Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Süleyman Soylu kimsesiz mi, değil mi?

Salı günü TBMM grup konuşmasında MHP lideri Bahçeli, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’ya “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye? Kim demiş Sayın Soylu kimsesiz diye? Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı görevini vatan ve millet sevgisiyle yerine getiren, gece demeden gündüz demeden bölücü terörle mücadele eden mert ve milletperver bir devlet adamıdır” diyerek sahip çıktı, fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan benzer bir tutum takınmadı. Medya ombudsmanı Faruk Bildirici de iktidar medyasının, Bahçeli’nin Soylu hakkındaki sözlerini görmezden geldiğini yazdı. Soylu sahipsiz mi kaldı?

Yayına hazırlayan: Kubilayhan Kavrazlı

Bahçeli’nin salı günkü konuşması aslında Erdoğan’a Süleyman Soylu’ya açık bir şekilde sahip çıkma çağrısıydı. Daha önce, Sedat Peker videolarının ilk günlerinde olmasa da, ortalarında aynısı olmuştu; salı günü Bahçeli sahip çıkmıştı, çarşamba günü de grup toplantısında Erdoğan sahip çıkmıştı; Erdoğan’ın sahip çıkması Bahçeli’ninki kadar coşkulu değildi, ama yine de sahip çıkmıştı. Şimdi yeni dalganın ardından, Bahçeli yine bunu yaptı ve normal şartlarda çarşamba günü Erdoğan’ın grup toplantısında Soylu’ya tekrar sahip çıkması bekleniyordu. Erdoğan grup toplantısı yapmadı; TOKİ açılışında konuştu. Orada da hiçbir şekilde Süleyman Soylu bahsi geçmedi. Dün Davutoğlu’nun da söylediği gibi, eğer Süleyman Soylu’nun yalnız olmadığını göstermek isteseydi, orada da bunu söyleyebilirdi. 

Şimdi böyle bir yerde Süleyman Soylu’nun, AKP’li birisi olarak, AKP’de yönetimde de yer almış birisi olarak –yani kendi partisinden ayrılıp AKP’ye katıldı ve orada adım adım yükseldi–, şimdi sanki MHP kontenjanından iktidarda, kabinede yer alıyormuş görüntüsü var… Başlı başına ilginç bir görüntüydü. Bugün bu konuda konuşmayı düşünürken, Faruk Bildirici çok önemli bir yazı kaleme aldı. O da şu: “İktidar medyası Bahçeli’nin grup toplantısındaki iki önemli hususu görmedi” diyor. Birisi Süleyman Soylu’ya sahip çıkması, ikincisi Anayasa Mahkemesi’ne saldırması. Anayasa Mahkemesi’ne saldırması belki tâli konu olabilir, çünkü Anayasa Mahkemesi’ne hep saldırıyor Bahçeli. Salı günkü saldırısının Ömer Faruk Gergerlioğlu bağlamında ayrı bir değeri vardır muhakkak; ama bir yerde, o kanıksanmış olabilir, fakat Süleyman Soylu meselesi çok açık, net ve çarpıcıydı. 

Yani bir gazeteci için öncelikle Bahçeli’nin o günkü konuşmasından, Faruk’un da belirttiği gibi 3 husus öne çıkıyor: 1) Soylu’ya sahip çıkmak; 2) Anayasa Mahkemesi’ne saldırmak; 3) Kılıçdaroğlu için söyledikleri. Şimdi burada Faruk nasıl yapıyor inanın bilmiyorum, yerinde olmak istemezdim herhalde. Bütün gazeteleri alıyor, sabahları onları okuyor. Allah kolaylık versin. Ben yıllardır –yani bunu hilâfsız söylüyorum– yıllardır evimize girmiyor. Yani matbu gazete, basılmış gazete girmiyor; hatta gazetede çalıştığım zaman da girmiyordu; bazı zamanlar işyerinden çantama koyduğum gazetenin girdiği olabilir, ama sabah gazete almıyorum. İnternetten bakıyoruz tabii ki; ama matbu gazete okumak artık benim alışkanlığımdan çıktı. Bizim Ünsal da yapıyor bunu her sabah: “Gazetelerin yazdıkları ve yazmadıkları” diye, Faruk da yapıyor ve Faruk belli ki çok ince bir arkeolojik kazı yapmış ve bütün iktidar yanlısı gazeteler –ki bunların içerisinde MHP çizgisindeki Türkgün’de var; inanın o gazeteyi hayatımda görmedim ama varlığını biliyorum– bunların hepsini taramış ve gösteriyor ki: Bu konu bunların hiçbirisinin gündeminde yer almamış. 

Öncelikle Anadolu Ajansı Bahçeli’nin Soylu’ya sahip çıkmasını haberleştirmemiş. Ne demişti Bahçeli? Çok vurgulu: “Kim demiş Sayın Soylu yalnız diye? Kim demiş Sayın Soylu kimsesiz diye? Türkiye Cumhuriyeti’nin İçişleri Bakanı, görevini vatan ve millet sevgisiyle yerine getiren, gece demeden gündüz demeden bölücü terörle mücadele eden mert ve milletperver bir devlet adamıdır. Hakkında ne söylenirse söylensin, bizim bölücülerle iş tutan, terör örgütlerine hayranlık besleyen odakların hayâsız tezvirâtlarına aldırış etmemiz mümkün değildir.” Bu kadar açık, net ve güçlü bir savunu ve burada tek satır bile yok. Şunu özellikle vurgulamak lâzım: Türkiye’de iktidar medyası –ki buna Anadolu Ajansı ve TRT de dâhil tabii ki– iktidar medyası aslında iktidarın yansıması. Şimdi bunları kim okuyor, kim izliyor, etkileri kalmadı vs. olabilir; bunların hepsi olabilir, fakat bu gazeteler yapılırken, bu televizyonlar döndürülürken, çağrılan konuklardan seçilen başlıklara kadar bütün bunlara baktığımız zaman, burada iktidar tarafından yapılan bir mühendislik var — yani yapılmak istenen.

Sonuçta Anadolu Ajansı’nın Süleyman Soylu’ya Bahçeli’nin sahip çıkma meselesini haberleştirmemesi siyasî iradenin bilgisi dışında olamaz; aynı şekilde gazetelerinin birinci sayfalarında ya da içerilerde bunu vermemeleri de siyasî iradeden bağımsız olamaz; çünkü çok net bir olay var: Bahçeli iktidarın bir ortağı ve bunun iktidar medyasında yer bulması kaçınılmaz. Zaten haftada, bir salıdan salıya konuştuğu için bunların hepsi otomatik olarak sayfalarda yer buluyor, haber bültenlerinde yer buluyor, burada Bahçeli’ye yönelik hiçbir önyargı yok, sonuna kadar ona da bir yer açılıyor; fakat esas olarak patron Erdoğan. Dolayısıyla herkese açılan yer Erdoğan’ın ya da Erdoğan’ın danışmanlarının uygun gördüğü yer olmak durumunda. Dolayısıyla Anadolu Ajansı’nın ya da Sabah, Hürriyet, Milliyet –hâlâ çıkıyor olması lâzım– gazetelerinde, Bahçeli’nin konuşması içindeki editoryal ayıklamaların gazetecilik refleksleriyle olmadığı çok açık. Bir kere gazetecilik refleksiyle olsa, öne çıkarılacak şey kesinlikle bu. Bu öne çıkarılmıyorsa, demek ki iktidar bunun öne çıkmasını istemiyor demektir. Çok açık ve net. 

İktidarın bunun öne çıkmasını istememesini Faruk bize medya taraması ile gösterdi; ama Erdoğan da son dönemde Süleyman Soylu ile yan yana durmayarak bunu gösteriyor, birlikte fotoğraf vermeyerek gösteriyor, adını anmayarak gösteriyor ve bu belli ki bir gerilim noktası olmuş. Gerilim noktası olduğu için de Bahçeli devreye girip bir tür baskı uyguluyor Erdoğan’a. Erdoğan buna yanaşmıyor, Bahçeli sahip çıkıyor ve ondan sonra da Süleyman Soylu oturuyor Bahçeli’ye: “Devletimizin terörle mücadele azim ve kararlılığına, kahraman güvenlik güçlerimize, edeben ifade ederim ki şahsıma ve mücadele arkadaşlarıma, büyüğümüz Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Dr. Devlet Bahçeli’ye güven ve inancı için minnet ve şükran duyuyorum. Allah razı olsun.” Şimdi bu teâtîler, kimisi grup toplantısında kimisi sosyal medya üzerinden bu tumturaklı sözler, hepsi siyâseten çok derin anlamları olan sözler. Süleyman Soylu ve ona destek veren ve her gün sayıları giderek azalan, azaldığını da fark ettiğimiz destekçilerinin… çok canları sıkılıyor, öfkeleniyorlar; ama Süleyman Soylu artık fonksiyonu kalmamış, bir anlamda siyâseten felç olmuş bir kişi; “Büyük oynadı, büyük kaybetti” diyebiliriz ve işin ilginç tarafı, kaybetmesinde de belirleyici rolü Sedat Peker oynadı. 

Bu da Süleyman Soylu’nun aslında nasıl hazırlıksız yakalandığını bize gösteriyor. O daha çok, belli ki iktidar içerisindeki diğer odaklardan gelebilecek saldırılara kendini hazırlamıştı — ki en büyük rakiplerinden birisi olarak görülen Berat Albayrak, bir şekilde –nasıl diyelim? İntihar mı etti, kamikaze dalışı mı yaptı?– hâlâ ortada yok biliyorsunuz; ortadan çekildi. Tam Süleyman Soylu’nun önü açıldı dedik… bu arada daha öncesinde kendisinin istifâsı ve Erdoğan’ın bu istifâyı kabul etmemek durumunda kalmasının da onu güçlendirdiği yorumları yapıldı. Ama birden hiç beklemediği bir yerden, Sedat Peker’den gelen salvolarla –ki bitecek gibi değil; videolar bitti, ama hâlâ Twitter’dan vs. bugün de yine bir beklenti yarattı–; Esenyurt üzerinden Süleyman Soylu’ya saldırıları Süleyman Soylu’yu gerçekten etkisiz kıldı. Dün Ahmet Davutoğlu’nun da isâbetli bir şekilde vurguladığı gibi, Adalet ve Kalkınma Partisi içerisinden Soylu’ya sahip çıkan kimse yok; varsa bile sesi duyulmuyor ya da çok da öne çıkmış kişiler değil. AKP’nin önde gelen isimlerinden –tabii ki öncelikle Erdoğan, ama diğer isimlerden de– Süleyman Soylu’ya yönelik bir destek, dayanışma hareketi yok.

 Bunun belki de en önemli nedeni tabii ki iktidar savaşları vs.; ama Süleyman Soylu’ya bir güç atfediliyordu, bir beceriklilik atfediliyordu ve Sedat Peker’in ilk saldırılarının ardından Soylu’nun bunları kolaylıkla bertaraf edeceği zannedildi birçok çevre tarafından. Önce TRT’ye çıktı, ardından Habertürk’e çıktı; ama hiç kimseyi bir şekilde iknâ edemedi; yani Soylu’nun o bütün becerisi, “kurt siyasetçi” olduğu yolundaki algı vs. birden yıkılıverdi. Soylu aslında cevap veremeyen bir siyasetçi hâline geldi; yani cevap veremediği gibi, şöyle de bir düşünün: Sedat Peker çok sayıda kişiye aynı anda saldırıyor, bunların içerisinde Soylu’ya özel bir yer ayırdı, ama böyle bir yerde siz kendinize yönelik saldırıları savuşturabilirseniz, iktidar çevrelerini ve genel olarak kamuoyunu iknâ edebilirseniz, bu sefer tam tersine bu saldırı sizi güçlendirir. Aslında her krizde olduğu gibi bu aynı zamanda bir fırsattı Soylu için. Soylu bu fırsatı değerlendiremedi; çünkü bu krize hazırlıklı değildi. 

Bence bunun esas nedeni Sedat Peker’in ilk Soylu’ya saldırdığı videolarda var. O Soylu’yu kendisinin rakibi, düşmanı olarak görmüyordu; görmüyormuş, hatta onun ifadesinden hareketle, onu müttefiki olarak görüyormuş; ama sonra bir şekilde yolları ayrılmış. Böyle beklemediği bir yerden, çalışmadığı bir yerden saldırıyor orada ve bunu hâlâ bertaraf edebilmiş değil; dikkat ederseniz de Habertürk yayınından bu yana sesi artık çıkmıyor. Hele bu konuda hiç konuşmuyor, bu saldırılar vs. konusunda hiç konuşmuyor — ki suçlamaların sayısı giderek artıyor, artıyor. 

Şimdi Bahçeli destek verdi. Süleyman Soylu’ya bir ölçüde nefes aldırdı. Süleyman Soylu da ona öyle çok tumturaklı bir şekilde teşekkür etti, minnet ve şükran duygularını söyledi; fakat bu neye yarayacak? Salı günü yaptığım bir yayında, aslında Soylu ve Bahçeli’nin birbirlerinin yaralarını sarabileceğini sanmadığımı söyledim. Bu konuda ısrarlıyım. İkisi de aslında kaybedenler safındalar. Erdoğan kazanıyor değil, o da kaybediyor; ama birlikte kaybederken ayrı ayrı kaderler seçmeye başladılar. Bir yol ayrımı var sanki; ama bu yol ayrımında hep birlikte kaybetmek yerine ayrı ayrı kaybetmek gibi bir tercih sanki şekilleniyor ve bu noktada bakıldığında, Süleyman Soylu, kendisine hiç kimsenin sahip çıkmadığı AKP’den ziyade, en azından genel başkanın sahip çıktığı MHP’ye daha yakın duruyor. Fakat AKP’den ziyade MHP’ye daha yakın olması, Süleyman Soylu’nun sorunlarından kurtulacağı, yaralarına merhem bulacağı anlamına gelmiyor. Çünkü aynı şekilde Bahçeli’nin ve MHP’nin başlı başına kendi sorunları var. 

Dolayısıyla burada yeni tür bir kader birliği var ve bu kadar birliğine baktığımız zaman, üslûpların alabildiğine benzeştiğini görüyoruz. Süleyman Soylu yakın dönemde sık sık televizyonlara çıkıyordu; Sedat Peker öncesi dönemde diyelim, medyaya çok çıkan, medyayı çok kullanan, AKP iktidarı içerisinden Erdoğan’dan sonra en çok kullanan kişiydi; ama Soylu’nun şu âna kadar söyledikleri içersinde, terörle mücadele konusundaki iddialı çıkışları, sık sık Suriye gibi yerlere ya da Güneydoğu’ya yaptığı ziyaretler ve orada verdiği fotoğraflar dışında, akılda pek bir şey kalmadı. Tam tersine akılda kalanlar, genellikle İçişleri Bakanlığı’nın salgınla mücadele konusunda özellikle ilk zamanlarda yaşanan büyük fiyaskolar — ki istifaya kadar getirmişti. Evet, Soylu’nun kimi kimsesi var mı? Şu anda varmış gözüküyor; ama bu kimse, yani onu sahiplenen Devlet Bahçeli, Soylu’nun siyasî geleceğini garantiye alabilecek durumda değil; çünkü Devlet Bahçeli’nin hareketinin de geleceği çok parlak gözükmüyor. Buradan Süleyman Soylu’nun artık bir çıkış yapabilme ihtimalinin çok fazla olduğunu açıkçası sanmıyorum. Bir dönem bir şekilde bunu dile getirmiş olabilirim; ama aslında Süleyman Soylu, ilk zamanlardaki Meral Akşener’in İYİ Parti’si ile beraber olabilecek bir isimdi. Yani onların kökenine göre –bir de Doğruyol, Demokrat Parti geçmişinden de– hareketle beraber olabilecek kişilerdi; ama Süleyman Soylu o güvenlikçi dili, kaba, saldırgan, karşı tarafı kutuplaştırıcı dili o kadar çok benimsedi ve geleceğin orada olduğuna o kadar çok inandı ki, buna yatırım yaptı ki… ve bunu açık söyleyeyim: Bu yatırımları yaparken bunlara çok inanarak yaptığını sanmıyorum. 

Süleyman Soylu aslında bildiğimiz merkez sağ politikacılardan birisi. Bugün güvenlikçi olur, yarın pekâlâ özgürlükçü olabilir; yani “özgürlükçü” derken, tabii en geniş anlamda değil; merkeze kendini koyabilir, merkezin ötesine, kendini uca savurdu; orada bir câzibe gördü ve ondan sonra da artık toparlaması bence mümkün olamıyor. Halbuki İYİ Parti’nin ilk dönemleriyle beraber pekâlâ orada Meral Akşener’le birlikte bir eküri oluşturma ihtimalleri bence vardı; ama artık onun üzerine herhalde bir su içmesi gerekiyor. Kendini savurduğu o aşırı kutup diyelim, aşırı uç, o dil, benimsediği o söylemle Türkiye’de, ülkenin yakın dönemine damga vurmanın mümkün olmadığını herhalde kendisi de biliyordur; ama herhalde kendisi de artık buradan dönüşü olmadığını görüyordur. Sonuçta birçok olayda olduğumuz gibi, burada da aslında çoktan bitmiş ama uzatmaları oynayan, hakem hâlâ düdüğü çalmadığı için uzatmaları oynayan, ama maçın sonucunu değiştirme imkânı da kalmamış bir oyuncu söz konusu, futbolcu ya da artık hangi spor dalı tercih ederseniz edin. Evet, Süleyman Soylu kimsesiz mi, değil mi? Devlet Bahçeli tarafından sahiplenilmiş gözüküyor, ama bu bir gelecek teminatı gibi görülebilecek bir olay değil. Süleyman Soylu’nun kendi tercihleriyle içine düştüğü bu siyasî krizden çıkabilmesi çok mucizevî olur ve o mucizenin işaretlerini kesinlikle gördüğümü söyleyemem. Evet, söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.