaş, çıkıp diyor ki, “Adam kendini saklamıyor. Otobüsten çektiği fotoğrafı yayınlıyor” diyor. Bu arada, o eski meclis üyesinin ihbarından dolayı da ona teşekkür ediyoruz, işimizi kolaylaştırdı. Biz de, bütün o görüntüleri, otobüse biniş görüntülerini, kullandıkları kartı basma sayısı adediyle delilleştirerek, başta her iki şahıs için ve ilavesi olursa, onların da dâhil edilerek, bir suç duyurusunda bulunduk Savcılığa. Bu dönemin ruhuna aykırı hareket eden, her ortamda siyasî bir polemik üretmeye çalışan bu tür insanları, koronavirüs kadar tehlikeli, toplumu ayrıştıracak bireyler olarak görüyorum. Bunlar her türlü ihaneti tezgâhlayabilirler. Böyle bir ortamda bunu aklına getiren insanla ilgili net tanımım budur. Allah onların şerrinden toplumu korusun.

Anladığım kadarıyla, böyle bir felaket, böyle bir salgın durumunda bile Türkiye’de hep şikâyet edilen o kutuplaşma olgusundan tam olarak arınamamışa benziyoruz. Konuşmanızın başlarında sorulara cevap verirken, “Muhalefet partili belediyeler” dediniz. Bu konuyu biraz açalım: Siz varsınız, İzmir, Adana, Ankara, son 31 Mart’ta –sizinki gecikmeli de olsa 31 Mart diyelim ona da– Türkiye’nin büyük şehirleri büyük ölçüde değişti; bu şehirlerde anamuhalefet partili belediye başkanları seçilip göreve başladılar. Aslında koronavirüs olayı sizin için de çok önemli bir sınav aynı zamanda; yaklaşık 1 yıl içerisinde yaşanan bir olay. Sizin birbirinizle koordineli olduğunuzu biliyorum. Biraz o koordinasyondan bahseder misiniz? Türkiye’nin değişik yerlerindeki büyükşehir belediye başkanları nasıl bir deneyim paylaşımı yapıyorsunuz? Birtakım dayanışmalarınız var mı? Ama esas önemli soru: Siz bunları yaparken kendinizi yalnız mı hissediyorsunuz? Tabii ki merkezî yönetimi kastederek soruyorum.  

Ruşen Bey, biz sıkı bir dayanışma sürdürüyoruz, bu doğaldır. Aslında bu dayanışmanın ana kaynağı, Türkiye’deki Belediyeler Birliği olmalı. Ama Belediyeler Birliği bu süreçte sağlıklı bir iletişim kurma konusunda ne yazık ki yeteneğini yitirmiş durumda; belediyelerin birtakım haklarına, yereldeki gücüne karşı geliştirilen hiçbir hamlede sesini çıkarmayan bir kurum. Tabii biz bunu anlıyoruz; siyaseten bağımlılık had safhada. Böyle bir süreç oluştuğunda da, hiç kimse parti içinde alınmış bir karara sesini çıkaramıyor. İster istemez, biz birtakım hususları kendi içimizde tartışıyoruz. 11 Büyükşehir Belediyesi olarak bir araya gelip, bazen kamp şeklinde, bir gün iki gün çalıştığımız toplantılarımız da oldu. Bu süreçte de, canlı bağlantılarla 11 Belediye Başkanı toplantılarımızı yaptık. Hatta toplantılardan birini de Sayın Genel Başkanımız’la gerçekleştirdik. Burada deneyimlerimizi paylaşıyoruz, hangi adımları atmamız gerektiğini konuşuyoruz ve kararlar alıyoruz. Bizim arzumuz şu: Türkiye’nin en büyük kentlerini yöneten belediye başkanları olarak ya da Türkiye’nin en büyük kenti, 16 milyon insanın sorununu çözüme kavuşturmaya çalışan, kurumlarla ilişki kurmaya çalışan, süreci en iyi şekilde yönetmeye çalışan bir belediye başkanı olarak, Sayın Cumhurbaşkanı dahil, istediğinde ulaşabilmeyi isteriz. Ya da aynı şekilde, böyle bir olağanüstü durumda, Sayın Cumhurbaşkanı dahil birçok bakanın arayıp bilgi istediği ya da bilgi paylaşmak istediği, çözüm ortağı olarak aranmayı isteriz. Brifing talep edilir, biz de ne olup bittiğini görüşlerimizi sunarız. Düşünün, 16 milyonluk bir şehrin valisi bizi ancak 1 ay sonra çağırabiliyor. Çağırabiliyor diyorum, çünkü ne yazık ki bunun kendi inisiyatiflerinde olduğunu düşünmüyorum. Bir gün önce, bir davet şekli açıklandıktan sonra, biz cumartesi davet edildik. Yoksa onun öncesinde ben Sayın Valimiz’e 5-6 kez, “Bir araya gelelim, konuşmamız lâzım. Bu iş bütüncül yönetilmeli. Krizleri aşmanın en önemli kuralı uzlaşmaktır, bir arada hareket etmektir” diyen birisiyim. Bu yönüyle insan biraz yalnız hissediyor kendini. Ama bizim büyük zenginliğimiz var: Halkımız. Halkımızla paylaşarak, süreci onlarla yönetmeye, kararlar almaya çalışıyoruz.

Ben de tam bunu soracaktım. Sloganlarınızda hep “Birlikte” diyorsunuz; fotoğraflar, çizimler hep böyle. Bunu hangi mekanizmalarla yapıyorsunuz? Büyükşehir belediyeleri olarak sizlerin en büyük avantajlarından birisi, toplu taşıma araçlarındaki medya uygulamaları sizin halkla doğrudan temas kurma yerlerinizdi. Ama malûm, şu anda herkes evinde: Yüzde 15’e düştüğünü söylüyorsunuz. Peki siz bu süreçte halkla teması, hangi kanallarla yapabiliyorsunuz? Burada sorunlar ne?

Şu an siz de paylaşım modelimizin bir bölümüne katkı sunuyorsunuz. Biz iletişim kanallarımızı, televizyonlarla, sosyal medya mecralarıyla, kendi hesaplarımızdan veya sizlerin katkısıyla duyurarak politikalarımızı, dilimizi, hissiyatımızı aktarmaya çalışıyoruz. Vatandaşlarımız bize ulaşıyor. Şu anda çağrı merkezimiz, normal zamanın çok üstünde hizmet verir durumda; insanlar paylaşmak, ihbarda bulunmak, tavsiyede bulunmak, katkı sunmak çabası içerisinde. Çok ciddi sayıda ekibimiz çalışıyor. Koronavirüs riski nedeniyle ekibimizin büyük bir bölümünü evden çalışma usûlüyle yönetiyoruz. Bu riski üstlenmemelerine dönük böyle bir altyapı oluşturduk. Dolayısıyla karşılıklı iletişimimiz devam ediyor. Görevini devam ettiren çalışanlarımız var. Sağlık çalışanlarına minnet duyuyoruz, ama yanı sıra, büyükşehir ve ilçe belediye çalışanları da var; çöp toplayan, gazını, suyunu kesintisiz vermeye çalışan insanlarımız var. Onlarla bu diyaloğumuz sürüyor. Yardımlaşmaya, paylaşmaya katkı sunuyoruz. 65 yaş üstü vatandaşlarımızdan ihtiyacı olan ailelerle diyaloğumuz devam ediyor. Dediğim gibi, şu an 230 bine yakın aileye verdiğimiz sosyal yardım hizmeti kesintisiz devam ediyor. Bunu yüzde 50 daha artırıyoruz. Farklı kampanyalarla destekliyoruz, en azından desteklemeye çalışıyoruz. Tabii bütün bunlar tek başına yetmiyor. Ama yine de büyük oranda iletişime büyük katkısı olan işler. 

Siz doğalgaz ve benzeri ödemelerde vatandaşa kolaylık sağlanması için bir çağrı yaptınız. Bu çağrınız, bazı iktidar partisi milletvekilleri tarafından da alaya alınmak istendi. O olay tam olarak nedir? Anladığım kadarıyla beklentiniz gerçekleşmedi, değil mi?

Kimin hangi kısmıyla alay ettiğini bilemiyorum Ruşen Bey. 

Yani sizin devletin parasıyla bir şeyler yaptığınızı söyleyen bir milletvekili olmuştu. Belki bilmiyor olabilirsiniz.  Önemli de değil.

Bazı seviyesi düşük yorumları artık dikkate almıyorum. Burada vermek istediğimiz mesaj şu: Biz zaten gaz kesintisi ya da su kesintisi yapmayacağımızı taahhüt ettik. Ama örneğin gaz ödemesini uzatabilmemiz için de Botaş’ın da bize bir ödeme kolaylığı yapması gerekiyor; çünkü bizim gazın yüzde 90’ı zaten ödeme olarak Botaş’a gidiyor. Biz ödemelerle ilgili Botaş’tan bir uzatma talep ettik. Mesela su dağıtımının yüzde 50-55’e yakın maliyet kısmının elektrik enerjisi olduğunu biliyoruz. Elektriğe dönük bir ertelemenin hizmet kolaylığımıza yansıyacağına, bizim de bunu vatandaşa yansıtabileceğimiz konusunda önerilerimiz oldu. Bu çok doğal. Biz bunu sadece kamuoyuyla paylaşmadık, yazılı olarak da bildirdik. Çünkü İçişleri Bakanlığı olsun, Şehircilik Bakanlığı olsun, beklentilerimiz ya da isteklerimizle ilgili yazılar gönderdi. O yazılarda da bunları bakanlıklara ilettik. Örneğin, Sağlık Bakanı ile hem telefonda görüştük hem de bazı isteklerimizi ayrıca kendisine yazılı olarak yolladım. Ben iletişimimizi sadece kamuoyuna yönelik değil aynı zamanda kurumlara da ileterek çalışıyorum. 

Peki ne cevap aldınız? 

Cevap gelmedi bize. 

Yani sonuçta beklentileriniz şu an itibarı ile karşılanmış değil. 

Evet. Şu an için karşılanmış değil. Türkiye’nin yerel yönetim sisteminde, idarî ve malî olarak biliyoruz ki ciddi bir merkezî hükümet bağımlılığı vardır. Elbette bizim gibi büyük şehirlerde, malî kabiliyeti gelişmiş alanları da var: İSPARK, İETT, METRO gibi günlük geliri olan kaynakları da vardır. Ama şu anda, Büyükşehir Belediyesi, bu kadar kısa bir zamanda, yaklaşık 500 milyon liraya varan bir gelir kaybına uğramış durumda. Çünkü bizim ulaşımın onda biri kadar geliri var; onda sekiz arası sahada yürüyor. Ama onda biri kadar geliri var. Bunu neden söylüyorum: Belediyeler sübvanse edilmesi gereken kurumlardır. İşte bütün bunları bizler dile getiriyoruz. Aslında bunları bizim yerimize Belediyeler Birliği’nin dile getirmesi, kamuoyu ile paylaşması gerekir. Getirmeyince, ister istemez iş, bizim gibi muhalefet yani ana hükümete, ana iktidara muhalefet durumunda olan partinin belediyelerine dile getirmek düşüyor. 

Ruşen Bey, dün beni Lizbon Belediye Başkanı aradı. Açıkçası, hükümetle aynı parti midir diye incelemedim. Ama Lizbon Belediye Başkanı Sosyalist Parti üyesi. Portekiz’de merkezî hükümet nasıl kurulmuş çok bilgi sahibi değilim, bakamadım da. Ama benimle konuştuğunda deneyim paylaşımı yaptık 20-25 dakika. Ve günün sonunda “Nasıl yardımlaşabiliriz?” diye anlaştık. Biz onlara bir rapor göndereceğiz yarın. Onlar bir rapor yollayacaklar ve iletişimi devamlı hale getireceğiz. Ama “Bugün ne yaptınız?”dan başlayarak yaptığımız görüşmede, başbakan ve bakanlarla yaptığı görüşmeyi bana anlattı. “En son, bu haftaki tedbirleri gözden geçirdik” dedi. Yani dünyada bu kadar önemli bir meselenin ülkemizdeki önemi, şu anda siyasal zemine oturdukça, üzüntümü tarifleyemem. Bu da, bahsettiğiniz konu da o sorunlardan birisi.

Siz, bu pandemi olayı gündeme geldiği andan bugüne kadar herhalde Cumhurbaşkanı Erdoğan ile herhangi bir şekilde telefonla bile olsa görüşemediniz, yanlış mı anlıyorum? 

Tabii ki görüşemedik. Görüşmek isteriz, bizi arayıp bilgi almasını isteriz, biz arayıp bilgi verebilelim isteriz. Bu konuda iletişim çok değerli. Çok net ifade edeyim: Az önce bir uluslararası haber kaynağından bir bilgi okumuştum; şu anda 10 bin vaka sayısına hangi ülke kaç günde ulaştı diye bir istatistik yayınlamışlar: Türkiye 19 günde, İran 22 günde, İtalya 40 günde, İspanya 45 günde, böyle bir sıralama var. Yani birinci sırada Türkiye. Süreç bu kadar hızlı işlerken, biz neyle uğraşıyoruz, neleri konuşuyoruz? Daha neleri konuşacağız? Yani utanç duyuyorum Ruşen Bey. Bu sürecin bir an önce bitip, bütünleşmemiz, “Senin gözünün üstünde kaşın var, sen şöylesin, sen böylesin” tavrını bırakıp, iş üretmemiz lâzım. Şimdi bugün bile, farklı makam sahipleri ile iletişim kurma çabası gösterdim. Bakalım gün bitene kadar kaçı dönecek? 

Buradaki mesele tam olarak nedir? İzleyicilerimize tam olarak anlatabilmek için soruyorum. Tabii ki yerel yönetim ve merkezî yönetim arasında koordinasyon iyi bir şey. Karşılıklı ne kadar anlayış içerisinde olurlarsa, o kadar iyi olur. Bunu anlıyoruz. Ama bu olağanüstü durumdaki şeyi de bir kenara bırakalım, çünkü bu “Sokağa çıkma olsun mu olmasın mı?” meselesi artık bir yerden sonra siyasî bir karara dönüşmüş durumda: Ama siz, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak, merkezî yönetimle olan bu koordinasyonsuzluk ya da iletişimsizlik nedeniyle, sorun olarak en kötü neyi yaşıyorsunuz?  

İletişim. Zaten iletişim olsa, ikinci iletişimde eğer bir iş olmuyorsa, hesap sorarsınız. Üçüncü iletişimde sebebini ararsınız. Zaten insanlar ikinci, üçüncü iletişimde eğer bir haksızlık varsa bunu düzeltmek zorunda kalır. Dolayısıyla iletişim olmadığı için, diğerinin bir anlamı yok. Diğerinin detaylarını yazmanın, saymanın bir anlamı kalmıyor. Tabii bu sadece İstanbul’a dair bir mesele değil. Sırasıyla diğer şehirlerimizi de sayabiliriz. Yine aynı partimize mensup belediye başkanlarını sayabiliriz. Bunun temelinde, son yıllarda oluşan “kirli siyaset dili”nin en sıkıntılı anlarda bile terk edilememe alışkanlığı, geleneği var. Bunu yok edecek olan tabandaki insanlar değil. İşin yukarısında bulunan insanlar bunu yok edecek, aşağısı buna uyum sağlayacak. Ve bunun bendeki tarifi de, ne yazık ki dayanılmaz ve asla ve asla kabul edilmez “siyasî kibir”. 

Peki son olarak şunu sormak istiyorum: Sizin öngörünüz nedir? Temenniniz değil ama. Temennimiz tabii ki bir an önce bu işin hallolması. Türkiye ve İstanbul, bu şeyi daha ne kadar yaşayacak? Çünkü hep böyle günler saptandı. Biliyorsunuz, ilk başta maçların ertelenmesi, şu bu geciktirildi, sonradan ilan edildi. Keza okullar da öyle. İlk başta okullar kısa zamanda açılacak gibiydi. Şimdi “Nisan sonu” diyoruz, ama yine de bilmiyoruz. Siz Ekrem İmamoğlu olarak, nasıl bir süreç görüyorsunuz? Aylarca mı uğraşacağız? 

Ruşen Bey, Lizbon Belediye Başkanı, kendi tasarımlarıyla, devlet ile yaptığı görüşmeyle, Portekiz’de sürecin pik noktasını Mayıs sonu olarak belirlediklerini söylediler. Dolayısıyla, bizim gerçekçi konuşmamız gerekirse, insanların bu işi 10 gün, 20 gün, bir ay gibi hayal etmelerini çok doğru bulmuyorum. Bunu ben söylemiyorum, bizim İstanbul’da Bilim Kurulumuz var, onlar söylüyor. Geçen hafta sonu katıldığım İstanbul Pandemi Kurulu toplantısında aynı şeyi onlar söyledi. Aldığımız duyumlara göre, Ankara’daki Bilim Kurulu da benzer şeyleri söylüyor. Tabii bunu vatandaşa duyurma biçimi elbette tartışılabilir, ama gerçeklerle yüzleşerek süreci yönettiğimiz zaman daha diri kalırız, umutlarımızı tüketmeyiz. Tam aksine, bilgi paylaşımının, şeffaflığın belli konularda en üst seviyede tutulması lâzım. Ben şöyle söyleyeyim: Aldığım bilgiler ışığında, bu işin, önümüzdeki birkaç ayı alacağı ve etkisinin çok uzun süreceği ortada. Bu sorun, bu süreç, bu pandemi konusu ya da bir virüsün çözüme kavuşması, belki siz biz bile bu virüsü yaşayacağız ve bu hastalığı geçireceğiz. Umarım, hepimiz, bütün halkımız yine sağlığımıza kavuşarak geçiririz. 

Ama bütün bu süreçlerin bir başka boyutu da var: Türkiye’de değil bu sadece; dünyada kurallar yeniden yazılıyor. Bu kurallar yeniden yazılırken akılla, bilimle yazılması zarûrî. Dünyanın verdiği mesajı alabilen ülkeler ve insanlar ve insanlık, büyük bir sınav verecek. Ekonomik kurallar yeniden yazılacak. Aslında tümüyle bir değişimi yaşayacağız. Ben dünya tarihindeki en önemli, son yüzyıldaki en önemli küçülmeyi, ekonomik durgunluğu yaşayacağı bir 2 yıl yaşayacağımızı düşünüyorum. Burada hızlıca adapte olup, süreci pozitif bir yönetim biçimine ve şekillenmeye dönüştürecek ülkeler, önümüzdeki yılların, on yılların değiştirici ve dönüştürücü gücü olacak. Buna hazırlıklı olmalıyız. Ekonomik olarak, sosyal olarak, eğitim potansiyeli olarak. Bilimi önceleyen, aklı önceleyen bir kavram ile hazır olmalıyız. Bu şekilde bütüncül bakmalıyız. Biz buna dönük masalar kuruyoruz, tartışıyoruz konuşuyoruz; ama ülke genelinde bunun olması lâzım. Benim de ülkemin, devletimin, yöneticilerimin böyle bakmasını umut ediyorum. Tüm bu söylediklerimi, sadece 16 milyonu temsil eden bir belediye başkanı kimliğimle değil sadece, bir birey olarak, vatandaş olarak, aile babası olarak söylediğimi de kabul edin lütfen. Dolayısıyla, bizim birkaç ay daha yoğun günler geçireceğimizi düşünüyorum. Ama daha sonra farklı etkileriyle, bu işin, en az 2 yıllık çözüm, yapılanma ve hazırlık döneminin, dünyada ekonomik, sosyal ve diplomasi açısından her yönüyle etkili bir süreci yaşatacağını düşünüyorum. Sonuç olarak böyle ifade edebilirim. 

“Bitirdim” dedim, ama sormayı unuttum. Onu da hızlıca sorayım, öyle bitireyim. Söyledikleriniz çok anlamlıydı ama, başa dönecek olursak, sokağa çıkma yasağı beklentinizde siz, İstanbul için en azından nasıl bir süre talep ediyorsunuz? Biliyorsunuz Fransa, Hindistan üç hafta dedi. Her yerde başka bir şey var. Sizin bu konuda somut bir öneriniz var mı? Üç gün, bir hafta ya da…? 

Bizim Bilim Kurulu’nun fikri, en sağlıklı modelin, üç haftaya yakın olduğu yönünde; ama 15 günlük bir sürecin zarûrî olarak tanımlanması gerektiğini ifade ettiler. Ve gün geçtikçe bunun etkisinin azalacağını, dolayısıyla zaman kaybetmenin aslında bizi daha da sıkıntıya sokacağını ifade ediyorlar. Benim öngördüğüm demeyeyim, bilimin ya da Bilim Kurulumuz’un bize ifade ettiği şekli: Doğrusu 3 hafta. Ama en az mutlak 15 gün, bu sürecin uygulamaya geçirilmesi şarttır. 

Ekrem Bey, çok teşekkürler, yayınımıza katıldığınız için. Size kolaylıklar, aslında hepimize kolaylıklar. İyi günler diliyorum. 

Çok teşekkürler.

İzleyicilerimize de Sayın Ekrem İmamoğlu ile yaptığımız yayını izledikleri için teşekkür ediyorum. Herkesin çok dikkatli olmasını ve evde kalmasını diliyorum, temenni ediyorum. İyi günler.

İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.