Ruşen Çakır izleyicilerle tartışıyor | Kılıçdaroğlu aday olur veya olmazsa ne olur?

“Altılı masanın cumhurbaşkanı adayı kim olacak?” tartışması sürüyor.

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçtiğimiz günlerde “CHP yöneticileri genel başkanlarını aday görmek ister ama buna altılı masa karar verecek” dedi.

Ruşen Çakır, “Kılıçdaroğlu aday olur veya olmazsa ne olur?” sorusuna yanıt aradı, izleyicilerin sorularına yanıt verdi, görüş ve önerilerini aktardı.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler, iyi haftalar. Daha önce yaptığımız gibi yine sizlerin de katılacağı bir yayın yapmak istiyorum. Yaklaşık bir saat sürebilir, gelen soru ve yorumlara göre. Başlığımız: “Kemal Kılıçdaroğlu aday olur veya olmazsa ne olur?”Bu konudaki görüşlerinizi, yorumlarınızı ve varsa sorularınızı Medyascope’un ya da benim YouTube sayfamdaki chat’lere yazarsanız, bugün berâber bir yayın yapalım. Ama yayına geçmeden önce, bir acı haberle başlamak istiyorum: Latif Demirci’yi kaybettik. Kendisi, hemen hemen aynı yaşlarda olduğumuz; ama hep benden daha önemli, Türkiye’ye çok büyük katkılarda bulunmuş, hep imrendiğim, hep sevdiğim, takdir ettiğim birisi. Onun karikatür hayâtıyla bizim hayâtımız da neredeyse koşut gitti. İlk başladığı yerlerden îtibâren hep tâkip ettiğim, çok güldüğüm, –klişe olacak ama– güldürürken düşündürten, sorumluluklarına sâhip, Türkiye’yi düşünen, Türkiye’nin insanlarını düşünen çok önemli birisiydi. 61 yaşında –benden bir yaş büyük– birdenbire aramızdan ayrıldı. Çok üzücü, çok üzüntü verici bir olay gerçekten. Kendisine rahmet diliyorum. Sevenlerine, yakınlarına ve onu hayâtının değişik zamanlarında, Gırgır’da ya da başka dergilerde ya da en son Hürriyet gazetesinde çizdiklerinden tâkip eden, ondan çok şey öğrenen herkese başsağlığı diliyorum. 

Evet, Kılıçdaroğlu bahsine gelecek olursak; şu anda Türkiye’nin gündeminde –bir yıl olmasına rağmen– seçimler var. “Erken olabilir” deniyor, “Kasım’da olabilir” deniyor. Her hâlükarda bir yıl  var –ki az bir zaman– ve hâlâ muhâlefetin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı hususu muallakta. Bu konuda çok konuştuk, daha da çok konuşacağız belli ki. Ama Kılıçdaroğlu’nun ismi her geçen gün muhâlefette daha fazla öne çıkıyor. Şöyle ki: Bir tarafta Kılıçdaroğlu’nun olmasını isteyenler, bir de olmasını istemeyenler yoğun bir kampanya yürütüyorlar diyelim ve bu kampanyalar sonucunda birtakım gelişmeler de yaşanıyor. Bunun tarafları oluşuyor. Yani şöyle söyleyelim; Kılıçdaroğlu olsun diyenler ve olmasın diyenler var ve olmasın diyenlerin de ilginç bir şekilde büyük bir çoğunluğu Kılıçdaroğlu’nun aslında iyi birisi olduğunu söylüyorlar, “Keşke olabilse” diyorlar. En son bugün İsmail Saymaz’ın yazısını okuyanlar vardır. İsmail Saymaz, İYİ Parti’nin üst düzey bir ismiyle konuşuyor. Üst düzey isim diyor ki: “Biz salı günleri sürekli bir kapalı toplantı yaparız, partinin önde gelen isimleri. Oradaki izlenim şu; Temmuz başında İYİ Parti’nin ev sâhipliğinde yapılacak olan Altılı Masa toplantısında, Kemal Bey adaylığını masaya getireceğe benziyor. Artık daha fazla uzamayacağa benziyor. Ancak bizim tabandan gelen bilgiler; onların bize yaptıkları, söyledikleri, ilettikleri, partimizin tabanında Kılıçdaroğlu’nun seçilme şansının olmadığını, dolayısıyla başka birinin aday olması gerektiğini söylüyor” demiş. Bu kişinin adını vermemiş İsmail Saymaz. Alevîlik meselesini de burada bir gerekçe olarak zikretmiş; o, mâlûm, hep karşımıza çıkıyor. Ayrıca şöyle ilginç bir şey var: “Meral Hanım da herhalde bize rağmen, parti tabanına ve örgütüne rağmen bu konuda ısrarcı olmaz.” Belli ki Meral Akşener, Kılıçdaroğlu’na açıkça en azından îtiraz etmiyor. Ama İYİ Parti yönetimindeki isimler, o kişinin aktardığına göre, Kılıçdaroğlu’nun olmasını istemiyorlar. Orada da söyleniyor ki: “İyi birisi, ama olmasın”. Bu “İyi birisi, ama olmasın” meselesi çok yaygın. Bir diğer yaygın mesele de, biliyorsunuz: “İktidar Kılıçdaroğlu’nun aday olmasını istiyor; Erdoğan Kılıçdaroğlu’nun olmasını istiyor”. Ben bu konuda, dün Medyascope’ta çıkan yazımda, bunun aslında çok da fazla geçerli olmayabileceğini anlattım. Birazdan sizden gelen sorular ve yorumlar ışığında ona da değinirim. 

Şimdi soru ve yorumlara geçmeden önce son bir şeyi söyleyeyim. Bir anket yaptım dün Twitter üzerinden. Yaklaşık on beş bin kişi katıldı. Bu yayının başlığıyla yaptım; “Kılıçdaroğlu aday olur veya olmazsa ne olur?” diye sordum. %40’a yakın (39.6), “Olur ve kazanır” şıkkını tercih etmiş. “Olur ve kaybeder” diyenlerin oranı %30 civârı. Yani birisi %40, birisi %30. Bir diğeri de “Olmaz, ama muhâlefetin adayı kazanır” yani “Kılıçdaroğlu çekilip aday olmaz, yerine başka bir isim olur ve o isim kazanır” diyenler %27,3. “Olmaz ve muhâlefet kaybeder” yani her hâlükarda, aday kim olursa olsun muhâlefetin adayı kazanamaz; dolayısıyla herhalde Erdoğan kazanır diyenlerin oranı %3. Tabii bu bilimsel iddiası olan bir anket değil; ama yine de insan böyle bir imkân varken denemek istiyor. Şimdi, %40 olur ve kazanır diyenler var. %56-57 civârında –ikisini toplayabiliriz aslında– olur ve kaybeder diyenlerle, olmaz ama muhâlefet kazanır diyenlerin toplamı neredeyse %60’a yakın. Bu da aslında, Kılıçdaroğlu tercihinin muhâlefet için çok da iyi olmadığı konusundaki görüşün büyük ölçüde kuvvetli olduğunu bize gösteriyor. Fakat şunu söyleyebilirim: Kılıçdaroğlu’nun ilk aday olma ihtimâli konuşulduğu ândan bugüne kadarki süre içerisinde, Kılıçdaroğlu hakkında; “Neden olmasın? İyi olur, pekâlâ da kazanır” diyenlerin sayısı bir süredir adım adım yükseliyor. Ama hâlâ Kılıçdaroğlu bir Mansur Yavaş’a, bir Ekrem İmamoğlu’na, hattâ Meral Akşener’e göre kamuoyu araştırmalarında düşük gözüküyor diyelim ve başlayalım.

Taner Tan demiş ki: “Kılıçdaroğlu’nun geçmişte kaybettiği seçimler yüzünden, seçmende haklı olarak korku yaratıyor. Seçmeni iknâ edebilirse şu anki sisteme en uygun uzlaştırıcı aday olur.” Evet, geçmişte kaybettiği seçimler ve girmediği seçimler de var. Biliyorsunuz, iki cumhurbaşkanlığı seçiminde, birisinde Ekmeleddin İhsanoğlu’nu, diğerinde Muharrem İnce’yi aday gösterdi. Onun dışında girdiği seçimleri, son yerel seçim hâricinde kaybetti. Ama son yerel seçimi kazanmış olmasını özel olarak bir yere not etmek gerekir. Daha önceki seçimlerin çoğunu kaybetmiş olmasının Kılıçdaroğlu’nun önünde çok ciddî bir engel olduğu, psikolojik olarak da bir engel olduğu muhakkak. Son yerel seçimleri kazanmış olması, geçmişteki yenilgileri tek başına ne derece bertaraf eder açıkçası emin değilim; ama son seçimin de ağırlığının diğerlerine göre daha fazla olması anlaşılır bir şey. Gerçekten, Erdoğan’a karşı çok sayıda seçim kaybetmiş bir lider olmasının Kılıçdaroğlu’nun önündeki en büyük engellerden birisi olduğu gerçekten doğru.

Saygın Karaarslan: “Kılıçdaroğlu aday olursa daha fazla yıpratılamaz.” Evet, çok doğru. “Senelerdir klişelerle iktidar tarafından küçük düşürülmeye çalışılıyor. Ama başka bir aday çok daha yoğun yıpratılabilir. Ne dersiniz?” Doğru. Ama diğer, işte İmamoğlu olsun, Mansur Yavaş olsun, onlara da dönem dönen birtakım sataşmalar vs.ler oldu. Ama bir Kılıçdaroğlu kadar muhâtap olmadılar tabii ki. Bunda bir neden de Kılıçdaroğlu’nun doğrudan anamuhâlefet lideri olması. “Bay Kemal’” aşağılamalarını çok gördük; ama son grup toplantısında Erdoğan’ın bu konuda çok ciddî bir üslûp değişikliğine gittiğini düşünüyorum — ki bununla ilgili bir yayın da yaptım. Erdoğan artık, Kılıçdaroğlu’nu aşağılama, küçük görme vs.’den ziyâde; onunla kendisini eşitledi ve hattâ sanki yer yer kendisi muhâlefet, Kılıçdaroğlu iktidarmış gibi konuştu. Bunu da eklemek lâzım. Ama yıpratma politikası, evet, Saygın Karaarslan’ın dediği gibi, doğru. Ama bir yerden sonra şunu da unutmamak lâzım: Yıpratmaya çalışıyoruz dedikleri zaman yaptıkları şeylerin hepsinin, yıpratılmaya çalışılan kişinin aleyhine ve yıpratanın lehine olduğu da pek söylenemez. Onu da not düşelim.

Berkant Çokkorkmaz demiş ki: “Kemal Kılıçdaroğlu is a Kingmaker, zamânı gelirse açıklar mı?” Bunu tam anlamadım; ama “Başkasını açıklayacak” diyor herhalde, bilemiyorum. Geçiyorum onun için. Olmazsa sorusunu tekrar daha açık olarak söylerse konuşabiliriz.

Alper Yıldız: “Kılıçdaroğlu’nun adaylık konusunda fake attığını, iktidârın yıpratma politikasını boşa çıkarmayı planladığını, aday olduğunu söylese bile son düzlükte gerçek adayı ortaya koyacağını düşünüyorum.” Fake atma meselesine katılmıyorum. Ama birçok sefer de söyledim; eğer aday açıklanma ânı geldiğinde, kendisinden çok açık ara önde birileri varken ve kendisi de Erdoğan’la böyle kıl payı durumdaysa, herhalde kendisi aday olmaktan imtinâ edecektir diye düşünüyorum. Göz göre göre o kadar büyük bir riski almayacaktır diye düşünüyorum; ama fake attığını sanmıyorum. Kendisi aday olmak istiyor, sonuna kadar zorluyor. Kamuoyu araştırmalarında oylarını nereye kadar çıkarabileceğine bakıp ona göre karar verecek diye bir düşüncem var.

Devran Akay: “Erdoğan her fırsatını bulduğunda SİHA, İHA muhabbeti yapıyor. Sizce seçilemeyeceğini anlayan Erdoğan, diğer damadı Selçuk Bayraktar’ı aday olarak düşünebilir mi son çâre olarak?” Bunu daha önce değişik vesîlelerle konuştuk. Erdoğan seçilemeyeceğini anlayınca, kendisi yerine başka bir adaya yönelebilir. Çok düşük bir ihtimal, ama yönelebilir, evet. Bu, Selçuk Bayraktar olur mu? Sanmıyorum. Bunu çok dile getirenler var; ama açıkçası sanmıyorum. Çok erken, çok genç. Sâdece SİHA’yla İHA’yla bu iş olacak gibi değil. Eğer öyle bir şey olursa, Selçuk Bayraktar’a “yazık olur”. Zîra Erdoğan bir seçime girmeyip yerine başkasını aday gösterdiği zaman, zâten o seçimi kaybettiğini kabul etmiş olacak ve sonuçta oraya bir tâne kurbanlık koyacak yani ve bu genç yaştaki Selçuk Bayraktar için, hani: “O da girsin. Bir oy alsın, yenilsin, ama önemli değil. Sonraki seçimlerde devam eder” filan gibi hesaplar bana çok mâkul gelmiyor. Ama tabii siyâsette her şey mümkün. 

Bülent Murabıt diyor ki: “Gerçekten Erdoğan devrilmek isteniyorsa Mansur Yavaş aday yapılmalı.” Bunu diyen çok kişi var. Bunu diyen kişilerin hatırı sayılır bir bölümü ya da yüksek sesle dile getirenlerin hatırı sayılır bir bölümünün çok da muhâlif olmadığını görüyoruz. Bunu özellikle not düşmek lâzım ya da “muhâlefete muhâlefet” yönleri öne çıkan kişiler olduğunu görüyoruz. Mansur Yavaş için iyi bir şey mi bu? Çok emin değilim. Yani muhâlefete mesâfeli kişilerin, Mansur Yavaş’ın adını bu kadar zikrediyor olmaları –ki bunu Ümit Özdağ olayında gördük– Mansur Yavaş için iyi bir şey mi çok emin değilim. Yani, “Bakın, muhâlif olmayan kişiler de istiyor. Demek ki oyu çok yüksek olacak. Muhâlefetin oylarının üzerine başka oylar koyabilir” gibi bir akıl yürütme var. Bu ne derece doğru açıkçası çok emin değilim. İlk bakışta mantıklı gibi geliyor; ama bu arada Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan da olabilir. Bu tür Erdoğan karşıtlığı ya da bu mevcut olan sisteme karşı oldukları konusunda şüpheler bulunan kişilerin Mansur Yavaş’a bu kadar ilgi göstermeleri, bâzılarını da işkillendirebilir diye not düşmekte yarar var.

Berkay Çokkorkmaz diyor ki: “Kılıçdaroğlu, ekonomiye somut çözüm bulursa ve seçmeni iknâ edebilirse kazanır. Vizyonunu net bir şekilde anlatmalı.” Bu herkes için geçerli zâten. Kim aday olursa olsun, diyelim ki şu anda anketlerde Mansur Yavaş yüksek gösteriyor ya da Ekrem İmamoğlu yüksek gösteriyor, bu durum onların ağızlarını açmasalar da kazanacakları anlamına gelmiyor. Seçim kampanyasına girecekler ve orada vaat edecekler, bir vizyon çizecekler. — Çizebilecekler mi? Nasıl yapacaklar? Hangi konuda ne diyecekler ve nasıl diyecekler? Bunlar bütün adaylar için geçerli. Tabii ki Kılıçdaroğlu için de geçerli.

Murat Şenol diyor ki: “Heyecan yaratacak, genç ve kendisinin de gelecek umudu olan, dinamik, cesur bir aday lâzım.” Evet, doğru. Ama bir taraftan da Altılı Masa diyor ki: “Biz güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçeceğiz.” Şimdi bu genç, dinamik aday cumhurbaşkanı olup, diyelim ki iki yıl sonra parlamenter sisteme geçildiğinde sembolik cumhurbaşkanı olmayı kabul edecek mi? Yoksa iki yıl sonra cumhurbaşkanlığını bırakıp tekrar bir parti lideri olarak, diyelim ki CHP’nin başına geçerek başbakan olmaya mı çalışacak? Bu biraz karışık bir mesele. Şu hâliyle bakıldığında, genç dinamik birisi tabii ki kitleleri daha fazla heyecanlandırır; ama Altılı Masa’nın çizmeye çalıştığı o cumhurbaşkanı târifine de çok uymuyor. Dolayısıyla muhâlefetin önündeki en önemli açmazlardan birisi de bu: Vaat ettiği olayla şu anda Türkiye’nin ihtiyâcı olan olay arasındaki çelişki. 

Furkan Boduroğlu diyor ki: “Sizce Kılıçdaroğlu aday olmazsa kim aday olur?” Herhalde Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu olur. Ama bence, Meral Akşener şıkkının %0 olduğunu sanmıyorum. O kadar çok kendini bağladı ki başbakan olacağım diye, dolayısıyla olmaz, öyle gözüküyor. Ama yine de eğer Kılıçdaroğlu olmayacaksa, bir belediye başkanı yerine siyâsetçi olacaksa, o zaman ilk akla gelen isim herhalde Meral Akşener olur. Ama zor bir soru, gerçekten zor bir soru. Zâten bu sorunun cevâbını bilseler, o masa çoktan adayını açıklamış olurdu. Kılıçdaroğlu olmazsa tabii ki Mansur Yavaş veya Ekrem İmamoğlu’ndan birisi olacak. Hangisi olur bilmiyorum. Kişisel olarak herhangi bir tercihim de yok; olsa da söylemem. Aynı şey Kılıçdaroğlu ya da Meral Akşener için de geçerli. Biz gazetecilerin bu konularda bir tercih yapması çok yanlış olur, birilerini empoze etmeye çalışması yanlış olur. Olabildiğince, elimizden geldiğince artılarıyla, eksileriyle ve sizleri de katarak bu tartışmayı yapmak istiyoruz ve bu sürece bir şekilde olabildiğince serinkanlı bir şekilde katkıda bulunmak istiyoruz. Dolayısıyla, “Şu olsun, bu olsun, şunun önü kesilsin, burada şöyle yaptı, böyle yaptı” filan gibi değil; ama eğriye eğri doğruya doğru. Meselâ Ekrem İmamoğlu!nun Doğu Karadeniz fiyaskosu hakkında çok şey söyledik. Ama şimdi o olayı bir ölçüde unutturmuşa benziyor. Tekrar adının öne çıkabildiğini görüyoruz.

Asuk diye birisinden: “Âkîl ve ağabey olarak Temel Karamollaoğlu’nun aday olması niye hiç gündeme gelmiyor?” Gelmiyor, çünkü kendisi de gündeme getirmiyor. Bu olacak bir şey değil. Yani öyle bir seçeneğin hiçbir şekilde gündemde olacağını sanmıyorum.

Evet, şöyle bir soru var: “Kemal Bey, Altılı Masa’nın diğer elemanları onay vermezse aday olabilir mi?” Sanmıyorum. Kendi adaylığını Masa’ya söylerse ve Masa “Yai siz olmayın. Çünkü sizin seçilme imkânınız yok” vs. filan derse, o zaman bence ısrar etmeyecektir. İknâ etmeye çalışacaktır; ama ısrar etmeyecektir. Buna rağmen, Altılı Masa’ya rağmen, “Siz istemeseniz de ben adayım” demesini çok beklemiyorum. Altılı Masa’nın ne kadar iyi çalıştığını, ne kadar güzel işler yaptığını filan daha yeni söyledi. O Masa’yı dağıtacak bir şey yapmayacaktır.

Furkan Boduroğlu: “Sizce Altılı Masa’dan çıkabilecek en iyi cumhurbaşkanı adayı kim olur?” Daha demin söyledim: Benim için bu sorunun cevabı yok — varsa bile kendime saklarım, böyle bir şey yapmam. Yani burada, Altılı Masa’da kim, hangi şekillerde öne çıkıyor? Yani seçilebilecek aday mı, yoksa târif edilen işleri yapabilecek aday mı? Genç mi, deneyimli mi? Kimi zaman deniyor ki: “Devlet deneyimi olsun” — o zaman akla ilk olarak Kılıçdaroğlu geliyor. Kimi zaman deniyor ki: “Ya, belediyeleri AKP’ye teslim etmeyelim” — o zaman Mansur Yavaş ve Ekrem İmamoğlu otomatik olarak devredışı kalıyor. Kimi zaman da deniyor ki: “Açık ara kazanmak lâzım. Ne olur ne olmaz, seçim güvenliği…” vs. deniyor — o zaman da tabii ki Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu öne çıkıyor. Bütün bunlar, altı liderin önündeki sorunlar. Onların bütün bu süreçte tabanla ne kadar ilişki kurduklarını da bilemiyoruz. Ama şunu görüyoruz ki: CHP sözcüleri ısrarla “Kemal Kılıçdaroğlu, Kemal Kılıçdaroğlu” diye söylüyorlar. Şu âna kadar CHP’de herhangi birisinin, “Ya, Kemal Bey de olmasa aslında sanki daha iyi olur” dediğini, on the record olarak, yani adıyla görmedik.

Zor ismi olan nickname’li birisi: “MHP Cumhur İttifakı’ndan ayrılıp CHP-İYİ Parti ittifakıyla erken seçimi tetikleyebilir mi?” Bu hep söyleniyor. “Erken seçim olursa MHP yapar” deniyor; daha önceki deneylerden hareketle. Açıkçası sanmıyorum. MHP’nin şu anda erken seçime gitmekten nasıl bir çıkarı olur? Çok emin değilim. Ama tekrar da söyleyelim; meselâ zamânında Devlet Bahçeli erken seçim dediği zaman da, birçok gazeteci, neye uğradığımızı şaşırmıştık. Yine öyle bir opsiyonu bırakalım; ama şu an îtibâriyle böyle bir şey olacağını sanmıyorum. Erken seçim olursa bu, Erdoğan’ın istemesiyle olur diye düşünüyorum.

Mehmet Yürüker: “HDP isim konusunda dayatma yapmaz mı?” Doğrudan dayatma yapacağını sanmıyorum; ama mesajlarını veriyorlar. Kendi tabanlarında rahatsızlık yaratmayacak bir aday beklentisi içerisinde olduklarını –en azından ikinci tur için– söylüyorlar. Ama şöyle bir şey yapacaklarını sanmıyorum: “Şu olursa biz Erdoğan’a oy veririz” ya da “Sandığa gitmeyiz” gibi bir şey yapacaklarını sanmıyorum. Yapsalar bile, HDP seçmeninin o söylenene aynen uyacağını da sanmıyorum. Burada kritik isim Selahattin Demirtaş olacak. Demirtaş’ın ne diyeceğini bekleyip görmek lâzım — tabii adaylar belli olduktan sonra.

Selim Can’ın yorumu şöyle: “Kılıçdaroğlu aday olur ve kazanırsa, etrâfına topladığı muhâlefetin diğer partileriyle birlikte CHP kazanır.” Tabii ki bu senaryo –nasıl söyleyeyim?– en kolay senaryo. Yani Kılıçdaroğlu aday oluyor, sorulduğu zaman deniyor ki: “En tecrübeli, masayı bir araya getiren isim” vs. ve “muhâlefette birinci parti ve onun başarısı aynı zamanda bütün masanın başarısı olacak ve herkes bundan istifâde edecek. Büyük bir ihtimalle şöyle bir şey olacak: AKP’nin seçimi kaybetmesinden sonra bu partide bir çözülme eğilimi olacak ve bundan da Gelecek, DEVA ve Saadet; ama en çok bence İYİ Parti istifâde edecek. Eğer AKP bu seçimi kaybederse…Sonraki dönemde de İYİ Parti, Türkiye’nin yeni birinci partisi olabilir. Bu opsiyonu akılda tutmak lâzım. Şimdiden, en son KONDA anketine göre %20’yi aşmış bir İYİ Parti var. AKP’nin çözülmesi durumunda bunun çok yükseleceğini tahmin edebiliriz.

Sinan Çakır: “Kemal Bey bence aday olmayacak. İktidârı oyalama taktiği izliyor. Sanırım, Millet İttifakı’nın adayı Rifat Hisarcıklıoğlu gibi geliyor.” Yani bunu Rifat Bey duyarsa kalpten gider. Sanmıyorum, yani öyle bir şey olmaz. Şu anda iktidarla arası çok iyi olan birisi. İktidarla herhangi bir kopuş yaşayan birisi değil. İktidarla sorunları olduğunu arada sırada duyuyoruz; ama böyle bir şey yok. Bir de Rifat Hisarcıklıoğlu’nun muhâlefet tabanına vereceği ne mesaj olabilir? Yani Ekmeleddin İhsanoğlu’ndan daha kötü bir tercih olur. Böyle bir şey olacağını hiç sanmıyorum. O zaman, eğer öyle bir şey olursa seçime katılma oranı acayip düşer tahminimce ve büyük bir ihtimalle Cumhur İttifakı’nın adayı kazanır.

Nagihan Bilgin diyor ki: “HDP’nin ve Kürtlerin Mansur Yavaş’a tavrı belli olmasına rağmen anketlerde bu kadar yüksek olması mantıklı mı?” Güzel bir soru, aslında çok çetrefil bir soru. Şunu düşünüyorum: Mansur Yavaş’ı, normalde AKP’nin, Erdoğan’ın seçmenlerinin de belli bir kesiminin tercih ettiğini düşünüyorum. Çünkü zâten bu seçim kaybedilecekse –ki kaybedileceğe benziyor, bilinçli olanlar bunu görüyorlar–, “Bâri Mansur Yavaş kazansın da bize daha yakın, daha az sorun yaşayacağımız biri olsun” duygusunun önemli olduğunu düşünüyorum. Hattâ bir kere de söyledim; Erdoğan’ın da tercihi, eğer kaybedecekse, Mansur Yavaş’a kaybetmeyi tercih eder diye düşünüyorum. Bu tamâmen, çok spekülatif bir şey, söylediğimin farkındayım; ama eğer kaybetmek Erdoğan için kaçınılmazsa, hiçbir şekilde kazanma ihtimâli yoksa, en kötü senaryo Kılıçdaroğlu’na kaybetmektir. Dünkü yazımda işte bunu söyledim. Yani “Kılıçdaroğlu aday olsun, ben de rahat kazanayım”dan; “Kılıçdaroğlu aday olursa, bir de ona kaybedersem” duygusuna doğru bir geçiş yaşadığı kanısındayım. Erdoğan’ın başına gelebilecek en kötü senaryo, Kılıçdaroğlu’nun aday olup kazanmasıdır. Hattâ Ekrem İmamoğlu’ndan da çok rahatsız olacağı kanısındayım. Ama Mansur Yavaş’da, şöyle bir şey de diyebilir: “Artık milletimiz yeni bir soluk istedi. Sonuçta yerli ve millî değerlerle sorunu olmayan bir ismi seçti” filan gibi şeyler söyleyip, olayı bir anlamda yumuşatmaya da çalışabilir.

Mehmet Ufuk Dalmış: “Muharrem İnce’nin seçim gecesi yaptığı hatâ nedeniyle ‘siyâsî hayâtı bitti’ yorumları yapılmıştı. Bunu abartılı bulanlar oldu. Zaman bu yorumu haklı çıkardı. İmamoğlu’nun yaptığı hatâ sizce ölümcül mü?” Hiçbir şekilde kıyaslanamaz. İmamoğlu’nun yaptığı hatâyla Muharrem İnce’nin seçim gecesi yaptığı –her ne kadar kendisi burada da sorumluluğu, “Sandıklara sâhip çıkmadılar” vs. deyip CHP’ye attıysa da– o son yaptığı açıklama bir acayipti, hiç kıyaslanacak bir olay değil. Yani o kadar insanı havaya sokup, binlerce insanla, yüz binlerce insanla miting yapıp, “Seçim güvenliği için sonuna kadar sandıklara sâhip çıkıyoruz” deyip, gece insanlar sandıkların başında beklerken, televizyon karşısına çıkıp tek kelime etmeyen birisinden bahsediyoruz. Sonuçta Ekrem İmamoğlu’nun yaptığı, kamuoyunun ve muhâlif kesimin –ki sâdece muhâlif kesimin değil, aslında iktidar yanlılarının da– hazzetmediği iki ismi gezisine çağırmasıydı. Onunla bu kıyaslanacak gibi değil.

Ekin Mahmuzlu diyor ki: “CHP neden cumhurbaşkanlığına Kılıçdaroğlu’nu; başbakanlığa, başbakan yardımcılığına da…” — öyle bir şey yok; ama diyelim ki kabinede önemli yerlere — “Yavaş veya İmamoğlu’nu göstermiyor?  O zaman yanına Canan Kaftancıoğlu’nu, başka CHP’lileri de alsın.” Altılı Masa’dan bahsediyoruz. Sonuçta Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olacaksa, muhtemelen cumhurbaşkanı yardımcılıklarına diğer partilerden isimler gelecek. Kabineye de ağırlıklı olmak üzere CHP’den, İYİ Parti’den; ama Gelecek’ten, DEVA’dan, Demokrat Parti’den, Saadet Partisi’nden de isimler olacak diye varsayıyoruz. Hattâ bütün bunların dışında, doğrudan siyâsetin içerisinde olmayan kişileri de katabilirler. Dolayısıyla eğer Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı olursa, Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş belediye başkanlığına devam ederler. Belki İmamoğlu daha sonra, eğer bunu göze alırsa, belediye başkanlığını bırakıp ya da seçim zamânı geldiğinde belediye başkan adayı olmayıp, CHP Genel Başkanlığı’na tâlip olabilir. O zaman başbakan olmaya çalışabilir.

Ali Isıye: “Adaylık tartışmaları ülkenin asıl sorununu gizlemiyor mu sizce de Ruşen Bey? Enerjimizi yanlış yere harcadığımızı düşünmüyor musunuz, bunca yoksulluk varken?” Evet, zâten “Bir an önce açıklansa iyi olur” derken, büyük ölçüde de bunu kastediyorum ve kastediyoruz, geciktiğini düşünenler. Aday açıklansın, ekibini koysun, saptasın, berâber çıksın ve “Şu konuda şunu, bu konuda bunu yapacağız. Şu göreve şu kişi gelecek. Bu göreve şu kişi gelecek” diye, Türkiye’ye nasıl bir vizyon ve nasıl bir ekip sunduğunu açıklasın. Daha fazla uzatmanın bence gereği yok. Çoktan açıklanmış olması lâzımdı. Diyelim ki Kılıçdaroğlu oldu, aday olarak açıklandı. Kılıçdaroğlu ekibiyle berâber, “Şunlar cumhurbaşkanı yardımcısı” vs. vs. diye çıkıp ona göre bir propaganda içerisine girseydi ve diyelim ki sonra da seçime yaklaşıldığı zaman hâlâ Kılıçdaroğlu’nun oy oranı, Erdoğan’ın neredeyse aynısı vs. olduğunda, pekâlâ Kılıçdaroğlu, “Ya, böyle dedik, ama ben olmasam daha iyi” de diyebilirdi. Ama şu hâliyle biz, aday meselesini konuşmaktan, diğer konuları konuşamıyoruz.

Ulaş Beldek diyor ki: “Muhâlefetin aday göstereceği isim (Mansur Yavaş ya da Ekrem İmamoğlu ya da genel başkanlardan birisi) muhâlefet partilerinin genel oy oranının da artmasına katkı sağlayabilir mi?” Tabii ki sağlar. Eğer cumhurbaşkanı adayı belli bir dinamizm getirirse, milletvekili seçimlerinde de muhâlefetin oyu o kadar yüksek olur. Eğer orada bir ilgisizlik olursa, meselâ insanlar, “Ya, buna mı oy vereceğim? Gitmiyorum sandığa” derse, milletvekili seçimleri için de sandığa gitmeyebilir; ya da gidip, “Milletvekili seçiminde oy kullanıyorum; ama cumhurbaşkanlığına oy kullanmıyorum” diyecek insan sayısı az olur. 

Tractatus: “Bence bir kur krizi patlak verip, süper bono da işe yaramazsa Suriye harekâtıyla birlikte seçime gideceğiz gibi.” Kur krizi zâten hep patlak vermiş durumda. Süper bono olup olmayacağı belli değil. Olsa bile bir işe yarayacağını düşünen pek yok. Suriye harekâtını da Erdoğan yapmak istiyor; ama “Yapmasın” diyen çok. Bütün bunların hepsi ortada. Ama erken de olsa geç de olsa, Erdoğan’ın kazanma ihtimâlinin çok yüksek olduğu kanısında değilim.

Evet, zâten Josef Bayer; “Erken seçim de kurtarmayacak” demiş. “10 yıllık bir borçlanma var, AKP gene kazanacak.” — Ooo pardon, o yok diyor. “Vallahi kazanacak; vatan ve bayrak, câmi diyerek kazanacak” demiş. Öyle olsaydı yerel seçimleri de kazanırdı. Bu, işte, ne deniyor? “Öğrenilmiş çaresizlik”. Bunu diyen kişi eğer Erdoğan yanlısı birisi olsaydı, derdik ki: “Tamam, eyvallah”; ama Erdoğan’a karşı olduğunu söyleyip, “Ne yapsak ne etsek kazanır” demenin çok anlamlı bir tarafı yok.

Cem Özdeş demiş ki: “Şu anda Gezi ve ‘sürtük’ gündemleriyle politikasını kesimleri ayrıştırma üzerine kuran Erdoğan’a karşı, muhâlefetin ekonomi üzerine daha çok konuşması gerekmez mi? Adayın kim olacağından çok, ekonomi yönetimi olmalı gündem.” Eyvallah, ama bunun aday belli olup, o adayın ekonomi konusunda konuşmasıyla daha parlak olacağı kanısındayım.

Ertuğrul Yıldırım: “Altılı Masa’nın restorasyon hükûmetinde bürokrasinin yeniden yapılandırılması nasıl gerçekleşir? Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara çağrısı çerçevesinde yorumlayabilir misiniz?” Evet, bu çok önemli bir soru. Ben, Kılıçdaroğlu’nun bürokratlara çağrısının esas olarak güvenlik bürokrasisine olduğu kanısındayım. Elimde bir bilgi yok; ama öyle akıl yürütüyorum ve özellikle de seçim güvenliği hususunda onlara uyarı yaptığı kanısındayım. Bürokrasinin yeniden yapılandırılması gerçekten çok zor bir iş olacak ve burada kimin aday olacağı, kimin kazanacağı ve yeni yönetimde hangi partinin ne kadar etkili olacağı gibi bir yığın olay gündemde olacak. Birilerine diyecekler ki: “Ya, bu kalsın”. Birilerine diyecekler ki: “Bunu hemen atalım.” Meselâ değiştirmek istediği birisine, belki başka partiden birisi, “Yahu buna dokunmayın. O aslında iyidir” gibi şeyler de olacak. Şu hâliyle çok hızlı ve kolay olacağını düşünüyor olabiliriz; ama hiç de öyle kolay olmayabilir.

Alper Çelikel diyor ki: “Cumhurbaşkanı adayının belirlenmesine ek olarak, ekip îlânı veya planlaması daha önemli değil mi? Bana göre, adayın meşrûiyetini, gücünü, ekibinin kimlerden oluşacağı belirler. Ne dersiniz?” Evet, demin değindim buna. Adayın kim olacağı bir yana; adayın kimlerle, nasıl çalışacağı da önemli ve bir stratejinin de, bir vizyonun da konması önemli. Yani, diyelim ki Ekrem İmamoğlu; Ekrem İmamoğlu oraya çıkıp, partilerden kimseyi almayıp, “Birtakım profesyonellerle bu işi yapacağım” derse işin rengi değişir ya da işte, Meral Akşener’in, Ali Babacan’ın, Ahmet Davutoğlu’nun vs. bir şekilde yer aldığı bir kabine, ya da cumhurbaşkanlığı yardımcıları filan gibi bir şey çizerse başka olur. Hepsinin ayrı ayrı etkisi olur. Bu kabinenin nasıl olacağı önemli. Tabii ki CHP ve İYİ Parti ağırlıklı bir şey olacak. Ama bunların ne kadar lâyık –hani liyâkat diyoruz ya?– isimler olacağı da önemli. Bâzılarının bagajları var. Bâzı seçmenlerin, bâzı kişilere karşı, özellikle AKP’den kopanlara karşı birtakım soruları var. İşler hiç de öyle kolay değil.

Polvan Hindenburg – isimler de maşallah –: “İlk defâ oy kullanacaklar kime oy verir sizce?” Son dönemde yapılan bir araştırmada, CHP’nin açık ara birinci çıktığı görüldü — ilginç; İYİ Parti’nin ve AKP’nin çok yüksek gözükmüyordu, o da ilginçti. Tabii bu açıklamalar, araştırmalar ne derece güvenilir, onları bir kenara bırakalım. Ama şunu söylemek lâzım: İlk defâ oy kullanacaklara kim daha çok ulaşıyorsa o daha çok başarılı olur. Şimdi şöyle bir akıl yürütmem var — katılırsınız, katılmazsınız: 20 yaşında bir genç düşünün; hayâtını AKP iktidârıyla açmış. Ne geçmişteki 28 Şubat’ı, ne şunu ne bunu hiçbir şeyi bilmiyor; AKP yönetiminde yaşamış ve hâlinden memnun değil. Türkiye’yi terk etmek istiyor vs.. İşsizlikten korkuyor ya da belki işsiz şu bu ve Erdoğan yönetiminden kurtulmak istiyor. Bu kişinin normal olarak –tabii ki hepsi değil, otomatik değil tabii–, ama ilk aklına gelen parti, anamuhâlefet partisi olur — yani Erdoğan’a karşı en güçlü kimse. Hele bir de son dönemde sekülerliğin gençlik kesiminde iyice arttığı –laiklik demiyorum, özellikle sekülerlik diyorum– arttığı düşünülürse, daha özgürlükçü yaklaşımların öne çıktığı düşünülürse, CHP’ye meyletme ihtimâllerinin daha yüksek olduğu görülüyor. Kılıçdaroğlu bu konuda bir şeyler yapmaya çalışıyor, ne kadar beceriyor çok emin değilim; ama anamuhâlefet liderine, anamuhâlefet partisine daha fazla ilgi olması muhakkak. Ali Babacan ilk çıktığında gençleri çok daha fazla etkiler gibi olmuştu; ama sonra bir şeyleri kaçırdı. Bilmiyorum kendisi bu konuda ne düşünüyor? Bunları telâfî etmek için ne yapıyor? Ama ilk başlarda gençlerin kendisine gösterdiği ilgiyle şimdiki kayıtsızlığı ben şahsen gözlüyorum. O anlamıyla bakıldığı zaman, muhâlefete daha fazla bir ilgi olduğunu, hattâ AKP’li âilelerin çocuklarının da AKP’ye karşı bayağı bir mesâfe koymaya başladıklarını söyleyebiliriz.

Tunç Son: “Kemal Bey aday olursa, CHP’de boşalan genel başkanlık koltuğu için parti içerisinde verilecek mücâdele ve sonrasında kaybeden grupların cumhurbaşkanlığı seçimine tavır koyması sıkıntı yaratmaz mı?” Evet, CHP’de böyle şeyler çok olur; ama aday olduğu zaman, muhtemelen geçici bir genel başkan olur — genel başkan yardımcılarından birisi. Seçimden sonra bir kongre yapılır, olağanüstü kongre; esas orada adaylar çıkar. Dolayısıyla seçime çok fazla etkisi olacağını sanmıyorum. Eğer Kılıçdaroğlu aday olursa, bir genel başkan yardımcısı parti MYK’sı tarafından atanır, onunla bir geçiş süreci yaşanır. Sonra CHP’nin kongresinde –tabii ki Kemal Kılıçdaroğlu kazanır ve ondan sonra da CHP kendisine yeni bir genel başkan seçerse– işte esas kavgayı orada görürüz. Arada kavga çıkacağını sanmıyorum. 

Güneşli Pazartesi: “Çok fazla kararsız oy gözüküyor. Kararsızlar hakkında bir program yapmayı düşünür müsünüz? Kazananı onlar belirleyecek.” Evet, çok yaptık. Gene yaparız. Bir sonraki, yine böyle sizlerin katılımıyla olacak yayını da kararsızlar üzerine yapabiliriz.

“Unutmayalım, bu seçim Altılı Masa ile Cumhur İttifakı arasında olacak bir yarıştır. CHP AKP yarışı hâline getirmek büyük hata olmaz mı?” demiş Necati Ceylan.  Kim olursa CHP-AKP yarışı olmaz? Yani Kılıçdaroğlu olursa, evet böyle bir risk var, doğru. Ama İmamoğlu olursa da kısmen olur. Mansur Yavaş olursa, daha az olur. Ama sonuçta bir şekilde CHP’nin anamuhâlefet partisi olması var. Bunu Erdoğan kullanmak isteyecek tabii; ama belki bu seçimde artık bu pek işe yaramayabilir.

Bir izleyicimiz, “AKP seçim startını ne gibi adımlar atarak yapar?” Yani bunu hep söylüyorum; ortada şapka olmadığı için içinden tavşan da çıkaramıyor. En son, “Bir sürprizimiz var” dedi Erdoğan. Ne zamân dedi, nasıl dedi? İlk sürpriz dediği zaman, insanlar sürpriz beklemişti hatırlayacaksınız. Sonra bir daha dedi. İnsanlar biraz daha bekledi. Sonuçta sürpriz dediği şeylerden bir şey çıkmayınca, artık fazla kulak kabartmıyorlar. En son bir şey daha dedi. Ne açıklayacak? Açıklayabileceği ne olabilir? Açıkçası çok emin değilim. Gündemde olan, işte Yunanistan’la sertleşme, Suriye’ye harekât gibi olaylar dışında… belki demin bahsettiğimiz “süper bono” filan. Ama ne dedi bakan? Ne demiş bakan Kızılcahamam kampında? “Dar gelirliler hariç, üreticiler hâllerinden memnun. Kârlarını artırdılar” demiş. Evet, “Türkiye büyüdü” demiş. Evet, nasıl büyüdü? Yoksuldan alıp zengine aktararak büyüdü. Büyümeye devam ediyor. Ama sonuçta oyu kullanacak olan, sayıca kalabalık olanlar, yoksullar. Dolayısıyla yoksulların ağzına bir parmak bal çalarak –bugün meselâ bekleniyor: ek gösterge vs.– bunlarla toparlanabilecek bir iş olmaktan bence çıktı.

Cem Koç sormuş: “Muhâlefet seçimi kazanırsa, ülkenin bürokrasisinin düzelmesi ve normale dönmesi sizin görüşünüze göre ne kadar bir zaman alır? Özellikle yargının düzelmesi.” Şöyle söyleyeyim: Çok hızlı birtakım operasyonlar olur, görevden almalar olur, şu olur, bu olur; ama bütün bunların olması, işlerin düzeldiği anlamına gelmeyecek. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Çok zor. Kurumlar, çok büyük bir kan kaybetti. Bu aslında daha önceden başlayan bir süreç. Yani Fethullahçılar’la AKP’nin ortaklık yaptığı dönemden başlayan süreç. Daha sonra, darbe girişiminden sonra başka bir şekilde yola devam etti. Bu kurumların hemen hemen hepsinin içi boşaltıldı. Kurumlar derken, sâdece Cumhuriyet’in kurumlarını kastetmiyorum; Osmanlı’nın son döneminden beri Türkiye’de birtakım kurumlar var — iyi ya da kötü. Bu kurumların hepsinin etkisizleştirildiğini başkanlık sisteminde gördük. Erdoğan –Fransızların bir tâbiri var, bugün Ünsal da başlığını öyle, ama Arapça atmış: “En el Devlet!”–: “Devlet benim” perspektifinde. “Bana lâf eden; devlete, Türkiye’ye lâf etmiştir” tavrında. Buradan çıkmak gerçekten zor olacak. Bir de sonuçta burada bir muhâlefet ittifakı söz konusu. Dolayısıyla kendi aralarındaki sorunlar, sorular vs. olacak. Bunları da akılda tutmak lâzım.

Yasemin Kaya: “CHP, parti organizasyonlarında daha fazla genç ve kadınla çalışmalı.’’ Evet, bu konuda özellikle İstanbul’da son mitingde bayağı bir çaba gördüm. Görevlilerin büyük bir çoğunluğu gençlik kollarındandı.

Şakir Kaya: “Bir aday üzerinde uzlaşılmazsa, uzlaşılamazsa, nasıl bir süreç olur?” Ben sanmıyorum uzlaşılamayacağını. En fazla, çoğunluğun uzlaştığı bir adaya destek vermek istemeyen Masa’dan birileri olabilir. Onlar da kendi adaylıklarını filan îlân etmeye çalışabilirler; ama çok etkili olacaklarını sanmıyorum. Bir şekilde çoğunluk bir adayda uzlaşır. Birileri de istemeye istemeye ses çıkartmamayı tercih ederler.

Diyor ki Emre Boğazlayanoğlu: “Benim anlayamadığım bir ikilem var: Normal şartlarda herkes kendi adayını gösterse, ikinci tura her durumda Erdoğan ile CHP’nin adayı kalıyor. Bu bilinirken CHP neden adayı dayatmıyor, dayatamıyor sizce?” Çünkü Masa’ya çok yatırım yaptı Kılıçdaroğlu. “Masa da masa. Masa da masa.” Hattâ, “Ya, bu kadar da abartmayalım. İYİ Parti’yle biz zâten tek başımıza yetiyoruz. Diğerleri olmasa da olur” diyenler, demeye çalışanlar var. Ona rağmen Kılıçdaroğlu bu Masa’yla ilginç şekilde bir tür kutsal ittifak kuruyor. Çok ilginç, çok zor bir şey ve ilk andan îtibâren Erdoğan bunu bozmaya çalışıyor. O Masa’ya rağmen aday dayatma yoluna gideceğini sanmıyorum.

Evet. Çok oldu. Artık bitirelim. Çok sayıda, “Tıraş olmuşsun. Yakışmış” diyenler varmış. Ben sakallı hâlimi daha çok seviyorum; ama hadi bakalım. “Gençleşmişsin” diyorlar. Bunun bir nedeni var. Onu söyleyeyim. Cumartesi günü Gökçe’yi evlendirdik. Yayın Yönetmen Yardımcımız Gökçe Çiçek Kösedağı, Avukat Ali Coşkun’la evlendi — çok eskiden, üniversite yıllarından tanışıyorlar. Ben ve Müge de nikâh şahidiydik. Sakalı onun için kestirdim, îtiraf edeyim. Bir de acemi bir berbere düştüm. Biraz kötü tıraş etti; ama olsun, sonra Müge beni bir şekilde toparladı, hatâları telâfi etti. Evet, onunla bitirelim. Gökçe’ye ve Ali’ye mutluluklar dileğini bir de burada tekrarlayalım. Çok güzel, çok hoş bir nikâh oldu. Kadıköy’de bahçede yapıldı. Medyascope’ta daha önce emek vermiş, çok sayıda değişik nedenlerle ayrılmış, başka yerlere giden ya da gazeteciliği bırakan arkadaşlarımız da gelmişti. Onlarla da hasret giderdik. Kendilerini tekrar buradan çok tebrik ediyorum. Bizim için çok mutlu bir gündü. Evet, bayağı bir yayın yaptık. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.