Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Gültan Kışanak, Medyascope’un sorularını cevapladı: “Türkiye’nin en önemli sorunu demokrasidir”

Kürt siyasetçi, gazeteci ve kadın hakları aktivisti, eski Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Gültan Kışanak, Kocaeli Kandıra F Tipi Cezaevi’nden, Gülçin Karabağ’ın sorularını yanıtladı.

Bir siyasetçi, gazeteci ve kadın hakları savunucusu olarak sizce Türkiye’nin en önemli sorunları nelerdir?

Türkiye’nin en önemli sorunu demokrasidir. Öyle dört başı mamur bir demokrasiden de bahsetmiyorum, asgari düzeyde işleyen bir demokrasi olsa memleketin hali böyle olmazdı. Ekonomik kriz almış başını gidiyor, yoksulluk artıyor, işçi hakkını arayamıyor, susuyor. Siyaset, sahibinin sesi olmaya zorlanıyor, farklı bir söz söyleyen kendini cezaevinde buluyor. Gazeteci haber yapamıyor. İşkence yapan değil işkenceyi haber yapan tutuklanıyor. Akademisyenler değil bilim ve aydınlanmaya öncülük etmek, kendi üniversitelerini yönetemiyor, başlarına birer bekçi atanıyor. İnsan hakları üzerine kurulu olması gereken devlet, hak savunuculuğunu tehdit olarak görüyor, toplum örgütlenemiyor, susuyor. Kadın hakları savunucuları “terörist” olmakla suçlanıyor bunu gören kadın, erkek şiddetine razı oluyor, kan yutuyor, susuyor. Demokrasi demek, konuşan, itiraz eden, hakları için örgütlenen, sokağa çıkan, söylediği söz nedeniyle başına bir şey gelmeyen insanlar ve sokağın sesini dinleyen, halka hesap veren yönetim demektir. Kısacası deveye “Boynun neden eğri” diye sormuşlar, “Nerem doğru ki” demiş. Susan insan da toplumda her şeyi içine atar. Susmak insanı da toplumu da hasta eder. En iyisi konuşup, bedeli de neyse ödemeye razı olmak. O zaman her soruna bir çözüm yolu bulunur.

“İktidarı ele geçirenler her zaman daha fazla güç elde etmek isterler”

Yerine kayyum atanan bir belediye eşbaşkanı olarak Boğaziçi Üniversitesi öğrencilerine neler söylemek istersiniz?

Her şeyden önce susmayıp konuştukları için teşekkür ediyorum. Onlara fazlaca söyleyecek sözüm yok. Son derece demokrat, özgürlükçü, çoğulcu, ilkeli bir fotoğraf sundular tüm Türkiye’ye. Kayyum, irade gaspı demektir. İradesi elinden alınan insandan bilimsel çalışma yapması beklenemez. Gömleğin ilk düğmesini yanlış iliklemek gibidir, sonrasını düzeltmek mümkün olmaz. İktidarı ele geçirenler her zaman daha fazla güç elde etmek isterler. Otoriter rejimler böyle kurumsallaşır, toplumun başına bela olurlar. Demokrasi bunun, yani “sınırsız iktidar gücü elde etmenin” önüne geçen bir rejimdir. Demokrasi iktidarı sınırlar, topluma eleştirme ve değiştirme özgürlüğü tanır. Demokrasinin temeli “özgür ve eleştirel” düşüncedir. Akademik özerklik bu nedenle çok kıymetlidir. Bu nedenle Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri, sadece okullarının akademik özgürlüğünü savunmuyor, hepimizin eleştirel düşünce hakkını korumaya çalışıyorlar.

“Genel gidişat sonbaharda bir seçim ihtimalini gösteriyor”

Bir erken seçim bekliyor musunuz?

İktidarlar “yönetememe krizi”ni seçimle aşmak isterler ancak seçimi kazanacakları koşulları yaratmadan da seçime gitmezler. Muhalefet ise iktidarın toplumsal sorunlar altında ezildiğini gördüğünde, kendisini topluma “çözüm seçeneği-alternatif” olarak sunarak seçim talep eder. Şu anda Türkiye’deki siyasi atmosfer böyle bir sürecin içinde olunduğunu gösteriyor. İktidarın mı uygun zamanı yakalayacağını, muhalefetin mi seçimleri zorlayacağını izleyip göreceğiz. Ama genel gidişat sonbaharda bir seçim ihtimalini gösteriyor. İktidarın seçim kararı almak için önüne koyduğu bir yol haritası var. Bu yol haritasında şunlar var: Siyasi Partiler Yasası’nda ve seçim sisteminde değişiklik yaparak iktidar lehine bir durum yaratmak; Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) kapatarak altı milyon seçmenin topluca yöneleceği bir siyasi adresi ortadan kaldırmak; muhalefet partilerini ortak hareket edemez hale getirmek. Bunları başarırsa hemen seçim kararı alır zira ekonomi artık rayından çıktı. İktidar beş yıl daha kazanırsa, seçimden sonra ekonomide “açı reçete” dönemi başlatacaktır.

“HDP’ye marjinal parti muamelesi yapılıyor ve değişmeye zorlanıyor”

Türkiye’de ittifaklar siyasetinde HDP’nin konumu ne olmalı?

HDP, Türkiye’de tüm ötekilerin sesi olmaya çalışan bir parti. Öteki olmak “marjinal” damgası yemek demektir. Bu nedenle HDP’ye marjinal parti muamelesi yapılıyor ve HDP değişmeye zorlanıyor. Egemen sınıf cinsiyet, kimlik, inanç, siyaset kendisini “iyi, doğru, normal”, ötekileştirdiği sınıfları, cinsiyeti veya cinsel yönelimleri, kimlikleri, inançları, siyasi görüşleri “kötü-anormal” olarak tanımlar. Bu zihniyete göre, değişmesi gereken ötekidir. HDP böyle bir dayatmayla karşı karşıyadır. HDP ya ötekilerin, ezilenlerin, yok sayılanların, adalet ve barış isteyenlerin sözcüsü olmaktan vazgeçecek ya da sürekli dışlanacak ve hırpalanacaktır. HDP’nin yapması gereken şey öncelikle bu karşıtlık siyasetini, bu öteki yaratan siyaseti değiştirme çabası olmalı. Aynı politikalar izlenecekse iktidarda kimin olduğunun fazlaca bir kıymeti yoktur. Politika seçimlerden önce yapılır, halktan belli bir programa destek istenir.  HDP sandalye peşinde olan bir parti değildir, önemli olan halkın sorunlarının çözülmesidir. Bu nedenle HDP toplumsal hassasiyetleri de dikkate alarak Türkiye’nin gerçek sorunlarına parmak basmaktan geri durmamalıdır. İçinde yer alacağı ittifaka rengini verme gayreti içinde olmalıdır.

“Kürtler’in yaşadığı illerin değişmeyen kaderi yoksulluk ve geri bırakılmışlıktır, anadil sorunudur”

Kürt sorununun çözümünde muhalefete nasıl bir rol düşüyor?

Bu meselenin bir diğer tarafı da muhalefetteki diğer partilere düşen görevlerdir. Ekonomik meseleler, yoksulluk önemli bir gündemdir ancak demokrasi ile ilgili olan sorunlar da en azından ekonomi kadar önemlidir. Ekonomik sorunlar demokrasi sorunlarıyla doğrudan bağlantılıdır. Türkiye’de siyasetin çözüm üretmesi gereken önemli gündem maddelerinden biri de Kürt sorunudur. Her şeyden önce bu sorunun “terörle mücadele” kılıfına sığmadığını görerek “derin devlet” bakış açısını terk etmeleri gerekir. İktidar “Kürt sorunu yoktur” diyor, diğerleri hâlâ “Kürt sorunu nedir” diye soruyor. En basit yanıtı halkın oylarıyla seçilen belediyelere kayyum atanmasıdır, halkın Meclis’e gönderdiği HDP’ye kapatma davası açılmasıdır, milletvekillerinin tutuklanmasıdır. Kürtler’in yaşadığı illerin değişmeyen kaderi yoksulluk ve geri bırakılmışlıktır, anadil sorunudur, kişinin Kürt olduğunu söylerse işe alınmayacağı korkusudur. 2013’te Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) mahkemede herkesin istediği dilde tercüman aracılığı ile savunma yapabilmesine izin veren bir yasa çıkartıldı değil mi? Şimdi insanlar “Mahkemede Kürtçe savunma yaparsam bunu örgütsel tutum olarak kabul eder, bana ceza verirler” korkusuyla Kürtçe savunma yapmaktan imtina ediyor. Kürt sorunu işte bu korkudur. Öteki olmak böyle bir şeydir.

Muhalefet partileri otoriter iktidar anlayışının karşısında alternatif olmak istiyorlarsa, Türkiye’nin ekonomik adaletsizlik sorunuyla birlikte, kimlik ve inanç özgürlüğü sorunlarına dair de çözüm üreten bir anlayışı benimsemeleri gerekir. HDP’ye açılan kapatma davası demokrasi, barış ve çözüm taleplerine açılmış bir davadır. Yedi değil 70 parti kapatsalar da bu talepler karşılanmadan Türkiye’de siyasi kriz bitmez. İktidara gelen parti derin devlet politikasının esiri olur, muhalefet hain damgası yemekten korktuğu için bu konulara girmez, HDP gibi her şeyi göze alan partiler de hep var olur. Siyaset gerilim hattında kalır, demokrasi rayına oturmaz.

“İktidar partilerinin yeni anayasayı Meclis’ten geçirecek sayısal çoğunluğu yok”

Siyasi iktidarın “yeni anayasa” çıkışını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Anayasa, toplumsal uzlaşı metnidir. Kutuplaşmanın bu kadar derin olduğu bir ortamda toplumsal uzlaşı metni ortaya çıkmaz. Yani tüm Türkiye’yi kapsayan bir anayasa yapılamaz. İktidar partilerinin (AKP, MHP) yeni anayasayı Meclis’ten geçirecek ya da referanduma götürecek sayısal çoğunluğu yok. Ama Meclis’te tek başına anayasa yapabilecek çoğunluğu elde etme hayali AKP’nin içinde ukde kaldı. Bu durumda iki ihtimal var. Olası erken seçim kampanyasını “Bana yeni anayasa yapacak gücü verin, size yeni anayasa yapayım” teması üzerine kuracak yani hayal satarak oy alacak. Oy aldıktan sonra da bildiği anayasayı yapacak. Ya da muhalefeti bu konuyla meşgul edip ekonomik kriz gündemini unutturacak. Tabii bir ihtimal daha var, muhalefetten referanduma götürecek sayıda vekil devşirmek. Bana anayasa değişikliğini halktan oy isteme stratejisinin bir parçası olarak kullanma ihtimali daha yüksek gibi geliyor.

CHP yerel seçimde Kürtler’den oy alma kaygısı olmasa kayyum lafını ağzına bile almayacaktı

31 Mart ve 23 Haziran 2019’dan bu yana muhalefetin özellikle büyükşehirlerde kazandığı belediye başkanlıklarını başarılı buluyor musunuz?

Bulunduğum koşullar nedeniyle yeterince takip edemiyorum ancak yerel yönetimlerin durumuna dair genel bir değerlendirme yapabilirim. Türkiye’de yerel yönetimler merkezi yönetimin vesayeti altındadır. İktidar isterse belediyeleri çalışamaz, hizmet üretemez hale getirebilir. Hatta bize yaptığı gibi çeşitli bahanelerle görevden alabilir. Demokrasi krizi yerelde çok daha derindir. Türkiye’de belediyelerin İsviçre’deki bir köy belediyesi kadar bile yetkisi yoktur. Çevre ve Şehircilik Bakanı aslında tüm Türkiye’nin belediye başkanıdır. Yerelin tüm yetkileri bu bakanlığa verilmiştir. Bütün bunlara rağmen muhalefet belediyelerinin mazerete sığınma lüksü yoktur. Benim asıl anlatmak istediğim, umarım CHP ve genel olarak muhalefet yerel demokrasi krizini ciddiye alır ve bir yerel yönetim reformu programıyla halkın karşısına çıkar. CHP yerel seçimde Kürtler’den oy alma kaygısı olmasa kayyum lafını ağzına bile almayacaktı. Bu anlayışla iktidara alternatif olunamaz. Yerel demokrasi acil bir ihtiyaçtır. “Kürtler’e özerklik mi veriliyor” yaygarasına kurban edilemez. Ankara’nın özerk yerel yönetimlere ihtiyacı yok mu? Belediyeye bağlı şirkete yönetici bile atayamıyorsunuz. İstanbul’un yerel özerkliğe ihtiyacı yok mu? Yurtdışından bulduğun krediyi iktidar izin vermezse kullanamıyorsun.

“HDP güçlenerek yoluna devam ediyor”

“HDP, PKK ile arasına sınır koymalı” önermesinin sizce siyaseten karşılığı ve anlamı nedir? Sizce HDP bu anlamda bir yol ayrımında mı?

HDP ile PKK arasında zoraki bir bağ kurma çabasının nedeni, Kürt sorununu “terörle mücadele” söylemine indirgemek, demokratik hak taleplerini kriminalize etmek ve demokratik Kürt siyasetini engellemektir. Demokratik Kürt siyaseti 30 yıldan beri uğradığı tüm baskılara, parti kapatmalara rağmen demokrasi ve barış talebinden vazgeçmeyen toplumsal bir gerçekliktir. HDP ile birlikte bu toplumsal gerçeklik, Türkiye’nin batısında da önemli bir karşılık bulmuş, barış talebi ile adalet ve özgürlük talepleri arasında daha güçlü bir bağ kurulmuştur. HDP’nin 7 Haziran 2015’ten bu yana yaşadıklarını herhangi bir parti yaşasa çoktan siyaset sahnesinden silinmişti ama HDP güçlenerek yoluna devam ediyor. Çünkü HDP siyasi ikbal hesaplarının değil halkın siyasi ihtiyacının bir ürünüdür. Demokrasi, barış ve özgürlük isteyen halkın talepleri bu partiyi var etmiştir. Siyasi partileri halk kurar, halk kapatır. HDP Türkiye halklarının ortak sesi olarak yoluna devam edecektir.

“Kadınlar için yeni ve zorlu bir mücadele dönemi başladı”

Türkiye’deki kadın hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye’de kadın hakları konusunda önemli bir farkındalık oluştuğunu düşünüyorum. Son yıllarda kadınların kazanımları geri alınmaya çalışılsa da kadınlar bunun önünde durmayı başardılar. Kadın hareketi tüm baskılara ve salgına rağmen sokaktan çekilmedi, sözünü söyledi. Ancak gelinen aşamada iktidarın farklı bir yönelim içerisinde olduğu görülüyor. “Beka” söyleminin arkasına sığınan AKP-MHP iktidarı otoriter-milliyetçiliği tırmandırma üzerine kuruluydu. Pazarlık masasında Kürtler ve demokrasi vardı. Şimdi bu iktidara “dava” takviyesi yapmaya çalışıyorlar. Pazarlık masasına da kadın haklarını koydular. Kadınlar için yeni ve zorlu bir mücadele dönemi başladı. İstanbul Sözleşmesi kadına yönelik şiddeti önleme konusunda taraf devlete sorumluluk yükleyen bir sözleşmeydi. İktidar bu sözleşmeden çekilerek erkek şiddetini cesaretlendiren bir adım atmıştır. Kadınların bunun karşısında tüm farklılıklarını bir yana bırakarak ortak bir mücadele yürüteceklerine inanıyorum.

“Salgın bahanesiyle cezaevleri mutlak tecrit mekanlarına dönüştürüldü”

Cezaevinde yaşam koşullarınız nasıl? Salgın sizi nasıl etkiledi?

Salgın bahanesiyle cezaevleri mutlak tecrit mekanlarına dönüştürüldü. Bir yıldan beri tüm sosyal iletişim imkânları ortadan kaldırıldı. Uzunca bir süre avukat görüşü dahi yapamadık. Açık-kapalı tüm görüşler yasaklandı. Şimdi ayda iki kez ve sadece iki kişi ile sınırlı kapalı görüş yapabiliyoruz. Cezaevi içinde ortak alan etkinliklerinin tümü de yasak. Bir yıldan beri aynı hücrede kaldığım Dersim’in bir önceki dönem belediye başkanı Edibe Şahin dışında hiç kimseyi görmüyorum. F tipi hücrelerde herkes iki ya da üç kişilik yaşamlara mahkûm edildi. Aslında gerekli hijyen önlemlerini alarak ortak alan etkinliği de açık görüşler de yapılabilir. Dışarıda “maske ve mesafe” kuralı işe yarıyor da cezaevinde neden bu kurallar işe yaramasın? Maskemizi takar, mesafe ve hijyen kurallarına dikkat eder, ailemizle, arkadaşlarımızla görüşebiliriz. Ama niyet tecritte tutmak.

Mahkeme süreçleri de salgından olumsuz etkilendi. Duruşmalara artık götürülmüyoruz. Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) genel duruşma sistemi oldu. Bir kamera karşısında konuşarak yargılama yapılıyor. Mahkeme heyeti, avukatlar, yargılanan kişiler birbirini sadece küçük bir ekrandan pul kadar görebiliyor. Ne yüz yüzelik ve adil yargılama ilkesi ne de vicdani kanaat, hiçbir şey kalmadı. Açık ve aleni yargılama imkânı da yok oldu. Duruşma salonlarında mahkeme heyetinden başka kimse yok.

2018 yılında “Kürt Siyasetinin Mor Rengi” başlıklı derleme kitabınız yayımlandı. Yeni bir kitap çalışmanız var mı? Bir senaryo çalışmanız vardı, hangi aşamada?

Senaryo çalışmama şimdilik son verdim. Bir senaryo taslağı ortaya çıktı. Ancak üzerinde daha çalışılması gerekiyor. Nihayetinde senaryo yazarlığı çok farklı. Daha çok sinema, çekim, yönetmenlik gibi konularda bilgi ve deneyim istiyor. Koşullar daha uygun olduğunda yazdığım senaryo metnini yeniden ele alacağım. Yeni bir kitap çalışmam yok. Salgın sürecinde cezaevinde yaşananlara dair tuttuğum notlar, yazdığım anı türü yazılar var. Belki bunları toparlayıp salgın günlerinde tutsak olmanın güncesini yazarım.

Gültan Kışanak kimdir?

Gültan Kışanak, 30 Mart 2014 yerel seçimlerinde yüzde 55 oy alarak Barış ve Demokrasi Partisi’nden (BDP) Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı oldu. Diyarbakır’ın ilk kadın belediye başkanı olan Kışanak, BDP temsilcileri ile birlikte 28 Nisan 2014’te kurulan Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) geçti. Kışanak, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevini eşbaşkanlık sistemi uyarınca Fırat Anlı ile birlikte yürütüyordu. 25 Ekim’de gözaltına alınan belediye eşbaşkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı, “terör örgütü lehine” fiillerle suçlanarak 30 Ekim 2016’da tutuklandı. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanlığı görevine Etimesgut Kaymakamı Cumali Atilla kayyum olarak atandı. Kışanak, 2019 Şubat ayında sonuçlanan davada “terör örgütü üyeliği ve propagandası” suçlarından 14 yıl hapse mahkum edildi.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.