Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

“İmparatorlukların mezarlığı” Afganistan’ın son kurbanı: ABD

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden, ABD’nin Afganistan’da 20 yıldır devam eden “en uzun savaşını” durdurma kararı aldı. 11 Eylül saldırılarının 20. yıldönümü, Taliban’ın yeniden iktidara gelmesi ile birlikte anılacak. Taliban’ın hızlı bir şekilde ülkede kontrolü ele geçirmesi ve ABD’nin Afganistan’dan çekilmek için tahliye işlemlerine başlaması 20 yıllık savaşta verilen hatalı kararları gündeme getirdi. Öte yandan 20 yıl önce Afganistan’a ABD ve NATO güçleri ile birlikte müdahale eden İngiltere’de de benzer eleştiriler var.

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) en uzun savaşı, Başkan Joe Biden’ın Afganistan’dan çekilme kararı almasının ardından sona erdi. 20 yıl önce Taliban’ı devirmek için başlatılan savaş, 20 yıl sonra ülkenin kontrolü tamamen Taliban’ın eline geçmiş durumdayken bitirildi.

Taliban’ın ülkede son derece hızlı biçimde ilerleyerek ABD destekli hükümeti ve orduyu devirmesi şaşkınlık yarattı. New York ve Vaşington’a yönelik 11 Eylül saldırılarının 20. yıldönümü, Taliban’ın yeniden iktidara gelmesi ile anılacak.

Adı açıklanmayan ABD’li bir askeri yetkili, “Bu 20 yıllık bir savaş değildi. 20 kez bir yıl süren savaşlar oldu” diyerek kısa vadeli düşünmenin, yanlış adımlar atmanın ve dört ayrı ABD başkanının politikalarındaki tutarsızlıkların neden olduğu hayal kırıklığına dikkat çekti.

Reuters’ın ABD’li yetkililer ile yaptığı röportajlarda, Vaşington’un 1 trilyon dolardan fazla para harcadığı ve 2 bin 400’den fazla ABD askerinin ve çoğu sivil 10 binlerce Afgan’ın öldüğü Afganistan’ı istikrara kavuşturma çabalarını sekteye uğratan başarısızlıkların nedenleri ortaya konuldu.

Yetkililer, iki Cumhuriyetçi ve iki Demokrat yönetimin görev süresi boyunca demokrasiyi ve hukukun üstünlüğünü yerleştirmeye, güçlü bir Afgan ordusu kurmaya ve savaş yorgunu ABD kamuoyunu ikna etmeye çalışırken aynı zamanda Afganistan’da, yolsuzluk ve insan hakları ihlalleri ile mücadele etmeye çalıştıklarını söyledi.

Yüzyıllar boyunca kabilelerin yerel özerkliğe sahip olduğu ülkede, güçlü bir merkezi hükümetin kurulmaya çalışıldığı ancak uyuşturucuyu yok etme programlarının, hayatta kalmak için haşhaş ekimine bel bağlayan ve Taliban’ın kırsal kalelerinde yaşayan insanları daha da kızdırdığı vurgulandı.

Biden yönetimine yönelik eleştiriler ise çekilmenin düzensiz ve acele bir şekilde olmasına odaklanmış durumda. Buna ek olarak ABD’li istihbarat yetkililerinin, Taliban’ın ülkenin başkenti Kabil’e girmesinin ancak birkaç ay sonra mümkün olabileceğini belirttikten sonra ülkenin İslamcı militan grubun eline geçmesi ayrı bir eleştiri konusu oldu.

Öte yandan Afganistan’da 20 yılın sonunda yaşanan tüm başarısızlıklara rağmen ABD ve müttefiklerinin dünyanın en fakir ülkelerinden birinde sayısız yaşamın iyileştirilmesine yardımcı olduğu, kadın ve kız çocukların bazı haklara kavuşmasını sağladığı, bağımsız medyayı desteklediği ve okullar, hastaneler, yollar inşa ederek önemli yatırımlara giriştiğine dikkat çekildi. 

Ancak şimdi bütün bunlar artık tehdit altında. Peki, 20 yılda yaşanan kırılma noktaları nelerdi?

2003 yılında Irak’ın işgal edilmesi

Eski ABD Başkanı George W. Bush’un 11 Eylül’deki terör saldırılarının ardından “teröre karşı savaşı” ilan etmesi üzerine saldırılardan sorumlu olan El Kaide militanlarına ev sahipliği yapan Kabil’deki Taliban hükümeti devrildi.

Başta ABD’nin ilan ettiği “teröre karşı savaş” doktrini işe yaradı. Nitekim Taliban bozguna uğratıldı ve El Kaide mağlup edildi. Ancak bu strateji kısa ömürlü oldu.

Söz konusu röportajda düşüncelerini dile getiren ABD’li yetkililer, George W. Bush yönetiminin Afganistan’ı Taliban’ın yeniden dirilişine karşı güvenceye almak yerine, kaynakları, personeli ve zamanı, Saddam Hüseyin’in otoriter hükümetinin yasadışı kitle imha silahları programlarına sahip olduğu iddiasıyla Irak’ı işgal etmeye yönlendirdiğini söyledi.

43. ABD Başkanı George W. Bush

Eski ve halen görevde olan yetkililer, Bush yönetiminin Irak’a olan takıntısının Afganistan stratejisini başıboş bıraktığı kanısında. Bush ve Trump’ın başkanlık dönemlerinde görevde olan eski CIA analisti ve bölge uzmanı Lisa Curtis, ABD’nin 2003’teki Irak Savaşı nedeniyle dikkatinin dağıldığını belirtti: “Taliban’ı devirmek için yapılması gereken doğru şeydi… Maalesef, Taliban’ı bozguna uğrattıktan kısa bir süre sonra, Irak’taki savaşa daha fazla ilgi gösterilmeye başlandı.”

Afganistan politikasındaki karışıklık Obama yönetiminde de devam etti

Barack Obama 2009’da göreve geldiğinde, Afganistan politikasındaki karışıklık devam ediyordu. Obama seçim kampanyasında Afganistan’daki ABD kuvvetlerini azaltacağını vaat etmişti ancak göreve geldikten sonra Taliban’a barış görüşmelerinde baskı yapmak amacıyla ABD kuvvetlerinin sayısını artırmaya karar verdi.

Obama, Kasım 2009’da West Point Askeri Akademisi’ndeki bir konuşmasında 30 bin asker daha göndereceklerini söylemesine rağmen 18 ay sonra ABD askerlerinin “eve döneceğini” açıkladı.

Afganistan’daki kökleşmiş yolsuzluk

Obama, başkanlık kampanyasında Afganistan ile Irak müdahalelerini karşılaştırararak, Afganistan’a yapılan müdahalenin Irak’ta yaşanan askeri felakete oranla daha iyi yürütülen bir savaş olduğunu dile getirmişti.

Bu söylemi ile paralel biçimde Obama’nın ilk döneminde, ABD’nin bölgedeki askeri varlığı 2010 yılına kadar 90 binin üzerine çıktı ve finansman desteği artırıldı.

Öte yandan ABD, Afganistan’da istikrarlı bir merkezi hükümet kurabilmek için nüfuzu olan ancak adları yolsuzluğa ve insan hakları ihlallerine bulaşmış Afganlar ile çalıştı. 

Geçmişte Birleşmiş Milletler (BM) Afganistan Özel Temsilci Yardımcısı olarak görev yapan eski ABD Büyükelçisi Peter Galbraith bu noktaya değinerek, ABD’nin Afganistan benzeri ülkelerde hedeflerine ulaşmak için yerel bir müttefik ile işbirliği yapmaya ihtiyaç duyduğunu söyledi.

Galbraith, bu ihtiyacın  ABD, BM ve diğer ülkeleri, Afganistan’da yolsuzlukla mücadelede gösterilen çabaya tezat oluşturacak biçimde yolsuzluk çamuruna bulaşmış Afgan hükümetlerini meşrulaştırma yoluna ittiğini vurguladı.

Galbraith ayrıca, sırf bu nedenden dolayı Afganistan’da 2009, 2014 ve 2019’daki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde büyük sahtekârlıklıklar yapıldığının ve seçimlerdeki ayan beyan usulsüzlüklerin bilinmesine rağmen ülkede merkezi bir hükümetin yerleşmesi için çaba gösterildiğine dikkat çekti.

Eski bir üst düzey hükümet yetkilisi, isminin açıklanmaması koşuluyla verdiği demeçte, “Toplumlardaki endemik yolsuzluğun kökünü kazıyacak araç setimiz yok” dedi.

Yolsuzluk orduya da bulaştı

Yetkililer, Afganistan’daki kökleşmiş yolsuzluk probleminin oluşturulmaya çalışılan Afgan ordusuna da bulaştığında hemfikir.  

ABD’nin 20 yılda 88 milyar dolar tahsis ettiği Afgan ordusunda, maaşlarını alan sahtekâr komutanlar tarafından adları listeye yazılan ancak “var olmayan birliklerin” neden olduğu “hayalet askerler” sorununun hiçbir zaman çözülemediğine özellikle işaret edildi.

Afgan güvenlik güçlerinin kağıt üzerinde 300 bin askeri varken, gerçek sayının çok daha düşük olduğu belirtildi. ABD’nin hükümet gözlemcisi tarafından 2016 yılında hazırlanan raporda, yalnızca Helmand eyaletinde güvenlik güçlerinin yaklaşık yüzde 40’ı ila yüzde 50’sinin aslında bulunmadığı tespit edildi.

Pakistan sorunu

Mevcut ve eski ABD’li yetkililer, bugüne kadar Pakistan istihbaratının Taliban militanlarına verdiği lojistik destekleri sona erdirmek için harekete geçilmiş olsaydı Taliban’ın bugün Afganistan’da kontrolü ele geçiremeyeceği görüşünü paylaştı.

Georgetown Üniversitesi’nden Pakistan ordusu konusunda uzman olan Christine Fair, “Pakistan olmasaydı, Taliban sadece bir baş belası olurdu. Becerikli bir savaş gücü olmazlardı” diye konuştu.

Uzmanların bugüne kadar İslamabad hükümetinin Hindistan’ın etkisini köreltmek için Afganistan’da bir müttefik hükümeti güvence altına alma stratejisinin bir parçası olarak Taliban’ı desteklediği ortak görüşünde birleşmiş olsa da Pakisan yönetimi bu söylemleri hep reddetti.

Trump dönemi: Savaş yorgunu bir kamuoyu

Eski Başkan Donald Trump, 2017 yılında “saçma ve bitmeyen savaşlar” olarak adlandırdığı mücadeleyi sona erdirme sözü vererek göreve geldi. Trump, Amerikan kamuoyunun Afganistan’ı pek de umursamadığını düşünüyordu.

Bu görüşü doğrultusunda Trump, Şubat 2020’de Taliban ile belirli koşulları yerine getirilmesi şartıyla ABD askerlerinin ülkeden tamamen çekilmesi için bir anlaşmaya gitti.

Trump’ın bir dönem ulusal güvenlik danışmanlığını yürüten John Bolton, bu anlaşmanın Trump’ın en büyük hatası olduğunu ve Biden’ın anlaşmayı yeniden değerlendirmesi gerektiğini söyledi.

Ancak Biden, verdiği çekilme kararının arkasında durarak, Afganistan’dan tahliye işlemlerine başladı. Acele bir şekilde yürütüldüğü sebebiyle eleştirilere maruz kalan bu çekilme sırasında kaotik bir şekilde hareket edildi. Henüz ABD ile işbirliğine giden Afganlar’ın ve diğer masum insanların ülkeden nasıl tahliye edileceği bile düzenlenmemiş durumdayken ülkeden çekilme kararının alınması dramatik sahnelerin oluşmasına yol açtı.

İsmi açıklanmayan bir yetkili tarafından, Biden’ın bu kararlılığının arkasında ABD’de yapılan anketlerde çoğu ABD’linin geri çekilmeyi desteklemesinin olduğu belirtildi. Nisan ayında yapılan bir Ipsos anketi, Amerikalılar’ın çoğunluğunun Biden’ı desteklediğini doğrulamıştı.

Simon Jenkins: “Afganistan işgalinin tamamen gereksiz olduğunu kanıtlamak 20 yıl aldı”

The Guardian gazetesinde Afganistan’daki durumu ele alan köşe yazarı Simon Jenkins, Afganistan’a yönelik Batı müdahalesinin yanlışlığının 20 yılda ancak idrak edilebildiğini vurguladı. 

Simon Jenkins

Batı dünyasının 20 yıl önce ABD öncülüğünde Afganistan’a müdahale etme kararı almasının emperyal bir fantezinin ürünü olduğunu belirten Jenkins, “Kabil’in düşüşü kaçınılmazdı. Bu durum, emperyalizm sonrası bir Batı fantezisinin sonunu işaret ediyor. İmparatorlukların tüm geri çekilmeleri dağınıktır. Bu 20 yıl sürdü ama en azından sonu hızlı oldu” diye yazdı.

ABD’nin Afganistan’ı işgal etmesinin hiçbir gereği olmadığına dikkat çeken Jenkins, Afganistan’ın hiçbir zaman Libya ya da İran gibi “terörist bir devlet” olmadığını belirtti. ABD’nin 1996 yılında, ülkedeki Rus nüfuzunu kırmak amacıyla Taliban’ın iktidara gelmesine yardımcı olduğunu hatırlatan Jenkins, Taliban’ın başta ABD ile savaş halinde bile olmadığını dile getirdi.

Deneyimli köşe yazarı, Taliban’ın Usame bin Ladin’i Taliban lideri Molla Ömer ile olan dostluğu nedeniyle misafir ettiğini ve 11 Eylül’den hemen sonra Taliban içindeki genç liderlerin Molla Ömer’e Bin Ladin’i kovması için baskı yaptığını yazdı. Jenkins, Pakistan‘ın er ya da geç bin Ladin’i teslim olmaya zorlayacağını ancak dönemin Bush yönetimindeki ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in Taliban’ın cezalandırılmasını talep ettiğini söyledi.

Ne Bush’un ne de dönemin İngiltere Başbakanı Tony Blair’in yapılan uyarıları göz önünde bulundurmayarak Afganistan’a müdahale etme kararı aldığını yazan Jenkins, iki liderin NATO’yu da kullanarak sanki “legodan ulus inşa ediliyormuşçasına” yeni bir ulus yaratmaya çalışmalarını eleştirdi. 

Eski İngiltere Başbakanı Tony Blair

Jenkins, Blair’in hiçbir zaman tam olarak açıklanmayan nedenlerle , bir “uluslararası toplum doktrini” ilan ettiğini ve İngiltere’nin Kabil’e yapılan ilk bombalı saldırıda yer almasında ısrarcı olduğunu dile getirdi.

Blair’i eleştirmeye devam eden Jenkins, “Blair, ardından Clare Short’u Afganlar’ın haşhaş yetiştirmesini durdurmak için uluslararası kalkınma bakanı olarak gönderdi. Afgan haşhaş üretimi tüm zamanların en yüksek seviyesine çıktı ve altı eyaletten 28 eyalete yayıldı ve muhtemelen İngiltere’nin tüm zamanlardaki en başarılı çiftlik ürünü oldu. Afyon, Taliban’ı yeniden iktidara getirdi” dedi.

Afganistan’da yıllarca beyhude bir çaba sarf edildiğini belirten Jenkins, bugüne kadar sadece İngiltere’nin tek başına 37 milyar sterlin harcadığına dikkat çekti ve şimdi tüm bu yatırımların risk altında olduğunu vurguladı.

Jenkins ayrıca, mevcut İngiltere hükümetinin başbakanı olan Boris Johnson’un bazı politikalarını da eleştirirken Afganistan’da İngiltere’nin yapması gerekenlere de şöyle değindi:

Daha kaç defa İngilizler’in kafasına İngiliz imparatorluğunun sona erdiğini sokmak gerekiyor? Öldü, bitti, modası geçti, tekrarlanmamalı. Yine de Boris Johnson Güney Çin Denizi’ne bir uçak gemisi gönderdi. İngiltere’nin bırakın diğer ülkeleri yönetmeyi, ‘dünyayı daha iyi bir yer haline getirmeye’ dahi ihtiyacı yok. Afganistan’daki 454 İngiliz askeri ve sivili bırakın, hiçbir askerin ölmesine gerek yok. İngiltere’nin şu anda yapabileceği en iyi şey, Afganistan’da Kabil’in komşuları Pakistan ve İran ile işbirliği içinde olan yeni bir rejimle, son 20 yıldır yapmaya çalıştığı iyiliklerin en azından bir kısmını korumak için iyi ilişkiler kurmaktır.”

Derleyen: Gökalp Badak

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.