Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ümit Özdağ’ın zaferi

Ruşen Çakır, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ’ın sığınmacılarla ilgili çıkışının ardından siyasette başlayan tartışmayı değerlendirdi.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler. Zafer Partisi Genel Başkanı Prof. Ümit Özdağ Türkiye’de siyâsetin gündemine çok ciddî bir şekilde ağırlık koydu. Ve bakıyoruz, görüyoruz: Diğer partilerin hemen hemen hepsi, ona göre kendilerini şekillendirmeye başladılar. Onun gündeme taşıdığı esas sorun: Sığınmacılık sorunu, düzensiz ve kaçak göç meselesi. Ümit Özdağ partisini sâdece bunun için kurmuş gibi davranıyor. Başka şeyler de yapıyor muhakkak; ama en çok bu konuyu konuşuyor, bu konuyu özellikle sosyal medyada çok etkili bir şekilde gündeme getiriyor ve bir de tabii ki genel medyada, sadece muhâlif olarak bilinen medyada değil, aynı zamanda iktidâra yakın medyanın da bâzı yayın organlarında, haber kanallarında kendine yer bulabiliyor; ilginç bir durum söz konusu. Ve söyledikleri, yaptıkları, sürekli birtakım tepkilere –destek ya da karşı çıkma şeklinde– yol açıyor. Normalde partisi yeni kurulmuş bir parti, İYİ Parti’den ayrılmayla kurulmuş bir parti. Bir milletvekili arkadaşı daha vardı, o istifâ etti Zafer Partisi’nden; belli ki İsmail Koncuk Ümit Özdağ’la anlaşamadığı için istifâ etti. Tek tabanca gibi gidiyor. Tabii ki başka ekibi var, teşkilâtlar kuruyor, ama Ümit Özdağ tek başına bir parti gibi. İYİ Parti deyince nasıl akla Meral Akşener geliyorsa, burada da Ümit Özdağ var ve de örgütlenmekte olan bir parti var.

Mansur Yavaş olayıyla berâber ortalığı bayağı bir karıştırdı Ümit Özdağ ve bu konuda ben dâhil birçok kişi farklı farklı yorumlar yaptı. Kimisi arkasında komplo teorileri aradı, kimisi normal buldu, “Burada ne yapmak istiyor? Nasıl sonuçlara yol açar?” dendi. Bana göre burada en büyük zararı Mansur Yavaş gördü. Burada bir kâr varsa, bu kârı da Ümit Özdağ gördü; çünkü Mansur Yavaş’ın adaylığı konusu konuşmaya oturulduğu zaman, son birkaç haftadır Ümit Özdağ’ın adı da telaffuz edildi ve Ümit Özdağ’ın bir anlamda –bir anlamda değil, tam gerçek anlamıyla– reklamı da yapılmış oldu. Ama tabii ki en önemli mesele sığınmacılık meselesi. Şimdi, dün Cumhurbaşkanı Erdoğan bir iftarda Suriyeli sığınmacıların “Gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşleri” için çalışmalar yaptıklarını söyledi. Halbuki daha yakın bir zamanda Erdoğan, “Hiç kimse bir yere gitmiyor” diye net bir tavır almıştı; şimdi “Gönüllü ve onurlu bir geri dönüş”ten bahsediyor. Bu Erdoğan için çok ciddî bir geri adım. Sonuçta gönüllü ve onurlu bir dönüşü sağlamakta bir yanlış bir şey yok. Ama Erdoğan bu pozisyonda değildi. Belli ki bu pozisyona gelmesinde Ümit Özdağ’ın sığınmacılık meselesini Türkiye’nin en önemli meselesiymiş gibi gündeme taşıması ve bunda bayağı da etkili olması rol oynadı. Erdoğan’ın gönüllü ve onurlu dönüş yaklaşımı aslında ne zamandır CHP’nin dile getirdiği bir yaklaşım. Yani ne diyorlardı? “Suriye yönetimiyle anlaşacağız, konuşacağız ve hızlı bir şekilde” –iki yıl gibi bir süre de telaffuz ediyorlar– “buradaki Suriyelilerin ülkelerine geri dönmelerini sağlayacağız.” Orada da, zorla yollama diye bir yaklaşım yok; Suriye devletini iknâ etme, insanları da iknâ etme ve böylece çözme. Dolayısıyla Erdoğan CHP’nin çizgisine gelmiş oldu — öyle diyebiliriz. Ama bunu da belli ki Ümit Özdağ’ın çıkışlarıyla yaptı. Son dönemde Kılıçdaroğlu’nun göç meselesini, sığınmacılar meselesini daha vurgulu bir şekilde dile getirmesi, Göç İdâresi’ne gitme talebi, en son sorduğu sorular ve bu soruların CHP Genel Merkezi’nde kocaman bir pankart hâlinde asılmasının da Ümit Özdağ’ın yarattığı gündemle doğrudan ilişkisi var, açık; yani eğriye eğri, doğruya doğru. Burada bu konunun bu kadar gündeme gelmesinde çok ciddî bir rolü oldu Ümit Özdağ’ın. 

Bugün de MHP lideri Devlet Bahçeli, ne zamandır bu konuya çok girmeyen –iktidârın politikasına aykırı davranmak da istemediği için herhalde– Bahçeli de açık ve net pozisyonlar aldı. Ne dedi? “Düzensiz göç adı konmamış bir istilâdır” dedi. Bu ne zamandan beri yaşanan bir olay. Bunun bir döneminde de Bahçeli muhâlefette değil, iktidârın ortağı. Ve onun ağzından da bu sözleri duyuyoruz. Meselâ o çok kullanılan, “Bayramda ülkelerine giden Suriyeliler’in geri dönmesine gerek yok” sözünü de etmiş oldu. Bu çünkü sığınmacılık tartışmasında en çok dile getirilen argümanlardan birisi: “Nasıl bir şey ki bu, bayramda memleketlerine gidiyorlar, sonra geri geliyorlar? Dolayısıyla burada artık insâni bir durum söz konusu değil”. “Can güvenliği meselesi yok” argümanı uzun bir süredir dile getiriliyordu, Bahçeli de bu olayı dile getirenlerden birisi oldu. Yine Bahçeli, en çok dile getirilen hususlardan birisi olarak ülkenin özellikle güneydeki, Gaziantep, Kilis Hatay gibi bâzı şehirlerinde demografik yapının sığınmacılarla birlikte iyice bozulduğunu dile getirdi. 

Bütün bunlar bize iki şey gösteriyor: Birincisi, sığınmacılık meselesi gerçekten çok önemli bir mesele. Türkiye’de kamuoyunun her geçen gün daha fazla ilgisini çeken ve rahatsızlık dile getirdiği bir mesele. Bunu işleyen, siyâseten adım atabiliyor. Burası gerçekten verimli bir toprak — ki bu sâdece Türkiye’ye özgü bir şey değil biliyorsunuz. Tüm dünyada, özellikle Batı’da çok işleyen bir mekanizma. Özellikle sağ, popülist sağ siyâsî partilerin çok kullandıkları –Trump’ın ABD’de kullandığı, Fransa ve Almanya gibi diğer ülkelerde aşırı sağın kullandığı– bir argüman. Ve önce nasıl oluyor? Onlar önce bir çıtayı yükseltiyorlar, birçok merkez partisi onlara burun kıvırıyor; ama daha sonra onlar da kendilerini o partiye göre konumlamaya başlıyorlar. Sonuçta, meselâ Fransa’da Ulusal Cephe, adını değiştirerek de olsa, şu anda lideri Marine Le Pen’le ikinci tura kaldı. İlk başta, babası Jean-Marie Le Pen başladığı zaman milletin dalga geçtiği bir hareketti; adım adım, yıllar içerisinde hem kendi oyunu artırdı, hem de diğer partileri kendisine benzetti. Türkiye’de bu süreç sanki daha hızlı oluyormuş gibi bir durum söz konusu. Zafer Partisi’nin oyu ne kadardır, artırır mı? Bunları çok bilmiyorum. Henüz çok erken, çok yeni bir parti. Ama diğer partileri kendisine benzetmeye başladığı bir realite. Birdenbire bütün bu partilerin kuyruğa girmiş gibi sığınmacılar meselesi konusunda bu kadar art arda açıklamalar yapması, bir meram anlatma durumunda, tavır koyma durumunda olmaları bunu gösteriyor. Bu iyi bir şey mi? Bana göre değil. Ama bir gazeteci olarak yaşananları olabildiğince objektif bir şekilde yorumlamak gerekiyor. Sonuçta Ümit Özdağ Türkiye’de siyâsete bayağı bir şekil verir gibi oldu. Yarın “Adını Koyalım”da, Burak Bilgehan Özpek, Ayşe Çavdar ve Kemal Can’la tam da bunu konuşacağız. Yani sığınmacılık sorununun Türkiye’de siyâsî partileri nasıl dizayn ettiğini konuşacağız ve burada da aktör olarak Ümit Özdağ öne çıkıyor. “Ümit Özdağ tarafından ve Zafer Partisi tarafından sürdürülebilir bir şey mi?” sorusu önümüzde duruyor. Bu bir yerden sonra çok da önemli bir soru değil. Kendilerinin meselesi bu. Ama cini şişeden çıkartan bir parti olarak Türkiye Cumhuriyeti târihine bir şekilde geçecekler, orası kesin. Yarın öbür gün Türkiye’de bu meseleyi hep konuşacağız. Tatsız şeyler de yaşanabilir, sürekli gündemde de olabilir. Ve bunun milâdı olarak bu tarihleri, 2021-2022’yi pekâlâ verebileceğiz. Nasıl yıllar önce Fransa’da Ulusal Cephe fitili ateşlediyse, burada da Ümit Özdağ bunu yapıyor. Şu hâliyle baktığımız zaman küçük bir parti, yeni yeni örgütlenen bir parti, daha çok sosyal medya üzerinden örgütlenen bir parti. Ama aynı zamanda çok agresif, her konuda çok agresif, gerektiğinde sığınmacıların işyerlerine baskın düzenliyor, her türlü siyâsetçiyle çok sert polemiğe giriyor. Hele HDP’li falansa orada zâten sonuna kadar her türlü sertliği gösteriyor ve kendisini eleştiren ya da kendisinden farklı şeyler söyleyen gazetecilere yönelik de, meselâ bizim Kadri Gürsel’e ya da Nevşin Mengü’ye yönelik yapılanları da gördüm. Hepimiz gördük. Bütün bunlar aslında hiç de iyi şeyler değil, ama buradan yürünebiliyor. Türkiye’nin böyle bir özelliği var maalesef. Sâdece Türkiye’nin değil, dünyanın birçok yerinde de böyle. Bu tür çıkışların; sıradan insanın doğal tepkilerini, tam bilinçli olmayan ama doğal tepkilerini böyle sonuna kadar kışkırtan böyle birtakım siyâsî çıkışların bir karşılığı var ve bundan alınan güçle bir meydan okuyuş var ve bu meydan okuyuşu sürdürebilmek için de olabildiğince farklı kesimleri de hedef alma, herkesi karşısına alma çizgisi var. Meselâ en son Ümit Özdağ şöyle bir paylaşım yaptı, tweet attı — Erdoğan’ın açıklamasına gönderme yaparak: “Gönüllü giderlerse”, bunu tırnak için almış. “Gönüllü giderler” derken, Erdoğan’ın söylediği “gönüllü ve onurlu geri dönüş” — ki demin de söyledim, bunu ilk dile getiren kişi Kemal Kılıçdaroğlu’ydu. “Gönüllü giderlerci tatlı su partileriyle Türkiye sığınmacı ve kaçak sorununu aşamaz”. “Tatlı su partileri” diğerleri. Yani kendisi “tuzlu su” — öyle oluyor herhalde, tatlının zıddı. “Zafer Partisi gelecek, sığınmacılar gidecek”. Buradaki “gidecek” lâfı tabii ki “gönüllü giderlerci”ye karşı olarak, “zorunlu giderler”. Yani sosyal medyada işte böyle birtakım paylaşımlar da yapılıyor. Ne derece sâhici, değil, bilmiyorum; ama otobüslere konacak kaç kişi? O otobüsleri nereden bulacaklar? Nasıl yapacaklar? Bu fotoğraflar Türkiye Cumhuriyeti ve Türkiye târihine nasıl yazılacak? “Bütün bunları bir kenara bırakıp, koyacağız otobüslere, ya da neyse, artık trenlere, uçaklara, kargo uçaklarına, kendilerini geldikleri yere yollayacağız” yaklaşımı gerçekçi ya da değil, hiç önemi yok; siyâsî olarak kullanışlı ve işe yarayan bir yaklaşım olarak kayda geçiyor ve bunun tadını çıkarıyor şu anda. Ama tabii o tadı çıkarırken, Türkiye zâten hassas olan bu konuda iyice bir gerginliğe doğru yol alıyor. Buradan sığınmacılar sorununun bu kadar aşırı gündeme getirilip, bu kadar bunun üzerinden bir tavır, duruş sergileme iddiası gündeme getirilirse, bunun toplumsal alanda yansımaları olma ihtimâlini hiç yabana atmamak lâzım. Çok şükür şu âna kadar az sayıda böyle olaylar yaşadık. Yaşadık ama az sayıda yaşadık. Bundan sonra çok daha fazlasını yaşayabilmenin zemini de aynı zamanda oluşuyor — bunu özellikle vurgulamak lâzım. Bunlar iyiye alâmet şeyler değil; ama siyâseten baktığımızda, burada Türkiye, muazzam bir yoksullaşma yaşarken, hayat pahalılığı, enflasyon vs. bütün bunlar varken, sığınmacılık meselesini konuşuyor. Tabii şöyle versiyonları da var: Kirâlar bu kadar yüksek, ev fiyatları bu kadar yüksek; çünkü yabancılar geliyor, çünkü yabancılar saldırıyor, çünkü yabancılar tüketiyor vs.. İşte bu İran’dan alışverişe gelenler –nedense İran’dan gelenlere daha çok var, ama Bulgaristan’dan, Batı’dan alışverişe gelenlere daha az–; çünkü Türkiye, Türk parasının değeri düşünce, yurtdışında yaşayanlar için ucuz bir ülke hâline geldi son dönemde. Bütün bunlar –Türkiye’deki yoksullaşma, Türk parasının değer kaybetmesi, enflasyon vs.– varken, Türkiye bunları değil de sığınmacılar meselesini konuşuyor. Sonuçta baktığımızda, bu aslında bir yerde iktidârın işine gelen bir şey. Bir diğer husus olarak da şunu özellikle vurgulamak istiyorum: Bu konuyu çok ciddî bir şekilde, sert bir şekilde dile getirenlerin öfkesi, daha çok sığınmacıların kendilerine ya da sığınmacılık konusunda bu tür radikal çıkışlardan rahatsız olan sivil vatandaşlara, gazetecilere, şunlara, bunlara. Ama iktidara gelince; bu olayların sorumlusu, sınırları denetlemeyen, kapıları tutmayan vs. devlet değilmişçesine, siyâsî iktidar değilmişçesine bunun hıncını –bir hınç varsa ki var– hıncını sığınmacılardan ve bir şekilde olaya daha insânî yönlerden bakmaya çalışanlardan çıkartmaya çalışıyorlar. Böyle de bir acayiplik var. Bunu söylediğiniz zaman da çok kızıyorlar. Ama söylemekte yarar var: Korkuyorlar. Doğrudan bu olayın sorumlusunun siyâsi iktidar olduğunu, Suriye’de iç savaş başladığı anda Suriyeliler bağlamında özellikle, başladığı andan îtibâren buraya her türlü göçü teşvik ettiklerini, kapıları sonuna kadar açtıklarını, bir yığın imkân sağladıklarını vs. iktidârın yaptığını unutarak –nutarak değil aslında, görmezden gelerek–, doğrudan gelenleri ve bir kere geldikten sonra burada olabildiğince insânî koşullarda yaşamaları gerektiğini söyleyenlere saldırmayı bir vatanseverlik gibi görüyorlar. Bu da kendilerini kandırmanın bir yolu. Her neyse, çok fazla uzatmayalım. 

Evet, Ümit Özdağ Türkiye’de siyâsete damgasını vurdu. Bu Türkiye için iyi bir şey değil; ama Ümit Özdağ ve partisi için herhalde iyi bir şey. Ve diğer partilerin de –hepsi olmasa bile– ona göre kendilerine ayar vermeye başladıklarını görüyoruz. Ve bu da Zafer Partisi’nin yaptığının, Ümit Özdağ’ın yaptığının ne kadar etkili olduğunu bize gösteriyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.