Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Spektrum (19) – Afganistan fiyaskosu: ABD kendini ve dünyayı nasıl kandırdı

Medyascope’un her hafta dünya gündemini meşgul eden bir konunun enine boyuna incelendiği podcast programının 19. bölümünde bu hafta, Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) Afganistan’daki 20 yıllık projesini ele aldık. ABD merkezli Washington Post gazetesinin 2019 yılında “gerçeklerle savaş” manşetiyle yayımladığı haberin detaylarında neler var? ABD, Kabil’in düşeceğini zaten biliyor muydu? ABD, “yeni” ve “demokratik” bir Afganistan kurabileceğine gerçekten inanıyor muydu? ABD yönetimleri neden “gerçeklerle” savaştı? Bu bölümümüzde, ekip arkadaşım Gökalp Badak ile birlikte bu sorulara yanıt aradık. 

SENEM: Medyascope’tan herkese merhaba. 

Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 20 yıllık Afganistan projesi birkaç günde bitti, geriye kaos, ölüm ve belirsizlik kaldı. Kabil düştü. Artık ülke Taliban’ın elinde. ABD’nin oluşturulması için milyarlarca dolar harcadığı devlet kurumları ve Afgan güvenlik güçleri yerle bir oldu. Peki ortada gerçekten bu kadar da fazla şaşırılacak bir durum var mıydı? ABD, “Yeni” ve “demokratik” bir Afganistan kurabileceğine gerçekten inanıyor muydu? 2001’deki İkiz Kule saldırılarının ardından Afganistan’a müdahale edilmesi emrini veren eski Başkan George W. Bush’tan, Afganistan’dan çıkma fikrini ilk defa dile getiren Obama’ya, 2020 Şubat’ında Taliban ile anlaşmaya varan Trump’a, tüm ABD yönetimleri işlerin bu noktaya geleceğini biliyordu. Kabaksa, ABD’nin çiçeği burnunda başkanı Joe Biden’ın başına patladı.

Peki, 20 yıldan bu yana görevde olan bütün ABD yönetimleri neden sahadaki kötü gidişata rağmen Afganistan’da olup bitenleri gizledi? Afganistan’ın tarihi ve kültürü tamamen göz ardı mı edildi? 20 yıl boyunca Afganistan’da güçlü bir merkezi devlet inşa etmek için kurulan güvenlik güçlerinin ve hükümetin bulaştığı yolsuzluk bataklığı neden gündeme getirilmedi? Ya da gelin bütün bu soruları tek bir soruya sığdıralım: ABD yönetimleri neden “gerçeklerle” savaştı?

Spektrum’un 19’uncu bölümünde, ABD tarihinin en uzun savaşı olarak hafızalarımızda yer eden fakat yalanlar, hayaller ve hamasetle dolu olan Afganistan’da 20 yılda olup biten gerçekleri ve ABD yönetimlerinin nasıl bu gerçeklerle savaşmadığını sizlere anlatacağız. Ben Senem Görür. Ben Gökalp Badak. Spektrum’a hoşgeldiniz.

Gökalp merhaba, hoş geldin. Bugün neden ikimiz buradayız, önce onu anlatayım dinleyicilerimize. Sonra da Kabil’den son durum hakkında bilgi verelim. Bugün bu bölümü Gökalp ile yapıyoruz çünkü hafta içi sitemizde 2019 yılının sonunda Washington Post gazetesinde yayımlanan bir haber vardı. Haberde, ABD yönetiminin Kabil’in düşeceğini 2019 yılından bu yana bildiği anlatılıyor. Şimdilerde daha da anlam kazanan bu haber ve raporun detaylarını Gökalp, Medyascope için haberleştirdi, o yüzden bugün kendisi de bana eşlik edecek. 

Şimdi de Kabil’deki son durumu aktaralım. Dün akşam saatlerinde Kabil, ardı arkasında patlamalar ile sarsıldı. Patlamalarda şu ana kadar en az 90 kişinin öldüğü ve 150 kişinin de yaralandığı bilgisi var. Ölenlerin en az 13’ü ABD askeri, 28’i ise Taliban savaşçıları. Saldırıyı IŞİD üstlendi, ABD Başkanı Joe Biden’dan ve Pentagon’dan gelen açıklamalarda da, kullanılan ifade oldukça net: “Affetmeyeceğiz, unutmayacağız. Hepinizi bulup bunun hesabını ödeteceğiz.”

Gün içinde ve hafta sonu da bütün gelişmeleri yakından takip etmeye devam edeceğiz, medyascope.tv adresinden ve sosyal medya hesaplarımızdan bizi takipte kalabilirsiniz.

Gökalp geçelim istersen raporun detaylarına. Seni dinliyoruz. 

GÖKALP: The Washington Post gazetesinde 2019 yılının sonunda, tam da Trump yönetiminin Taliban ile görüşmeler yürüttüğü bir dönemde, “Gerçeklerle Savaş” manşetiyle bir haber yayımlandı. Haberde, ABD yönetiminin hazırlattığı, iki bin sayfalık bir rapor anlatılıyordu. Bu rapora göre, farklı dönemlerden üst düzey Amerikalı yetkililer Afganistan’da devam eden savaş hakkında sürekli yalan söyledi ve savaşın kazanılamaz olduğunu gösteren kanıtları kamuoyundan sakladı.

Araştırmacı gazeteci Craig Whitlock’un Afganistan Savaşı ile ilgili eline geçen resmi belgelerden yola çıkarak kaleme aldığı haber, üst düzey ABD’li yetkililerin 2001 yılındaki işgal girişiminin başından itibaren Afganistan’daki savaş hakkında gerçeği söylemediklerini, yanlış olduğunu bildikleri halde sürekli sahada istikrarlı bir ilerleme kaydettikleri yönünde açıklamalarda bulunduklarını ve savaşın kazanılmaz hale geldiğine dair kanıtları gizlediklerini ortaya koyuyor. Yani sözün özü, Afganistan’da bugünkü duruma gelineceği aslında çok daha önceden biliniyordu. Ve bu durum, haberde de sık sık vurgulandığı üzere, tıpkı Vietnam Savaşı dönemine benziyordu. Zira ABD’de yönetimlerin “gerçeklerle savaşmanın” taktiğini, tekniğini öğrendiği yer Vietnam fiyaskosuydu.

S: Bize Vietnam’ı ve Vietnam belgelerini hatırlatır mısın? 

G: Tabii. Vietnam’a dair Pentagon belgeleri, 1971’de sızdırıldıklarında ABD yönetiminin ABD’nin Vietnam iç savaşına nasıl müdahil olduğu konusunda uzun zamandır kamuoyunu yanılttığını ortaya çıkararak sansasyon yaratmıştı.

S: Peki, WP yazarı Whitlock’un eline bu belgeler nasıl geçti ve bu haberin yazılma süreci nasıl oldu?

G: 1971 yılında ortaya çıkarılan Vietnam Papers’a nazire yaparcasına “Afghanistan papers” adı verilen belgeler, ABD tarihindeki en uzun silahlı çatışmanın temel başarısızlıklarının incelenmesi için görevlendirilen federal bir ekip tarafından ortaya konuldu. 

Bu belgeleri ortaya koymak için oluşturulan bir proje kapsamında generaller, diplomatlar, yardım görevlileri ve Afgan yetkililer gibi savaşta doğrudan rol oynayan insanlarla röportajlar yapıldı. Belgelerde daha önce hiçbir yerde yayımlanmayan iki bin sayfadan fazla not vardı. 

İşin ilginç yanı, ABD yönetimi, proje için görüşülen kişilerin büyük çoğunluğunun kimliğini açığa çıkarmamaya ve tüm açıklamalarını gizlemeye çalıştı. Yani bu haberin ortaya çıkması oldukça zor bir süreç gerektirdi. The Washington Post, üç yıllık bir hukuk mücadelesinin ardından Bilgi Edinme Özgürlüğü Yasası (Freedom of Information Act) kapsamında belgeleri yayımlamaya hak kazandı.

S: Peki yetkililerin/görüşülen kişilerin vurguladığı ortak bir nokta var mıydı? 

G: Evet, vardı. O da, ABD’nin aslında başından beri Afganistan’da kapsamlı bir stratejiye sahip olmamasıydı. Fakat bu nokta bütün hikayeyi tek başına açıklamaya yetmiyor. Aslında hikayenin başına gidersek, başlangıçta 11 Eylül’den sonra Bush yönetiminin “teröre karşı savaş” doktrini çerçevesinde, ABD’nin açık bir hedef olarak Afganistan’ı işgal ettiğini, bu hedefin El Kaide’ye misilleme yapmak ve 11 Eylül 2001 saldırılarının tekrarını önlemek olduğu görülüyor. Ancak zaman ilerledikçe ve savaş uzadıkça Afganistan konusundaki hedeflerin ve misyonun değişmeye devam ettiği ve ABD stratejisine olan inanç eksikliğinin Pentagon, Beyaz Saray ve Dışişleri Bakanlığı’nın içinde kök saldığı biliniyor. Haliyle bu durum kurumlar arasındaki görüş ayrılıklarını derinleştirdi ve işleri daha da karmaşık hale getirdi.

Bu noktada rahatlıkla ABD yönetimlerinin içinde temel anlaşmazlıkların çözülememesinin Afganistan politikasının hedefini saptırdığı yorumunu yapmak mümkün. Bunun en bariz örneği ise bazı ABD’li yetkililerin savaşı Afganistan’ı demokrasiye dönüştürmek için kullanmak isterken, bazılarının Afgan kültürünü dönüştürmek ve kadın haklarını ilerletmek istemesi ve bir diğer grubun ise Pakistan, Hindistan, İran ve Rusya arasındaki bölgesel güç dengesini yeniden şekillendirmeyi hedeflemesi. Yani yönetim kademesinde ve en üst düzey yetkililer arasında dahi Afganistan’da tam olarak neyin hedeflendiği konusunda hiçbir zaman bir konsensusa varılamadı diyebiliriz.

S: Bir anekdot vermek gerekirse, George W. Bush ve Barack Obama yönetimlerinde Afganistan’da görev yapan General Douglas Lute, proje kapsamında verdiği demeçte “Afganistan hakkında temel bir anlayıştan yoksunduk, ne yaptığımızı bilmiyorduk. Burada ne yapmaya çalışıyoruz? Ne üstlendiğimize dair en ufak bir fikrimiz yoktu” açıklamasında bulunmuştu ki bu da durumu en açık şekliyle özetliyor.

Yapılan röportajlar, ABD’li komutanların nedenini bir yana bırakın, kiminle savaştıklarını söylemekte dahi zorlandıklarını gösteriyor. El Kaide mi düşmandı yoksa Taliban mı? Pakistan dost muydu düşman mıydı? CIA’nın maaş bordrosundaki savaş ağaları bir yana, IŞİD ve yabancı cihatçıların inanılmaz çeşitliliği ne olacaktı?

G: Sonuç olarak, sahadaki ABD askerlerinin çoğu zaman dostunu düşmandan ayıramadığı röportajlara yansıdı. Buna kanıt olarak da Özel Kuvvetler ekibinin adı açıklanmayan eski bir danışmanının 2017’de proje kapsamında verdiği röportaja atıfta bulunuldu. Söz konusu röportajda eski danışman, “Onlara iyi adamların ve kötü adamların nerede yaşadığını göstermek için bir haritayla geleceğimi düşündüler. Elimde bu bilginin olmadığını anlamaları için birkaç konuşma yapmam gerekti. İlk başta, sürekli şunu sordular: ‘Ama kötü adamlar kim, neredeler?‘” demişti.

Öte yandan, George W. Bush döneminde Savunma Bakanı olarak görev yapan Donald Rumsfeld’e ait 8 Eylül 2003 tarihli bir bilgi notunda Rumsfeld’in, “Kötü adamların kim olduğuna dair hiçbir fikrim yok” diyerek durumdan şikayet ettiği ve “İnsan istihbaratında feci derecede eksiğiz” dediği ortaya çıktı. Bu kritik istihbarat zafiyeti konusunu da geçen hafta Spektrum’un 18’inci bölümünde, senin yokluğunda ben ele almıştım.

S: Haberde benim dikkatimi çeken ve senin de yazarken illa ki üzerine düşündüğün şey, Afganistan’ın geleceği için “modern bir ulus” inşa etme hedefi uğrunda harcanan milyarlarca dolar para olsa gerek. ABD, Afganistan’da güçlü bir merkezi otorite inşa etmek için tamamen kendi desteğine dayanan bir Afgan ordusu ve hükümeti kurmak için çok büyük meblağda para harcadı ancak 20 yılın sonunda geriye baktığımızda harcanan milyarlarca doların boşa gittiğini görüyoruz. 

Peki bunca çabaya rağmen neden bu büyük yatırım meyvesini vermemişti? İşte burada belki de hiçbir zaman değişmeyen bir gerçek ortaya çıkıyor: bir ülkenin tarihini ve kültürünü tamamen göz ardı etme. Dışarıdan verilen destekle kurulan “kukla” hükümetler ve güvenlik güçlerinin mayası hiçbir zaman tutmuyor. 

G: Evet, ABD’li yetkililer Kabil’de kendi hükümetlerini örnek alan demokratik bir hükümet yaratmaya çalıştı. Ancak bu, kabileciliğe, monarşizme, komünizme ve İslam hukukuna alışmış Afganlar için yabancı bir kavramdı.

Bu konuştuklarımızı doğrulamak bakımından kimliği açıklanmayan eski bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisinin ifadesine başvurursak, bu yetkili şunu söylemişti: “Politikamız, Afganistan’ın güçlü bir merkezi hükümet geçmişi olmadığı için aptalca olan güçlü bir merkezi hükümet oluşturmaktı. Güçlü bir merkezi hükümet kurmanın süresi 100 yıldır ki bizim böyle bir zamanımız yoktu.” Bu açıklamadan hareketle güçlü bir merkezi ve demokratik hükümetin dışarıdan direktif yoluyla kurulamayacağı çok daha iyi anlaşılıyor.

S: ABD’nin Afganistan’daki bir diğer ölümcül strateji hatası da “kukla” Afgan hükümetlerine verdiği koşulsuz şartsız destek oldu. Bir anlamda ülkenin kalkınması için yapılan onlarca yatırım, ülkedeki yozlaşmış yönetim yapısı ve güvenlik güçleri nedeniyle boşa gitti. Bu noktada şunu hatırlatmakta fayda var, ABD Afganistan’ı yeniden inşa etmek için 133 milyar dolardan fazla para ayırdı ve bu miktar İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Marshall Planı ile Batı Avrupa’nın tamamını kalkındırmak için harcanan paradan daha fazla bir miktara tekabül ediyor.

Peki bu korkunç yatırım neden meyvesini vermedi? 

G: Öncelikle şu noktaya dikkat çekmek gerekiyor: ABD’li temsilciler ve komutanlar ülkedeki okullara, köprülere, kanallara ve diğer inşaat projelerine ne kadar çok harcarlarsa, güvenliğin o kadar hızlı artacağına inandı. Ancak proje kapsamında konuşan sahada çalışmış yardım görevlileri bu yardımların fazla olduğu ve ters bir etki yarattığı konusunda daha önce uyarıda bulunmuştu.

S: Her şeyden öte tabii, Vaşington’un Afganistan’a yaptığı yardımlar ülkede tarihi düzeyde yolsuzluğa yol açtı. Ancak ABD yönetimlerini temsilen konuşan yetkililer, hangi başkan görevde olursa olsun, kamuoyu önünde sürekli olarak rüşvete ve yolsuzluğa müsamaha göstermeyeceklerini beyan ettiler. Fakat kamuoyuna söylenenlerin aksine, perde arkasında ABD’nin müttefiki olan Afgan siyaset simsarları hiçbir yaptırım ile karşılaşmaksızın ülkeyi yağmalaladılar. ABD yönetimleri de buna göz yumdu.

G: Bütün bu olumsuz tablo da tabii ki Taliban’ın işine geldi. ABD’li yetkililer, yolsuzluğun iltihaplanmasına izin vererek, destek verdikleri sallantıdaki Afgan hükümetinin meşruiyetinin ortadan kalkmasına neden olduklarını kabul ederken, hâkimler, polis şefleri ve bürokratların karıştıkları rüşvet skandallarının birçok Afgan’ı demokrasiden soğuttuğunu ve düzenin sağlanması için Taliban’a yönelttiğini açık açık söyledi. Tüm bunları göz önünde bulundurursak, Taliban’ın bugün ülke çapındaki hakimiyetinin temelinde aslında 20 yıllık süreçte atılan hatalı adımların yattığını söyleyebiliriz.

S: Bütün bunlardan sonra vurgulanması gereken bir diğer önemli nokta, Afgan güvenlik güçlerinin çöküşünün temel nedenleri ve ABD’li yönetimlerin bu konuda kamuoyu nezdinde yaptığı manipülatif açıklamalar. 

ABD’li generaller yıllar geçtikçe kamuoyuna, güçlü bir Afgan ordusu ve ülkeyi dış yardım olmadan savunabilecek bir ulusal polis gücü yetiştirdiklerini söyledi. Ancak proje kapsamında verilen röportajlarda ABD’li yetkililer, Afgan güvenlik güçlerinin yetersiz ve motivasyonsuz olduğunu söyledi ve Afgan güvenlik güçlerinin sürekli asker kaçağı verdiğini belirtti. Ayrıca Afgan komutanları, on binlerce “hayalet asker” için ABD’li vergi mükellefleri tarafından ödenen maaşları cebe indirmekle suçladı.

G: Zaten hiçbir yetkilinin, Afgan ordusunun ve polisinin Taliban tehlikesini tek başına savuşturabileceğine, hatta yenilgiye uğratabileceğine dair inancı yoktu. Savaşın başından 2019’un sonuna kadar 60 binden fazla Afgan güvenlik gücü mensubu öldürüldü ve bu rakam, ABD komutanlarının sürdürülemez olarak adlandırdığı bir zayiat oranına tekabül ediyor. Zaten yetkililer de, askere alınan kişilerin üçte birinin “uyuşturucu bağımlısı veya Taliban militanı” olduğunu tahmin ettiğini söylerken, bir başka yetkili askerlerin ABD üslerinden sürekli yakıt çaldığını belirtti. Kısaca, orduyu bu kadar hızlı ve iyi inşa edebilmeyi düşünmek bir delilikti.

S: Nitekim ABD’nin mevcut başkanı Joe Biden da Afganistan’dan çekilme kararını savunurken Afgan güvenlik güçlerinin ülkelerinin geleceği için savaşmayı göze almadığını ve Afgan güvenlik güçlerinin kendi ülkesi için savaşmaktan kaçtığı bir noktada ABD askerlerinin can vermeye devam edemeyeceğini vurgulamıştı. Az önce bahsettiklerimizi düşündüğümüzde aslında Afgan güvenlik güçlerinin ne halde olduğu yıllardır biliniyordu.

Şimdi Vietnam’dan miras kalan bir taktiği ele alarak bir soru sorayım. ABD yönetimleri “gerçeklerle savaşırken” istatistikleri nasıl kendi lehine kullandı?

G: 11 Ekim 2001’de, ABD Taliban’ı bombalamaya başladıktan birkaç gün sonra bir muhabir Bush’a, “Afganistan’da Vietnam benzeri bir bataklığa çekilmekten kaçınabilir misiniz?” diye sormuştu.

Vietnam’da çok önemli dersler aldık” diyen Bush bu soruya, “İnsanlar bana sık sık soruyorlar, ‘Bu ne kadar sürecek?’ Bu özel cephe, El Kaide’yi adalete teslim etmek için gereken süre kadar sürecek. Yarın da olabilir, bir ay sonra da olabilir, bir iki yıl da sürebilir. Ama biz galip geleceğiz” karşılığını vermişti.

Ancak ortaya konulan belgeler, ABD askeri yetkililerinin Vietnam Savaşı döneminde kullanılan eski bir taktiğe, yani kamuoyunu manipüle etmeye başvurduğunu gösteriyor.

Emekli General Barry McCaffrey, 2006’da Afganistan’daki bir araştırmadan döndükten sonra, Taliban’ın etkileyici bir geri dönüş yaptığını bildirirken, “Önümüzdeki 24 ay içinde çok tatsız sürprizlerle karşılaşacağız” demiş ve Haziran 2006’da bir uyarıda bulunmuştu.

Dahası, dönemin Savunma Bakanı Rumsfeld’in danışmanı Marin Strmecki, Pentagon şefine daha kötü haberle dolu 40 sayfalık gizli bir rapor vermişti. Yolsuzluk ve beceriksizliği nedeniyle Afgan hükümetine karşı “muazzam bir halk hoşnutsuzluğunun oluştuğunu” aktaran Strmecki, ABD’nin müttefiki olan Pakistan’ın desteği sayesinde Taliban’ın güçlendiğini bildirmişti.

Ancak Rumsfeld’in kişisel inisiyatifiyle Pentagon, halka çok daha farklı bir hikaye anlatmayı tercih etti. Pentagon bu anlamda, Afganistan’da büyüyen tehlikeleri anlatmak yerine ülkede kadınlara yönelik bazı ilerlemeci adımlara ve yollardaki arabaların ortalama hızına dikkat çekerek durumun iyiye gittiğinde ısrar etti. Birçok ABD’li üst düzey askeri yetkili, yıllar boyunca ülkede istikrarlı bir ilerleme kaydedildiği konusunda demeçler verdi.

S: Doğru… Vietnam fiyaskosu sırasında da ABD’li yetkililer, ABD’lileri kazandıklarına ikna etmek için şüpheli istatistikleri öne sürmüştü. Bunların en ünlüsü, Pentagon’un ceset sayılarını veya öldürülen Vietkong gerillalarının sayısını vurgulayarak, kaydedilen rakamları bir başarı ölçüsü olarak şişirmesiydi.

G: “Learned Lessons” projesi kapsamında yetkililerden alınan bilgiler, bu durumun Afganistan vakasında da değişmediğini gösteriyor. Röportajlarda ABD yönetimlerinin, çarpıtılmış, sahte veya düpedüz yanlış olduğu bilinen istatistikleri rutin olarak lanse ettiği sayısız örnek itiraf ediliyor.

Örneğin, üst düzey bir Ulusal Güvenlik Konseyi (NSC) yetkilisi olarak tanımlanan bir kişi, aksi yönde güçlü kanıtlar olmasına rağmen Obama, Beyaz Saray ve Pentagon’dan 2009’dan 2011’e kadar ülkedeki asker artışının işe yaradığını gösteren rakamlar üretmeleri için sürekli baskı olduğunu söyledi. Örneğin şöyle bir açıklama var yine: “ İyi metrikler oluşturmak imkansızdı. Eğitilmiş asker sayılarını, şiddet seviyelerini, toprakların kontrolünü kullanmayı denedik ve hiçbiri doğru bir tablo çizmedi. Metrikler savaş süresince hep manipüle edildi.”

Yetkiliye göre, Kabil’deki canlı bomba saldırıları Taliban’ın çaresizliğinin, isyancıların doğrudan çatışmaya giremeyecek kadar zayıf olduğunun bir işareti olarak tasvir edildi. Yetkili, tüm bu manipülasyonların temelde iki nedeninin olduğunu ve bunların ülkede işlerin yolunda gittiği yönünde bir fikir oluşturmak ile ABD’nin ülkeden çıkmasının düzenin bozulmasına neden olacağı algısını yaratmak olduğunu belirtti.

S: Evet görüyoruz, en alt kademeden en üste tüm askeri görevliler ve diplomatlar, sahadaki koşullar ne olursa olsun, ilerleme kaydettiklerini iddia etmiş. Hatta bir dönem Trump’ın ulusal güvenlik danışmanı olarak görev yapan Michael Flynn de, “Büyükelçilerden en alt kademeye kadar, hepsi harika bir iş çıkardığımızı söylüyorlar. Gerçekten mi? Öyleyse, bu kadar harika bir iş yapıyorsak, neden kaybediyormuşuz gibi geliyor?” diyerek bu konudaki şüphesini dile getirmişti.

Yıl 2021, Trump’ın yaptığı anlaşmayı uygulamak çiçeği burnunda Başkan Joe Biden’a nasip oldu. Biden da bu operasyonun ya da sürecin aslında “sorunsuz” süreceği konusunda birçok demeç vermişti ama işler onun istediği gibi gitmedi. ABD’de birçok kişi Afganistan’da ve dünyanın diğer yerlerinde devam eden “süresiz savaşların” bitmesini istese de, çekilme sürecinde yaptıkları ya da yapamadıkları 2022 ara seçimlerinde ve 2024 seçimlerinde kendi üstünde simsiyah bir bulut gibi çökeceğe benziyor.

Teşekkürler Gökalp, katıldığın ve bize yazdığın haberi en ince detayına kadar anlattığın için.

G: Ben teşekkür ederim.

S: Böylece, Özgün Özgül ile birlikte hazırladığımız 19’uncu Spektrum’un da sonuna geldik. 

Bizi sosyal medya hesaplarımızdan takip etmeyi ve yayınlarımızı izlemeyi unutmayın.

YouTube’daki katıl butonu ya da Patreon üzerinden de Medyascope’a katkıda bulunabileceğinizi tekrar hatırlatarak; haftaya yeni bir bölümde yeniden görüşmek dileğiyle diyelim. 

Hoşça kalın.  

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.