Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Ahmet Çakarlar bize ne anlatıyor?

Ruşen Çakır, eski futbol hakemi Ahmet Çakar‘ın televizyonda “at sineği” yemesini ve eski Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) milletvekili Ahmet Çakar‘ın oyuncu Melis Sezen’in kıyafetine “Kanunen suç” demesini değerlendirdi.

Spotify’dan dinleyebilirsiniz:

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Allah’ın işi diyelim; bu kadar tesâdüf hakîkaten çok acayip, ama iki Ahmet Çakar Türkiye’nin gündemine peş peşe çok sert bir şekilde giriş yaptılar, gündemi belirlediler diyebiliriz. Tabii ki doğrudan siyâsetle ilgili meselelerden bahsetmiyoruz. Önce eski futbol hakemi, Süper Lig’de maçlar yönetmiş olan, aynı zamanda doktor olan Ahmet Çakar; Beşiktaş-Fenerbahçe derbisinin ardından Beyaz TV’de yapılan yayında bir kara sineği, hattâ bir iddiaya göre at sineğini yuttu. Göstere göstere, çiğneye çiğneye yedi ve sosyal medyada bayağı bir fenomen oldu. Videosunun milyonlarca kez izlendiği söylendi, kendisiyle röportajlar yapıldı, vs.. Ardından yine bir başka Ahmet Çakar –bu sefer eski bir milletvekili, MHP’den İstanbul milletvekili– Akit TV’de, bir oyuncudan, Melis Sezen isimli oyuncudan ve onun bir kıyafetinden bahsetti. Bu kıyafetin kanûnen suç olduğunu söyledi. Transparan bir kıyâfet. Kelimelerini kullanmak istemiyorum; ama bunu alenen söyledi ve o da bir hafta içerisinde, “2. Ahmet Çakar vakası” olarak bayağı bir yer işgal etti. 

Bu iki olay, iki birbirinden farklı gibi gözüken, ama aktörlerin isimlerinin aynı olmasında birleşen bu iki olay, aslında Türkiye’yi, şu anda içinde yaşadığımız ülkeyi bize çok güzel resmediyor — her yönüyle. Gerek Ahmet Çakarların söyledikleri, yaptıkları; gerekse onlara gösterilen tepkilere baktığımız zaman, Türkiye’nin ne durumda olduğunu bâriz bir şekilde görmemiz mümkün. Bir kere medya: Bu iki televizyon kanalı da öteden beri iktidârın havuzunda yer alan, hattâ bir tânesi doğrudan Melih Gökçek’in âilesine âit olan ve tamâmen iktidar yandaşlığı yapan, iktidar dışında herkese acımasızca saldıran, en ufak bir şeyi, “pireyi deve yapan” diyelim ve insanları ihbar eden, hedef gösteren kanallardan iki tânesi. Başkaları da var ve buralarda seviye bayağı bir yerlerde sürünüyor. Ama bu seviyenin yerlerde sürünmesi sâdece bu iki kanala ve sâdece bu iki olaya özgü değil. Aslında normal şartlarda marjinal olarak görülmesi gereken bu kanallar Türkiye’de iktidârın yeni ana akımı oldular. Levent Gültekin’le yaptığımız yayında izleyenler hatırlayacaktır; “Bir zamanlar Yeni Şafak vardı, Akit/Vakit vardı. Şimdi herkes Akit/Vakit çizgisine geldi” demişti. Dolayısıyla Akit televizyonunun yıllar önceki yapısıyla, ona gösterilen ilgiyle şimdiki arasında çok fark var. Çünkü şu hâliyle baktığımız zaman, bu iki kanal da doğrudan siyâsî iktidârı temsil ediyor ve seviyeyi de gözler önüne seriyor. 

Daha yeni RTÜK’ün alâkasız şekilde milletvekillerinin –ki birisi TİP Milletvekili Ahmet Şık, diğeri CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel’in– Gezi Dâvâsı sonrası aynı zamanda yaptıkları açıklamaları yayınladığı için televizyon kanallarına cezâlar yağdırdığı bir ülkedeyiz biz. Bir yerde, en ufak bir şeyde suç yaratarak insanları cezâlandıran bir sistem var. Diğer yanda da bir cezâsızlık var. Daha önce çok örnek oldu. Birtakım –yine Akit televizyonuydu yanılmıyorsam–, çıkıp komşularını öldürmekten bahseden kadınlar oldu vs.. Ama kimseye doğru dürüst bir şekilde dokunulmuyor. İktidar yanlısı kanallarda yapılan bâriz hatalarda, velev ki iktidârı doğrudan hedef alsın –ki böyle bir şey olmuyor– buralarda bir cezâsızlık var. Tabii çok çarpıcı bir örnek önümüzde. Ahmet Çakar’ın –ilk Ahmet Çakar’ın– o “Beyaz Futbol” denen programda berâber yayın yaptıklarından birisi olan Rasim Ozan Kütahyalı –geçen, eşi Nagehan Alçı nedeniyle, Nagehan Alçı Türkiye’nin gündeminde çok önemli bir yer aldı Ekrem İmamoğlu’nun siyâsî geleceğini de bayağı bir tehdit eden bir olay yaşandı biliyorsunuz– bu kişi, yani Rasim Ozan Kütahyalı da yine aynı televizyonun yine aynı programında Boşnaklar hakkında acayip, –seviye filan artık hak getire– bir lâf etti. Şimdi tekrar baktım Google’a, yani buraya not almışım; ama hayatta böyle bir şeyi okumam, dile getirmem, aklıma gelmez. Yani bir espri yapabilmek için insanın bunu söylemesi başlı başına bir felâket. Sonrasında ne oldu? Bir süre ekranlardan uzak kalıp, tekrar bir şey olmamış gibi geri geldi. Burada tabii yapılan, tüm Türkiye’ye, ama özel olarak Boşnaklara yapılan, özellikle de orada savaş sırasında Boşnak halkının, Boşnak kadınlarının, genç kızlarının mârûz kaldıkları iğrençlikleri bir espri malzemesi olarak kullanabilen birisinin, bugün hâlâ Türkiye televizyonlarında ya da şurada burada varlık sürdürebilmesi gibi bir olay zâten çok çarpıcı bir olaydı. Dolayısıyla bu sinek yeme onun yanında çok hafif kaçıyor gerçekten. Ama yine de bunun bir başka versiyonunu, diyelim ki Halk TV’de veya benzeri bir yerde olsaydı kim bilir neler olurdu. Ama her şeyden önce bir seviyesizlik var. Futbol programında –yani derbi konuşuyorlar–, Türkiye’nin önde gelen eski hakemlerinden –ki kendisinin hakemlik yaptığı dönemleri de biliyorum ve bayağı parlak bir isimdi–, ama neden böyle bir şeye ihtiyaç duyar? Neden böyle olur? İnsanlar bundan nasıl böyle eğlence çıkartırlar? vs.. Bu hakîkaten Türkiye’nin geldiği durumu gösteriyor.

Diğer Ahmet Çakar’ın durumu tek kelimeyle başka bir felâket. Çünkü meselâ bahsettiği oyuncuyu ben çok fazla bilmiyorum. Adı sanki bir şey söylüyor; ama nerede oynar ne eder bilmiyorum. Ben televizyon izlemediğim için olabilir. Kendisi izlediği için görüyor olabilir. Ama aylar önce galiba verilen bir fotoğrafı, belli ki hiç aklından çıkartmıyor ki, bir televizyon programında –ne alâkası varsa– ve de avukat olmasına rağmen, hukukçu olmasına rağmen, bunun bir suç olduğunu söyleyecek kadar abes bir çıkış yapıyor. Böyle bir suç yok tabii ki. Esas bir suç varsa onun hedef göstermesi suç. Ama tabii ki ona hiçbir şey olmayacak. Tabii bu arada hemen bulmuşlar. Kendisi Adnan Oktar’ın –hâlâ faaliyette mi bilmiyorum ama– A9 diye bir televizyonu vardı –ki Adnan Oktar ve dekolte… yani berâber anılan bir şeydir–, Oralara da sıkça çıkan bir siyâsetçiymiş kendisi. Tabii böyle tezatlar filan onların umurunda değil. Belli bir kesime her şey serbest. Yani doktor onlara, “Ne yersen ye” demiş. Öyle bir durum. Ama öteki tarafta insanların her şeyi, her cümlesi… örneğin bugün İsmail Saymaz ifâde verecekti; kim bilir ne oldu? Bilmiyorum, umarım ciddî bir şey yoktur — ki olması çok abes olur zâten. Gezi Dâvâsı’nın karârını veren hâkimin eşinin eskiden FETÖ Dâvâsı’ndan yargılandığını ya da îtirafçı olduğunu söyledi diye, terörle mücâdele kanununa muhâlefetten soruşturma açılıyor meselâ. Ne alâkası varsa.

En ufak bir şeyde suç yaratarak, birtakım hareketleri, birtakım sözleri kanunlara yamamaya çalışarak bir şey üretilmeye çalışılıyor. Diğer yanda alenî bir şekilde işlenen suçlar hoş görülüyor, geçiştiriliyor, üzeri örtülüyor. Tamâmen siyâsî nedenle yapılıyor. Bu, Türkiye’de medyanın ve Türkiye’deki iktidar yapısının nasıl bir çözülme içerisinde olduğunu, ama esas olarak Türkiye’nin nasıl bir çözülme içerisinde olduğunu bize gösteriyor. Sâdece ekonomimiz çözülmüyor. Yoksulluk, yoksunluk, yoksullaşma, yoksulluğun derinleşmesi sâdece ekonomik anlamda değil; kültürel anlamda, ahlâkî anlamda da alabildiğine gidiyor ve tabii ki işin ilginç yanı, ülkeyi yönetenlerin en temel argümanları ahlâk, maneviyat, şu bu… Yani bu kadar fazla devlet eliyle ortaya çıkartılıp, ortaya atılıp, bu kadar tahrîbatın yaşandığı herhâlde az dönem vardır. Çocukları olanlar bilir. Uyuşturucu kullanımının ne kadar yaygınlaştığı, ne kadar alt yaşlara kadar indiği yolunda çok ciddî deneyimler var. İnsanlar bunu biliyor ve bütün bunların hepsi böyle bir dönemde yaşanıyor. Yani topyekûn bir çöküşün simgesel olayları bunlar. Birazcık taradığımız zaman, hâfızamızı yokladığımız zaman, bunlardan neredeyse her hafta birkaç tâne görüyoruz. Meselâ birileri din adına fetvâ veriyor. Olur olmaz, özellikle cinsellik, kadınlar ve çocuklar hakkında verdikleri fetvâlarla, şunlarla bunlarla her türden insan, en durmuş oturmuş diye düşündüğümüz insanlar bile abes abes çıkışlarla çok ciddî bir şekilde popüler olabiliyorlar.

Bir de bunun başka bir tepki versiyonu var. Onun da çok iç açıcı olduğunu açıkçası söyleyemem. Şimdi bütün bu olaylardan ben de mecbûren bahsetmek zorunda kaldım — ki normalde böyle şeylere çok fazla girmemeye çalışıyorum. Çünkü bu bir tuzak. Bu tuzağa kapılıyoruz. Kapılmamamız lâzım. Ben de bugün bir ölçüde kapılmak durumunda kaldım. Biraz göz göre göre oldu. Ama işte, adını kimsenin bilmediği, “Bu Ahmet Çakar hakem mi?” dediği bir milletvekili çıkıp, bir oyuncu hakkında böyle abes lâflar edince, insanlar onu sürekli gündemde tutuyorlar. Üzerinden cevaplar yetiştiriyorlar — özellikle sosyal medyada. Bu da bir anlamda insanlara bir tatmin duygusu veriyor: “İşte, ne güzel tavır aldık. Neye tavır aldık? İşte, ileri geri konuşan, ahlâk zabıtalığı yapmaya çalışan eski milletvekiline tavır aldık. Ona tavır alınca da şuna tavır almış olduk” vs.. Ama bütün bu tür şeyler, popüler kültür üzerinden giden, sosyal medya üzerinden giden bu tür tavır alışlar, bu tür trollük diye tanımlayabileceğimiz –ki kendisi asla böyle düşünmüyordur; ama yaptığı sonuçta bir tür trollük–, trollük üzerinden bu kadar insanların pozisyon almaları gerçek sorunlar üzerinde pozisyon almalarını iptal etmese bile, ikincil kılıyor. Bu hususun çok önemli olduğu kanısındayım. Türkiye’nin şu hâliyle yaşadığı bu muazzam çöküşün –muazzamı kötü anlamda kullanıyorum, normalde olumluluk atfedilir ama– acayip bir çöküş yaşıyoruz. Her açıdan acayip bir çöküş yaşıyoruz. Bu çöküşün bütününü kavrayıp, bütün bunun üzerinden bir duruş sergilemek, bunun üzerinden bir sorgulama yapmak, tavır almak, gerekirse siyâsî mücâdele yürütmek vs. varken; bunun böyle birtakım uçlardaki daha kolay olan örnekleri üzerinden içimizi rahatlatıyoruz. Akşam kafamızı yastığa rahat bir şekilde koyuyoruz. Ama esas meseleler hep bir şekilde geride kalıyor.

Hani şunu söyleyecek değilim: “İktidar bunu istiyor, bunu teşvik ediyor”. Böyle bir şey yok. Medya, sosyal medya özellikle böyle bir olay değil. Kimsenin kolay kolay denetleyebileceği bir olay değil. Yıllar önce daha sosyal medya yokken, belki internet de yoktu, Fransız düşünür Jean Baudrillard’ın bir kitabında görmüştüm. Şöyle bir olay oluyor; şimdi detayları tam hatırlamıyorum, ama çok önemli bir siyâsî gelişme yaşanıyor. Bir siyâsî tutuklu Fransa’dan İspanya’ya mı ne iâde edilecek ve birtakım hak savunucuları bunu protesto etmek için bir faaliyet yürütüyorlar. Aynı anda, aynı gün galiba dünya kupasının finali var. Fransa final oynuyor ve tabii ki tüm Fransa onunla uğraşıyor. İnsanlar da diyorlar ki: “Bu medya, televizyonlar yüzünden gerçek konular görülemiyor. Gerçek, sâhici hak ve özgürlük meseleleri görülemiyor ve bunu da iktidar yapıyor.” Orada Baudrillard’ın söylediği lâfı, yani tam meâlen hatırlıyorum: “İktidarların böyle bir gücü yok.” Keşke olsaydı diye düşünüyorlardır. Artık medya kendi kendine akan bir şey. Kendi kendine akan bir şey ve orada artık –o medyayı kullanıyor, bu medyayı kullanıyor– kullanmak isteyen çok kişi var, biliyoruz. Ama belli bir yerden sonra bu olay sizin denetiminize alabileceğiniz bir şey değil. Hele şimdiki sosyal medya tam anlamıyla böyle bir şey.

Şu hâliyle baktığımız zaman, sonuçta Türkiye’nin sâhici meseleleri yerine bu tür tâlî konularla iştigal ediyor olmamız tabii ki Erdoğan’ın hoşuna gidiyordur. Ama Erdoğan, doğrudan ya da dolaylı beslediği ya da beslettiği trol ordularıyla bunu başaramaz. Bu kendiliğinden oluşan bir süreç ve burada da insan denen varlıkla karşı karşıya kalıyoruz. Şu hâliyle baktığımız zaman, Türkiye’nin bu yaşanan büyük çöküşünün simge olayları bunlar ve anladığım kadarıyla buradan Türkiye’nin kendini sıyırabilmesi, silkeleyebilmesi, birçok anlamda kendini toparlayabilmesi, birçok anlamda evrensel değerlere sâhip çıkıp ona göre kendini yeniden şekillendirmesi, medyasının buna ayak uydurması vs. biraz, biraz değil hayli zor gözüküyor. Benim gibi iyimser bir insanı bile alabildiğine kötümser kılan, çok alâkasız gibi görünen iki olay… Aynı isimde iki şahıs, birbirinden farklı iki şahıs, iki farklı olay, ama Türkiye’nin ortak kaderi; büyük çöküş. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.