“Edebiyatla muktedire kafa tutulmaz” diyen Filistinli entelektüel Edward Said’in “gizli kalmış” edebi eserleri

Filistinli entelektüel, edebiyat eleştirmeni ve akademisyen Edward Said’in ölümünden 18 yıl sonra yayımlanan biyografisi yazarın en yakın dostlarından bile sakladığı roman yazarı ve şair olma arzusunu ortaya çıkarıyor. Ama Said kendi kurgu ürünlerinin eleştirilmesini göze alamamış. Guardian gazetesinde yayımlanan haberi İngilizce aslına -büyük ölçüde- sadık kalarak paylaşıyoruz:

Filistinli saygın akademisyen ve edebiyat eleştirmeni Edward Said, çok net ve tavizsizdi: Eleştirmenin görevinin, şair ve yazarlarınkinden daha önemli olduğunu savunuyordu. İktidara en iyi meydan okuyabilenler ve dünyayı değiştirenler kamusal entelektüellerdi.

Ama ölümünden sonra, şimdi, Said’in –en yakın arkadaşlarına bile söylemeden- gizli gizli şiir ve roman yazdığı ortaya çıktı.

Timothy Brennan imzalı yeni biyografisine göre, 2003 yılında ölen Said arkasında iki yarım kalmış roman, bir geri çevrilmiş öykü ve en az 20 şiir bıraktı.

Minnesota Üniversitesi’nde karşılaştırmalı edebiyat profesörü olan Brennan, Said’in eski öğrencilerinden ve Filistinli entelektüelin hiç yayımlanmamış el yazmalarını –Said’in ailesinin verdiği izinle- okuma şansına sahip olmuş.

Bloomsbury tarafından yayımlanan Places of Mind: a Life of Edward Said (Aklın Sığınakları: Edward Said’in Hayatı), Said’in neredeyse bir ömür edebiyat öğrettikten sonra 1992’de, romanı nasıl edebî bir biçim olarak reddetiğine dair yeni bir yaklaşım sunuyor. “Benim izlenimim” diyor Brennan, “Kurgu yazmanın, amacınız dünyayı değiştirmek ise işe yaramaz olduğu fikrine varması, kısmen roman yazmaktaki kişisel başarısızlığıyla ilgili. ‘Siyaseten değişim yaratmak isteyenler için roman doğru araç değil’ önermesine varışı, biraz bununla alakalı.”

Edward Said (soldan ikinci) babasını dinliyor. Fotoğraf: Said ailesi koleksiyonu

Said bu iddialı sözü söyleyene kadar, roman yazarak siyasete müdahale etmenin zorluklarını birinci elden deneyimlemiş, ama -sözü kılıç gibi keskin bir eleştirmen olarak eleştiriden kaçmayı seçmiş olmalı ki- yazdıklarını kimselere göstermemişti.

Her biri ünlü roman yazarı arkadaşları ona yazdıkları hayranlık dolu mektuplarda “Sen de roman yazmayı düşünmelisin” diye ısrar ettiğinde, bu talepleri ya görmezden geldiği ya da biraz da alaycı bir üslupla “Ne hakkında yazayım” diye sorduğu görülüyor, bu biyografide yer alan yazışmalarda.

Brennan’a göre Said’in aslında roman yazmak istediğini bilen ya bir ya iki kişi var: “Hayatı boyunca tanıdığı onca insanı defalarca sorguladım. Hepsi bihaberdi bu roman denemelerinden.”

Said’in yarım bıraktığı iki roman da Ortadoğu’da geçiyor. 70 sayfalık ilk denemesi Said’in çocukluğunu geçirdiği 1940’ların Kahire’sine dair. Bu romanı yazmaya 22 yaşında başlamış: 1957 yılında, “ 20. yüzyılın en sarsıcı, en etkili” kitaplarından biri olarak nitelenen, “‘Batı’nın ‘Doğu’ya bakış tarzını büyük bir zihinsel güçle sorguladığı” Şarkiyatçılık (Orientalism) adlı eserinin yayımlanmasından 20 yıl önce.

Brennan’a göre Said, kendisi de ABD’de yaşayan bir Amerikan vatandaşı olarak, o ülkede çoğu kişinin anlayamadığını, yani “Araplara ait bağımsız bir kültür olduğunu ve bu kültürün Kahire gibi pek çok yerde dışarıdan dayatılan yabancı kültüre direnip, onunla müzakere edebildiğini” anlamıştı.

Brennan diyor ki,  “Said’in şiirlerinin de Araplıkla ‘dem’lendiğini anlatıyor: Şiirleri içinde 1950’li yıllarda yazılmış olanlarında “net bir sömürgecilik karşıtlığı” ve “iki dünya arasında kalmışlık” duygusu hissediliyor. Diğerleri ise çok daha kişisel. Benim en sevdiğim şiiri, 1962 tarihli olan, örneğin, ilk karısı ile sorunlu ilişkisine dair.”

Genç Edward Said Kahire’de. Fotoğraf: Said ailesi koleksiyonu

Küçük Dönüşüm (Little Transformation) adlı bu şiirde “çok yakın ilişkide olduğunuz birine karşı aniden gelişen korku ve yabancılaşma hissi var. Sevdiğiniz kadının size sadakatinden kuşkuya kapıldığınız an.”  

Brennan, Said’in Gerard Manley Hopkins’in şiirlerine tutku beslediğini ve hemen her şiirini heyecanla ikinci eşine de okuduğunu söylüyor: “Bence şiir yazmaya heves ediyordu. Bu onun gizli benliğinin arzusuydu; daha coşkulu ve başkalarının görmesine izin veremeyeceği kadar kırılgan olan benliğinin.”

Bitirmeyi başardığı bir öyküsünün adı da Hopkins’in bir şiirinden alınma: An Ark for the Listener (Dinleyen için sığınma sandığı) [Çevirenin notu: Gerard Manley Hopkins’in Almanya’nın Enkazı adlı 7 Aralık 1875’te Almanya’dan sürgün edilen beş Fransisken rahibenin bir sandığa konarak deniz yoluyla ülkeden ayrıldıkları yolculukta boğularak ölmesi olayını konu alır. “An ark for the listener”, şiirde geçen dizelerden biridir.] Bu öyküde Said, Beyrutlu bir genç adamın Filistinli aile dostlarının evlerinden zorla çıkarılması gerçeği ile yüzleşmesini anlatıyor. Said, bu öykünün New Yorker dergisi tarafından yayımlanmaya uygun bulunmayıp reddedilmesi ardından 25 yıl kurgu yazına dönmemiş.

Said’in yayımlanmamış metinlerinin ve el yazmalarının en dikkat çekici yanı, 1967’deki Altı Gün Savaşları öncesinde apolitik olduğuna dair kanının yanlış olduğunu ortaya koyması.

Said 1987’de, ihanet üzerine siyasi bir gerilim kurgusu olan ikinci romanını yazmaya başlıyor. 1957’de Beyrut’ta geçen roman, “John le Carre’ninkiler gibi casuslukla, ispiyonla dolu” diyor Brennan. Said 50 sayfa kadar yazdıktan sonra, lösemi teşhisi konması üzerine bırakıp, anı kitabını yazmaya başlamış. Yazdıkça da, “entelektüellerin yazarlardan daha önemli olduğuna ikna olmuş”: “Gündem değiştirip muktedirlere meydan okuyan onlardır.”

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.

İlgili içerikler