Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gomaşinen (29): Deniz Baykal ve “Seçimi kazanamazsak Rodos’a kadar yüzerim” haberinin öyküsü

Gazetecilik anılarımın 29. bölümünde Deniz Baykal’ı, Temmuz 2007 seçiminden önce yaptığım “Seçimi kazanamazsak Rodos’a kadar yüzerim” söyleşi/haberin öyküsünü anlattım.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

35 yıllık gazeteciyim. Türkçe’nin dışında Fransızca ve İngilizce’yi anlayabiliyorum, konuşabiliyorum, yazabiliyorum da. Ama kendi anadilim olan Lazca’yı bilmiyorum. Birkaç kelimeden ibâret bir Lazca bilgim var. Bu da benim hayattaki en büyük ukdelerimden birisi. Bu nedenle 35 yıllık gazetecilik hayatımdan kesitleri aktarmayı hedeflediğim bu podcast dizisinin başlığını “Gomaşinen” olarak seçtim; yani: “Hatırlıyorum…“

Merhaba. İyi günler. “Gomaşinen”in 29. bölümünde Deniz Baykal’ı anlatmak istiyorum. En son, hayatta olmayan siyasî liderlerden, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Turgut Özal, Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz’dan bahsetmiştim. Deniz bey hâlâ hayatta. Sağlık durumu çok iyi olmasa da milletvekili. Bir de kendisi, diğer siyasetçilere kıyasla gazeteci olarak çok daha fazla görüştüğüm birisi. Biraz daha fazla tanıdığımı düşünüyorum. Bu nedenle başlı başına bir “Gomaşinen” bölümü ayırmak istedim ona. Deniz Bey’le tanışmamız tabii ki onun CHP Genel Başkanı olduğu dönemde oldu — son döneminde diyelim, çünkü onun değişik dönemlerde genel başkanlıkları var. En son 2000-2010 arası, o kaset olayıyla bitmişti hatırlanacaktır; 10 Mayıs 2010’da, internette yayınlanan kasetle beraber istifa etmişti. Ben de kendisini 2000-2010 arası dönemde bayağı bir tanıma imkânı buldum. Bunların da büyük bir kısmı salı günleri Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki grup toplantılarıdır. Bu grup toplantılarına bayağı bir müptelaydım. Ve sabah erken bir saatte uçağa binip akşam da geç bir saatte geri dönerek, günübirlik şekilde, salı günlerimi Meclis’te geçirdiğim çok olmuştur — onlarca, belki de yüzlerce kez. 

Meclis grup toplantıları, şimdi çarşamba günleri de yapılıyor. Örneğin Erdoğan, AKP grubunu çarşamba günleri topluyor. Diğer liderlerin de bazen çarşambaya sarkıttıkları oluyor. Ama bu dediğim dönemde bütün grup toplantıları salı günü olurdu ve belli bir sırayla olurdu. İki ayrı salonda, sırayla gruplar toplanırdı ve gazeteciler de –bir kere her muhabirin ilgilendiği partiler ayrı olurdu– bütün grup toplantılarını izleyen muhabirler pek olmazdı, hâlâ da öyle olsa gerek. Bir de o dönemde Ankara temsilcileri, köşe yazarları da bayağı etkiliydi Ankara’da. Onlar da grup toplantılarını izlemeye gelirlerdi. Çünkü grup toplantısına gittiğiniz zaman, hem konuşmaları dinliyorsunuz, hem oraya gelen milletvekillerini ve liderleri görme imkânı oluyordu. Ama mesela AKP’yi izleyen CHP’ye gitmezdi, MHP’yi izleyen HDP’ye gitmezdi. Bense her gittiğimde, imkânlarım ölçüsünde sırasıyla hepsine gitmeye çalıştım, gidebildiğim kadar. Ve mümkün olduğu kadar da grup toplantılarının girişinde ya da çıkışında bu partililerin liderleri ile ayaküstü de olsa sohbet etme ya da en azından selamlaşma, tokalaşma imkânım oluyordu — Devlet Bahçeli, Selahattin Demirtaş, sonraki dönemde Kemal Kılıçdaroğlu, ama bu sözünü ettiğim dönemde Deniz Baykal ve başbakanlığı döneminde Recep Tayyip Erdoğan… Hep aynı şekilde olurdu ve orada milletvekilleriyle, AKP grubu söz konusu olduğunda bakanlarla gruplarda ve daha sonra genel kurul için kulislerde görüşme imkânı olurdu. 

Deniz Baykal gruplara çok önem verirdi. Büyük bir kalabalıkla girerdi gruplara. Çok dinamik bir yürüyüşü vardı Deniz Bey’in; konuşmasını yaptıktan sonra da yine bir grupla çıkardı. Genellikle de gazeteciler olarak biz kendisini grup toplantısından sonra takip ederdik. Onunla beraber makamına çıkardık ve makamında bize çay, kahve ikram eder ve bayağı bir sohbet ederdik. Birçok farklı yayın organından gazetecilerle sohbet ederdik. İşi olduğu zaman, danışmanları gazetecilere, “Bugün Deniz Bey sizi kabul edemeyecek” diye önceden söylerdi; ama onun dışında, normal olarak grup toplantılarının çoğunun sonrasında Deniz Baykal’la odasında, makamında sohbet etme imkânımız olurdu. Çok hoşsohbet birisidir Deniz Bey. Daldan dala atlar sohbetler ve orada siyaset de konuşuruz, gündelik hayat da konuşuruz, espriler yapılır. O gazetecileri konuşturur bazı durumlarda. Bazen partiden 1-2 kişinin daha katıldığı olur. Böyle çok neşeli sohbetler olurdu. 

Bunlardan bir tanesini hiç unutmuyorum — ama gazetecinin kim olduğunu hatırlayamıyorum maalesef. Şöyle ki, Deniz Baykal tıpkı benim gibi Galatasaraylıdır. Ve o tarihte, hangi tarihti bilmiyorum ama bir Alman teknik direktörü vardı Galatasaray’ın: Michael Skibbe. Ve işler iyi gitmiyordu. Skibbe’nin yollanması düşünülüyordu, tartışılıyordu Galatasaray camiası içerisinde. Bir gazeteci arkadaş, Deniz Bey’e dedi ki: “Ya Deniz Bey, siz ne diyorsunuz Skibbe konusunda? Gitsin mi, kalsın mı?” dedi. Deniz Bey onun üzerine orada aramızda bulunan bir başka meslektaşımıza –şimdi kim olduğunu hatırlayamıyorum, belki dinleyenler arasından daha sonra bana hatırlatanlar çıkabilir–, ona döndü dedi ki: “Ya, sen benden daha iyi Galatasaraylısın. Sen söyle” dedi, “Skibbe gitsin mi, kalsın mı?” O arkadaş da, o meslektaş da şöyle bir cevap verdi, hiç unutmuyorum: “Efendim” dedi, “ben çok iyi bir Galatasaraylı olduğuma inanıyorum ve iyi bir Galatasaraylı olarak, bir teknik direktör takımın başında olduğu müddetçe benim başımın üstünde yeri vardır, ona lâf etmem” dedi. Deniz Bey bunun üzerine aynen şunu söyledi: “Ya, çok iyi! Gel seni bizim partiye alalım” dedi. Tabii ortalık yıkılıverdi, hâlâ düşündükçe gülerim. Yani Deniz Baykal‘ı çok iyi özetleyen örneklerden, anekdotlardan birisidir. 

Deniz Baykal doktoralı bir siyasetbilimci, çok parlak bir siyasetbilimci olduğunu merhum Şerif Mardin’den bilirim; çünkü Şerif Mardin Ankara’da, Mülkiye’de hoca iken Deniz Baykal orada asistan olarak görev yapıyor ve Şerif Hoca’nın bana aktardığına göre Türkiye’deki ilk ciddi seçmen tercihi araştırmalarından birisini genç bir doktora öğrencisi iken Deniz Baykal yapmış — yanılmıyorsam doktora tezi ve Ege bölgesinde, İzmir ve çevresi olabilir, seçmen davranışları üzerine bir araştırma yapmış. Ve çok parlak olduğunu söylerdi, Şerif Bey; onun akademide kalması için çok uğraştıklarını, fakat Deniz Baykal’ın siyaseti tercih ettiğini ve CHP’ye geçtiğini, bunun akademi için çok büyük bir kayıp olduğunu söylerdi. Yıllar sonra Erdoğan’ın bir olayı var: Bir kitaptan bahsediliyor ve kitap siyasetbilim üzerine bir, çevirmeni Deniz Baykal. Ve Erdoğan yanndakilere, “Ya, onun İngilizcesi o kadar iyi midir?” diye soruyor — ki İngilizcesi de iyi olan, parlak bir siyasetbilimciydi. 

Siyasetçi olarak ne derece parlak? Açıkçası bu çok tartışılan bir husus. Kendisi çok genç yaşta CHP’ye katılıyor. Önce Maliye, sonra Enerji ve Tabii Kaynaklar bakanlığı yapıyor. CHP’nin başına geçiyor. Bir dönem başbakan yardımcılığı var, 95-99 arasında. CHP’nin birkaç kez genel başkanı oluyor ve Türkiye’de şu anda yaşayan siyasetçiler içerisinde en tecrübelisi herhalde Deniz Baykal. En son, iki dönemdir en yaşlı üyesi sıfatıyla Meclis’in açılışlarını da da kendisi yaptı; ama sağlık durumu şimdi çok müsait olmadığı için Meclis çalışmalarını çok fazla sürdüremiyor. Benim Deniz Baykal ile ilgili en çarpıcı anım tabii ki 22 Temmuz 2007 seçimleri öncesi — belki bunu dinlerken bazı dinleyiciler o olayı hatırlayacaktır. Deniz Bey CHP Genel Başkanı olarak seçim kampanyasında çok aktif bir kampanya yürütüyordu. 2007 seçimleri hatırlanacaktır: Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanlığının ordu tarafından engellenmek istenmesiyle ülke olağanüstü hızlı bir şekilde erken seçime götürüldü AKP tarafından. Ben de Washington’da gazetecilik yapıyordum, Vatan gazetesi adına. Erken seçim kararını da duyunca –zaten iyice bunalmıştım– apar topar ailece Türkiye’ye dönmüştük. Ve döner dönmez de seçim kampanyasını izlemeye başlamıştım. 

Bir gün CHP’den telefon geldi. Dendi ki: “Deniz Bey Akdeniz’de birtakım seçim faaliyetleri yapacak, seni de yanımda görmek istiyor”. Yani seçim gezisine katılmamı istiyor. Ben de seve seve kabul ettim. Çok değişik bir olaydı, Cumhuriyet’ten arkadaşım Türey Köse ile –o artık gazeteciliği bıraktı ve Ege’de emekli hayatı yaşıyor, imrendirici bir şekilde– sadece ikimiz vardık, Cumhuriyet’ten Türey, Vatan’dan ben. Deniz bey vardı, bir de Deniz Baykal’ın sağ kolu gibi olan Mehmet Sevigen, İstanbul milletvekiliydi — ne bir koruma, ne başka bir şey. Küçük uçaklar kiralanmış, Deniz Baykal Akdeniz’de CHP’li belediyelerin olduğu yerlerde birtakım açılışlar vs. yaptı ve seçim kampanyası yürüttü. Bir yere gidiliyordu, uçak iniyordu, partiler karşılıyordu, adaylar, il yöneticileri, ilçe yöneticileri her neyse, miting alanına gidiliyordu. Deniz Bey konuşmasını yapıyordu, sonra biz geri dönüyorduk ve uçakta da sohbet ediyorduk. Ama tıkış tıkıştık. Bir kere de yanılmıyorsam yine yanılmıyorsam dedim ama galiba bir helikopter bölümü de vardı, bir yerden bir yere giderken, her neyse. 

Burada sohbet ediliyor, not alıyoruz; ama böyle bir şeye kaydetme şeklinde değil de not alma şeklinde. Her şeyi konuştuk, siyaset tabii ki, seçim kampanyası konuştuk. Bayağı bir şey konuştuk, ondan sonra da ben bu izlenimlerimi Deniz Baykal neler anlattı, bir yığın başlık halinde, ayrı ayrı başlıklar halinde bir yazı yazdım ve gazeteye yolladım. Şimdi yazının içerisinde bir bölüm vardı, ben o bölümü sakladım. Yani şöyle söyleyeyim: Haberin içerisine koydum, izlenimlerin içerisine, ama başlığa çıkarmadım, çünkü çok riskli bir şeydi. Fakat gazetede yazı işleri müdürü, siyasî haberlere bakan yazı işleri müdürü arkadaşım Meltem Sukay beni aradı, dedi ki: “Ya, sadece, başlığı niye atmamışsın?” İşte, ben bir başlık vermiştim, “Verdim ya” dedim ben ona. “Olur mu ya?” dedi, bunun başlığı şu dedi ve onu attı. O da neydi? “Eğer seçimi kazanamazsam Rodos Adası’na kadar yüzerim”. 

Sohbetin bir yerinde, Deniz Baykal hep hatırlanacaktır, iyi yüzücüdür ve yüzerken fotoğrafları da vardır. Öyle bir yerde konuşurken, yüzücülük üzerine konuşurken böyle bir sözü de etti sohbette. Çok emindi, çok iddialıydı. Etti ve tabii ki seçimi kazanamadı. Nasıl kazanamadı? 22 Temmuz seçim sonuçlarına bakalım, Adalet ve Kalkınma Partisi 16 milyon 300 bin, CHP 7 milyon 300 bin — yani CHP’nin iki katından fazla oy aldı AKP o seçimde. 341 milletvekili ile tek başına iktidar oldu ve daha sonra da Abdullah Gül, mâlûm, cumhurbaşkanı seçildi. Ve o başlık çok büyük bir etki yaratmıştı, çok çarpıcı bir başlıktı tabii. Ve seçim oldu. Bunun yayınlanış tarihi 13 Temmuz, seçimin olduğu tarih 22 Temmuz. Yani dokuz gün sonra seçim olacak. 

Sonra Meclis açıldı, ilk gününde tabii ki ben de gittim Meclis’e. Gittim, ama o günün sonrasında CHP ile ya da Deniz Baykal’a herhangi bir temasım olmamıştı — ne telefonla ne başka bir şekilde. Meclis’e gittim ve Meclis’in ilk açıldığı günde, muhalefet kulisi bir yandan, iktidar kulisi bir yandan. Muhalefet kulisine gideceğim, ama Deniz Baykal’la karşılaşırım diye korkuyorum. Bir baktım uzaktan, oradaydı, çıktım iktidar kulisine gittim. Sonra tekrar baktım, onu gördüm, yine tam çıkıyorken birisi koluma girdi, dedi ki: “Deniz Bey sizi çağırıyor”. Görmüş beni, hemen yollamış birisini. Ben de gittim, geniş bir koltuğa oturmuştu. Etrafında bir yığın gazeteci vardı, sohbet ediyorlardı. Beni yanına oturttu. Elini omzuma koydu ve orada hava birden değişti. Ondan sonra bir gazeteci, şimdi adını vermeyeyim şu anda gazetecilik yapmıyor galiba. Beni de sevmediğini bildiğim birisi, benim bu Rodos olayına gönderme yaparak, meâlen şöyle bir şey söyledi: “Efendim, birileri de AKP’ye çalıştı” vs. gibi bir şey söyledi. Deniz Bey anladı meseleyi tabii. Hemen sonra, tekrar eli omzumda, “Söz meclisten dışarı ama” dedi vs.. Orada bayağı bir sohbet edildi, hiçbir şey olmamış gibi çok güzel sohbet ettik. Sonra her şey bittikten sonra, orada başından beri olan bir meslektaşım bana bazı meslektaşların bu Rodos olayının seçim sonuçlarını etkilediğini düşündüklerini söyledi — ki bence hiçbir etkisi olmamıştır. Sonrasında tabii ki, “Kazanamazsam yüzerim” sözünün ardından kazanamadığı için tabii biraz dalga geçenler oldu. Aleyhime birtakım şeyler yapmışlar; ama Deniz Baykal çok hoşgörülü bir şekilde, hiçbir şey olmamış gibi davrandı — ki olmamıştı zaten. Söylediği bir sözdü. Bana orada sahip çıktı diyeyim. Beni bazı meslektaşlarımın elinden aldı. 

Bu olaydan yaklaşık üç yıl sonra başına gelenler ortada. Çok talihsiz, kötü bir şey oldu. Orada da hâlâ olayın nasıl olduğu meselesi karışık. Kendisi yaptığı açıklamada Pensilvanya’ya, Fethullah Gülen’e yönelik olarak bir şeyler söyledi, ama suçlamayan bir şeyler söyledi. Şimdiki havaya bakılırsa, sanki olayın arkasında Fethullahçılar var gibi. Ama bir yerden sonra bunların çok da fazla bir anlamı olmadı; Deniz Baykal’ın tam anlamıyla siyasî kariyerini olmasa bile, genel başkanlık kariyerini bu olay sonlandırdı. Kötü bir son oldu, iyi olmadı. Yani bunun üzerine çok da fazla söylenecek bir şey olduğunu sanmıyorum. Deniz Bey, tanımaktan mutlu olduğum bir siyasetçi. Birçok konuda farklı düşünüyoruz, siyaseten birçok konuda farklı düşünüyoruz. Zaten o da bana her vesileyle bunu konuşmalarımızda söylerdi; ama şunu biliyorum: Daha önceki “Gomaşinen”lerde de söylediğim gibi, CHP’li bir ailede büyümüş birisi olarak Deniz Baykal’ı, Bülent Ecevit ile aynı zamandan itibaren, çocukluğumdan beri bilen birisiyim. Bir de o tarihlerde biz çocuktuk, o da genç bir siyasetçiydi. O zamandan beri bilirim. Bugün CHP’de olanlar ya da AKP karşıtları içerisinde, Deniz Baykal’a yönelik, zor durumdaki Erdoğan’ı kurtardığı yolunda bayağı ciddi suçlamalar var. Sırf bu yüzden ondan hoşlanmayanlar var. Bunun detaylarını aslında tam olarak bilemiyoruz. Değişik zamanlarda Erdoğan-Baykal buluşmalarının perde arkası nasıldı tam olarak bilinmiyor. Bunlar da yakın siyasî tarihimizin önemli anekdotları. Ve Deniz Baykal’ın da yakın siyasî tarihimizde şu ya da bu şekilde çok önemli kritik anlarda çok önemli roller üstlenmiş olduğu da bir gerçek. Evet, kendisine uzun ömürler diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.