Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can yazdı: Bu tansiyon neyin tansiyonu?

Biliyorum, tansiyon zaten hiç düşmedi, yıllardır sürekli arttı, en azından hep canlı kaldı. Üstelik, bu yanlışlıklar sonucu yaşanmadı ve kontrolsüz yan etkiler değildi. Defalarca gerilim atmosferinin yüksek tutulmasının ne işe ve kimin işine yaradığı, yarayacağı yazıldı, söylendi. Fakat etkisi zayıfladıkça gerilimin dozu ve biçimi sürekli tazelenmek zorunda. Bu ya kendiliğinden oluyor ya da birileri bu görevi üstleniyor. Çünkü yapısal bozulmalara neden olan olağanüstülüklerin zamanla olağanlaştığı, kaçınılmaz kanıksanma dönemleri var. İster vücuda çok zarar veren tıbbi tansiyon, ister bir film senaryosunun gerilim tonu, ister toplumsal çatışmalar için bu döngü hep tekrar ediyor. Gerilimin araçları, vesilesi ve aktörleri yenilenmeyince etkisi zayıflıyor. Bazen yarattığı hasarın algılanması zorlaşıyor, bazen istenen sonuç gecikiyor. Sonra da kontrolsüz bir tırmanma veya kontrollü köpürtme devreye giriyor. 

Son dönemde toplumsal-siyasal tansiyonda yeni bir tırmanışla karşı karşıyayız. Olayın seyirlik kısmı çok hareketlenmiş ve kontrollü/kontrolsüz abeslikler pornografik bir içerik kazanmış durumda. Anormal hareketlilik fonunda yeni bir kilitlenme oluşuyor sanki. Yaşananlara bir bakın: Süleyman Soylu, televizyona çıkıp Ümit Özdağ’a “Hayvandan aşağı operasyon çocuğu” diyor. Özdağ, “Yarın silahsız olarak kapına geliyorum çık dışarı” diye meydan okuyor. Bu şahıslardan biri İçişleri Bakanı, diğeri parti genel başkanı. Geçelim mevkilerini, makamlarını, “bakalım ne olacak” diye bütün ülkeye bunu seyrettiriyorlar, sahnenin nereye bağlanacağı canlı yayınlarla takip ediliyor. Aynı günlerde bir polis amiri, HDP Genel Merkezi önünde milletvekili Ayşe Acar Başaran’a “Seni oraya çivilerim” diye bağırıyor. Öyle kenarda köşede değil, göstere göstere, duyulsun bilinsin diye yapıyor bunu. Zaten İçişleri Bakanı Soylu da “15 Temmuz’da yarım kalan işi tamamlama” fırsatından söz etti. Medyaya meraklı bir tarikat lideri, “HDP’ye oy verenleri vatandaşlıktan çıkartmaktan” bahsetti.

Bunlar yetmiyor. Önce Düzce’de bir belediye başkanı “Kadınlara şarkı söyletilir mi?” itirazıyla ortaya çıkıyor, devamı Batman’dan altılı masanın parçası partilerin il başkanlarının da katıldığı “ahlaksızlık durdurma” çağrısıyla geliyor. Altı senedir satırına dokunmadan verdiği teklifi yinelediği için Garo Paylan’a bu seneye özel linçin startını Akşener veriyor, 24 Nisan’da Talat Paşa’yı anmayı akıl eden Zafer Partisi devamını getiriyor. Memleketin çekilecek derdi bitmemiş ki, “her şey güzel olacak” vaadinin sahibi İmamoğlu, kariyerinin yeni aşaması için daha ilk adımını atarken yanına aldıklarıyla, üstüne bastıklarıyla, arkasında bıraktıklarıyla, görmezden geldikleriyle kıra döke giriyor züccaciye dükkanına. “Vız gelir tırıs gider” diye başlayıp “Akıllı olun” diye bitiriyor. Kimin “mühim adamı” olacağına karar verememiş olduğundan, denileni de kavrayamıyor bir türlü.

Enflasyonun, yoksulluğun, yokluğun hızla tırmandığı, fakirden alıp zengine veren servet transferinin fütursuz biçimde sürdüğü bir zeminde ve yargı eliyle ülkeye gösterilmiş “ağırlaştırılmış müebbet” akıbetinin şoku daha atlatılamadan oluyor bütün bunlar. Neden oluyor? Ne kadarı kurgulanmış gerilim tazelemesi, ne kadarı serbest savrulmanın sonuçları? Hangi kısmı hesaplı, hangi kısmı serbest düşüş? Bu soruları ve cevaplarını anlamsız kılacak büyüklükte bir abeslikle karşı karşıya ülke. Sahnede olup bitenlerle, gerçekte sürüp gidenler arasındaki makas giderek açılıyor. İş bilmezlik veya saçma inatların eseri olduğu düşünülen pek çok şeyin bilerek isteyerek yapıldığı anlaşılıyor. Çok hesaplı olduğu söylenenlerin ise akışa bırakılmış savrukluklar olduğu görülüyor. Sahne hareketlendikçe, gösteri kalabalıklaştıkça kavga ile dans birbirine karışıyor.

Yaşananların vesilesi olan sorun başlıklarının geldiği/getirildiği noktalar da tuhaf. Mesela çok farklı taraflardan bakanlar, göçmen sorununun yanlış konuşulduğu, konuşulmadığı hatta konuşturulmadığına dair eksikliklere işaret ediyordu. Sorunun tarifi ve kimin muhatap alınacağı tartışmaları, sorunla değil sorun karşısındaki pozisyonlarla ilgili mücadeleyi öne çıkarttı. Son günlerde cereyan eden Soylu-Özdağ temaşası ise, tartışma zeminini sorundan daha da uzağa taşıdı. Artık iyice kişisel, muhatapları açısından keyfileşmiş, sahiciliği şüpheli bir “kavgayı” izliyoruz. Erdoğan’ın bir milyon kişiyi gönderme açıklamasının, göçmenlere baştan itibaren araçsal bakan iktidarın politika değişikliği anlamına gelmediği anlaşılana kadar da böyle gidecek. Yoksullaşma ve ekonomik kriz konusunda da, “nas uydurması”, “faiz inadı” veya liyakat tartışmalarının hâlâ belirleyici olması, tarihin en önemli soygun ve servet transferi hamlesini örtüyor. Yüzde 50’lere varan negatif faizin, sadece bir hata olmadığını saklıyor, ucuz borçlanmayı –alıştıkları için alkışlamayı bile unutan- para sahiplerine yapılan hizmeti gözden kaçıyor.

Diğer tarafa, muhalefet cephesine bakınca ne görünüyor: İncelikli bir strateji gerekçesine dayandırılarak gizlenen aday, iktidarın küçük bir ittirmesiyle muhalefetin başat gündemi haline getirildi. Anketlerden Mansur Yavaş, gezilerden Ekrem İmamoğlu, kavgalardan Kemal Kılıçdaroğlu’nun çıkacağı kestirimleri yapılıyor. Onlar için toplanmaya çalışılan tribünler de çok karışık. Her partinin içinde her adaya göre pozisyon alan bir, hatta birkaç ekip var. Adayın adı konulmadan borsası kuruluyor, ilkbahar havalarından daha dengesiz bir dalgalanma yaşanıyor. Kimlik tazyikinin yeteceğini düşünüp zorlamalara malzeme olmaktan memnuniyet duyanlar, özür ziyaretlerine mecbur kalıyor. Bir konuşmayı diğer adayların önünü kesmiş olarak bitiren, ertesi gün sırasını kaybediveriyor. Bir geziye herkesin önüne geçecekmiş gibi başlayan, yarıştan kopma riskiyle geri dönüyor. Kavgaya arkadaş arayan da kavga edilecekleri otobüse çağıran da belirsiz bir boşluğa konuşuyor.

İktidarıyla muhalefetiyle, alimiyle cahiliyle, taraftarıyla bitarafıyla herkes, Türkiye’nin çok önemli bir dönemeçte olduğu fikrinde. Hem yaşanan sorunların çözümünün hem bundan sonrasının devam kriterlerinin belirleneceği eşikten söz etmeyen yok gibi. Birileri senelerdir tekrar ettikleri beka davasının düşmanları için listeleri tazeliyor, birileri de parmak sallayıp “akıllı olun kazanmak zorundayız” tehdidi savuruyor. Olup bitene bakınca, dertlerini ve istediklerini önüne koymuş, tam da bunun kavgasına (veya şenliğine) hazırlanan bir ülke ile bunun öncülüğüne soyunmuş aktörler ya da gelişmeler mi görüyoruz? “Gündem değişmesin, konuşulmayanları konuşalım” iddialarının, bu sahnedeki karşılığı nedir? Bütün bunlar, sadece stratejik ve akıllı aktörlerin boş bırakılan alanları doldurması, siyasi mühendislik işlerinin istenmeyen sonuçları veya iletişim kazaları sayılabilir mi? Buradan komplo icat etmeye gerek yok. Sadece, yükselen tansiyonun değişim dinamiğinden çok bozulmanın semptomuna daha çok benzediğini fark etmek yeter. Her bozulma gibi bu tansiyon da bir şeyi değiştirebilir belki elbette ama o eşik nereye açılır acaba.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.