Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Yorum – Kadri Gürsel (26): İktidarın darbe psikozu

Kadri Gürsel, bir süredir gündemde olan “darbe söylentilerini” değerlendirdi. Gürsel, iktidarın özellikle ekonomik durgunluk yüzünden güç kaybettiğinin farkında olduğunu ve bu güçsüzlüğün üstünü örtmek için bir darbe söylentisi atmosferi yaratıldığını söyledi. Ayrıca iktidarın, kendisini gücün tek sahibi sandığını bu yüzden darbe yapılmadan iktidarın kaybedilmesine ihtimal vermediklerini de belirtti.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Betül Başak: Medyascope’tan herkese merhaba.Uzun bir aradan sonra ‘’Yorum Kadri Gürsel’’de tekrar birlikteyiz. Hoş geldiniz Kadri Gürsel.

Kadri Gürsel: Hoş bulduk Betül Başak. Umarım, görüşmeyeli iyisindir.

Başak: İyiyim. Umarım siz de iyisinizdir.

Gürsel: Gayet iyiyim.

Başak: Bu süreçte, Koronavirüs dışında konuştuğumuz bir gündemimiz daha oldu: Darbe söylentileri. Aslında Şubat ayından beri konuşuyoruz bunu; RAND Corporation raporları çıktı. Sonra birileri bir şeyler söyledi; yine bir söylentiler ortaya çıktı. O dönem, yazdığınız bir yazıda şunları söylemiştiniz: İktidarın tabanı çözülmeye başladı. Kendini güçlendirmek ve tekrar bir araya getirmek için bu darbe söylentilerini bir ‘tonik’ olarak kullanıyor.’’ Şimdi tekrar aynı noktaya geldik. Yine darbe söylentileri var. Ana muhalefet partisinden kişilerin, çok doğal bir şekilde iktidarın değişmesi gerektiğinden bahsetmeleri ‘’darbe istiyorlar’’ şeklinde adlandırıldı. Bu süreçte bir toniğe mi ihtiyaç var yoksa ortada başka bir durum mu var?

Gürsel: Bunu sadece tonikle açıklamak mümkün değil. Bildiğiniz gibi tonik bir canlandırıcıdır. Toniği alırsınız, canlandırırsınız. Şubat ayında diken.com.tr’de yazdığım yazımın başlığı ‘’Darbe-tonik’’ti. Demek ki bedeni biraz canlandırmaya ihtiyaçları vardı; bir takım refleksleri harekete geçirmek için de en uygun sözcüğün ‘’darbe’’ olduğu anlaşılıyor. ‘’Bu yine mi böyle?’’ diye bakmak lazım. Araya, bir Covid-19 salgını girdi. Bu salgının da ekonomi üzerinde fevkalade yıkıcı etkileri oldu ve bu etkilere karşı iktidarın verdiği reaksiyon fevkalade ‘’irrasyonel’’ bir reaksiyondu; hem faiz oranlarını, hem dövizi düşük tutmak için Türkiye’nin kaynakları boş yere harcandı. Ve şimdi IMF’ye gitmemek gibi, IMF’ ile bir stand by anlaşması yapmamak gibi bir siyasi taahhüt içine girdiler. Kaynak arayışı içinde olmalarına rağmen bunu tedarik etme enstrümanları yok. Bu ekonomi konusundan niye o kadar bahsediyorum? Çünkü bu (darbe kışkırtıcılığı iddiaları) konu doğrudan ekonomi ile alakalı. Son haftalarda gündeme getirilen bu darbe korkusu analizinin psiko-analizini yapmaya çalışacağım, kapasitem dâhilinde. Ben darbe söylentileri var demiyorum, böyle bir şey yok. Birileri darbe söylentileri olduğunu iddia ediyor sadece ve buna inanmamızı istiyor. Daha doğrusu tabanlarının buna inanmasını istiyor. Bu darbe söylentileri iddialarının Türkiye’deki ekonominin gidişatı ile çok alakalı olduğunu düşünüyorum. Şöyle bir tablo çıkıyor ortaya: İktidar sahipleri, darbecilik iddialarının işlevinin gerisinde, aslında bir darbe psikozunun içindeler; ben bu programda bunun üstünde durmaya, bu psikozun nedenlerini anlamaya ve anlatmaya çalışacağım. Daha eskiyle, yani 10 yıl öncesinin Türkiye’si ile bugünkü Türkiye’yi kıyaslayabiliriz. 10 yıl önce yargı ve emniyet içindeki Fethullahçılar -ki o zaman bu iktidarın ortağıydılar,- sahte belge ve delillerle, sahte iddianameler hazırlayıp, ordunun, yargının veyahut akademinin içinde birilerini, gazetecileri, darbecilikle suçluyorlardı. Şimdiyse, CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun bir televizyon yayınında lafın gelişi söyledikleri, darbecilik ithamı için yeterli oluyor. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı geçen haftaki kabine toplantısının ardından yaptığı konuşmada, insanlar Covid-19 salgınına karşı alınan önlemler hakkında bilgilendirmeyi beklerken, insanların beklentisinin tersine, konuşmasının yarısını hem de en ağır sözcüklerle CHP’ye çatarak ayırdı. Cumhurbaşkanı, 4 Mayıs’ta yaptığı konuşmada CHP’yi suçlarken şöyle dedi: ‘’Milli iradenin üstünlüğünü, demokrasiyi, hakkı, hukuku, adaleti, sandığı hazmedemeyen bu faşist zihniyet hala vesayet, darbe, cunta özlemiyle yanıp tutuşuyor.CHP yöneticilerinin sadece son bir haftadaki beyanlarını alt alta koyduğunuzda ortaya çıkan tablo bize bunu söylüyor.’’ CHP yöneticileri ne söylemiş? Bir kere, ‘’CHP yöneticileri’’ diye çoğul bir ifade kullanması imkânsızdı. Sadece Canan Kaftancıoğlu vardı; bir CHP yöneticisi. Onun da yayında söylediği çok açık: ‘’Erken seçimle veya bir başka şekilde gidecek.’’ ‘’Bir başka şekilde’’ cümlesinden ‘’darbe’’ anlaşılmaz. Anlaşılmayacağını da, Canan Kaftancıoğlu, ‘’bir başka seçimle’’ derken ne kastettiğini daha sonra, 8 Mayıs’ta katıldığı bir yayında da anlattı. ‘’Bir başka şekilde’’den kastı, bir baskın seçim, erken seçimle, genel seçim. Çünkü böyle bir anlam yüklemek saçma. Bunun neden saçma olduğuna birazdan değineceğim. Öncelikle şundan bahsetmek istiyorum: Kaftancıoğlu’nun bu 3 kelimelik ‘bir başka şekilde’’ ifadesinden, bir darbe kışkırtıcılığı, darbe şakşakçılığı, bir darbe iması üretmek, ‘’öküzün altında buzağı aramak’’ gibi bir şey. Çünkü iktidarlar kendi içine çökerek de gidebilirler, ayrışarak da çökerler. Bu da fiilen sorumsuz bir ortağa sahip bir iktidar; Devlet Bahçeli’nin, bugün olmasa bile yarın ne yapacağı, bu iktidarın bir başka şekilde gitmesine de vesile olabilir.

Eskiden, ülkede bir ‘’darbe atmosferi’’ var denirdi. Bu darbe atmosferinin nasıl bir şey olduğunu, yaşayanlar bilir. İşte en son, 28 Şubat öncesinde bir darbe atmosferi vardı. 70’li yıllarda bir darbe atmosferi vardı; öncesinde sıkıyönetim gelmişti. ‘’Darbe atmosferi’’ dediğimiz şey, somut olarak, elle tutulur, gözle görülür bir şey. Oysa iktidar burada darbe korkusu atmosferi yaratmaya çalışıyor. Ama Türkiye’de bir darbe atmosferi yok. İktidar, darbe korkusu atmosferi olsun istiyor. Darbe korkusu atmosferi yaratmak için, iktidar neyi kanıt olarak kullanıyor? CHP İl Başkanı Kaftancıoğlu’nun ‘’(iktidarın) bir başka şekilde gideceği’’ ifadesini. Bir kere, bunun inandırıcı olmasının imkânı yok. Bu suçlama aynı zamanda bir güçsüzlüğün ifadesi olarak da anlaşılabilir pekâlâ. Türkiye’de kim darbe yapar? Bir askerî darbeden söz ediyorsak, neticede iktidar orduya hâkimdir. Ama CHP İl Başkanının bu sözünden, bir darbe iması olduğunu çıkarmak, kamuoyunun sandığı gibi, iktidarın duruma pek hâkim olmadığının ikrârı gibi gözüküyor. Bunun farkındalar mı bilmiyorum ama hâlâ bu kadar güçsüzlük izlenimi verecek ifadeler, belki de bir mağduriyet duygusunun veya o bahsettiğim darbe korkusu atmosferinin yaratılmasını da amaçlıyor olabilir. Fakat bütün bunlar için, ortaya konulan deliller çok yetersiz. Zaten Kaftancıoğlu da sözüne açıklık getirdi. Kanıt olarak kullandıkları şey, kendi duygu halleri. Şöyle anlatayım: Hepimiz çocukluğumuzu yaşadık. Çocuk bir kabahat işlediğinde yahut yalan söylediğinde inandırıcı olmak için, ağlar, zırlar, tepinir. Onun bu duygu haline baktığınız zaman, ortada bir gerçeğin olduğunu zannedersiniz. Bu da tıpkı öyle: Kendi duygu durumunu, var olduğunu iddia ettiği bir hâlin kanıtı olarak kullanıyor. Hem medyasında, hem düzenlediği kabine toplantısı sonrası yaptığı konuşmalarda, ‘’ben bu kadar endişeliysem, bu kadar gerginsem, demek ki ortada bir gerçeklik var’’ düşüncesine inanmamızı bekliyor. Bir darbe tehlikesi gerçekliğine inanmamız için, kendi duygu durumunu kullanmaya çalışıyor. Bunda başarılı olabilir mi? Peşinen söyleyeyim; bunun ikna edici bir yönü yok. Bunun ikna edici olması imkânsıza yakın. Bir de, bu duygu durumunun, bu stresin ifadesi sonucunda, bazı meczupların, -ki burada bunun çok detayına girmek istemiyorum- o korku atmosferini farklı yönlerden oluşturmak, yaratmak ve beslemek için verdikleri beyanat var. Burada asıl ilginç olan şey şu: Yazar olduğu iddia edilen Sevda Noyan’ın, bir televizyon programına çıkıp saçmalaması. Ama bu saçmalıkların, en başta o programın sunucusu tarafından onaylanması ve yayıncı kuruluşun özür dilemek için 5 gün beklemesi çok tedirgin edici. Bir başka meczup olan Fatih Tezcan için bakalım savcılar bir şey yapacak mı, yapmayacak mı, onu da göreceğiz. 

Tabii duygu durumu derken, rüyalarına çok önem verilen bir kesimden bir başka figürle üçgen tamamlandı; Biliyorsunuz, müritler tarikat şeyhlerinin rüyalarına önem verir. ‘’Ben rüyamda şunu gördüm, bunu gördüm, bunu yapıyordu’’ dediği zaman, ona bir anlam ve gerçeklik atfederler. Rüyamda ‘’darbe gördüm’’ diyen ‘’Cübbeli’’ lakaplı bir tarikat şeyhi -ya da ne diyeceğimi tam bilemiyorum- bir tele-vaiz çıktı ortaya. Böylece bu tuhaf üçgen tamamlanmış oldu. Bu üçgene bakıp Türkiye’de gerçekten bir darbe atmosferi olduğuna inanmak mümkün değil ama inanmamızı istiyorlar. Çünkü bunun arkasında daha derin bir psikoloji yatıyor. Aslında iktidar sahipleri şunu görüyor: Türkiye’de ekonominin gidişatı gerçekten çok kötü. Bu kötü gidişatı çevirebilecek, ekonomiyi düze çıkarmaya yeter enstrümanlara Türkiye maalesef sahip değil. Var olan bir tane enstrüman var: Türkiye’nin IMF’ye gitmesi, IMF’ile stand by anlaşması yapması; bugün bunu solcu ekonomistler bile kabul ediyor. Çünkü Türkiye’nin dış kaynak açığının başka türlü kapanması mümkün değil. Moratoryum mu ilan edeceksiniz dünyaya? Peki, sonra ne olacak? Türkiye’yi tamamen dışa kapatmanız mümkün müdür, değil midir, bu büyük bir stres kaynağı aslında. IMF’ye gitmemek hususunda kendini bu kadar bağlamış olmak. Konuşmamın başında da belirttiğim gibi, diğer araçların da -swap anlaşmaları yapmaya çalışmak gibi- mevcut tehdit karşısında etkisiz araçlar olması. Bu durumda şöyle bir psikoz devreye giriyor: Bir şeylerin kaybedilmekte olduğu açık. Fakat böyle giderse, ilk seçimde mukadder görünen bu iktidar kaybının… Çünkü Türkiye’yi bu kadar büyük ve tarifsiz bir ekonomik krize sürükleyecek bir iktidarın, iktidar olarak kalması mümkün olmayacaktır. İlk seçimde iktidarın gitmesi gayet mantıklı bir sonuç olur. Fakat burada şöyle bir ruh hâli devreye giriyor: Bir seçimi kaybetmenin imkânsız olduğuna kendini inandırmış bir yönetici sınıfı var. Zaten bunu Cumhurbaşkanı da söyledi. Mealen aktarıyorum: ‘Bu millet sandıkta CHP’ye iktidarı asla vermeyecektir’’ minvalinde sözlerle, kendilerinin, sandıkta seçim kaybetmeyeceklerine olan inancını tekrarladı. Dolayısıyla ‘’kaybetmek’’, ancak ve ancak bir darbeyle mümkünmüş gibi gösteriliyor, böyle aktarılmak isteniyor. Tabii bunun arkasında yatan politik bir psikoloji var: Devleti tamamen ele geçirdiğine ve devletin yeni sahibi olduğuna kendini inandırmış sosyopolitik bir sınıf var ve bu iktidarın ilelebet süreceğine kendini koşullandırmış. Ancak, bir şeylerin de sonuna geldiğini görmekte. Ve gelecekte karşılaşabileceği seçim kaybı gibi bir durumu, şimdiden bir kâbus gibi yaşamakta. Tabii bunun yarattığı çok ciddi bir reaksiyon, bir psikoz var. Bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Bu psikozun dışa vurumu, sürekli darbe söylentileri çıkarmakla oluyor. Darbe söylentileri çıkarmak derken, olmayan söylentilerden bahsediyorum, bunun altını bir kez daha çizeyim. Kötü yönetiminden kaynaklanan şoklar veya kötü yönetim yüzünden iyice hassaslaşan, kırılganlaşan ekonominin, bir jeopolitik riskin gerçekleşmesi ya da bu pandeminin yarattığı ağır şokun etkisiyle tekrar sendelemesi, 2019’da yüzde,0,5’lik bir büyümeyle kapattıktan sonra, 2020’de, en az yüzde 5 seviyesinde bir küçülmeyle kapatacağımızın ortaya çıkması, kolay değil; İçinden çıkılabilecek bir durum gibi gözükmüyor. Bu yüzden de bunlar ‘’darbe’’ olarak takdim ediliyor. Mesela ‘’6 Mayıs darbesi’’ deniyor. 6 Mayıs darbesi, doların 7,25 TL’ye çıktığı gün. Türk Lirası tarihinin en sert değer kayıplarından birini yaşadı. Dış şoklara dayanıksız bir ekonomiden bahsediyoruz. Ağustos 2018’de, Türkiye’nin izlediği dış politikanın neticesinde, ‘’Rahip Brunson’’ olayının Amerikan iç kamuoyunun bir problemi haline gelmesinin sonuçlarını yaşadık; Trump iki tweet attı, Türkiye’yi tehdit etti. Türkiye de alüminyum ve çelik ürünlerine gümrük vergisi koyduğunu ilan etti ve sonrasına Türk Lirası anormal bir şekilde değer kaybetti.

Bütün bunları anlatmamın nedeni şu: Türkiye’de ‘’darbe söylentisi var’’ diyerek, bir darbe korkusu atmosferi yaratılmak isteniyorsa elbette bunun sonuçları olur. Tabii ki iktidar açısından olumsuz anlamda kullanışlı bir tablo çıkartabilir. Yani şunlar da gerçek; bu gerçeklikleri dışlamak doğru değil. Ama iktidarın kendi duygu durumunu öne sürerek, Türkiye’de bir darbe korkusu atmosferi olduğunu yaratmaya çalışmasının arkasında, bir takım pratik siyasi amaçlar kadar, özellikle bu psikozun yattığını düşünüyorum. Çünkü çok ciddi bir riskle karşı karşıyalar ve bu onlarda sözkonusu refleksi harekete geçiriyor.

Türkiye’de bir darbe korkusu atmosferi yaratmakta bir çıkarı da olabilir tabii. Bunun bir tanesi, eğer inandırıcı olursa, muhalefete karşı daha çok otoriter bir tutum alma zeminini sunar. İkincisi de kutuplaşma yaratarak, -bir takım meczupların kutuplaştırmayı derinleştirir mahiyetteki açıklamalarını görüyorsunuz; ciddiye alınmamasını tavsiye ediyorum- iktidarın, kendisinden peyderpey uzaklaşmakta olan tabanını yeniden konsolide etme imkânı doğuyor. Bir de tabii, bu ekonomik kriz, işsizlik, hayat pahalılığının dayanılmaz boyutlara çıktığı dönemlerde, halkta, değişim talebi ortaya çıkar. Ama darbe ve kaos tehdidi altında olunduğu tehdidi ne kadar inandırıcı olursa, halkın da bu değişim talebini ertelemesini ve yeniden, eskiden destekledikleri gücün etrafında toplanmaları mümkün olur. Yani, değişim talebinin ertelenmesine de hizmet ediyor.

Yine bunlara bağlı olarak, muhalefeti bastırıp bir seçime gitme imkânı da sunabilir. Ama açıkçası, böyle Canan Kaftancıoğlu’nun bir sözünden bir kaşık suda fırtınalar kopartılarak yaratılmak istenen darbe korkusu atmosferinin çok sınırlı kalacağını, inandırıcı olmayacağını düşünüyorum. Bence, bütün bu yaşananlardan sonra bu darbecilik suçlamasının umulan etkiyi yaratmasının kolay olduğu kanaatinde değilim. Yani CHP’ye bir ‘’darbecilik’’ kapasitesi atfetmenin, kendi tabanı üzerinde bile bir inandırıcılık yaratacağı kanaatinde değilim. Fakat bizim açımızdan, iktidarın halet-i ruhiyesini anlamak için önemli bir malzeme sağlıyor.

Başak: Benim bu konuyla ilgili sormak istediğim şöyle bir şey var. Sizin de hem korku, hem psikoz demenizle biraz bağlantılı bir soru bu: Bu konu ile ilgili bir şeyler okurken şunu fark ettim: Özellikle iktidara yakın basında, darbe söylentileri başladığından beri, bir yandan da sürekli ‘’Gezi Olayları’na atıfta bulunarak, bir ayaklanma korkusu olacağını hissettiren yazılar var: ‘’Kaftancıoğlu bunu bunu söyledi; ayaklanma çağrısı yapıyor’’ gibi yazılar okudum. Ama aksine, muhalif taraftaki yazılarda, mecralarda bundan hiç bahsedilmiyor. Bu psikozun sebebi, ayaklanma korkusu gibi bir şey de olabilir mi?

Gürsel: Bu, ülkelerin tarihlerinde var. Türkiye tarihinde, ekonomik sıkıntılardan, ekonomik krizden, yoksulluktan dolayı 20. yüzyılda yaşanan bir toplumsal çalkantı, bu manada bir toplumsal muhalefet patlaması, spontane olarak yaşanmış bir olay hatırlamıyorum. Ancak, ani gerilimlerin, aniden artan işsizliğin ve hayat pahalılığının, toplumun üzerine ciddi bir stres yükleyeceği çok açık. Bu stresin bazı sonuçları olabilir; mevzii öfke patlamaları olabilir. Bunlar olmaz diye iddia etmenin imkânı yok. Ama insanların, bu manâda tepkilerini, huzursuzluklarını, taleplerini dile getirebilmelerini, demokratik olduğu varsayılan bütün toplumlarda mümkün kılınmalıdır. Bu bir vana meselesi. Yani, insanlar huzursuzluklarını, güvensizliklerini yüksek sesle söyleyebilmeliler ki bir rahatlama da ortaya çıksın.

Ama iktidar, 2018’den bu yana, bu ekonomik kriz ve durgunluk halinin ortaya çıkmasından bu yana, halka güven veren bir ekonomik çözüm paketi ile kendi seçmeninin, halkının karşısına çıkabilmiş değil. Türkiye, modern tarihinde ilginç bir deneyim yaşıyor: ilk defa, sonu belirsiz bir ekonomik durgunluk ve kriz sarmalı içinde. Daha önce Cumhuriyet hükümetleri, bunun siyasi bedelini de ödeyerek, ülkenin içine düştüğü krizlerden çıkması için tedbirler açıklamışlardır; bunların içinde IMF’ye gitmek de olmuştur. Ya da ekonomi yönetimini ‘’Ekonomi çarı’’ adı verilen ve dünyanın güvenini kazanmış uluslararası kurumlarda görev yapan -mesela 1971’de Atilla Karaosmanoğlu, sonra Turgut Özal, sonra da Kemal Derviş gibi- bazı figürleri Türkiye’ye davet etmeleri, güven tesis etmek açısından çok faydalı olmuştur. Mesela, Kemal Derviş’in Türkiye’ye ‘’acı reçete’’ denilen IMF reçetesini vermesi ki bu acı reçete kamu harcamalarında tasarruf, ücretlerin baskılanması, iç talebin kısılması gibi, aslında insanların canını son derece yakan tedbirlerdi. Buna rağmen Kemal Derviş bir kurtarıcı olarak karşılandı. Bugün, iktidarın böyle bir konuda bir kurtarıcıyı getirme ve halka takdim etme imkânı yok. Ya da mesela, Türkiye’nin âcil dış kaynak ihtiyacını temin edip, ülkeyi darboğazdan, daha da irrasyonel adımlar atmaktan kurtaracak bir tercihte bulunma şansları da yok. Dolayısıyla bu darbe psikozunu kendi kendilerine geliştiriyorlar. Aslında bu darbe psikozunun altını kazınca, altından ‘’kaybetme korkusu’’ çıkıyor. Kaybetmek korkusuna kendilerini hiç hazırlamamışlardı. Çünkü adeta iktidarın kendilerine vadedilmiş bir iktidar olduğu zannıyla hareket edip, devletin artık değişmez sahiplerinin kendileri olduğunun varsayımıyla, fütursuzca ve gerçekten de ölçüsüzce hareket ettiler. Bunun neticesinde de geldiğimiz noktada enstrümanlarını tükettiler.  

Şunu hatırlatmak sanırım yeterli: Türkiye’nin çok önemleri rezervleri, çok yanlış bir dış politikanın finansmanı için kullanıldı: 2016’da Fethullahçıların başarısız darbe teşebbüsünden sonra, 2018’de ‘’Rahip Bronson’’ olayı, doların tekrar 7 liranın üzerine çıkmaması için harcanan rezervler… Bunu bütün ekonomistler ve uzmanlar söylüyor, yazıyor.

Toparlamak gerekirse, ben bu psikolojinin bir çaresizlik halini yansıttığını ve bu çaresizlik halini örtmek, baskılamak için, bir darbe korkusu atmosferini yansıtmak istediklerini ve insanları böyle bir atmosferde yaşadığımıza inandırmak istedikleri kanaatindeyim. Bu bir illüzyon, bir yanılsama. Böyle bir ihtimal olduğunu hiç zannetmiyorum açıkçası. Kendileri söyleyip, kendileri çalıp oynuyorlar. İktidarın, her türlü muhalefeti, itirazı, gayri meşrulaştırmak için de kullandığı bir psikoz bu. Kendi kendine yaratıp, sevdikleri ve kullandıkları bir araç. Girift bir durum; çok karmaşık bir psikolojiyi yansıtıyor bu bence. Ama inandırıcı olacağı kanaatinde değilim çünkü ortada bir gerçeklik yok.

Tekrar edeyim: Fethullahçıların iktidarla beraber ortaklaşa yaptıkları, düzenledikleri ‘’kumpas’’ diye tâbir edilen o iddianamelerde, sahte deliller, sahte tanıklar, bir sürü hikayeler vardı ve bu hikayeler gerçekmiş gibi sunuldu. Ama bugüne gelindiğinde, umulan medet, bir CHP İl Başkanının ağzından çıkan ‘’bir başka şekilde’’ diye ifade ettiği 3 kelime. Ben bu psikozun devam edeceği kanaatindeyim. Çünkü bunun öncesi de vardı, hatırlayınız: Şubat’ta da çıktı, o zaman pandemi yoktu. Şimdi de var ama o zaman ekonomik kriz ve ekonomik durgunluk gene vardı. Ama son sözüm şu olabilir: Bu psikozun sonuçları olabilir, bunun kullanışlılığı vardır, evet. Ancak bu aslında bir paniğin ve çaresizlik duygusunun ifadesidir.

Başak: Çok teşekkürler katıldığınız için.

Gürsel: Ben teşekkür ederim.

Başak: Bugün Kadri Gürsel’le ‘’darbe söylentilerini konuştuk. Kendisi, iktidarın bir güçsüzlük ve çaresizlik hissettiğini ve bu nedenle ‘’darbe söylentisi’’ atmosferi yaratarak, aslında bir psikoz yaşadığını söyledi. Bizi izlemeye devam edin. Haftaya görüşmek üzere.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.