Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ekonomi kurtarıcı mı bekliyor?

Ruşen Çakır, iktidar yetkililerinin ekonomiyle ilgili açıklamalarını ele aldı ve “Ekonomi kurtarıcı mı bekliyor?” sorusuna yanıt aradı.

Yayına hazırlayan:Sara Elif Su Balıkçı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Ünsal Ünlü’yü kıskanıyorum sık sık. Bugün yine, benden önce davrandı, tabii o sabah erkenden yapıyor yayınlarını. “Ekonomi nasıl düzelir? Böyle!” diyerek iktidar yanlısı bazı kişilerin birbirinden ilginç önerilerini sıraladı. Bunların bazılarını ben de tekrarlayayım. Meselâ, Erzurum Büyükşehir Belediye Başkanı Mehmet Sekmen bir televizyon programında, “Ben ekonomistim” diye başlıyor. “Ben ekonomistim”, hani sanki toplu taşımada ya da sokakta birisi bir rahatsızlık geçirir ve hemen birisi, “Ben doktorum” diye diğerlerini kenara çekip müdâhale eder, o da “Ben ekonomistim” diyor ve çok çarpıcı bir öneri getiriyor.

Uzun uzun anlatmayacağım, ama insanların yastık altındaki altınlarını bankaya yatırması, bankanın, bankaya yatırılanın karşılığında sertifika vermesi ve bunun temînat olarak gösterilmesi –Merkez Bankası’nın basacağı paralar için herhalde–, sonra, düğüne vs. gittikleri zaman, altın takmak için geçici süreliğine onları geriye almaları gibi, böyle karmaşık bir şey. 

Mehmet Bey, yıllar önce Refah Partisi’nden yanılmıyırsam Kartal Belediye Başkanı’ydı. Daha sonra Erzurum’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapıyor ve ona göre olay bu kadar basit aslında ve zâten bu önerisini de Bakan Nebati’ye ilettiğini söylüyor, “Whatsapp yazışmalarında isterseniz gösteririm” diyor.

Bakan demişken, Bakan’ın yardımcısı Murat Zaman da Meclis’te milletvekillerine aslında kur meselesinin o kadar önemli olmadığını söyledikten bir süre sonra, kurdaki oynaklığın ne kadar önemli olduğunu söyleyerek diyor ki: “Dua edin de bu ürün gerçekten tutsun.” Bu ürün dediği: “Kur garantili mevdûat hesabı” — ürün oluyor o. “Dua edin de bu ürün gerçekten tutsun” diyor, yani bir anlamda işi Allah’a bırakmış oluyor.

Bir de iktidarın ortaklarından Mustafa Destici’nin söyledikleri… Başka şeyler de var tabii değişik zamanlarda söylenen; örneğin Cumhurbaşkanı’nın söylediği: “Müsilaj azalacak”. Daha önce “köpük” demişti, şimdi “müsilaj” diyor. Destici de insanların yanlış yaptığını söyleyip, onlara çok câzip bir tasarruf önerisinde bulunuyor — kendisi öyle yapıyormuş: “Kasaptan et almayın, niye alıyorsunuz ki? Pahalıya geliyor” diyor. “Ben” diyor, “kuzu alıyorum”. Yani anlatırken gülmem geliyor; ama gerçekten, “Kuzu alıyorum ve öyle tasarruf yapıyorum” diyor. Kim alıyor? Şoförüne aldırtıyormuş. 

Şimdi, ekonomiyi iktidârın düzeltebileceği konusunda çok fazla umutlu olmamak gerektiğini bu ve benzeri, bugüne kadar yapılan ve bundan sonra da yapılacağa benzeyen önerilerden anlıyoruz ki durum hakîkaten vahim, durumun vahim olduğunu hepimiz biliyoruz, yaşıyoruz. Meselâ İstanbul’da sokaktaki arabaların sayısı azaldı. Bu bir tatil zamanı değil, şu değil bu değil; demek ki bu akaryakıta gelen zamların çok doğrudan etkisi var. İnsanların eğlence yerlerine çok fazla çıkmadığı söyleniyor. Ben pek çıkmadığım için bilmiyorum, ama bu konuda gözlemler var. Daha bir sürü şeyi anlatmak mümkün. Marketlerdeki insanların sayısının azalması vs.. 

Bir de elektrik, doğalgaz faturalarının gelmeye başlaması var ve burada “Balıkçı”nın kulağını çınlatalım. Kendisi biliyorsunuz, sosyal medya üzerinden bu tür, ödeyemeyen insanların faturalarını –İlhami Işık, çok eski arkadaşımdır–, faturalarını başkalarına ödetiyor, bir tür aracılık yapıyor, bayağı da bir hayır duası alıyor; ama herhalde yeni dönemde o da bu işte pes edebilir, çünkü çok vahim şeylerle karşı karşıya kalabiliriz.

Her neyse, ekonomi böyle, her geçen gün daha kötüye gidiyor ve iktidardan da bu konuda, “Bir ürün daha var, dua edin de tutsun”’un ötesinde çok fazla bir şey olmuyor ya da Bakan gözlerine baktırtıyor ya da birtakım –en son örneğini gördük– kadın girişimcileri topluyor ve onlara kim bilir ne söylüyorsa kadın girişimciler çıkışta aslında morallerinin yerine geldiğini söylüyorlar – ne duydularsa. 

İktidardan ekonominin düzeleceğine dâir bir şey yok, peki muhâlefet ne yapıyor? İşte burada, başlığımıza gelebiliriz. Kurtarıcı mı bekliyor muhâlefet? Geçen hafta, pazar günü stüdyoda bir yayın yaptım. İYİ Parti’nin Ekonomi Politikaları Başkanı olarak atanan Prof. Bilge Yılmaz’la konuştuk. Bilge Yılmaz, benim daha önce bir şekilde tanıdığım birisiydi ve kariyeri çok parlak olan bir akademisyen, özellikle yatırım konularında. Dünyanın en önde gelen üniversitelerinden Wharton’da kürsü başkanı olan bir isim. Kendisi, normalde İYİ Parti çevresinden değil. Bildiğim kadarıyla solcu bir öğretmenin çocuğu ve Boğaziçi Üniversitesi’nden sonra Princeton’da yüksek lisans yapıp, ondan sonra bayağı önemli yerlere gelmiş bir isim ve onunla yaptığım yayın (https://www.youtube.com/watch?v=Nv3GW-AQKww ) birbirinden farklı kesimler tarafından çok ilgi gördü ve genellikle çok takdir edildi. İnsanlar biraz moral kazandılar. Yani, Amerika Birleşik Devletleri’nde bu kadar parlak bir kariyeri bırakıp Türkiye’de siyâsete dâhil olmak isteyen birisi ve kendisi yayında da söyledi biliyorsunuz, bir ekipten, kendisi gibi insanlardan oluşan bir ekipten bahsetti ve bu ekibin Türkiye’de görev üstlenmeye hazır olduklarını söyledi.

Bunlar tabii ki olumlu sinyaller. Böyle kişilerin, Türkiye’de sorunların çözümü üzerine gönüllü olarak dâhil olmak istemeleri çok güzel şeyler; ama burada, hemen akla Kemal Derviş benzetmesi geldi. Yoksa, yeni bir Kemal Derviş mi aranıyor? Kemal Derviş meselesini bilmeyenlere hatırlatalım. Kemal Bey, Türkiye’nin Kasım 2000 ve Şubat 2001 krizlerinin ardından –Ecevit hükümeti vardı, koalisyon hükûmeti, orada ANAP ve Milliyetçi Hareket Partisi vardı–; ekonomi çok ciddi sıkıntıdayken, özellikle banka sistemi çökmüş durumdayken, Dünya Bankası Başkan Yardımcılığı’ndan Türkiye’ye geldi, getirildi ve 13 Mart 2001’de Ekonomiden Sorumlu Bakan oldu ve Derviş IMF ile görüşerek, onların da onayını alarak çok ciddi bir programı, yapısal reformları hayata geçirmeye çalıştı. 

Çok sert bir dönemdi; ama bayağı da bir etkili oldu ve Kemal Derviş o zaman bir kurtarıcı olarak lanse edildi, hatta o tarihlerde ben Metis Yayınları’nda Siyah Beyaz kitaplarının editörlüğünü yapıyordum, meslektaşım Sefa Kaplan’a, Kemal Derviş: Bir Kurtarıcı Öyküsü diye bir kitap hazırlatmıştık. Sefa’nın kitabı bayağı bir satmıştı, yani bayağı bir okunmuştu. Kemal Derviş çok popülerdi. Zor bir dönemi Türkiye’nin bir ölçüde nefes almasına sağlayarak geçirmişti; ama sonra Başbakan Yardımcısı Devlet Bahçeli’yle anlaşamayarak 2002 Ağustosu’nda, yani bir buçuk yıl sonra istifâ etti. Ardından CHP’den milletvekili oldu, daha sonra milletvekilliğinden istifâ edip Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın başına geçti 2009’a kadar, 2005-2009 arası.

Gerçekten çok parlak bir isim. Kendisiyle çok öncesinde tanışma imkânım olmuştu. Dünya Bankası’nda çalışırken, Washington’a gittiğimde, merhum Prof. Şerif Mardin bana Kemal Bey ile görüşmemi önermişti, ben de kendisinden randevu istemiştim ve vermişti. Dünya Bankası’nda konuşmuştuk; 90’ların ilk yılları, tam tarihini hatırlamıyorum, ama şunu çok iyi hatırlıyorum, benim 1990 Kasım ayında Âyet ve Slogan: Türkiye’de İslâmî Oluşumlar kitabım çıkmıştı, Kemal Bey o kitabı okumuştu, bayağı bir okumuştu; çünkü sorularından anlıyordum, yani öyle birisiyle tanışıyor olmaktan çok mutlu olmuştum ve şaşırmıştım da, Dünya Bankası gibi bir yerde. Sonra, yıllar sonra geldi, bayağı bir toparladı.

Onun bıraktığı yerden mîrâsı AKP devraldı ve onun yaptığı, siyâsî faturasını koalisyon hükûmetinin ödediği o düzenlemelerin ekmeğini bayağı bir AKP yedi, Ali Babacan yönetimiyle beraber. Bunlar ayrı bir tartışma. Şimdi, Bilge Yılmaz meselesine gelecek olursak: Bilge Yılmaz bir Kemal Derviş mi? Kendisinin de böyle bir iddiası yok ve Türkiye’nin yeni bir Kemal Derviş’e ihtiyâcı yok. Türkiye’nin aslında ihtiyâcı olan, ekonomide –ki bu işin başı güven– güven verecek birileri.

Kemal Derviş neden başarılı oldu? Kemal Derviş ilkin uluslararası piyasalara güven verdi — bildikleri, tanıdıkları birisiydi. Bir de Türkiye’de artık yönetimden, her şeyden umudunu kesmiş insanlar için bir kurtarıcı beklentisiyle geldiği için ve ilk andan îtibâren falsosuz bir şekilde, olabildiğince şeffaf bir şekilde sorunları ve çözüm önerilerini anlattığı için, içeriye de bir güven vermişti. Tabii ki sevmeyeni çoktu; ama onun ülkeyi bir anlamda düze çıkarabileceğine inanan, inanmak isteyen ve ona kredi veren insanlar vardı.

Şimdi, böyle bir kişiyi Türkiye’nin beklediği kanısında değilim. Bunun yerine Türkiye, böyle bir yönetimi bekliyor; güven verecek, içeriye ve dışarıya güven verecek bir yönetimi bekliyor ve burada tabii ki iş muhâlefete düşüyor. Muhâlefetin bu konuda ekonomiyi düze çıkarabileceğini, Türkiye’yi ekonomik açıdan kurtarabileceğini anlatması gerekiyor. Bunu anlatırken tabii ki, Bilge Yılmaz gibi isimlerin öne çıkarılması gerekiyor; başka isimlerin de — ki her parti içerisinde ekonomiden anladığını bildiğimiz güvenilir isimler var, olmazsa yeni takviyelerle bütün bunlar olabilir; ama olmazsa, esas olarak muhâlefet partilerinin liderlerinin bunu gösterebilmesi gerekiyor.

Şu âna kadar benim gördüğüm, siz başka türlü görüyorsanız bana yorumlarla, eleştirilerle iletin, ama ana hatlarıyla gördüğüm şu: Sorunları anlatmak. Evet, bu sorunların hepsini yaşıyoruz, görüyoruz. Sorunları anlatmak… Birtakım anlık olaylarda, Meclis’te yasa önerisi vermek; mesela en son işçi emeklilerine memur emeklileriyle aynı hakların tanınması için CHP’nin verdiği ve muhtemelen reddedilecek olan önerisi gibi. Ama ekonomiyi köklü bir şekilde toparlamanın nasıl yapılacağı, hangi programla yapılacağı ve kimlerle yapılacağını muhâlefetin anlatması noktasında çok ciddî bir eksiklik olduğu kanısındayım.

Yani şöyle bir hava veriliyor: “Ekonomi çok kötü, bu ekonomiyle iktidârın kazanması zâten mümkün değil. Biz ülkeyi devraldığımızda ekonomi düzelecek.” Eyvallah. “Herhalde bundan daha kötüsü olmaz” diye düşünebilir insanlar; ama nasıl düzelecek? Bu konuda içeriye ve dışarıya nasıl güven vereceksiniz? Şimdi, demin bahsettiğim, Mehmet Sekmen’in o büyük formülünde neydi? İnsanların yastık altındaki altınlarını bankalara vermesi, sertifika karşılığı. Bunu niçin verecek vatandaş? Tabii, ülke zor durumda olduğu için, destek için verecek. Peki, bunu verebilmesi için ne gerekiyor? Bir, hakîkaten ülkesini sevmesi gerekiyor ve ayrım gözetmeksizin bütün vatandaşların ülkesini sevdiğini varsayıyoruz; ama bir diğeri de, ülkeyi yönetenlere güvenmesi gerekiyor. Yani, “Ben şimdi bu altınları vereceğim, eyvallah, ülkemi seviyorum; ama bu altınlar hakîkaten ülkenin düze çıkması için mi kullanılacak? Yoksa bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da çarçur mu edilecek? Daha sonra bana sertifika diye verdiği şeylerle ben açıkta mı kalacağım?” sorularını sormaya başladığı andan îtibâren o altınlar çıkmayacak ve çıkmıyor.

Yıllardır bunu söylüyorlar ve her başı sıkıştığında Erdoğan da bunu sık sık söyler, yeni bakan da söyledi. Hedef ekonomiyi düze çıkartma hedefi, ama vatandaşa nasıl güven veriyor? Hattâ kendi tabanını, sâdık seçmenini bile bu konuda iknâ edemeyen, onların da o karambolde dövize yatırım yapmasına neden olan, daha sonra o dövizi birdenbire indirip kendi seçmenini de çok garip bir şekilde ve acımasız bir şekilde cezalandıran bir iktidardan bahsediyoruz. Bu iktidar güven vermiyor. Peki, gelecek olan iktidar bu güveni nasıl verecek? İllâ vatandaşın yastık altındaki altınlarını istemesi gerekmez. Buna gelene kadar birçok şey var, ama her şeyden önce, gelecek olan kişilerin, iktidârın, bu konuyu çözmekte kararlı olduğunu, bir; ikincisi, çözüm yöntemini bildiğini, bunu anlatarak, tabii, bize inanın biz bunu çözeriz değil. Olabildiğince herkesin anlayacağı dilden anlatarak ve de bunları yapabilecek kadrolara sahip olduğunu içeride ve dışarıda gösterebilmesi gerekiyor ve bunun için de yan yana durabilmeleri gerekiyor.

Tek başına liderlerin, ayrı ayrı yaptıkları eleştirilerin — ki daha önce bunu fâiz indirimi meselesinde, asgarî ücret indiriminde ve diğer konularda söylemiştim, tekrar söyleyeyim: Her bir uygulamanın ardından muhâlefet liderleri peş peşe açıklamalar yapıyorlar ve bu açıklamaların her birinin bir anlamı olmakla birlikte, her biri zayıf kalıyor. Halbuki yan yana gelip bu açıklamaları birlikte yaptıkları halde, işin rengi değişebilir. 

Şu anda, Türkiye bundan uzak bir durumda. Geçen, Kemal Kılıçdaroğlu yine Habertürk’e çıkarak yine birtakım şeyler söyledi ve Fatih Altaylı’ya bile, “Sizin konuşmanız değişmiş” dedirtti. Bakan ve Meclis Başkanı bağlanarak cevap hakkı istediler ve konuştular, şu oldu bu oldu… Bütün bunlar iyi güzel, ama bir yerden sonra Kemal Kılıçdaroğlu aday olacaksa –ki olacak, olmak istiyor, en azından onu görüyoruz–, kimlerle, nasıl, ekonomiyi o sürede, parlamenter sisteme geçiş sürecinde nasıl düzelteceğini anlatabilmesi gerekiyor. Kim yapacak? Nasıl yapacak? Nerelere başvuracak? Hangi yöntemlere başvuracak? Hangi yöntemlerden vazgeçilecek? Bütün bunların anlatılması gerekiyor.

Konuştuğunuz zaman uzmanlar, aslında Türkiye’nin çözülemeyecek ekonomik sorunu olmadığını söylüyorlar. Meselâ Bilge Yılmaz da bunu söylüyor; ama bunun çözülebilmesi için elverişli bir zemin olması gerekiyor ve bu zeminin harcının da güvenle kurulması gerekiyor; ama kamuoyuna güven verebilecek, içeriye ve dışarıya güven verebilecek olan bir ekibin öncelikle birbirine güvenmesi gerekiyor. Galiba, mesele burada düğümleniyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.