AKP ve Erdoğan’ın kadınlara ihaneti

Ruşen Çakır, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde “AKP ve Erdoğan’ın kadınlara ihaneti”ni değerlendirdi. Çakır, AKP ve Erdoğan’ı kadınların iktidara getirdiğini, iktidarda tuttuğunu ancak AKP ve Erdoğan’ın kadınları hep geri plana ittiğini söyledi.

İslami hareketin taşıyıcısının kadınlar olduğunu belirten Çakır, AKP’nin ilk yıllarında kadınların daha fazla görünür olduğunu, adım adım kadınların etkisinin azaldığını, şu anda “AKP” denilince akla Emine Erdoğan’ın geldiğini anlattı.

Ruşen Çakır’ın yayında bahsettiği “Direniş ve İtaat – İki İktidar Arasında İslamcı Kadın – 1980 Sonrası İslami Hareket-1” kitabını bu linkten okuyabilirsiniz.

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler. Bugün 8 Mart Dünya Kadınlar Günü ya da Dünya Emekçi Kadınlar Günü. 8 Mart’ı, tüm kadınların 8 Mart’ını kutluyorum. Çözülmesi gereken çok sorun var, tüm dünyada ve Türkiye’de. Bugün bakıyoruz: İstanbul’da Valilik 8 Mart’ı yine yasaklıyor. Neredeyse bir 8 Mart’tan ikinci 8 Mart’a kadarki süreçte, iktidar ve iktidârın temsilcileri, gelecek olan 8 Mart’la nasıl baş edeceklerini düşünüyorlar ve her 8 Mart’ta da kadınlar ve onlara destek olan kişiler de o 8 Mart‘ta konulması beklenen yasakları nasıl delebilecekleri üzerine kafa yoruyorlar — bakalım bu sene nasıl yaşanacak? Her sefer, bütün engellere rağmen kadınlar 8 Mart’ı olabildiğince coşkulu bir şekilde kutluyorlar ve Türkiye’de son yıllara damgasını basan en önemli hareketin kadın hareketi olduğunu söylemek de abartılı olmaz. Bütün siyâsette, toplumsal alanda genel olarak bir sessizlik hâkim; ama kadınlar sürekli olarak gündemdeler, gündemi belirlemeye devam ediyorlar; zîra kadınları doğrudan ilgilendiren çok sayıda sorun, mağdûriyet söz konusu ve iktidârın bunları çözmek yerine görmezden gelme politikası da devam ediyor. Bu sene ilk kez –İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldıktan sonra ilk kez– 8 Mart kutlanacak. İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılması bile, aslında tek başına, AKP ve Erdoğan iktidârının kadına bakışını gösteriyor.

Bu yayının başlığını “ihânet” olarak koydum, “ihânet” kavramını özel olarak sectim; çünkü bana göre Türkiye’de gerek AKP’yi gerek Erdoğan’ı, gerekse genel olarak İslâmî hareketi esas iktidâra taşıyan kişiler kadınlardır. 2000 yılında çıkmış bir kitabım var: Direniş ve İtaat – İki İktidar Arasında İslâmcı Kadın diye. 2000 yılında çıkmıştı, baskısı yok; benim kişisel web sayfamda e-kitap olarak var, isteyen indirip okuyabilir. Burada üç önerme dile getirmiştim — ki 2000 yılı daha AKP’nin iktidarda olmadığı bir tarih, o fotoğraf da başörtüsü direnişinde Boğaz Köprüsü’nde yapılan zincir, onun fotoğrafı. Orada söylediğim: 1) İslâmî harekette en büyük çileyi kadınlar çekti –ki başörtüsü olayı başlı başına bunun göstergesidir; ama sâdece başörtüsü değil, birçok konu var ama en öne çıkan o tarihte başörtüsüydü– en büyük çileyi kadınlar çekti; 2) İslâmî hareketin esas taşıyıcısı kadınlardır. Hatırlayın: 28 Şubat’ta –hatırlayabilecekler hatırlasın– 28 Şubat’ta İslâmî hareketin tümüne yönelik olarak devletin bir püskürtme harekâtı vardı; ama öne çıkan kadınlardı, başörtüsü üzerinden kadınlardı. Öyle ki belli bir yerde, erkekler kadınları kalkan olarak kullandı; belli bir aşamada, devletin pes etmeyeceğini gördükleri anda, kadınları yalnız bıraktılar. Meselâ Marmara Üniversitesi’nde yapılan başörtüsü direnişine erkekler, erkek siyâsetçiler, İslâmcılar vs. hiç kimse gitmedi; yalnız bıraktılar — Marmara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi’nde de öyle olmuştu; onların hepsini bir gazeteci olarak yerinde gözlemlemiştim. İlk başta yapılan eylemlere hep berâber erkek siyâsetçiler de katılıp kadın öğrencilerle berâber pozlar veriyorlardı; daha sonra imtinâ etmeye başladılar, bir devekuşu politikası izlediler, kadınları yalnız bıraktılar. Yani en çok çileyi kadınlar çekti, hareketi kadınlar taşıdı; ama son önermem de, 3) “İslâmî hareket bir erkek hareketidir” önermesini, bugün yine, “AKP ve Erdoğan iktidârı bir erkek iktidârıdır” olarak uyarlayabiliriz. Neden böyle? AKP’nin ilk yıllarında kadınlar daha fazla görünürdüler, ilk başlarda başörtülü milletvekilleri yoktu, sonra onlar da oldu; bakanlar vardı, grup başkanvekilleri vardı; ama sonra adım adım bunların sayısının azaldığını, ama daha önemlisi, sayı belki azalmasa bile diyelim ki sayı arttı, etkilerinin azaldığını gördük. Artık AKP denince, AKP iktidârı denince, Emine Erdoğan’dan başka bir kadın ismi gelmiyor akla — ki Emine Erdoğan da yani, daha çok kılık kıyafetleriyle, alışverişleriyle vs. daha çok gündeme geliyor, arada sırada yaptığı birtakım konuşmalarla gündeme geliyor. Şu anda, merhum Duygu Asena’nın sözüyle bakacak olursak: “Kadının adı yok”. Ve kadının değişik dönemlerde, Cumhuriyet tarihi, hattâ daha Osmanlı’nın son döneminden îtibâren elde etmiş olduğu birçok kazanımın şu ya da bu gerekçeyle ve bahâneyle üstünün örtüldüğünü, kendilerinden geri alındığını görüyoruz. Sürekli olarak, İstanbul Sözleşmesi tartışmasında bunu çok bâriz bir şekilde yaşadık. Neden çıkıldı? Çünkü o sözleşme, kadınlara birtakım haklar vaat ediyordu; tam hayâta geçirilemeden İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldı — birtakım bahânelerle, gerekçelerle. “Biz daha iyisini yapacağız, Ankara Sözleşmesi yapacağız” vs. dendi. Hiçbir bir şey yapılmadı, yapılmayacağını da görüyoruz. Şu anda baktığımız zaman, birtakım atanmış kadın büyükelçiler de var — meselâ Merve Kavakçı. Ama bunların da pek bir etkisi olmadığını görüyoruz. Kaç tane vali, kaç tane il emniyet müdürü kadın vardır açıkçası bilmiyorum; olsaydı bir şekilde görürdük — varsalar bile öne çıkartılmıyorlar. Böyle bir özellik, aslında AKP iktidârında Kürtler için de geçerli, Alevîler için de geçerli. Sayıca az olan –ki kadınların sayısı az değil; ama toplumdaki etkileri, belirleyicilik güçleri kısıtlı–, ötekileştirilen bütün toplumsal gruplara karşı izlenen politika şu: Vitrin olarak kalabilir; ama o kimliğe sahip çıktığı takdirde buna izin verilmiyor. Yani bir kadın herhangi bir yere gelebilir; ama kadın kimliğine sâhip çıktığı zaman onun önü muhakkak kesiliyor, geri plana itiliyor. Aynı şekilde, Alevî de belki birtakım işlerde çalışabilir; ama Alevî kimliğine sahip çıktığı zaman bu mümkün değil — Kürt için de böyle. Ama esas olarak kadınlar; çünkü sonuçta bir kişiye baktığınız zaman Kürt mü Alevî mi olduğunu anlamayabiliyorsunuz; ama kadın zâten kimliği ile kendini gösteriyor ve kadınların ne kadar geri plana itilmiş olduğunu, hak taleplerinin nasıl bastırılmak istendiğini hep birlikte görüyoruz. 

Burada tabii, bir başka husus var — çok önemli bir husus, bunu önümüzdeki günlerde çok daha net bir şekilde göreceğimizi düşünüyorum: AKP tabanında, AKP’ye destek verdiği varsayılan kesimlerde de çok ciddî bir kadın bilinci yeşeriyor. Bu aslında çok daha evvelden başlamış bir olay; çok daha öncesinde, AKP iktidâra gelmeden önce başlamış bir olay, demin sözünü ettiğim kitapta bunu uzun uzun ele almıştım. “İslâmî feminizm” de diyebilirsiniz ya da “dindar kadınların içerisinde feminizmin güçlenmesi” de diyebiliriz; artık hem dindar kimliklerini hem feminist kimliklerini tereddütsüz bir şekilde savunan kadınların sayısı giderek artıyor. Hele kendilerine “feminist” demeseler bile, kadın hakları için mücâdele veren dindar kadınların, muhâfazakâr kadınların sayısı ve etkileri de giderek artıyor. İstanbul Sözleşmesi sırasında bunu bir ölçüde göstermeye çalışanlar oldu; fakat iktidârın otoriter özelliği nedeniyle bâzıları kendilerini geri çekmiş olabilir; lâkin birazcık bir rahatlamanın ardından, devlet elinden gelebilecek tehditlerin azalması durumunda, bu dalganın giderek büyüyeceğini düşünüyorum. Bugün meselâ, Meral Akşener grup toplantısında kadın meselesine çok ciddî bir şekilde sâhip çıktı, kendisini beyazlar giymiş kadınlar izledi. Meral Akşener’in örneğin bu kesimde belli bir karşılığının olduğunu; kadın kimliğine, kadın olmasına ve kadın meselesine sâhip çıkması, İstanbul Sözleşmesi’ne sâhip çıkması nedeniyle ilginin arttığını gözlüyorum. Öte yandan, Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemde helâlleşme perspektifinde yaptıkları, söyledikleri, birtakım faaliyetleri, en son 27 Şubat’ta İstanbul’da 28 kadınla –28 dendi ama sayıca daha fazla oldukları ortaya çıktı–, başörtülü kadınla buluşması vs.. Öte yandan HDP’nin zâten uzun bir süredir din konusundaki birtakım sekter tutumlarından –Kürt hareketinin genel olarak ayrılması ile berâber– muhâfazakâr kesimle çok bir kaynaşması olayı da var. Sonuçta şu hâliyle bakıldığı zaman, muhâfazakâr kadınların, dindar kadınların tek adresinin AKP olmadığı, hattâ İslamcılık olmadığı, yani AKP ve Saadet ve Gelecek olmadığı, başka yerlere de yöneldikleri, sol harekete yönelik çok büyük bir ilginin olduğu, Gezi Direnişi sırasında bayağı ciddî bir başörtülü kadın kitlesinin olduğunu gördük —birtakım dindar erkekler de vardı muhakkak; ama başörtülü kadınlar, başörtüleriyle daha görünür oldukları için bunu gördük. 

Şu hâliyle bakıldığı zaman, bu ihânete karşı, bu ihânetin bilincinde olan ve bu ihânete karşı kendi kişisel tercihlerini yapan, yapmak isteyen ve bu hâliyle de dindar kadınları kendi sorunlarına sâhip çıkmak konusunda dönüştürmeye çalışan çok sayıda özellikte genç kadın var ve bunların oluşturduğu birtakım yapılar, inisiyatifler vs. var. Sonuçta İslâmî hareketi taşıyan kadınların önemli bir kısmı, bu hareketin kendileriyle ilgili bir derdi olmadığını açık bir şekilde gördüklerinde kopuş yaşıyorlar. Aslında birçoğu, olmadığını görüyordu; ama o dönüşümü İslâmî harekette yapabileceğini düşünüyordu. Ama o hareketin içerisinde, AKP içerisinde bu dönüşümün yapılamayacağı net bir şekilde ortaya çıktı. Şimdi farklı farklı arayışlar içerisinde; ama bu meseleye sâhip çıkma bilincini hep koruyarak yollarına devam etmek isteyen, devam eden çok sayıda kadın var ve hepsi çok ciddi bir şekilde desteği hak ediyor. Bugün Türkiye’de kadın hareketinin güçlenmesinin, gündeme ciddî bir şekilde damga vurmasının bir nedeni de aslında bu hareketin tek bir kesiminin, toplumdaki sâdece belli bir yaşam tarzının tekelinde olmaktan çıkmasıdır. Kadın hareketinin çoğulculuğu aslında Türkiye’nin nasıl normalleşebileceği konusunda da bize çok ciddî işâretler, ipuçları veriyor. Dolayısıyla kadın hareketi ve onun kendisine yakın olduğunu düşünen kadınlar, AKP ve Erdoğan iktidârının sona ermesini çok ciddî bir şekilde hızlandırıyorlar. Evet, tekrardan 8 Mart’ı, Dünya Kadınlar Günü’nü, Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kutluyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.