Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Sığınmacı sorununun gündeme damga vurması Erdoğan’ın işine mi yarıyor?

Türkiye’deki sığınmacılar sorunu gündeme damgasını vurdu. Zafer Partisi ve Ümit Özdağ’ın çıkışı, sosyal medya tepkileri, “Sessiz İstila” filmi derken ortalık karıştı. Peki bu karmaşadan, kaostan siyasi olarak kim kârlı çıkacak? Cumhurbaşkanı Erdoğan mı? Ruşen Çakır yorumladı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Türkiye’nin gündeminde sığınmacılar konusu var — ya da “kaçak göçmen”, artık ne derseniz ve gündemi bayağı bir belirliyor. Siyâsî parti liderleri, önde gelen siyâsetçiler bu konuda bir şeyler söyleme ihtiyâcı hissediyorlar. Medyada, özellikle sosyal medyada bu konu çok ciddî bir şekilde gündemde. Farklı duruşlar çok net ve sert bir şekilde sergileniyor. Göçmenlere, sığınmacılara atfedilen birtakım olumsuzluklar görüyoruz. Özellikle sosyal medyada birtakım videolar vs. paylaşılıyor. Bir de kurgu videolar var — meselâ “Sessiz İstîlâ” diye bir video Hande Karacasu tarafından hazırlandı. Kendisi o video nedeniyle, geçtiğimiz günlerde ziyârete gittiği Sakarya’da gözaltına alınıp, bir süre sonra serbest bırakıldı. Önemli olup üzerinde konuşulan haberlerin hemen hemen hepsi sığınmacılar meselesi üzerinden. Zafer Partisi ve Ümit Özdağ zâten bir fenomen olarak ortaya çıktı. Ama onun dışında da, Zafer Partisi’ne ve Ümit Özdağ’a bağlı olmamakla birlikte, çok sayıda kişi, kurum, çevre bu konuyu işliyor. Bir ara meselâ pankartlar asılmıştı: “Hudut Namustur” pankartları. Onların doğrudan Zafer Partili olduklarını sanmıyorum. Kimileri İYİ Parti’ye yakın isimler de olabiliyor. Bir de bağımsız birtakım oluşumlar, özellikle sosyal medya üzerinden faaliyet gösteren birtakım medya kuruluşları vs. var ve buralardan büyük ölçüde bir öfke pompalanıyor — haklı haksız, ama genellikle abartılı. Kendilerine sorsanız az bile yazıyorlar, yeterince vurgu da yapmıyorlar. Ama böyle bir olay var ve bu Türkiye’nin gündeminde. O zaman, başlıktaki soruya geliyoruz: “Böyle olması Erdoğan’ın, iktidârın işine mi yarıyor?”

Soru çok açık ve cevap da çok açık. Kesinlikle evet. Neden evet? Bir kere Türkiye’nin en önemli gündemi olan ekonomi, enflasyon, hayat pahalılığı, hızlı yoksullaşma, orta sınıfların yok olması… Bütün bu olaylar tartışılamıyor. Bütün bu olaylar ön plana çıkamıyor. Geri planda kalıyor ve bu konuların ısrarla gündeme getirilmesi hâlinde iktidârın verebileceği bir cevap yok. Birtakım şeyleri denediler, olmadı. Artık denemeyi de bıraktılar. Aralık ayına randevu verdiler enflasyonun inmesi için. “Kim öle kim kala” bir halde ekonomi. Ama zâten gündem burada değil. Dolayısıyla bu hâliyle iktidârın hayli işine yarıyor. Bu sorunun bir diğer boyutu –ki ortada gerçekten bir sorun var, ekonomik sorun kadar ağır olmasa da ciddî bir sorun var– bunun birinci derecede ve tek sorumlusunun aslında Erdoğan iktidârı olması. Değişik aktörler vardı; o aktörlerin bâzıları şimdi muhâlefette yer alıyor olabilir. Ama başından îtibâren, çok yakın bir zamâna kadar Erdoğan bu olayı hep sâhiplendi. Zâten onlar teşvik etti, iktidar teşvik etti, ilk Suriye olayından îtibâren. Avrupa Birliği ile yapılan anlaşmalar var. Buralardan elde edilen paralar var vs.. Avrupa’da, Batı nezdinde Erdoğan iktidârının elindeki en önemli pazarlık malzemesiydi sığınmacılar. Bunun birinci derecede sorumlusu Erdoğan ve iktidârı. Ama bu konuyu gündeme getirenlerin birinci derece hedefi Erdoğan ve iktidârı değil. Bunu ısrarla söylüyorum. Tekrar tekrar söyleyeceğim. Tabii ki Erdoğan’a da iktidâra da lâf var; ama onun yerine öncelikle tabii ki sığınmacıların kendileri suçlanıyor. Daha sonra sığınmacıların insânî yaşam şartlarına sâhip olması ve kendilerine karşı ayrımcı tutumlar sergilenmemesini savunan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları suçlanıyor. Tabii ki Batı suçlanıyor. Meselâ Erdoğan’a ya da iktidâra para verip bu kişileri Türkiye’de tutmak istediği için Batı suçlanıyor. Ama o parayı alan Erdoğan ve o anlaşmayı yapan Erdoğan onun kadar suçlanmıyor ve en son Zafer Partisi örneğinde gördüğümüz gibi, Ümit Özdağ’ın sıklıkla vurguladığı “sarı muhâlefet” suçlanıyor. Neden sanki bu olayın sorumlusuymuş gibi “sarı muhâlefet” suçlanıyor? Ama şöyle bir şey de var: Muhâlefetten bu konuda gelen açıklamalarda, şu âna kadar altılı masadan çıkan açıklamalarda zorunlu geri dönüşü telaffuz etmiyorlar. Yani zorla geri yollamayı telaffuz etmiyorlar. Genellikle “gönüllü”, “iknâ edilerek” vs. deniyor. Tabii ki özellikle Suriye söz konusu olduğu zaman, Suriye rejimi de iknâ edilerek daha yumuşak bir geçişi savundukları için onlar da suçlanıyor. Ama nedense sıra en son iktidâra geliyor. Bundan iktidar memnun olmasın da kim olsun? 

Bir diğer husus, Erdoğan’ın, iktidârın bundan memnun olmasının en önemli nedenlerinden birisi bence: Ne zaman seçim yapılacaksa, seçim yapılmasından kısa bir süre önce, kozmetik olarak bir grup –sayı kaç olur? Erdoğan’ın dediği gibi bir milyon olur mu? Sanmıyorum– diyelim ki bin kişi, on bin kişi, yüz bin kişi… Bunların araçlara doldurularak Suriye’ye geri yollanması durumunda, Erdoğan tekrar güçlü lider pozisyonu alabilir. Dün “Adını Koyalım”da bütün arkadaşlar; Ayşe Çavdar, Burak Bilgehan Özpek ve Kemal Can, genellikle “Adını Koyalım”da mutâbakat olmaz, izleyenler bilir, bu konuda mutâbık kaldılar. Erdoğan için çok elverişli bir seçim malzemesine dönüşebilir sığınmacılar meselesi. Erdoğan zâten hep bunu yapıyor. Dün evet dediğine bugün hayır; dün hayır dediğine bugün evet diyor ve hiçbir şey olmamış gibi yapıyor. Muhammed Bin Selman’la kucaklaşıyor. Belki Sisi’yle kucaklaşacak. İsrail’le ilişkileri normalleştiriyor. Sanki geçmişte hiçbir şey olmamış gibi… Şimdi burada da sığınmacılar meselesini çözüyormuş gibi yaparak tekrar buradan kendine bir fırsat yaratabilir — özellikle seçim öncesi.

Son olarak, en sona sakladığım ama üzerinde çok konuşmak istemediğim rahatsız edici bir husus: Bbu olayın bu kadar sivil bir öfkeye neden olması ya da bu öfkenin inşâ edilmesi, bunun bilerek veya bilmeyerek köpürtülmesi. Bir kısmı çok bilinçli bir şekilde bunu yapıyorlar, belli oluyor; bir kısmı kendini kaptırıyor ve ilginç bir şekilde, toplumun farklı kesimlerinden farklı partilerin seçmenlerinin bu konuda birbirine benzer pozisyonlar aldıklarını görüyoruz ve buradan kötü şeyler çıkabilir. Şu âna kadar küçük çaplı birtakım olaylar oldu. Ama ülke genelinde, sığınmacılar meselesinde çok ciddî bir çatışma potansiyeli çıkmadı çok şükür. Fakat böyle bir potansiyel var. Bunu birileri çok ciddî bir şekilde gündeme getiriyor. Özellikle sığınmacılara bir tür düşman gibi bakan kesimler birtakım şeyler söylüyorlar. Son dönemde özellikle sosyal medyada, bu konuda bir tür sözcü olan kişileri tâkip ediyorum. Çok rahat bir şekilde, çok sâkin bir şekilde, normal bir şekilde acayip senaryolar dile getiriyorlar. Bunlardan herhangi birisinin bir şekilde hayâta geçmesi çok korkutucu olur. Meselâ mültecilerin ya da sığınmacıların hedef alınabileceğini ve de onları savunanların da bundan pay alabileceğini rahatlıkla söyleyebiliyorlar. Savunanlar derken, tabii ki sayıları az olan ve giderek daha da azalan, hem genel kamuoyunun gidişâtı nedeniyle hem de gelen tehditler nedeniyle az olan insanları da, arada, “içimizdeki hâinler” kapsamında, “mülteci sevici” vs. gibi tâbirlerle, onlar da bu arada bir şekilde hedef olacak. Onun temelleri atılıyor. Böyle bir durum da Türkiye’nin 2015’teki iki seçim arasında yaşadığı dönemi andırabilir — yani Haziran ve Kasım seçimleri arası. Türkiye’de yeni bir istikrarsızlık, kaygı, beka meselesinin gündeme gelebilmesinde, sığınmacılar olayı pekâlâ birileri tarafından kullanılabilir. Böyle bir riskin olduğunu özellikle vurgulamak istiyorum ve bu da tabii ki sonuçta insanlarda bir istikrar arayışı, güçlü devlet arayışı gibi şeyleri gündeme getirebilir ve sığınmacılar sorununun tek sorumlusu olan iktidâr, tıpkı Kasım seçimi öncesinde olduğu gibi inisiyatifi tekrar ele geçirmeye çalışabilir. Bu anlamda bakıldığı zaman, bu olayların bu şekilde gündemde belirgin hâle gelmesinden en çok istifâde edenin iktidâr olduğunu, potansiyel olarak iktidâr olacağını söylemek mümkün.

Bu nasıl bozulabilir? Muhâlefetin serinkanlı bir şekilde, bu sorunu kabul ederek; ama bu sorunu gerçekten iç gerginliklere yol açmadan, uluslararası alanda da ciddî sorunlara yol açmadan çözebilmenin yollarıyla olabilir. Örneğin Karadeniz’de Ekrem İmamoğlu da bu konuyu gündeme getirdi. Nasıl yapacağını söylemedi; ama Atatürk’ü işâret ederek bunu çözebileceklerini söyledi. Tabii ki burada sığınmacılar konusunda radikal, sert, zorla yollama görüşüne sâhip olanlar, ısrarla herkese, “Peki nasıl yapacaksınız?” diye soruyorlar. Ama aslında esas soruyu onlara sormak lâzım: Nasıl zorla yollayacaksınız? O fotoğrafların, o zorla yollama girişimlerinin olacağını sanmıyorum ve ummuyorum, ama diyelim ki oldu. Oralarda çekilecek olan fotoğrafların, videoların hesâbını yıllar boyunca çocuklarımızın, torunlarımızın vermek zorunda kalacağını hiç hesâba katmayacak mısınız? Bunu da özellikle vurgulamak lâzım. Çok yanlış bir şekilde, bir tartışma kötü niyetliler tarafından sürdürülüyor. Onların inisiyatifinde gidiyor ve diğerleri de kendilerini onlara göre ayarlamaya çalışıyorlar ve bu da hiç iyi bir şey değil. Dolayısıyla burada Türkiye’nin hiçbir şekilde kazanabileceği bir gidişat söz konusu değil. Serinkanlılığın bir şekilde egemen olmasını ve muhâlefetin özellikle bu konuda, iktidârın yarattığı bu dev sorunun nedenlerini iyi tespit edip, çözümlerini akılcı bir şekilde geliştirebilmesini talep etmek gerekiyor. Aksi takdirde, “Asalım keselim, asalım demeyenleri de asalım” yaklaşımlarıyla Türkiye zâten çok şey kaybetti. Daha da fazla şey kaybedebilir. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.