Tebliğciler neyi tebliğ ediyor?

Ruşen Çakır, “Tebliğciler neyi tebliğ ediyor?” sorusuna yanıt aradı.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Cenk Narin

Merhaba, iyi günler. Bugün Tebliğcilerden bahsetmek istiyorum. Aslında adları Tebliğciler değil; yanlış kullanılıyor, ama böyle yerleşti. Biz yine de o yerleşmiş adıyla kullanalım. Normalde, Hayırların Fethi Derneği, HAYFED’miş bu kişilerin bağlı olduğu kurum ve bu da Mahmut Hoca’nın başında olduğu Nakşibendîliğin, İsmailağa Cemaatinin bir koluymuş. Başında Medineli Talha Hoca var. 17 yıl Medine’de Mahmut Hoca’nın vekilliğini yaptığı söyleniyor. Bunlar ne yapıyorlar? Her yerde, toplu taşımada, ya da meyhânelere gidiyorlar, parklara gidiyorlar; orada insanlara, içki içenlere ya da kendilerine göre İslâm’a aykırı başka davranışlarda bulunanlara, kibar olmaya çalışır bir şekilde tebliğde bulunuyorlar. Yaptıklarının yanlış olduğunu, doğru yola gelmelerini vs. söylüyorlar ve İslâm’ı tebliğ ediyorlar ve bundan dolayı Tebliğciler deniyor onlara. 

Halbuki Tebliğcilik bambaşka bir şey. Küresel bir hareket Tebliğ Hareketi. Bangladeş’te bir yerleri var, Hindistan’da yerleri var, Pakistan’da yerleri var ve Türkiye’de de yerleri var. Türkiye’de, İstanbul’da, Sultançiftliği’nde Mescidül Selam diye bir yerleri var. Yıllar önce, gazeteciliğimin ilk yıllarında gidip kendileriyle konuşmuştum. Onlar küresel bir hareket. Türkiye’de de ayağı olan küresel bir hareket. Tebliğ Cemaati olarak biliniyorlar. Milyonlarca taraftarı olduğu söyleniyor. Yakın zamanda kendi içlerinde bir çatışmalar çıkmış, bölünmeler olmuş. Onu da yeni öğrendim. Pakistan’daki merkezlerine de gidip kendileriyle konuşma imkânım olmuştu. Bu tebliğciler ise, aslında İsmailağacılar, Mahmut Hocacılar. Tabii “tebliğ” kavramı İslâmî bir kavram olarak, propagandanın yerine geçen bir kavram olduğu için herkes tarafından kullanılabiliyor. 

Şimdi bu kişiler ne yapıyorlar? Anlatıyorlar, ediyorlar. Bunun üzerine bir tartışma başlıyor. “Yaptıkları doğru mu, yanlış mı?” “İnsanların verdiği tepki doğru mu, yanlış mı?” üzerine bir tartışma sürüyor. Birtakım köşe yazarları yazmış, gördüm. Ahmet Hakan bir şeyler yazmış, Fatih Altaylı yazmış. İkisi de, “Normal, olur böyle şeyler” deyip “ama” diye devam ediyorlar. Fatih’in söylediği “ama”lar önemli. “Gidip insanlar dinsizliğin vs. propagandasını yapabiliyorlar mı?” şeklinde bir karşı bir şey söylüyor — ki bunun olamayacağını biliyoruz. Yani meselâ gelip bu kişilere “Yaptığınız yanlıştır” diyen kişilere, “Sizsiniz yanlış olan” dediğiniz anda başınıza birçok şey gelebilir. Ama onlara kanûnî açıdan da bir şey gelmiyor.

Olayın bu yönü tabii ki önemli; ama bence bu olayın bu yönü esas mesele değil. Esas mesele başka mesele. Olayın siyâsî bir yönü var. Burada gördüğünüz, sırtını devlete dayamış, ondan gücünü olan birtakım insanlar var ve birilerini kalkıp kendilerinin yoluna çağırıyorlar ve yukarıdan bir dille çağırıyorlar. Bir üstünlükle çağırıyorlar. Yani gittikleri meyhânede içki içenler ya da başka yerde sigara içenler, şunlar bunlar ya da milli piyango oynayanlar, başka şeyler oynayanlar yanlış yapıyorlar; onlar kurtarılması gereken insanlar ve bunlar onları kurtarmaya gidiyor. Böyle bir güç gösterisi. Ama bence esas anlamı şu: Bu tam bir güçsüzlük gösterisi. İktidar yıllardır kendi destekledikleri insanların elinde. İktidârın Diyânet İşleri, özellikle son dönemde, kendi söylediklerinden farklı hiçbir şey söylemiyor. İşte, milli piyango da haram, içki de haram, şu da haram, bu da haram. Haramları anlatmaktan helâlleri anlatmaya fırsat bulamayan bir iktidar var, Diyânet var. İktidarın Diyânet’i var. Sonuçta, İsmailağa’nın bir kolunun yaptığı da bundan farklı değil. 

Peki burada ne yapıyorlar? Bence bu hareket, bu yaptıklarını İslâmcılığın Türkiye’de irticâ ile eşleştirildiği, laikliğin ana akım olduğu, devletin ve medyanın dili olduğu bir dönemde yapmış olsalardı belli bir ilginçlik taşıyabilirlerdi. Nitekim, o tarihlerde bu tür tarîkat yapıları değil de, Refah Partisi adayları bunu yapmaya çalıştılar. Seçim kampanyası sırasında yenilikçi kanat –ki liderleri Recep Tayyip Erdoğan’dı– gittiler, meyhânelerden de, barlardan da, hatta genelevlerden de oy istediler ve bunu yaparken de hiçbir zaman onlara istedikleri gibi yaşamayı vaat etmediler. Şu anda bu İsmailağa Cemaatinin yaptığı gibi kendileri iktidâra geldikleri zaman bu tür yaşamak zorunda kalmayacaklarını söylediler. Yani içkiyi, nasıl söyleyeyim, insanların özgür irâdesiyle seçtikleri bir yaşam tarzı ya da alışkanlık olarak değil de, bir mecbûriyetmiş gibi, kötü yola sapmakmış gibi tanımladılar vs.. Orada bunun, Yenilikçi hareketin bu tür şeyler yapmasının bir anlamı vardı. 

Bir de hiç denk gelmedim, ama çok anlatılırdı — efsâne bir olay: Gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda, “Meâlciler” diye bir grup vardı. Onlar da Kur’an’ın anlamının, kendilerine “Müslüman” diyenler tarafından bilinmediğini düşünüp, insanlara Kur’an-ı Kerim’in meâlini okurlarmış. Hiç unutmam hep derlerdi ki, “Beşiktaş-Üsküdar vapurunda Meâlciler bunu yapıyor”; o vapura defâlarca bindim de, ama bir türlü bana denk gelmemişti. 

Şimdi, şu yapılanın siyâsî olarak anlamı, bir yenilginin îtirâfı aslında. Bunu söylediğim için birileri benimle dalga geçebilir. Arkalarında devlet gücü olduğu halde gidip insanlara bir şey anlatamıyorlar aslında. Yani, burada gördüğümüz insanlara, yansıyan videolara baktığımız zaman, burada bir başarı görmüyoruz. Burada bir meydan okuyuş görüyoruz. Kibarca yaptıklarını iddia ediyorlar. Sonra bu videoları Youtube’a yüklüyorlar ve Facebook’ta paylaşıyorlar. Bayağı bir aktifler bu konuda sosyal medyada. Hayırların Fethi Derneği’nin böyle bir şeyi var ve kendilerince böyle bir fark yaratıyorlar. Hem İsmailağa Cemaati içinde bir fark yaratıyorlar, hem de diğer İslâmî gruplar içerisinde fark yaratıyorlar. 

Bu olayın bir başka boyutu da burada zâten; çünkü Mahmut Hoca uzun süredir hasta. Yani zâten çok yaşlı… Ben kendimi bildim bileli Mahmut Hoca hasta olarak anlatılır. Yıllar önce, 80’li yılların sonlarında İsmailağa Camii’nin önünde onun bir tekerlekli sandalyeyle bir minibüse bindirildiğini görmüştüm — ki o zamanda bile sağlık durumu iyi gözükmüyordu, ama o günden bugüne hâlâ hayatta ve o hareketin içerisinde hep birileri Mahmut Hoca’nın sonrasına hazırlanıyor. Eminim Talha Hoca da şimdiden öne çıkmak yolunda. Böyle bir şeyi ya kendisi akıl etti, ya yanındakiler ona önerdiler ve İsmailağa Cemaati içerisinden bu tür tebliğ faaliyetleriyle dikkat çekiyor. Meselâ işte bana da bu yayını yapıp derneklerinden bahsettiriyor. Sonuçta öne çıkıyor. Tabii ki burada Cübbeli kadar öne çıkması mümkün değil. Zâten onun da bütün söylediklerinin, yaptıkları ettiklerinin, öne çıkma gayretlerinin, ona saldırıp bunu destekleyerek yaptıklarının hepsinin bir tür iktidar meselesi olduğunu akılda tutmak lâzım.

Fakat burada çok ciddi bir sorun var. Türkiye’de İslâmî hareket iktidâra geldiği ya da geldiğini sandığı andan îtibâren, belli bir aşamasından sonra, çok ciddî bir kriz yaşıyor ve çözülüyor. Özellikle gençlerde ciddî bir çözülme, ilgisizlik, kayıtsızlık var. Normal şartlarda bu kişilerin eğer gerçekten bir “tebliğ” diye dertleri varsa, öncelikle kendi cemaat üyelerinin çocuklarına vs., bunlara anlatmaları, etmeleri, onları iknâ etmeleri ve onları bu işlere katabilmeleri lâzım. Orada çok ciddî bir sorunları var. Bu sorunları İsmailağa da dâhil olmak üzere bütün cemaatlerin yaşadıklarını, kimilerinin bunu kendilerine îtiraf etmeyip yokmuş gibi davrandıklarını, ama kimilerinin de bunu çok ciddî bir şekilde gördüğünü ve bunun çâresizliğini yaşadığını düşünüyorum. Sonuçta burada yaptıklarıyla bundan kimi sorumlu tutuyorlar? Kendileri gibi yaşamayanları sorunlu tutuyorlar. Halbuki cemaatlerin ve Türkiye’de genel olarak İslâmî hareketin ve buradan hareketle de İslâmiyet dîninin yaşadığı krizin birinci derecede sorumluları kendileri. Bunu îtiraf edemiyorlar. Şu hâliyle bakıldığı zaman, Türkiye’de bir zamanlar dindarlar dendiğinde, siyâseten bakıldığında, özellikle yolsuzluk vs. gibi konularda güvenilebilir insanlar düşüncesi vardı. Kendileri Refah Partili olmayan birçok insan bile, değişik merkez partilerinin belediyelerinde, şurasında burasında yaşanan yolsuzluklar karşısında, “Yahu bunlar dindar, en azından bunlar yemez” diye bir anlayış vardı. Çok yaygındı. Bu anlayışın çoktan rafa kaldırıldığını biliyoruz. Cemaatlerin birçoğunun nasıl dünyevî mekanizmalara dönüştüğünü hepsinde görüyoruz. O cübbelerde vs. artık onların verdiği uhrevîlikten eser kalmadı. Eskiden bunlar görüldüğü zaman, insanlarda bir tür –hoşlanmasalar da, kendilerine bir tehdit olarak görseler de–, o kıyafetlerde, saçta, sakalda ve cübbelerde, sarıklarda bir şey vardı. Ne denir? Bir değer atfedilirdi. Sevmiyorlardı, ama onu takan insanlara, öyle dolaşan insanlara gerici de dese, bir anlam atfediyordu. Şimdi o anlam da kalmadı. O anlamı kendi kendilerine yok ettiler. Şu hâliyle bakıldığı zaman, aslında kendilerinin bir tebliğe ihtiyaçları var. Bunu yapamadıkları için, başkalarına bunu yapmaya çalışıyorlar. Ben öyle görüyorum. 

Bir kişisel anıyla bitireyim: Ben toplu taşımada gittiğimde, tek başıma olduğumda, İpad’de genellikle fal açarım falan, öyle şeyler yaparım. Bir gün ayakta yolculuk ediyorum. Bu koronavirüsten önce bir dönemdi. Bir tâne genç bir çocuk var, –çocuk diyorum ama, yaşı 18-19–, öyle cübbeli falan da değil. Öyle, benim yanımda gergin bir çocuk. Hattâ hâli dikkatimi çekti. Sonra geldi, bana dedi ki –ben de fal açıyorum bu arada–, geldi bana dedi ki: “Bu yaptığımız” dedi, “kumardır. İslâm’a göre bilmem nedir” dedi. Şöyle baktım, bütün günün sonunda bir iş dönüşüydü herhalde, çok yorgundum, stresliydim vs. ve stresimi atıyordum ya da işe gidiyordum, tam emin değildim; ama ya giderken ya dönerken. Ama o çocuk bana o lâfı etmeden önce çocukta bir gerginlik vardı. Kendine bir görev edinmiş ve o görevin gerginliği çata çata bana çattı. O gün formumda değildim. Formumda olsaydım herhalde onunla uzun uzun konuşurdum, ama sonunda dedim ki: “Ya, sen kendi işine bak. Sana ne?” dedim ve böyle bayağı bir kızdı etti. Şimdi o çocuk, o genç adam, bana aklı sıra İslâm anlattı. Beni hiç tanımıyor etmiyor, kim olduğumu, ne olduğumu bilmiyor. İslâm anlattı ve ondan sonra da cevâbını aldı, çekti gitti. 

Halbuki ben ona şunu anlatabilirdim. Bir gün yine uçakta gidiyorum ve yanımda bir hacı amca var. Tanımadığım birisi, yanımda oturuyor ve yine aynı faldan açıyorum ve hacı amca geldi bana müdâhale etti: “Onu öyle oynama, böyle oyna” diye müdâhale etti. Yani, şimdi gerçekten o hacı amcanın size sunacağı her türlü tebliği saatlerce dinleyebilirsiniz, ama sokakta hiç tanımadığınız birisinin gelip size ders verircesine böyle şeyler söylemesiyle tebliğ edilen bir dînin o tebliği alan insanda da hiçbir hayrı olacağı kanısında değilim. Bunu da en iyi bilenlerin, tasavvuf ehli olması gerekir. Hasbelkader bu konularda çalışmış ve az buçuk tasavvuf ehli olarak tanımlanabilecek insanlarla tanışmış birisi olarak, bu yapılanın tasavvuf olmadığını çok rahatlıkla söyleyebilirim. Bu başka bir şey. Bu tamâmen politik bir şey ve siyâseten kaybetmenin verdiği bir ruh hâli. Belki kendi içerisinde, var olan iktidar alanını o câmia içerisinde birazcık geliştirmeye yarasın diye yapılmış bir şey. Gülüp geçilecek şeyler değil, önemsenecek şeyler. Genç olsaydım, gider kendileriyle dolaşır ederdim, ama açıkçası videoları seyrettikten sonra, bu yaştan sonra çok da fazla uğraşmamanın daha iyi olduğunu düşünüyorum. Burada tabii ki bir meydan okuyuş iddiası var. Kalkıp da bunu meydan okuyuş olarak görmenin çok anlamlı olmadığını, aslında aynada kendi kendilerine bir şeyler yapmaya çalıştıklarını düşünüyorum. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.