Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Isparta’nın yalnız bırakılmasının gösterdiği Türk sağı gerçekleri

Ruşen Çakır, yüksek elektrik faturalarının ardından başlayan protestoları ve günlerce elektrik verilemeyen Isparta’da yaşananları değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Türkiye, yüksek elektrik faturalarını konuşuyor, bazı illerde protesto gösterileri de var. Adım adım daha da artacağı söyleniyor faturaların. Ama bir diğer yandan, bir şehir, perşembe gününden itibaren elektriksiz kaldı ve bu şehir nedense Türkiye’de gündeme pek gelmedi — Isparta’dan bahsediyorum. Isparta’da 3 Şubat’ta yoğun bir kar yağışı başladı ve ondan sonra perşembe günü, şehirde büyük ölçüde elektrikler iptal oldu; şebekeler hasar gördü, onarılamadı ve Ispartalılar kendi kaderleriyle baş başa kaldılar, birçok mağduriyet yaşandı ve Türkiye’nin gündemine bu girmedi, sokulmadı. Büyük medya bu olayı görmedi; ancak yeni yeni, Bakan gittikten sonra –ki Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez, dördüncü günde, 6 Şubat’ta gidiyor Isparta’ya– ondan sonra bu günkü haberler, valinin görevden alındığı şeklinde –Vali Ömer Seymenoğlu–; onun da gerekçesi, esas olarak koronavirüse yakalanmış olması, Ankara’dan bir vali yollandı yerine –Osman Kaymak– geçici olarak.

Bir koca bir şehir –yaklaşık 500 bin nüfustan bahsediliyor– iptal oldu ve bu şehir, Türkiye’de daha önce örnekler yaşandı biliyorsunuz, hep yaşanıyor, kış aylarında, özellikle Doğu ve  Güneydoğu Anadolu’da bazı yerler zâten özellikle belli dönemlerde tamâmen izole olur, tecrit olur, ulaşılamaz vs. Kurtarma ekipleri zâten bellidir, giderler, yolları açmaya çalışırlar, şu, bu… Ama Isparta batıda, İç Ege ya da İç Akdeniz –nasıl tâbir ederseniz edin– böyle bir şehir, her şeye yakın, İzmir’e yakın, Antalya’ya yakın, her yere yakın bir şehir. Ve bu şehir kaderine terk edildi, kimsenin umurunda olmadı. Şimdi, çok meşhur bir lâf vardır, bunun orijinalini okumak istiyorum: “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adl-i ilâhî Ömer’den sorar onu”. Bu, aslında Türkiye’de özellikle sağcı politikacıların çok söylediği, çok kullandığı, çok sevdiği bir lâftır. Hani, “Dicle Kıyısı’nda bir koyun kaybolsa, ondan sorumluyuz” yaklaşımı, devleti böyle anlatır: “Devlet baba”. Bu, aslında Hz. Ömer’den bahsediyor; ama Mehmet Akif Ersoy’un Safahat’ından, “Kocakarı ile Ömer” şiirinden bir bölüm — Türk sağının alâmet-i fârikalarından birisidir, devleti yüceltmenin, devlete bağlılığın… Ve herhalde Ispartalılar da bunu çok iyi biliyorlardır; çünkü Isparta ülkenin batısında olup, Türk sağının geleneksel olarak çok güçlü olduğu illerden birisi. 

En son seçimlere bakacak olursak, yerel seçimlerde CHP aday göstermeyip İYİ Parti adayını destekledi, İYİ Parti yüzde 28 oy aldı, AKP yüzde 38, MHP yüzde 30 oy aldı ve AKP’den Şükrü Başdeğirmen belediye başkanı seçildi. Milletvekili seçimlerinde Cumhur İttifakı yüzde 60,9; Millet İttifakı yüzde 36,4 alabildi. Erdoğan başkanlık seçimlerinin ilk turunda yüzde 58,7 –seçildi zâten–, Muharrem İnce’nin alabildiği oy yüzde 24, Meral Akşener yüzde 14. Baktığımız zaman, Meral Akşener ve İYİ Parti nedeniyle, Millet İttifakı’nın oyu biraz yüksek gözüküyor –yüzde 36 gibi–, ama onun da bir sağ parti olduğunu düşünürsek, Süleyman Demirel’in memleketi, öteden beri Türkiye’de sağın en önde gelen illerinden biri olarak bilinir. Gitmişliğim var birkaç kere; bir keresinde, CNN Türk’ün ilk yıllarında –biz de orada çalışıyorduk– Tamer Durak’la beraber “Türkiye’nin Nabzı” diye bir program yaptık ve bunu yaparken Türkiye’nin dört bir yanına gidip halk röportajları vs. yapmıştık. Ve özellikle de birtakım siyâsî liderlerin memleketlerini seçtik: Rize’ye gittik, Osmaniye’ye gittik ve bu kapsamda Isparta’ya da gittik. Hâlâ gözümün önüne gelir: Her taraf sağcı, işte “merkez sağ” ya da “milliyetçi sağ”; MHP’nin de çok güçlü olduğu bir yerdir Isparta, böyle bilinir. Ve Isparta, bu Isparta ve bu iktidarı da desteklemiş olan Isparta, belediye başkanını buradan seçmiş olan Isparta, bir baktık mahsur kaldı. Kar yağınca bir şehir mahsur kaldı ve mahsur kalmanın ötesinde, sâhipsiz kaldı. Normal şartlarda bir şehrin başına böyle bir şey geldiğinde, tüm ülkenin bir şekilde seferber olması, bunu dert edinmesi ve mümkünse oraya sivil-resmî her türlü yardımı ulaştırması gerekir — ama olmadı. Bakan, dördüncü gün gidiyor ve Bakan’ın yaptığı açıklamaya bakın, diyor ki: “Sâhadaki çalışmaları, eksik, noksan noktalar varsa onları da hemen ânında tâlîmatlandırarak” –tam devlet dili– “çözmeye çalışıyoruz. Anlayışınız, sabrınız için teşekkür ediyoruz, hakkınızı helâl edin, birkaç gün enerjisiz kaldınız”. Olay bu kadar basit. Şimdi, niye enerjisiz kaldı bu kişiler? Bir, devlet görevini yapmadı. Yani bunu sadece Allah’a bağlamak olmaz; kar her yerde yağıyor, dünyanın her yerinde yağıyor, Türkiye’nin her yerinde yağdı, tamam çok yağdı vs.. Devlet burada yetmedi ve burada elektrik dağıtımıyla görevli olan, görevli olan değil, bundan istifâde eden özel sektör –ki bunlar meşhur, muhâlefetin çete diye adlandırdığı, “dörtlü çete” diye adlandırdığı şirketlerden üçü burada var: Cengiz, Limak, Kolin–, bir tane şirkette Cengiz, Limak, Kolin; birisinde Cengiz, Kolin var. Ve sonuçta, burası da Türkiye’de o özelleştirme furyasından nasibini alan bir yer, Akdeniz Bölgesi’nde –bildiğim kadarıyla, Isparta, Burdur birlikte, bir şehir daha var, birlikte bunlar alındı– paraları tahsil ediyorlar, devletten aldıkları enerjiyi dağıtıyorlar ve sonra, tam da kendilerine vatandaşın ihtiyacı olduğu bir dönemde, Allah’ın işi deyip insanları elektriksiz ve tam anlamıyla mağdur ediyorlar, hiçbir şekilde de bir sorumlulukları olmuyor, hiçbir sorumlulukları olmuyor ve bu bize, aynı zamanda Türkiye’de bu kamu sektörü-özel sektör, özelleştirme olayının bir başka boyutunu çok ciddî bir şekilde gösteriyor. Bunlar, “kurtuluş” olarak gösterildi, devlet her yere yetişemez dendi, “Devlet bu işlerle niye uğraşıyor?” dendi ve böyle yaparak ülkenin dört bir tarafındaki elektrik dağıtım işleri bölünerek özel sektöre devredildi, buradan elde edilen her ne kadar gelir varsa o gelirlerin çoktan tüketilmiş olduğu Hazine’ye baktığımız zaman zaten ortaya çıkıyor ve en önemlisi de sağın en önemli argümanı olan, “Özelleştirmeyle berâber hizmetlerin daha kaliteli olacağı, daha sorunlara ânında müdâhale edileceği” önermesinin burada çok bâriz bir şekilde çöktüğünü görüyoruz. Isparta’nın elektrik dağıtımı özel şirketlere devredildi, özel şirketler de “Ne yapalım? Gücümüz yetmedi, çok büyük kar oldu” vs. gibi gerekçelerle halkı dört gün boyunca elektriksiz bıraktı; burada hâlâ çalışmalar sürüyor, özellikle kırsal alanda çok ciddi sorunlar olduğu söyleniyor –arkadaşımız Aytuğ Özçolak orada, bu akşam da Ana Haber Bülteni’nde anlatacak–, insanların şikâyeti sürüyor. Ne demiş Bakan? “İnşallah yarın, büyük oranda kırsaldaki ârızaları da gidermiş olacağız”. “İnşallah”, yani işimiz Allah’a kalmış durumda. Tabii ki çalışıyorlar.

İlk etapta, “113 bin abonemiz bu bölgede enerjisiz kalmıştı” diyor: “113 bin abone”. Bu aboneleri aile olarak düşünürseniz, en aşağı ikiyle, belki de dörtle beşle çarpmanız lâzım. Ne kadar insan nelerden mahrum edildiler: Kar yağdı böyle oldu. 

Şimdi, hatırlayın: İstanbul’da kar yağdı, belediye bayağı bir çalışma yürüttü ve hemen buraya iki tane bakan geldi: Ulaştırma ve İçişleri Bakanı. Orada, belediye başkanını zor durumda bırakacak, Ekrem İmamoğlu’nu zor durumda bırakacak hamleler yapılmak istendi ve hemen bir kara propaganda vs.. Tabii bu arada, Ekrem İmamoğlu’nun İngiliz Büyükelçisi’yle yediği yemeğin MOBESE görüntüleri de yasadışı bir şekilde servis edilerek bunlar yapıldı. Burada, siyâset devreye girince, görüyoruz, ânında krizlere, potansiyel krizlere devletin müdâhalesini. Ama gerçek krizlere müdâhalede ne yapılıyor? Meselâ ne diyor AK Partili Isparta Belediye Başkanı Şükrü Başdeğirmen: “Perşembe günü yağan dokuz saatlik kardan sonra tabii ki Ispartamız çok büyük seviyede kar yağışı aldı. O günden beri bâzı sıkıntılar yaşadık elektrik hatlarımızda” — bu kadar basit. Tabii tek tek insan öykülerine vs.ye baktığınız zaman, size insanlar hayatlarının nasıl değiştiğini söyleyecekler. Ve burada da görüyoruz ki, değil Dicle Nehri’nin kenarında kurdun kaptığı koyun, ülkenin batısında Ankara’ya da çok uzak olmayan bir yerde ve ülkeyi yönetenlere çok büyük hayranlık duyan, destek veren bir şehir –büyük ölçüde– dört gün boyunca mağdur ediliyor ve insanlar, ülkeyi yönetenler, birinci derecede sorumluluk sahibi olanlar, “inşallah”la, “maşallah”la, “ufak tefek sıkıntılar” vs. gibi açıklamalarla bu olayı geçiştirmeye çalışıyorlar. Şimdi, sağcılık böyle bir şey açık söylemek gerekirse. Muhtemelen daha önce benzer örnekler oldu; bunun, bu olayın insanlarda çok ciddi bir rahatsızlık yaratacağını biliyoruz; çünkü doğrudan kendilerini mağdur ediyor. Ama bunun sonucunda illâ ki siyasi tercihlerini değiştireceklerini düşünmek ne kadar isâbetli olur çok kestiremiyorum. Belki, zâten belli bir potansiyeli olan İYİ Parti daha da gücünü artırabilir. “Belki” diyorum, çünkü bu süreç içerisinde muhâlefetin de günahını almayalım, tam Meral Akşener’in Covid’den rahatsız olduğu döneme denk geldi bu olay; bir ihtimal, belki duyar duymaz Isparta’ya giderdi, bilemiyorum. Ama muhâlefetin de ilk günden bu olayı çok fazla gündeme getirmediğini de gördük. Nedense böyle oluyor; medya zâten gündeme getirmedi ve sosyal medyada Ispartalılar bağırıp çağırmaya, yardım çığlıkları atmaya çalıştılar, bâzı radyo istasyonları birazcık dâhil olmaya çalıştı; ama insanlar orada tam anlamıyla devletten ve toplumdan –toplum derken, sivil toplumdan, sivil toplum tarafından diyelim– devlet ve sivil toplum tarafından resmen kaderlerine terk edildiler. 

Buradan Türk sağı gerçeklerine geçelim. İşte böyle, devlet sözel olarak vardır, “ululaştırma” anlamında vardır, devlet, “Her derde devâ olan, ânında yetişen, vatandaşını bağrına basan, yaralarını saran devlet” güzellemeleri yapılır. Bunun üzerinden “Ya devlet başa, ya kuzgun leşe” denir. Birazcık farklı düşünen insanlar, “Devlet karşıtı, devleti yıkmak, bölmek isteyenler” olarak tanımlanır. Ondan sonra, devlete en ihtiyaç duydukları zamanda birden bakarlar ki, kendi başlarına kalakalmışlar. Böyle bir gerçeklik. Yani burada tabii ki kesinlikle hiç kimse böyle kötü şeyleri yaşamayı hak etmiş değil; hiç kimse, hiçbir vatandaş böyle sâhipsiz kalmayı hak etmiyor. Ama bu vatandaşlar, Isparta’da insanlar, bu yaşadıklarından sonra Türkiye’deki iktidârı, iktidar partilerini, özelleştirmeyi şunu bunu ne derece sorgulayacaklar, açıkçası çok emin değilim. Ve buradaki mesele, aslında devletin yönetenlerin, devlet güzellemeleri yapılırken hep toplumu ikinci plana attıkları, aslında sağcılığın da temel esprisinin bu olduğunu bir kere daha bize Isparta gösterdi. Ama Isparta’da sağ partilere yönelme konusunda ciddi bir istikrar sergileyen vatandaşların aynı şeyi yapıp yapmayacaklarından açıkçası çok emin değilim.

Çok geçmiş olsun, Isparta’ya. Ve bu da bize Türkiye’de özelleştirme politikalarıyla, ihtiyaç olmadığı zamanlar, çok da fazla ihtiyaç duyulmadığı zamanlar devlete güzelleme yapılıp, ihtiyaç olduğu zaman da hep birlikte Allah’a dua etme, devlet yetkililerinin yaptığı gibi “inşallah”la, “hakkınızı helâl edin” demelerle kapatılacak bir olay olmadığını, devlet-vatandaş ilişkisinin böyle bir olay olmadığını, Türkiye’de tüm vatandaşların, özellikle de sağcı –ki bâzıları sağ-sol kalmadı, bu defter kapandı diyor; hayır, hiç de öyle değil, işte tam da şimdi görüyoruz: Sağcılık böyle bir şey– zor zamanda insanlara “Ne yapalım? Kar böyle çok kötü yağdı, elimizden ne gelir?” demek; bir bakanı dördüncü gün olay yerine yollayabilen bir iktidar yapısından bahsediyoruz. Ve bakanın da söylediği: “Elimizden geleni yapıyoruz” ve “Hakkınızı helâl edin”in ötesinde çok da fazla bir şey yok. 

Evet, bazıları benim solculuğumu beğenmiyor olabilir; ama solculuğun tam da böyle zamanlarda belli olduğunu düşünüyorum. Bunu bir şerh olarak düşmek gerekiyordu, bunu da bir şerh olarak düşeyim. Isparta’ya kötü oldu, yazık oldu; bereket, çok büyük fâcialar yaşanmadı; yaşanabilirdi bu mağduriyet nedeniyle, ama insanlar mağdur oldular. En hızlı bir şekilde yaraların sarılmasını temenni ediyorum — ki bu konuda devletin çok da fazla bir şey yapmayacağını, hele elektrik dağıtım şirketlerinin, bu Türkiye’nin dört bir tarafını parselleyen, sadece elektrikte değil, birçok alanda doğru dürüst bir şey üretmeyen, ama ülkede vatandaşın gelirlerini bir şekilde gerek elektrik faturası, gerek geçmedikleri otoyolu, gitmedikleri şehir hastanesinin geliriyle ya da uçmadıkları havaalanlarının gelirleriyle soyup soğana çevirenlerin de çok da fazla bundan rahatsız olacaklarını açıkçası sanmıyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.