Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Hakan’a “kallavi bir özür” borcumuz var

Ruşen Çakır, 18 yıla mahkum edilip tutuklanan arkadaşı Hakan Altınay’dan hareketle Gezi davasında çıkan kararı yorumladı.

Yayına hazırlayan: Emine Bıçakcı

Merhaba, iyi günler. Yayının başlığındaki Hakan: Hakan Altınay. Dün, Gezi Dâvâsı’nda cezâ alan kişilerden birisi ve tutuklanıp cezaevine yollandı, ilk gecesini geçirdi. Hakan Altınay benim çok yakın arkadaşım, dostum. Başlıktaki “kallâvî özür” de Hakan’ın dünkü mahkemede yaptığı savunmanın son cümlesinden. Şöyle bitiriyor: “Sâdece beraatımı talep etmiyorum, kallâvî bir özür de bekliyorum”. Ama hiç kimse –özür dilemek bir yana– mahkeme sırasında Allah bilir konuşmasını bile doğru dürüst dinlemeyen, savunmasını bile doğru dürüst dinlemeyen heyet, özür dilemek bir yana –beraat tabii ki yok– cezâ verdi ve diğer arkadaşlarıyla berâber onu cezaevine yolladı. Onun yerine, onların yerine ben özür diliyorum. Benim özür dilememin de birçok kişisel ve daha genel nedeni var. Kişisel neden olarak öncelikle şunu söyleyeyim: Cezâ alacaklarını sanmıyordum. Hakan ve diğer arkadaşlar çok endîşeliydiler, cezâ bekliyorlardı –“endîşeli” derken, hani korktuklarından değil; ama tabii ki istenecek bir şey değil cezâ almak– ve cezâ alabileceklerini, tutuklanıp cezaevine yollanabileceklerini düşünüyorlardı; Can Atalay’ın da öyle düşündüğünü biliyorum, diğerlerinin de. Ben de, “Yok canım!” diyordum; hattâ Osman Kavala’nın da bir şekilde tahliyesini bekliyordum ve maalesef çok ciddî bir şekilde çuvalladım. Ve o kadar emindim ki, işler vs. var diye mahkemeye gitmedim. Oradan muhâbir arkadaşlarımız izlediler. Ve Hakan, karar açıklandıktan sonra, arkadaşlarımızdan birisiyle bana selâm yollamış. Ben tabii kendisini telefondan aradığımda cevap veremedi. Herhalde o sırada bütün bu şeylerle yoğundu. Özür dilememin en önemli nedenlerinden birisi: O aşırı iyimserliğim. Ne işe yarardı, onunla berâber ben de “Evet, cezâ alacaksınız” deseydim, bir işe yarar mıydı bilmiyorum. Ama en azından mahkemede orada olurdum — bu gerçekten canımı sıkan bir olay dünden beri. Ve bu anlamda özür diliyorum. 

Şimdi, Hakan’ın mahkeme konusundaki kötümserliğini söyledim; ama hayatta herhalde tanıdığım en pozitif, en iyimser insanlardan birisidir. Ne zaman canım sıkılsa –ne derler?– bir bezginlik içerisinde, bu Türkiye’de yaşamak, Türkiye’de demokrasi istemek, temel hak ve özgürlükleri istemek, Türkiye’de gazeteci olmak, kutuplaşmadan şikâyet etmek vs. konusunda genellikle Hakan’la yaptığımız sohbetlerde nefes alırım. O çünkü hep bir yerlerden umuda kapı açan birisidir, son âna kadar her şeyi zorlayan birisidir. Ama bu, aynı zamanda çok naif bir şekilde işleri oluruna bırakmak değil; tam tersine, Türkiye’de yaşananları değiştirmeye yönelik çok büyük bir azmi var. Sâdece Türkiye’de de değil, küresel dertleri vardı ve “global civics” diye bir kavram geliştirdi ve onun derslerini verdi. Şimdi göreceksiniz, bir yayın yapmıştık kendisiyle –daha Medyascope yoktu, ben Periscope’la yayınlar yapıyordum; seçim mitingleri vs.–, daha sonra Habertürk’teki odamda, biraz iptidâî yöntemlerle –görüyorsunuz, orada bir mikrofon var, seste sorun var– konuk almaya başladım ve ilk konuklarımdan birisi de tabii ki Hakan’dı. Ve Hakan’la “küresel vicdan” diye çevirdiği –ki tam birebir çevirisi değil– “global civics” üzerine bir sohbet etmiştik; epey de ilgi görmüştü. Ama orada da, o yayını izlediğinizde de görüyorsunuz Hakan’ın temel özelliklerini: Sâkinliği, geniş bir perspektiften olaylara bakışı, farklı çelişkileri yakalayışı ve bu çelişkilerden olumlu bir şeyler çıkartma derdini görüyorsunuz.

Normal şartlarda insanların belli bir yaştan sonra yakın arkadaş, dost edinmesi zordur. Bunu birçok kişi böyle söyler, böyle yaşar. Nitekim benim hayattaki en yakın arkadaşlarım, yıllar önce –ki elli yıl oldu, tam elli yıl oldu bu sene– Galatasaray Lisesi’nde yatılı olarak okumaya başladığımızdan bu yana aynı sınıfta okuduğumuz arkadaşlardır; ya da aynı dönemde okuduğumuz arkadaşlardır, büyük bir kısmı böyledir. Sonradan çok az sayıda kişiyle çok yakın oldum, bunların en başında da Hakan gelir. Bir şekilde tanıştık ve herhalde bir otuz yılı aştık. Ve dünyanın değişik yerlerinde de bir arada olduğumuz oldu; ama birçok yerde birlikte çalıştığımız da oldu. Meselâ Hakan, Açık Toplum Vakfı’nın başındayken –şu anda ona en çok yöneltilen mahkemedeki suçlamalardan, saçma suçlamalardan birisi Açık Toplum Vakfı yöneticiliği, ki Gezi sırasında değildi–, ama her halükârda Açık Toplum Vakfı yöneticisiyken ben de Açık Toplum’un danışma kuruluna onun dâvetiyle katılmıştım ve çok severek, hattâ Hakan gittikten sonra da devam etmiştim. Sonra biz Medyascope’u kurduk. Medyascope’un başından îtibâren de en büyük destekçilerinden birisi Hakan’dı. Hattâ Hakan da Medyascope’un ilk yıllarında şirketin yönetim kurulu üyesi oldu benim ricâmla. Şimdi bakıyorum, birtakım troll hesaplar, birtakım tetikçiler Hakan’ı suçlamak için, daha doğrusu Hakan’a verilen cezâyı meşrûlaştırmak için o kısa dönemli, benim hatırım üzerine yaptığı yönetim kurulu üyeliğini de katıyorlar. Ama işin acayip tarafı: Hakan içeride, ben dışarıdayım — böyle bir garip durum var. Hani sanki ben de içerideymişim ya da biz de suç işlemişiz gibi. Her şeyi yasalara göre yapılan hususlardı. 

Hakan’la çok ortak anımız, çok tartışmamız var. Benim yayınlarımın en sâdık izleyicilerinden ve en sâdık yorumlayıcılarındandı. Ve şu anda yaptığım yayını izleyemiyor olmasının acısını ayrıca hissediyorum ve ilk fırsatta bu yayının transkriptini yapıp kendisine âilesi ya da avukatları –ki avukatlarından birisi kızkardeşi Deniz zâten–, onlar eliyle de ulaştırmaya çalışacağım. Burada savunmasını okuduğum zaman gördüğüm çok şey var; yani şöyle başlıyor zâten:

“İddia makamının 72 sayfalık esas hakkındaki görüşünü okudum, dehşet içinde kaldım; berbat bir plak aynı yerde takıldı ve devamlı aynı kötü dizeleri dinlemek zorunda kalıyoruz. İddia makamının görüşü, verilen birçok yargı karârını ve en temel gerçekleri tekrar tekrar görmezden geliyor” diye başlamış. Ve burada birtakım şeyleri dört sayfa, artık yani uzun uzun anlatmanın bir anlamı yok; çünkü iddia makamı da, yargıçlar da, ortadaki iddiaların iddia olmadığını biliyorlar. Meselâ birtakım dinlemeler var, bunlar kanunsuz dinlemeler ve bu yüzden Fethullahçılar mahkûm oldu. Ve şimdi, bunlar mahkeme tarafından “yeniden değerlendirildi”. Yani baş düşmanları Fethullahçıların yaptığı yasadışı işten medet uman ve buradan hareketle insanları cezâlandıran bir yargı var — bunu bir kenara koyalım. Şu hususu özellikle söyleyeyim; diyor ki Hakan: “Terbiye sınırları içinde kalmakta en zorlandığım suçlama ise FETÖ-PDY” –paralel devlet yapılanması oluyor– “terör örgütüyle ‘irtibatım olduğu’. FETÖ’nün televizyonlarında günlerce şeytânîleştirilen benim, FETÖ gazetelerinde, dergilerinde genel yayın yönetmenleri tarafından hedef gösterilen benim” diye devam ediyor. 

O günleri çok iyi hatırlıyorum: Açık Toplum’un başındayken Hakan, Prof. Şerif Mardin’le yaptığım röportajdan hareketle gelişen “mahalle baskısı” kavramı üzerine Açık Toplum Vakfı, Binnaz Toprak yönetiminde bir “Türkiye’de mahalle baskısı” araştırması yapmıştı ve bu araştırmayı yapanlar, Anadolu’da çok ciddî bir şekilde Fethullahçı tahakkümünü görmüşler ve bunu da rapora –önceden hesaplı olmamasına rağmen– yazmışlardı. Ve bu rapor nedeniyle Fethullahçılar acayip sinirlendiler; çünkü Açık Toplum Vakfı gibi, her ne kadar birtakım çevrelerin, tetikçilerin hedefinde olsa da, hem Türkiye’de hem dünyada çok îtibarlı olan bir kurumun Fethullahçılar’ın nasıl sivil hayâtı cendere altına aldığını anlattığı bir rapordan çok rahatsız olmuşlardı ve saldırdılar. Yanlarındaki en büyük destekçileri de George Soros’un yakın arkadaşı, aynı zamanda Recep Tayyip Erdoğan’ın yakın arkadaşı ve Açık Toplum Vakfı’nın başkanı olan –ilginç bir şekilde başkanı ya da neyse, üst düzey yöneticisi olan– iş insanı Can Paker’di. İlginç bir şekilde, Can Paker, kendi kurumuna karşı Fethullahçılarla berâber yan yana, Hakan başta olmak üzere insanlara linç kampanyalarının başlatılmasına yardımcı oldu ve acayip aktif bir şekilde buna katıldı. Şimdi Can Paker ne yapıyor bilmiyorum — çok da umurumda değil. Ama onun hedef gösterdiği isimlerden birisi olarak –tabii Can Paker’in hâlâ Erdoğan’la birlikte olduğunu, ona yakın olduğunu biliyoruz, o ayrı– ve Hakan şu anda cezaevine girdi. Herhalde Paker mutluluktan bunu bir şekilde kutluyordur; artık şampanya mı açar, ne yaparsa. Böyle bir durum; yani o zamanlar Fethullahçılar’la birlikte Hakan ve arkadaşlarına saldıran kişiler hâlâ iktidârın yanında “FETÖ’yle mücâdele ederken”, Hakan ve diğerleri de FETÖ’yle iltisak, irtibatlı olmaktan hapse atılıyor. Çok acımasız bir ülke, çok kötü; yani artık bunları anlatacak kelimelerin tükendiği bir yer. 

Gezi’de cezâ alan tek tanıdığım Hakan değil. Dün de söyledim, çok kişiyi tanıyorum; kimisi yakın arkadaşım, kimisi bir şekilde samîmîyetim olan, tanıdığım ettiğim insanlar. Meselâ Çiğdem var –ki Çiğdem’in annesi Nadire, berâber çalıştığımız, yıllarca beraber çalıştığımız, çok sevdiğim bir arkadaşım ve meslektaşım–, Çiğdem’i çocukluğundan beri bilirim gerçekten. Ve eşi de, bir ara Medyascope’ta çalışmış olan gazeteci arkadaşım Murat Utku. Çiğdem Almanya’dan Türkiye’ye geldi, çekmediği bir filmden mahkûm edildi ve cezaevine konuldu. Ve başka bir yığın saygın isim… Ve bu isimlerde Hakan’ı yakından tanıyorum, diğerlerinin hepsini de biliyorum; meselâ Osman Kavala’yı da biliyorum, tanıyorum, onun da ne kadar ülkesini sevdiğini biliyorum. Ülkesinde demokrasi, özgürlükler istediğini biliyorum. Bunun için çalıştıklarını ve bayağı ciddî bir şekilde fedakârlık yaptıklarını biliyorum. Bu isimlerin hepsi kariyerleriyle, imkânlarıyla çok rahat hayatlar sürebilecek insanlarken, zor bir şeye tâlip oldular. Ona ne diyoruz? Diğerkâmlık, altruizm. Yani başkalarının iyiliği için kendi konforlarından feragat ettiler ve bunun için de iktidar tarafından cezâlandırıldılar. Bu kişilerin –Hakan’ın dediği gibi– bekledikleri tabii ki öncelikle özgürlükleri ve kallâvî bir özür. O özrü, bugün onları mağdur edenler dilemeyecekler –onu biliyoruz–, ama Türkiye bu yarayı kesinlikle saracak ve Hakan, Çiğdem, Osman ve diğerleri, hepsi hak ettikleri şekilde bu ülke tarafından takdir edilecekler. Bu ne kadar hızlı olursa tüm Türkiye için o kadar iyi olur. 

Tekrar, bu kallâvî özrü ben kendi payıma Hakan’dan diliyorum. Umarım tüm Türkiye aynı şekilde Hakan’a ve diğer kişilere; haksız yere, suçsuz yere, olmayan bir suçla acımasız bir şekilde mağdur edilen bu kişilere sahip çıkar. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.