Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Byung-Chul Han: “Dijital bir feodalizme doğru mu gidiyoruz?”

 “Çin modelinin kendini dayatabileceği dijital bir feodalizme doğru gidiyoruz” diyor, Güney Kore kökenli filozof, Berlin Sanatlar Üniversitesi’nde felsefe hocası ve Şiddetin Topolojisi (çev.: Dilek Zaptçıoğlu, Metis Yay., 4. bas. Ocak 2020), Zamanın Kokusu (çev.: Şeyda Öztürk, Metis Yay., 3. bas. Aralık 2019), Eros’un Istırabı (çev.: Şeyda Öztürk, Metis Yay., 2. bas. Ocak 2020), Psikopolitika: Neo-liberalizm ve Yeni İktidar Teknikleri, (çev.: Haluk Barışcan, Metis Yay., 3. bas. Ocak 2020) ya da Şeffaflık Toplumu (çev.: Haluk Barışcan, Metis Yay., 5. bas. Ocak 2020) denemelerinin yazarı Byung-Chul Han.

Mediapart’ta yayınlanan yazıyı Haldun Bayrı çevirdi.

Byung-Chul Han

Terörizm tehdidi şimdiden havaalanlarında en ufak bir direniş göstermeden küçültücü güvenlik önlemlerine boyun eğmemize yol açtı. Ellerimizi havaya kaldırıp bedenlerimizi scanner’la incelemelerine ses çıkarmıyoruz. Üzerimizde silah olup olmadığına bakmak için bizi elle yoklamalarına izin veriyoruz. Her birimiz potansiyel bir teröristiz. Virüsle beraber, terörizm havada dolaşıyor ve cihadcı terörizmden çok daha büyük bir tehdidi temsil ediyor. Pandeminin bütün toplumu gözetim altına alınan bir mıntıkaya, herkesin potansiyel bir virüs taşıyıcısı muamelesi göreceği sürekli bir karantinaya dönüştürmesi sonucuna varan o düşüncedeki mantığa doğal olarak bağlı bu. 
Avrupa ve ABD pandemi zamanında tüm parıltılarını yitiriyorlar. Düşüş yaşıyorlar. Salgını denetim altına almaktan âciz görünüyorlar. Asya’da Tayvan, Hong Kong, Singapur, Güney Kore gibi devletler, devlet-kentler ya da bölgeler ise salgını hayli çabuk bir biçimde denetlemeyi becerdiler. Neden? Asya ülkelerinin ellerindeki sistemik kozlar neler? Avrupa ve ABD’de virüs, içinde kolaylıkla yayılabildiği liberal bir toplum buluyor. Avrupa’daki başarısızlığın sorumlusu liberalizm mi? Virüs kendini liberal sistemde daha mı rahat hissediyor?
Çok hızlı bir biçimde, pandemiye karşı mücadelenin küçük ölçekte harekete geçmek, vurguyu kişiye ve bireye yapmak anlamına geldiği fikri kendini dayatacak. Ama liberalizm böyle bir süreçle hakikaten bağdaşabilir bir şey değil. Liberal bir toplum devletin her işe burnunu sokmasını engelleyen bir hareket özgürlüğüne sahip kişilerden oluşur. Sadece kişisel verilerin korunması bile, tek başına, bireylerin küçük ölçekte gözetleme altında tutulmasını yasaklar. Liberal toplum, bireyleri tek tek gözetlenen nesneler haline getirme imkânını tasarlamaz. Dolayısıyla, yoğun ekonomik sonuçları olan evlere kapanmadan başka seçeneği yoktur. Batı yakında kaçınılmaz bir sonuca varacaktır: Toplu olarak evlere kapanmadan kaçınmak için birey bedenine sınırsız erişim yetkisi veren bir biyopolitika. Batı, özel çemberin tam da virüse bir sığınak sunan yer olduğu sonucunu çıkaracaktır bundan. Ama bunu kabul etmek liberalizmin sonu anlamına gelir.


Asyalılar Avrupalılar için tasavvur edilemez olan bir sertlik ve disiplinle savaşıyorlar virüse karşı. Gözetleme bireysel olarak her kişi üzerinde yoğunlaşıyor ve Avrupa stratejisiyle en büyük fark bu. Asyalılar’ın sert usûlleri 17. yüzyılda Avrupa’da veba salgınına karşı alınan disiplinci önlemleri hatırlatıyor. Michel Foucault bu önlemleri disiplinci toplum üzerine analizinde sarsıcı biçimde tasvir etmişti. Evler dışarıdan kilitlenir ve anahtarlar yetkililere verilir. Karantinayı ihlâl edenler ölüme mahkûm edilir. Serbest dolaşan hayvanlar öldürülür. Gözetleme tamdır. Kayıtsız şartsız itaat istenir. Her ev bireysel olarak gözetlenir. Denetlemeler sırasında, bir evin bütün sâkinleri pencereye gelerek kendilerini göstermek zorundadır. Bir avluya bakan tüm evlerde yaşayan herkes için, kendilerini gösterecekleri bir pencere belirlenir. Her kişi ismiyle çağrılır ve ona sağlık durumu hakkında sorular sorulur. Yalan söyleyen kim olursa olsun idam cezası alacaktır. Bütünsel bir kayıt sistemi kurulur. Mekân geçişsiz hücrelerden oluşan katı bir şebeke haline gelir. Her birey yerine bağlıdır. Evinden taşınan kim olursa olsun canını tehlikeye atmaktadır.
17. yüzyılda Avrupa disiplinci bir toplum haline gelmiştir. “Biyoiktidar” yaşamın en ufak ayrıntılarına kadar burnunu sokar. Bütün toplum panoptikona [bütünün gözetleme altında tutulduğu yer – Ç.N.] dönüşür; panoptik bakış tarafından kavranır.  Bu disiplinci önlemlerin anısı Avrupa’da tamamen bulanıklaşmıştır. Aslında, Çin’in bugün pandemiye karşı aldığı önlemlerden çok daha sert önlemler söz konusu olmuştur. Fakat 17. ve 18. yüzyıllar Avrupa’sının bugünün Çin’i olduğu söylenebilir. Bu arada Çin, ahalisinin biyopolitik gözetlenmesi ve gediksiz bir denetimini sağlayan bir sosyal kredi sistemiyle dijital disiplinci bir toplum yaratmıştır. Gündelik yaşamın tek bir ânı bile gözlenmekten kaçınamaz. Her tıklama, satın alınan her mal, her temas, sosyal ağlarda her faaliyet gözetleme altındadır. Yüz tanıma sistemine bağlı iki yüz milyon kamera hizmettedir. Kırmızı ışıkta durmayan, rejim muhalifleriyle temasları olan ya da sosyal ağlarda eleştirel yorumlar yayan, kim olursa olsun tehlike içinde yaşamaktadır.
Buna karşılık, sağlıklı gıdalar satın alanlar ya da resmî gazeteleri okuyanlar, ucuz kredilerle, hastalık sigortasıyla ya da yolculuk vizeleriyle ödüllendirilir. Çin’de bu tam gözetleme mümkündür, zira internet erişimi ve mobil telefon sağlayıcıları ile yetkililer arasındaki alışverişe hiçbir kısıtlama getirilmemiştir. Devlet benim nerede, kiminle olduğumu, şu anda ne yaptığımı, ne aradığımı, ne düşündüğümü, ne satın aldığımı, ne yediğimi bilir. Gelecekte, devletin ateşimizi, kilomuzu, kan şekerimizi, vb. bilmesi de çok muhtemeldir. 


Nüfusun tamamının dijital gözetlenmesinin virüse karşı son derece etkili olduğu ortaya çıkıyor. Pekin Garı’ndan yola çıkan kim olursa olsun, ateşini ölçen bir kamera tarafından denetleniyor. Ateşi varsa, aynı vagonda bulunan herkese cep telefonlarından mesajla bildiriliyor bu. Sistem, trende kimin hangi anda nereye gittiğini biliyor. Potansiyel virüs taşıyıcıları sadece teknolojik verilere başvurulması sayesinde tespit ediliyor. Sosyal ağlar karantina gözetlemesi için insansız hava araçlarının (İHA) kullanım merkezini bilgilendiriyor. Bir kişi yasadışı biçimde karantinayı bırakırsa, İHA ona doğru uçuyor ve evine dönmesi komutunu bildiriyor. İHA hemen orada bir ceza makbuzu da basıp başınızın üzerine bırakabiliyor. Pandeminin denetiminde, Batı’nın tam bilincine varmadığı bir paradigma değişikliği yürürlükte gibi görünüyor. Pandemiye karşı mücadele dijitalleşmekte. Onu alt etmek için sadece virüsbilimciler ve bulaşıcı hastalık uzmanları/epidemiyologlar uğraşmıyor; bilişimciler ve büyük veri uzmanları da işin içinde.
Virüse karşı mücadelede bireyler tek tek izleniyor. Bir uygulama her kişiye, renkler aracılığıyla sağlık durumunu gösteren bir QR kodu veriyor. Kırmızı renk iki haftalık karantina anlamına geliyor. Ancak yeşil bir kodu gösterebilenler serbestçe dolaşabiliyorlar. Bunu yapan sadece Çin değil. Başka Asya ülkeleri de bireysel gözetleme sistemleri kuruyorlar. Potansiyel virüs taşıyıcısı kişileri saptamak için çok çeşitli veriler karşılaştırılıyor. Hatta Güney Kore hükümeti, karantinaya alınan kimselere, 24 saat gözetleme altında tutulmalarını mümkün kılacak bir elektronik bilezik taşıma zorunluluğu getirmeyi tasarlıyor. Şimdiye kadar bu gözetleme yöntemi cinsel suçlara karışanlar için kullanılmaktaydı. Böylelikle, pandemiyle karşı karşıya kalınınca, her birey potansiyel bir suçlu muamelesi görüyor.
Virüsle mücadelede Asya modeli Batı liberalizmiyle bağdaşır görünmüyor. Pandemi Asya ile Avrupa arasındaki kültürel farkı bârizleştiriyor. Asya’da, disiplinci bir toplum ve güçlü disiplin eğilimli bir kolektivizm ağır basmayı sürdürüyor. Avrupalılar tarafından bütünüyle karşı çıkılacak başka radikal disiplinci önlemler de uygulanıyor Asya’da. Bu önlemler, bireysel hakların kısıtlanması gibi algılanmıyor; bilâkis, kolektif ödevlerin yerine getirilmesi olarak görülüyor. Çin ve Singapur gibi ülkelerde otokratik bir rejim var. Yirmi otuz yıl önceye kadar, Güney Kore ve Tayvan’da da otokratik koşullar ağır basıyordu. Otoriter rejimler insanları disiplinli kullar haline getirip onlara itaat terbiyesi veriyorlar. Asya, otoriteye kayıtsız şartsız bir itaat dayatan Konfüçyüsçülüğün damgasını vurduğu bir kıta. Asya’ya has tüm bu özellikler, pandemiyi denetim altına almada sistemik avantajlar. Disiplinci Asya toplumunun sonunda pandemi ışığında tüm dünyaya kendini kabul ettirmesi mümkün mü?
Pandeminin Batı liberalizmi için temsil ettiği tehlikeyi vurgulamak amacıyla Asya’ya atıfta bulunmak elzem bile değil. Panoptik gözetleme sadece Asya’ya özgü bir hâdise değil. Şimdiden dünya çapında dijital bir panoptikonda yaşıyoruz zaten. Sosyal ağlar da, git gide daha fazla, kullanıcıları gözetleyen ve acımasızca elinde oynatan bir panoptikona benziyor. Kendimizi bile isteye gözler önüne seriyoruz. Bizi verilerimizi teslim etmeye zorla mecbur etmiyorlar; içsel bir zorunlulukla yapıyoruz bunu. Sürekli olarak görüşlerimizi, tercihlerimizi ve ihtiyaçlarımızı paylaşmaya, yaşamlarımızı iletmeye ve hesaplamaya teşvik ediliyoruz. Daha sonra bu veriler, davranışları öngörmeye ve manipüle etmeye yönelik dijital platformlar tarafından analiz ediliyor; daha sonra da aralıksız ve soluk aldırmadan ticareten sömürülüyor. 
Dijital feodalizmde yaşıyoruz. Facebook gibi dijital feodal efendiler, “Bakın, burası bedava, hadi ekip biçin bakalım”diye bize bir arazi parçası veriyorlar. Biz de orayı çılgınlar gibi ekip biçiyoruz! Sonuçta, o beyefendiler ürünü almaya geliyorlar. İletişim bu şekilde bütünüyle işletilip gözetleniyor. Son derece etkili bir sistem bu. Hiçbir protesto gün ışığına çıkmıyor, çünkü bizatihi özgürlüğü sömüren bir sistem içinde yaşıyoruz.
Kapitalizm bütünüyle bir gözetleme kapitalizmine dönüşüyor. Google, Facebook ya da Amazon gibi platformlar kârlarını azamileştirmek için bizi gözetliyor ve manipüle ediyor. Her tıklama kayıt altına alınıyor ve analiz ediliyor. Algoritma akışları tarafından kuklalar gibi gezdiriliyoruz. Ama kendimizi özgür hissediyoruz. Özgürlüğü bir kulluğa dönüştüren bir özgürlük diyalektiğine tanık oluyoruz. Buna hâlâ liberalizm denebilir mi?

Kendimize sormamız gereken soru şudur: Şimdiden mevcut olan bu dijital gözetleme, virüs döneminde neden ara versin ki? Aksine pandemi, biyopolitik bir gözetleme rejiminin yaygınlaşmasına engel olan yegâne ketleme eşiğini düşürebilir. Pandemi dosdoğru bir biyopolitik gözetleme rejimine götürüyor. Sadece iletişimlerimizi değil; aynı zamanda bedenlerimizi ve sağlık durumumuzu da dijital gözetlemenin nesneleri haline getiriyor. Dijital gözetleme toplumu biyopolitik bir yaygınlaşmaya geçiyor.
No Logo’nun (No Logo: Küresel Markalar Hedef Tahtasında, çev.: Nalan Uysal, Bilgi Yay., 2002) yazarı Naomi Klein’a göre, şok ânı yeni bir tahakküm sistemi yerleştirmek için elverişli bir andır. Pandeminin şoku, –denetim ve gözetleme sistemiyle bedenimizin denetimini eline alacak– dijital biyopolitikanın dünya çapında tahakkümüne, sürekli bir biçimde sağlığımızı denetleyen disiplinci bir biyopolitika toplumunun yaratılmasına götürecektir. Bu biyopolitik gözetleme rejiminde kendimizi özgür hissetmemiz de ihtimal dahilindedir. Aslında, bütün bu gözetleme önlemlerinin bizim sağlığımızın iyiliği için olduğunu düşüneceğiz. Tahakküm özgürlükle çakıştığı anda tamamına erer. Pandeminin yarattığı şokun tam ortasında, Batı, liberal ilkelerini bırakmak zorunda mı kalacak? Özgürlüğümüzü kalıcı biçimde kısıtlayacak bir biyopolitik karantina toplumu haline gelme riskiyle mi karşı karşıyayız? Avrupa’nın geleceği Çin mi?

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.