Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik | Türkiye’nin İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine itirazı, SADAT tartışması Vaşington’da nasıl yankılanıyor, Rusya-Ukrayna savaşında son durum

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine karşı çıktı, “Kusura bakmasınlar, yorulmasınlar. Türkiye’ye yaptırım uygulayanların bu süreç içerisinde bir güvenlik örgütü olan NATO’ya girmelerine biz ‘evet’ demeyiz” dedi. İki ülke de NATO’ya üyelik başvurularını bugün yaptı. Süreç nasıl işleyecek? Türkiye ne yapacak?

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, F-16 pazarlığı için ABD’de. ABD Kongresi, Türkiye’ye F-16 satışına onay verecek mi? İki ülke arasındaki ilişkiler nasıl ilerleyecek.

SADAT tartışması Vaşington’da nasıl yankılanıyor?

Rusya-Ukrayna savaşı 84. günü geride bıraktı. ABD ve İngiltere, Rusya’nın Ukrayna’da işlediği ileri sürülen savaş suçlarına karşı yeni adım atmaya hazır olduklarını bildirirken Rusya, Fransız ve İtalyan diplomatları sınır dışı etti.

Ruşen Çakır, Ömer Taşpınar ve Gönül Tol, Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler, “Transatlantik” ile karşınızdayız. Bu hafta Ömer Taşpınar yok, Gönül Tol ile dünyayı konuşacağız, Türkiye’yi konuşacağız, NATO’yu konuşacağız. Gönül, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ruşen Çakır: Ömer’in okulla ilgili işleri çıktı, onun için gelemedi. Şimdi ilk konu tabii ki İsveç ve Finlandiya’nın –ki bugün resmen başvurdular– NATO üyeliğine Türkiye’nin rezerv koyması, veto edebileceği yönünde işâretler vermesi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu konuda çok açık ve sert konuşuyor; ama herkes bir şekilde bir pazarlık olduğunu ve sonuçta evet diyeceğini düşünüyor. Dün Cengiz Çandar ile bir yayın yaptım. O biliyorsun Stockholm’de, tam da olayın merkezinde aslında. O şeyi îtiraf etti, yani Erdoğan’ın bu çıkışını beklemediğini söyledi. O da bir şekilde hallolacağını düşünüyor; ama bunun adresinin İsveç ya da Finlandiya olmadığını, aslında Washington olduğunu söylüyor. Hattâ Namık Tan –eski Washington büyükelçisi biliyorsun– ilk bu olay olduğu zaman sosyal medyada, “Erdoğan’ın istediği Biden ile görüşmek” diye girmişti, ilk yorumunu öyle yapmıştı. Ne diyorsun?

Gönül Tol: Şimdi tabii Türkiye’nin burada…. Bu arada yeni bir şey oldu galiba, hemen foruma girmeden önce baktım: Türkiye, İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyeliğiyle ilgili ön müzâkerelerin başlaması oylamasında veto hakkını kullandı. 

Ruşen Çakır: Bunu bilmiyordum ben.

Gönül Tol: Evet. Bu çok önemli bir şey. Şimdi tabii meseleye rasyonel açıdan baktığımızda, yani sâdece Türkiye’nin çıkarları açısında değil Erdoğan’ın da çıkarları açısından baktığımızda, gerçekten İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini bloke etmek Erdoğan’a da zarar verecek bir tutum bence. Neden? Çünkü U dönüşü yaptı dış politikada, özellikle 2021 yılından bu yana herkesle ilişkileri düzeltmeye çalışıyor. Batılı başkentlerle gerginliği azaltmaya çalışıyor. Bunun tabii çok ciddî bir iç siyâsî boyutu var. Seçimler yaklaşıyor; ekonomi bu kadar kötü durumdayken Batı ile ilişkileri toparlayıp Türkiye’nin imajını daha normal, iyi bir müttefik olarak değiştirmek istediği bir dönemden bahsediyoruz ve çeşitli talepleri de var. Yani hem genel olarak Batılı ülkelerden, hem de Washington’dan talepleri var. Böyle bir ortamda, Batı için bu kadar kritik –ki NATO Genel Sekreteri de söyledi; “Bu çok târihî bir an” dedi. Gerçekten de târihî bir an. Yani Avrupa güvenlik yapısının yeniden yapılandırıldığı târihî bir an. Böyle bir anda buna sekte vuran ülke olarak tarihe geçmek, o Batı ile kurduğu bütün o pozitif diyalogu sekteye uğratacak bir şey. O açıdan benim de ilk refleksim şu: Hep bunu yapıyor. Yani daha evvel NATO’nun içinde de bunu yaptı. Bütün dış politikada bunu yapıyor. Bir noktaya kadar normal, fakat bence son büyük resmi göremiyor Erdoğan. Yani her zaman bir pazarlığın içerisinde buluyor Türkiye kendisini her konuda. Şimdi burada böyle bir pazarlık başlatılmış görünüyor. Bence temel istediği şeyler var. Yani Erdoğan her ne kadar PKK’ya… diyor ki: “Bu ülkeler PKK gibi terör örgütlerinin…”, buna işte Fethullahçıları da dâhil ediyor, “yuvalandığı bir yer” diyor. Ve temel söyleme bu konuda daha net bir tutum takının. Meselâ İsveç’e şunu iletmiş Türkiye: “PKK ve PYD konusunda, bu ikisinin aynı örgüt olduğuna dâir bir kamuoyu açıklaması yapın” diyor. Şimdi Türk tarafı buna vurgu yapıyor; fakat bence bu, evet, iç siyâset açısından Erdoğan için önemli bir şey olabilir; fakat günün sonunda bence savunma sanayiine Batı tarafından uygulanan yaptırımların ve kısıtlamaların Erdoğan açısından çok daha önemli olduğunu düşünüyorum. Ve bu veto hakkını da özellikle o konuda, yani savunma sanayi üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması noktasında bir kart olarak, bir koz olarak kullanacağına inanıyorum ben. 

Ruşen Çakır: Peki, şimdi Mevlut Çavuşoğlu şu anda ABD’de görüştü ya da görüşecek Blinken ile ve herhalde ilk konu olarak bu gündeme gelecek. Ve Türkiye’nin ABD’den birtakım çok somut beklentileri var. Hep “Transatlantik”te de bunları konuşuyoruz. Herhalde bunları elde etmede de bunu bir koz olarak kullanacak, değil mi? Bu herhalde ilk akla gelen husus. 

Gönül Tol: Kullanacaktır Ruşen. Ben biraz da bu İsveç ile Finlandiya hamlesinin geri tepeceğini de düşünüyorum. Çünkü biliyorsun, bunu konuşmuştuk; yani bu Ukrayna’nın işgalinde Türkiye’nin izlediği politika Batılı başkentlerde Erdoğan’a karşı tutumun yumuşamasına sebep olmuştu. Fakat bence bu son hamlesi, İsveç ve Finlandiya hamlesi oluşan pozitif havayı çok etkileyecek, ona çok zarar verecek bir gelişme. Ve nitekim Çavuşoğlu’nun geçen hafta sonu NATO dışişleri bakanları toplantısında, zirvesinde yaptığı görüşmelerin kötü geçtiği söyleniyor. Sonra Blinken ile görüştü. Pazar günü görüştü. O görüşmenin de çok gergin geçtiği söyleniyor ve bugün Blinken, Çavuşoğlu ile New York’ta Birleşmiş Milletler’de görüşecek öğleden sonra. Aslında Türk tarafı bu görüşmenin Washington’da yapılmasını istiyordu; fakat Osman Kavala karârından hemen sonra, Amerikan tarafı bu görüşmeyi Washington’dan New York’a kaydırmak istediğini söyledi. Ve iki Dışişleri bakanı arasında görüşme New York’ta olacak. Şimdi bu bence Amerikan tarafının tepkisini ifâde etmesi açısından önemli. 

Ruşen Çakır: Burada nasıl bir fark var? Bunu izleyicilerimize bir anlatır mısın? Washington’da olduğu zaman, Dışişleri Bakanlığı’nda daha başka bir protokollü oluyor, New York’ta resmiyeti daha az bir şey mi oluyor?

Gönül Tol: Evet, yani sembolik olarak hani bir resim verildiğinde bu toplantının Washington’da yapılmış olması bahsettiğim, bahsettiğim protokolün devreye girmesi imaj olarak bu toplantıya çok daha fazla ağırlık verdiğinin sembolü. New York’ta yapılacak olması bence, –buna İngilizce “down break” diyorlar– yani Washington’daki kadar ağırlığı olmayacak bir görüşme. Tabii bu şu demek değil; yani konuşacak meseleler daha az önemli değil. Bence bu Amerika’nın, Washington’un tepkisini göstermesi açısından önemli. Şimdi bu dediğim gibi, yani Erdoğan’ın bu son hamlesi bu iki ülkeye dâir Biden yönetiminin elini Kongre’ye karşı çok zayıflatacak bir hamle. Çünkü meselâ geçen haftalarda Biden yönetimi Kongre’yi Türkiye’ye silâh satış konusunda iknâ etmek için bir girişimde bulundu. Türkiye’nin biliyorsun iki tâne talebi vardı. Bunlardan bir tânesi, işte 6 milyar dolarlık bir paket. Bu paketin içerisinde Türkiye’nin Amerika’dan 40 tâne F-16 alma talebi var ve 80 tane de modernizasyon kiti alma talebi var. Bu büyük olan paket. Bir de küçük bir paket var. O küçük paketin 300 milyon dolar civârında olduğu söyleniyor. Bunun içerisinde bu havadan havaya atılan orta menzilli füzeler de var. Şimdi bu ikinci paket; küçük olan paket konusunda Türkiye’nin talebini yerine getirmek için hızlı davranmak adına Biden yönetimi Kongre’yle görüşmeleri başlatmıştı ve bu çok pozitif bir adım. Diğer taraftan Türk tarafı S-400 konusunda son haftalarda şunu da söylüyordu: “Ukrayna’dan bu yana Amerikan tarafında biz S-400’e yaratıcı bir çözüm bulma konusunda artan bir irâde görüyoruz” demişti. İşte bunlar, Ukrayna işgalinin yarattığı o pozitif havaya işâret ediyordu ve bazı Kongre üyeleri de –ki bu Kongre üyeleri daha evvel Türkiye’ye silâh satışının engellenmesi konusunda önemli rol oynamış kongre üyeleriydi– Biden yönetiminin bu hamleye pozitif baktığını söylemişti. Yani: “Tamâmen fikrimizi değiştirmedik; Türkiye konusunda hâlâ çekincelerimiz var. Türkiye’nin –bu çok önemli– Rusya konusunda pozitif adımlar atması, hani Rusya’yı çevreleme konusunda pozitif adımlar atmış olması, özellikle Ukrayna özelinde biz bunu çok takdir ediyoruz ve buna devam ettiği sürece biz de pozisyonumuzdan geri adım atıp F-16’lar konusunda Türkiye’ye yardım etme meselesinde gönüllüyüz” demişti birkaç tane Kongre üyesi. Ve ben bunu çok önemsemiştim. Fakat dediğim gibi, bu son hamle bütün bunları sekteye uğratacak bir şey. Özellikle Bob Menendez gibi isimler var. Bu önemli bir isim. Daha önce bahsettik, Senato Dış İlişkiler Komisyonu başkanı ve Bob Menendez gibi isimler uzun bir zamandır Türkiye’yi Rusya’nın NATO içindeki Truva atı olmakla itham ediyorlardı. Şimdi Erdoğan’ın yaptığı, bu söyledikleri ve veto hakkını kullanmış olması bu kanadın söylemini güçlendiriyor. Çünkü şöyle algılanıyor: Türkiye bunu PKK vs. için yapmıyor, Türkiye bunu Rusya’ya karşı, hani “Ben bütünüyle Batı blokuna geçmiş değilim, hâlâ senin çıkarlarını gözetiyorum” mesajı vermek için yaptı — bu algı var Kongre’deki bu isimler içinde. Ve nitekim, yani Menendez iki hafta evvel yine Türkiye’yi eleştiren bir şey söyledi, insan hakları ihlâllerini eleştirdi, Rus oligarkların Türkiye’deki varlığını eleştirdi, “Hâlâ Türkiye Rusya’ya karşı istediğimiz rolü oynamıyor” dedi. Dolayısıyla şimdi bu ortamda, bunlar yeniden gündeme geliyor ve Biden yönetiminin çok elini zayıflatıyor ve F-16 alımını da bir hayli güç kılıyor. 

Ruşen Çakır: Şimdi ayrıntı bir şey olacak ama, yine de sormadan edemeyeceğim. Sen de demin bahsettin. İsveç tamam –dün Cengiz Çandar ile de konuştuk–, Finlandiya ise belli ki arada kazâ kurşununa gitti, yani berâber hareket ettikleri için. Halbuki Türkiye’nin terör meselesindeki en büyük derdi İsveç. Finlandiya ile bu konuda pek bir olay olduğunu bilmiyoruz. Orada sen de dedin: “PKK ile PYD aynı desin” vs.. Ama biliyoruz ki PYD’nin hâmisi ABD. Yani böyle de bir realite var. Yani şimdi diyelim ki Çavuşoğlu Blinken ile konuşuyor: “Neden İsveç’e itiraz ediyorsunuz?” —“Çünkü PYD’yi ve YPG’yi terör örgütü olarak görmüyor, o yüzden” diye bir argümanı nasıl ileri sürecek? Çünkü onların aleni bir şekilde, göstere göstere destekçisi, her şeyi Amerika Birleşik Devletleri. 

Gönül Tol: Tabii tabii, işte bu tutarsızlık yüzünden ben şunu söyleyebilirim Ruşen: Erdoğan’ın istediği şey, yani iç siyâsete yönelik PKK’yı öne çıkarıyor olabilir, PKK ve PYD’yi; fakat bence Erdoğan için asıl önemli olan, bu savunma sanayi üzerindeki kısıtlamalar. Özellikle Ukrayna işgalinden sonra Türk savunma sanayii bence çok daha ciddî bir alternatif arayışı içerisinde. Çünkü hatırla: Türkiye ve Ukrayna arasında bir savunma işbirliği var ve bu işbirliğinin ana ayaklarından bir tânesi de Ukrayna’nın jet motoru üretiyor olması, Türkiye’nin Batı yaptırımları nedeniyle bu konuda bir sıkıntı yaşıyor olmasıydı ve varılan anlaşmaya göre Ukrayna bu konuda Türkiye’ye yardım edecekti. Bu bir anlamda Türkiye’nin Batı yaptırımlarının negatif etkilerini azaltma hamlesiydi. Fakat şimdi bu işgalden sonra, tabii o plan büyük ölçüde suya düşmüş durumda. Bu da Türk savunma sanayiini yeni bir arayışa itiyor. Bu nedenle de bence bu İsveç, Finlandiya meselesinde ve Amerika ile ve Cengiz Abi!ye katılıyorum, Cengiz Çandar’a katılıyorum, yani bunun Amerika ayağı da var. F-16 konusunda bastırma ve Avrupalı ülkeleri bu savunma yaptırımları konusunda daha yumuşak bir noktaya getirme hamlesi gibi geliyor; yani işin diğer boyutu PKK/PYD boyutu bana çok anlamlı gelmiyor, yani öncelik sırasında birinci sırada gelmiyor. 

Ruşen Çakır: Bu arada Yunanistan Başbakanı Beyaz Saray’da ağırlandı, değil mi?

Gönül Tol: Kongre’de, daha da önemlisi, yani Kongre’ye çok çıkıp konuşan Türk yok… Kongre’ye çıkıp böyle yabancı liderlerin konuşması çok sık olan bir şey değil. O tabii çok sembolik.

Ruşen Çakır: Bir de çok ciddî F-35 anlaşması yapmışlar galiba Yunanistan’la ABD. Yani bu Türkiye’nin Yunanistan ile sorunları hâlâ sürerken ve Erdoğan hâlâ Beyaz Saray tarafından –değil mi?– çağrılmamışken, bütün bunların da en azından sembolik anlamı, bizim için sembolik anlamı daha da yüksek oluyor ve Kongre konuşmasında Kıbrıs Meselesi’nde iki devletin kabul edilemeyeceğini vs.’ydi. Orada söylemiş. Bunların hepsi Türkiye’nin durumunu, ABD ile olan meselelerini daha da ağırlaştırıyor sanki.

Gönül Tol: Kesinlikle öyle. Ve hep söylüyorduk yani, bu hani sen şey diyordun ya? Çok pozitif bir hava esmeye başladı Ukrayna’dan sonra Türkiye ile ilgili Batılı başkentlerde. Ben hep bunun çok kırılgan olduğunu söylüyordum; yani özellikle Kongre ayağının çok kırılgan olduğunu söylüyordum. Ve senin bahsettiğin bu Yunanistan ziyâretiyle birlikte gördüğümüz şey, Kongre’de gördüğümüz o havanın ne kadar hızlı biçimde yeniden sertleşebileceğini gördük. Bu çok önemli, zâten hani Kongre çok uzun zamandır Yunanistan ve Amerika savunma işbirliğinin derinleştirilmesi konusunda çok ısrarcıydı. Ve bu ısrârın altında yatan sebeplerden bir tânesi de Türkiye idi. Yani Türkiye ile bozulan ilişkilerin ve artık Türkiye’nin öngörülemez bir müttefik olduğuna inancın çok artmış olmasının da getirdiği bir şeydi. Çünkü şunu söylüyordu önemli isimler Kongre’de: “Bizim artık yeni bir ittifak alternatifi geliştirmemiz gerekiyor, yani Soğuk Savaş yılları geride kaldı, artık Türkiye’yi yeri doldurulamaz bir NATO müttefiki olarak görme geleneğimizden vazgeçmemiz gerekiyor; çünkü öngöremiyoruz Türkiye’nin ne yapacağını. Ona karşılık bizim diğer ittifaklarımızı güçlendirmemiz gerekiyor, meselâ İncirlik’e alternatif bulmamız gerekiyor, Yunanistan gibi ülkelerle çok daha sağlam bir savunma iş -birliğine gitmemiz gerekiyor” diyordu hep Kongre. Ve şimdi işte bu konjonktürde tam da bu ziyâret ona oturuyor. Yani Türkiye için yeniden bir şey başladı Washington’da; Türkiye ne kadar güvenilir bir NATO müttefiki? Bu kadar târihî bir dönemde, yani NATO’nun İsveç ve Finlandiya’yı da içine alacak şekilde genişlemesi çok târihî bir gelişme, bu kadar târihî bir anda Türkiye’nin yine ayak diremesi ile karşı karşıyayız. İşte bu yeniden o Bob Menendez’in söylediği noktaya götürüyor beni. Yani: “Türkiye NATO içerisinde Rusya’nın Truva atı mı?” tartışmasını yeniden başlatıyor.

Ruşen Çakır: Gönül, son olarak savaşa bir değinelim. Artık Türkiye’de kimsenin umurunda değil gördüğüm kadarıyla. Dünya da ilgisini iyice azaltmış gibi; ama savaş ve Rusya’nın saldırıları, işgal sürüyor. Neler oluyor? Önemli ne tür gelişmeler var?

Gönül Tol: Şimdi, çok önemli birkaç şey oluyor son birkaç gündür Ruşen. Birincisi: Ukrayna’nın Karadeniz kıyısındaki Mariupol’de son direniş mevzii olan bir fabrikası vardı biliyorsun, Azovstal Demir-Çelik Fabrikası. O fabrikada yüzlerce Ukrayna askeri ve onlara eşlik eden gönüllü bir grup vardı: Azov Taburu… Onlar direnişlerini o fabrikanın içinde sürdürüyorlardı. Şimdi dün 250’den fazla Ukrayna askeri teslim olduğunu söyledi. Biliyorsun yani Mariupol önemli bir şehir. Ukrayna işgali başlatıldıktan sonra Rusya’nın ilk kuşattığı şehir ve Kırım ve Donbass arasında en büyük şehir. Şimdi, Rus kuşatmasına direniyordu, yani Ukrayna deniz kuvvetlerinden bir grup ve Azov taburu direniyordu. Fakat Nisan ayında şehrin kontrolünü kaybetti Ukrayna tarafı ve sivillerle birlikte bu demir-çelik fabrikasının içerisine çekildi. Sonra siviller büyük oranda tahliye edildi. Fakat içeride ağır yaralı Ukrayna askerleri vardı. Şimdi anladığımız kadarıyla karşılıklı bir müzâkere süreci sonucunda, bu yaralı Ukrayna askerlerinin kurtarılması karşılığında belli sayıda Ukrayna askeri teslim olmuş; ama hâlâ içeride yüzlerce Ukrayna askerinin olduğu söyleniyor. Şimdi bu gelişme hangi açılardan önemli ona bakmak lâzım. Şimdi, askerî olarak savaşın seyrini değiştirecek bir gelişme olarak görmüyor bunu askerî uzmanlar. Çünkü buradaki askerlerini… yani muhtemelen şimdi Mariupol eğer düşerse –ki düşmesi bekleniyor–, buradaki askerlerini kuzeye kaydıracak Rusya, beklenti o. Fakat zâten burada çok fazla askeri yoktu, yani bir noktada 13 bin kadar Rus asker vardı, fakat asker sayısı çok azalmıştı. Bu nedenle askerî olarak çok kritik bir gelişme olarak görülmüyor. Fakat Putin için bir propaganda malzemesi olması açısından çok önemli. Bu tabii Ruslar tarafından ele geçirilen en büyük şehir olacak. Ve bir de Putin’in medyası bunu çok büyük askerî başarı olarak, çok kritik bir an olarak lanse ediyor ve bunun işte Ukrayna’nın “Nazilerden arındırılması” hamlesinde çok kritik bir an olduğunu söylüyor. Dolayısıyla Putin bunu iç siyâsette önemli bir propaganda malzemesi olarak kullanacak. Ekonomik olarak Mariupol’un düşmesinin bâzı mahzurları var, çünkü önemli bir liman. Her şeyden önce Ukrayna’nın demir-çelik ve tahıl ihracatına darbe vuracak bir gelişme bu. Putin bir şekilde Mariupol’u alarak Kırım ile Rusya arasında bir kara bağlantısı kurmuş durumda ve bu açıdan da bunu kullanacak, iç siyâsette de kullanacak, dışarıda da kullanacak. Benim önemsediğim sonuçlardan bir tânesi, Rusya’nın savaş suçu işlediğine dâir önemli kanıtların olduğu bir yer Mariupol. Yani 20 bine yakın Ukraynalı’nın öldürüldüğü söyleniyor Mariupol’da ve Rusya’nın çok ciddî insan hakları ihlâlleri işlediği söyleniyor. Şimdi Putin bu işlediği insan hakları ihlâllerinin belgelenmesinin de önüne geçmiş olacak eğer Mariupol düşerse. Fakat dediğim gibi, bunlar kritik gelişmeler olmakla birlikte, Rus medyasının söylediği gibi bu savaşın seyrini değiştirecek bir gelişme olarak görülmüyor. Pentagone yetkilileri de dün bir açıklama yaptı, onlar da benzer bir şey söylediler. Yani bunun savaşın diğer şehirlerde süren savaş üzerinde çok önemli bir askerî etkisinin olmayacağını söylediler.

Ruşen Çakır: Onun dışında, genellikle ağır ilerliyor diyelim, öyle bir hava var; ama ilk baştaki yoğunlukta değil ve dünyanın ilgisi de bayağı bir azalmış durumda. En son, kapatmadan önce, bu SADAT meselesi senin ilgini çekiyor mu? Orada bilinen bir şey mi? En son Kılıçdaroğlu’nun baskını, daha sonra SADAT bizim arkadaşlarımızla konuştu, başka kanallara da konuştular, Erdoğan bugün birtakım açıklamalar yaptı. Ne diyorsun? Bu önemli bir şey mi sence?

Gönül Tol: Bence önemli bir şey. Ben biliyorsun bir kitap bitirdim, yakında çıkacak. Orada işte, Erdoğan’ın Suriye’de yaptıkları, yani Türkiye’nin izlediği politikaya dâir yazdığım bölümlerde tabii SADAT’ın önemli bir rolü var. Kemal Kılıçdaroğlu SADAT’ın iç siyâsette oynayabileceği role dikkat çekti. Bu çok dikkat çeken bir şey değildi. Yani meselâ Washington’da yapılan toplantılarda, hani SADAT ile ilgili sorulan sorular vardı; fakat bunların hiçbiri Kemal Kılıçdaroğlu’nun belirttiği gibi, bir paraminiler grup olarak, seçim güvenliğini tehlikeye atacak, kaos yaratabilecek bir grup olarak konuşulmuyordu. Daha çok SADAT’ın, Türkiye’nin Suriye’ye askerî müdâhalesi çerçevesinde ve Libya’ya müdâhalesi, bunun yanında Suriyeli savaşçıların Karabağ’a gönderilmesi konularında SADAT ilgi çekiyordu. Ama Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği şey yepyeni bir boyut getirdi ve geçen hafta burada bir düşünce kuruluşunda bir toplantı yapıldı, Türkiye’de seçim güvenliği üzerine bir toplantı yapıldı ve SADAT ilk… işte üç tane konuşmacı vardı ve konuşmacılardan ilki konuşmasına SADAT ile başladı. O yüzden seçim yaklaştıkça özellikle burada hani buna dâir tartışmanın artacağını bekleyebiliriz.

Ruşen Çakır: Evet Gönül, burada noktayı koyalım “Transatlantik”e. İzleyicilerimize teşekkür edelim. Ömer’e selam yollayalım. Ben yollayayım en azından. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.