Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Tahran Zirvesi’nden ne çıktı? Biden’ın Ortadoğu ziyareti & ABD’den F-16 kararı

ABD Temsilciler Meclisi, Türkiye’ye savaş uçağı satışını zorlaştıracak yasa değişikliği önergesini kabul etti. Kabul edilen tasarı ne içeriyor? F-16 satışının önündeki şartlar neler? Bu tasarı, Türk-Amerikan ilişkilerini nasıl etkileyecek?

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Suriye konulu Astana Süreci Zirvesi için İran’da bir araya geldi. Zirve neden önemliydi? Zirveden ne çıktı? Türkiye’nin olası Suriye operasyonuna İran ve Rusya yeşil ışık yaktı mı?

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Joe Biden, geçtiğimiz hafta Suudi Arabistan’ı da ziyaret ettiği bir Ortadoğu gezisine çıktı. Ziyaret esnasında Biden’ın Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman ile görüşmesi gündem oldu. Peki Biden bu ziyaretinden umduğunu buldu mu?

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, Transatlantik’te değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz 

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”le karşınızdayız. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la dünyayı konuşacağız, daha çok bölgemizi konuşacağız. Yine, ikimiz Türkiye’de birimiz ABD’de, “Transatlantik”i gerçekleştiriyoruz. Gönül, seninle başlayalım. Tabii en önemli konu Tahran’daki üçlü zirve: Reisî, Putin, Erdoğan zirvesi… Ana konunun Suriye olduğu anlaşılıyor. Ayrıca Erdoğan, Putin ile ve İranlı muhâtabı Hamaney ile de görüştü. Ama esas olarak üçlü zirveydi ve çıkan sonuç bildirgesine baktığımızda, Erdoğan’ın Suriye’de yapmayı düşündüğü yeni harekâtlara iki taraf da pek yanaşmamış gibi gözüküyor. Ne diyorsun? Sonuç alamadı mı Erdoğan? En büyük hedef olarak herhalde yeni harekâtlar için Suriye’deki iki önemli gücün, İran ve Rusya’nın desteğini almayı arzulamıştı. Gerçekleşmemiş gibi gözüküyor. Ne dersin?

Gönül Tol: Evet, öyle görünüyor Ruşen. Bu ortak bildiride de aslında vurgulanan noktalar bütünüyle Rusya’nın ve İran’ın hassâsiyetlerine yapılan vurgulardı. Meselâ bunlardan bir tânesi, terör grupları ve terör gruplarının faaliyetleri kınandı. Buna karşı ortak hareket sözü verildi; fakat meselâ YPG’nin ismi zikredilmedi ortak bildiride — ki bu Türkiye için çok önemliydi. Suriye toprak bütünlüğüne vurgu yapıldı. İdlib’deki terör örgütlerinin varlığı yine kınandı — ki bu da aslında Türkiye’nin verdiği söze bir referanstı. Yani biliyorsun, daha evvel Türkiye’nin Rusya ve İran ile o Astana formatı içerisinde verdiği sözlerden bir tânesi o çatışmasızlık alanları — ki İdlib bunlardan bir tanesi. Türkiye İdlib’deki bu radikal grupları marjinalize etmek için, bu grupları mümkün olduğu kadar o bölgeden çıkarmak için çabalayacağı sözünü vermişti. Ve Rusya bu sözün yerine getirilmemesi konusunda Türkiye’yi çok sık eleştirdi. Tahran ortak bildirgesinde de yine buna vurgu yapıldı. Bir diğer nokta ise sığınmacılar konusu. Meselâ sığınmacıların, yani Suriye içerisinde gönderilecek sığınmacıların asıl ikamet yerlerine gönderilmesi konusunda bir cümle vardı — ki bu önemli. Neden önemli? Çünkü Türkiye kuzeyde kendi kontrol ettiği, askerî operasyonlarla ele geçirdiği bölgelere gönderiyor ya da göndermeyi planlıyor. Bugün bir emekli büyükelçi, “Türkiye Suriye’ye 3,5 milyon Suriyeli gönderdi” dedi. Ancak Birleşmiş Milletler bunun 100 binlerde olduğunu söylüyor. Çok abartılı bir rakam. Fakat Türkiye’nin böyle bir niyeti var biliyorsunuz. “30 km derinlikte bir bölge oluşturalım ve Türkiye içerisinde yaşayan Suriyeliler’i oraya gönderelim” deniyor. Hattâ inşaat yapılıyor, evler inşâ ediliyor vs.. Ortak bildirgedeki bu madde aslında bunu eleştiriyor. Yani Türkiye tabii bu Suriyeliler’i gönderirken bu insanların asıl ikamet ettikleri yerlere çok önem vermiyor. Hattâ bu, suçlamalara da sebep olmuştu; yani “Türkiye etnik yapıyı değiştiriyor” suçlamalarına da sebep olmuştu. Bu madde de aslında Türkiye’ye bir eleştiri niteliğinde. Bir diğeri de — ki bence bu İran’ın hassâsiyetini yansıtan bir şey: İsrail’in Suriye içerisindeki saldırılarına bir kınama geldi. Şimdi, İran’ın bir endîşesi var. Aslında bunu bu diğer noktaya bağlamak lâzım. Söylediğim gibi Türkiye’nin bu zirvede asıl amaçladığı şey, Suriye içerisine yapacağı bir sonraki operasyon için Rusya ve İran’dan yeşil ışık almaktı. Fakat anladığımız kadarıyla böyle bir yeşil ışık gelmedi. Özellikle İran, aslında bu operasyona karşı olduğunu çok net ifâde etti, Rusya o kadar net değildi. İran çok daha net ifâde etti. Ve zâten bence İran’dan yeşil ışık almayı beklemek gerçekçi değildi. Çünkü İran bu tür bir operasyonu kendi ulusal çıkarlarına zarar verecek bir hamle olarak görüyor. Şimdi, Türkiye ne dedi? Münbiç ve Tel Rıfat bölgelerine olacak gibi görünüyor. Hani Kobani’den falan da bahsediliyor, fakat… Şimdi, İran açısından bakıldığında belki Türkiye’nin Münbiç’e olası bir operasyonu İran için çok problem olmayabilir; çünkü orada, Amerikalılar’la işbirliği yapan, Suriye Demokratik Güçleri denen, Kürtler’in çoğunlukta olduğu yapı var. Şimdi bu tür bir operasyon tabii Amerika’nın varlığını zayıflatacağı için İran’ın işine gelir. Fakat İran için asıl problemli alan Tel Rıfat bölgesi. Çünkü Tel Rıfat’ın güneyinde –yani bu Halep’in kuzeyinde bir yer– Şiî yerleşim yerleri var. Bu yerleşim yerleri önemli İran için ve kaldı ki zâten Türkiye operasyon açıklamasını yaptıktan sonra, bir süredir buradaki askerî güçlerine takviye güç gönderiyor İran. Ve bir süredir, Suriye rejimini, Kürtler’i ve kendi desteklediği Şiî milisleri bir araya getirmeye çalışıyor. Amaçları, Tel Rıfat’taki Kürtler’i Suriye rejimiyle işbirliğine yönelterek burayı rejime devretmesini sağlamak. Böyle bir operasyonun Türkiye operasyonunun önüne geçeceğini ümit ediyor İran. Yani İran Tel Rıfat bölgesine yapılacak bir operasyonu bütünüyle kırmızı çizgi olarak görüyor; çünkü Türkiye burayla da kalmayıp buradan güneydeki Halep’e doğru bir operasyon başlatabilir — ki bu da İran’ın desteklediği rejim için son derece riskli bir hamle olur. Dolayısıyla İran bu konuda çok net. Aslında İran’ın bir diğer endişesi şu: İran, İsrail ile Türkiye arasındaki normalleşme hamlelerinden rahatsız, Suudi Arabistan ile de öyle… Bölgede İran karşıtı cepheye dâir bir enerji oluştuğunu düşünüyor İran. Yani Biden da, mâlûm, bölgedeydi. Türkiye’nin bu cephenin bir parçası olduğuna inanıyor. İsrail ile normalleşme adımları atılıyor; Suudi Arabistan’la, Körfez ülkeleriyle normalleşme adımları atılıyor ve İran bundan çok rahatsız. Özellikle de bu cephenin İsrail’in Suriye içerisindeki operasyonlarına ivme kazandırdığına inanıyor. Nitekim Haziran’da İsrail Dışişleri Bakanı Türkiye’ye gelmeden evvel, hatırlarsan bir grup İsrailli turiste yönelik bir operasyonu engelledi. Bütün bunları İran şöyle okuyor: Türkiye bu cephenin önemli bir parçası ve bu hem bölgede hem Suriye içerisinde benim varlığımı kısıtlayacak. O nedenle de Türkiye’nin operasyonunu daha böyle büyük bir çerçeveden görüyor İran ve bütünüyle buna karşı. Şimdi Rusya: Rusya da buna karşı, fakat bu kadar net ifâde etmedi. Yani İran kadar net ifâde etmedi. Ama Rusya’nın da meselâ Tel Rıfat bölgesi civârındaki güçlere takviye güç gönderdiğini biliyoruz. O yüzden asıl Türkiye’nin istediği şey olan operasyona yeşil ışık çıkmadı. Şöyle bir şey var — son olarak onunla bitireyim: Büyük resimde bu nasıl görülüyor? Yani bu üçlü zirve… Bu zirve Biden’ın Ortadoğu ziyâretinin hemen ardından oldu — ki Biden’ın Ortadoğu ziyâreti büyük ölçüde İsrail ve Körfez ülkeleri arasındaki normalleşmeye ivme kazandırma amaçlı, yani o cepheyi güçlendiren bir adım olarak görüldü. Şimdi, bu zirve de Rusya ile İran’ın daha böyle safları sıklaştırdığı bir zirve oldu aslında. Meselâ Rusya’nın Ukrayna’daki bu işgaline tam destek verdi İran. Rusya ve İran arasındaki ilişkilerin daha böyle bir zirve yapmış olduğunu gördük. Şimdi Türkiye de bu resmin, yani yükselen Rusya’nın ve bu cephenin bir parçası olarak görülüyor. Şimdi Biden meselâ bölgeye giderken… Gitme amaçlarından bir tânesi –ki danışmanları onu öyle iknâ etmişti–, aslında gitmek istemiyormuş Biden bölgeye; denmiş ki: “Bölgeye gitmemiz gerekiyor, çünkü gitmediğimiz takdirde Rusya ve Çin’e bırakacağız bölgeyi”. Şimdi böyle bir Biden var, bölgeyi böyle gören, bölgede Rusya’nın önünü almak isteyen bir Biden var. Diğer taraftan bu zirve şöyle bir resim veriyor, özellikle Washington’a: Rusya var, Amerika’nın altını oymaya çalışıyor bölgede, İran ile arasındaki ayrılıkları gidermeye çalışıyor, işbirliğini artırmaya çalışıyor; bir de Türkiye var, Türkiye de bu cephenin bir parçası ve üstelik Astana’da şöyle bir karar da aldılar, dediler ki: “Astana sâdece Suriye ile sınırlı kalmasın, bu üç ülke kendi arasında her tür ekonomik, politik işbirliğini de derinleştirsin”. Şimdi bunu Washington şöyle okuyor: İşte, bizim inşâ etmeye çalıştığımız bölgesel düzene alternatif bir düzen ve Türkiye bunun kurucularından bir tânesi.  Bu da Türkiye’nin daha da elini zorlayacak bir şey. Nitekim birkaç Kongre üyesi dün tweet de attı; “Türkiye’nin bu zirveye katılmış olması bize yeniden Türkiye ile dost olamayacağımızı gösterdi” diye bir mesaj attı.

Ruşen Çakır: Şimdi birazdan F-16 meselesini de konuşacağız; orada da tekrar bu konu gelecek. Ömer, Tahran zirvesini değerlendirirken, şimdi uçakta, Erdoğan dönüş yolunda gazetecilere şunu söylüyor net bir şekilde: “ABD Fırat’ın doğusundan çekilmeli”. Bunu Biden’a söylediğini de söyledi, ama belli ki olumlu cevap alamamış. Washington’ın gündeminde, Fırat’ın doğusundan çekilmek, Suriye Demokratik Güçleri’nden desteği bırakmak gibi bir seçenek var mı?

  1. Ömer Taşpınar: Yok. Washington’ın gündeminde şöyle bir şey var: Türkiye’ye F-16 satılmasını Türkiye’nin Suriye’ye girmemesine bağlamak gibi bir mesele var. Yani tam aksine, Washington’daki hava, “Kürtler’i, YPG’yi bırakmamalıyız ve Türkiye üzerinde şu anda manevra kabiliyetimiz var, manevra alanımız var: Türkiye F-16’ları almak için bâzı şartları yerine getirmeli”. Dört şarttan bahsediyor; bunlardan bir tânesi, Suriye’ye operasyon olmaması. Şimdi Tahran Zirvesi’ne gelecek olursak, yani Türkiye oraya yeşil ışık mı almaya gitti? Yani İran ve Rusya, “Hadi bakalım gir” diyebilir mi? Tabii ki demez. Yani zâten herhalde Erdoğan orada Hamaney’den nasıl bir cevap alacağını bekliyordu — ve Putin’den. Ne Amerika, ne İran, ne de Rusya, Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki operasyonlarına yeşil ışık verecek ülkeler değil. Türkiye onlara rağmen bugüne kadar onları yaptı. Yani en iyi ihtimalde, çatışma olmasın diye bâzen koordinasyonlar yapmak zorunda kaldı; yani Rusya’dan izin alarak yapmak zorunda kaldı; ama Rusya bir yeşil ışık… ve bence meselâ yeşil ışığı nasıl verdi en başında? 2017’de, darbeden sonra ilk yeşil ışığı nasıl verdi Rusya? Yeşil ışık verdiyse de eğer, o da S-400’leri satarak verdi. Yani bu S-400’lerin alımı meselesi gibi konularda Türkiye zor durumda kalırdı, yani eğer Rusya, “Girme!” deseydi. İran’ın da pozisyonu belli. Dolayısıyla burada Suriye üzerinden giden bir diyalog var ve kozmetik bir diyalog var. Bu Astana süreci dediğimiz süreç –bu Tahran zirvesi de onun devâmı–, artık bir bakıma ölmüş bir süreç. Yani bir şey çıkmıyor oradan. Cenevre süreci nasıl bittiyse Astana süreci de bitti. Yani ortada Şam’ın bir zaferi var. Şam kazandı. İdlib bölgesinde sıkışmış bir durum var. Türkiye İdlib konusunda zorlanıyor, çünkü hiçbir taahhüdünü yerine getiremedi. Rusya, İdlib konusunda kartları elinde tutuyor. Türkiye’nin Ukrayna konusunda Rusya’nın hoşuna gitmeyecek bir şey yapması durumunda, Rusya’nın elinde hâlâ devam eden bir İdlib kartı var, bir Kuzey Suriye kartı var. Yani ana dinamiklerde bir değişiklik yok gibi. Yükselen bir Rusya, yalnızlaşan bir İran mı var? Bence yükselen bir Rusya yok; çünkü Putin uzun süreden beri ilk defa Rusya sınırları dışına çıkıyor. Yani ilk olarak Orta Asya’ya bir gezi yaptı, bir de şimdi İran’a gidiyor; yani Amerika’nın gözünde yalnızlaşan bir Rusya, düşüşte olan bir Rusya var. Ve yalnızlaşan da bir İran var mı emin değilim. İran da aslında baktığımızda, yani bölgede Suudi Arabistan’ın İsrail ile ilişkilerini normalleştirmemesi, Birleşik Arap Emirlikleri’nin İran’da büyükelçiliğini açmaya karar vermesi, Katar ile İran ilişkilerinin tarihteki belki de en iyi yere gelmiş olması –doğalgaz konusunda anlaşmalar yapıyorlar–, İran bir şekilde uranyum konusunda da istediği yere geldi, yani silâh üretebilecek derecede uranyum üretti; yani elinde nükleer kartı da tutuyor şu anda. Orada, Amerika ile nükleer süreç neredeyse bitti gibi. Ama Amerika bir türlü fişi çekip, “Ben masadan kalkıyorum” diyemiyor. Çünkü masadan kalkarsa, İsrail’in İran’a saldırma durumu olabilir. İran bence nükleer konusunda istediği yere geldi. Çin’e dünya kadar petrol satıyor. Rusya ile iyi askerî ilişkiler içinde. Amerika’nın söylediklerine göre, Rusya’ya askerî açıdan SİHA’lar satıyor. Yani İran da bölgede güçlü bir durumda gibi şu anda. Yani çok fazla yalnızlaşmış bir İran da yok, çok fazla yükselen bir Rusya da yok. Amerika açısından baktığımızda, İran ve Rusya bir bakıma birbirlerine muhtaç kaldılar. Yani bu iki ülke, ekonomik yaptırımlar altında birbirleriyle konuşuyor diyorlar, ama aslında bana göre ortada hiç kimse açısından bir başarı söz konusu değil. Ve bu büyük resime baktığımızda, İran’ın nükleere gidiyor oluşu gibi bir şey söz konusu; fakat Körfez ülkeleri açısından nükleerden daha önemli mesele, İran’ın Hizbullah, Hamas ve Yemen’deki Husiler’e verdiği destek, balistik füzeler konusunda çok ileride bir yerde olması. Yani elindeki balistik füze sayısı, Amerika’yla bir çatışma yaşadığı anda neredeyse Amerika’yı bile paralize edebilecek oranda elinde balistik füze var İran’ın. İran’ın bir hava kuvvetleri yok, ama balistik füze konusunda geldiği yer Körfez’i çok rahatsız ediyor. Zâten Körfez ülkeleri de o yüzden korkuyorlar. Yani nükleerden korkmuyorlar. İran’ın konvansiyonel balistik gücünden çok korkuyorlar. Ve bu balistik füzeleri etrafa vermesinden korkuyorlar. Dolayısıyla İran bu konularda da aslında istediği yere geldi. İsrail, Kudüs Bildirgesi’ni Amerika’yla beraber imzâladı Biden gittiğinde. O Kudüs Bildirgesi’nde önemli bir şey var: Caydırıcılıktan bahsediliyor artık. Yani diplomatik angajmanlar, diplomatik yöntemlerden çok, askerî caydırıcılık üzerinde Amerika, İsrail ile berâber İran’a aba altından sopa göstermeye çalışıyor. Yani “Bölgedeki faaliyetlerini bu şekilde devam ettirirsen, karşında askerî güç kullanacak bir İsrail ve Amerika bulacaksın” mesajını vermeye çalışıyorlar. Yani Amerika açısından İsrail, artık kontrol edilmesi gereken bir güç İran’a karşı. İsrail’i kontrol etmenin en iyi yöntemi de İsrail’le berâber hareket etmek. Yani İsrail’i tek başına İran’a yollamak yerine, İsrail’le berâber İran’a daha caydırıcı, silâhlı caydırıcılık mesajlarını vermek… Bu da bana aslında İran’ın güçlendiğini gösteriyor. 

Ruşen Çakır: Burada… Madem oraya geldik. İsterseniz oradan devam edelim: Biden’ın Ortadoğu ziyâreti, tam Ömer’in bıraktığı yerden. Gönül, sen bu konuda mı bir şey söyleyecektin? Artık bu konuya girelim: Biden Ortadoğu’da ne yaptı, ne yapamadı meselesine bir bakalım. En son da F-16’larla kapatırız.

Gönül Tol: Şeyi söylemek istiyorum. Yani ben “Rusya’nın yükselişi” sözcüğünü belki de yanlış kullanmışım. Şunu söylemek istedim: Aslında Rusya uzunca bir zamandır bölgeye angajmanını derinleştiriyor, yani Mısır’la, meselâ Lübnan’la, Suudi Arabistan’la, işte şimdi İran’la bu askerî savunma işbirliğini derinleştirmeye çalışıyor. Ve pek çok insan, yani Ukrayna’dan sonra şeyi bekledi; aslında meselâ Mısır gibi ülke –ki aslında Rusya’ya askerî açıdan bağımlı bir anlamda Mısır– ona rağmen meselâ Rusya’yı kınadı, yani Ukrayna meselesinde NATO ile birlikte hareket etti Mısır. O yüzden bir sürü insan şunu düşündü: Ukrayna’dan sonra artık Rusya’nın bölgeyle ilişkilerini derinleştirmesi sekteye uğrayacak diye düşündü, ama aslında öyle olmadı. Tam tersine Rusya, bu konudaki çabalarını bence daha hızlandırmış durumda ve bölgedeki olası müttefiklerle ekonomik olarak, ticâret ve silâh konusunda, işbirliği konusunda birçok hamlede bulundu. O yüzden altını çizmek istedim. Yani Rusya, Amerika’nın çekildiği bir bölgede bütün problemlere, Ukrayna sonrası problemlere rağmen kendi varlığını derinleştirebileceğini düşünüyor ve bölgedeki ülkeler de  buna çok absürt bir fikir gibi bakmıyor. Tam tersine Körfez ülkeleri dahi –ki bundan sonra belki Biden’dan bahsetmek lâzım– yani Rusya’yı aslında bir alternatif müttefik olarak görüyor. Buna objektif olarak baktığımızda, Amerika’nın yerini alması mümkün değil — özellikle de orta ve kısa vâdede. Fakat böyle bir tartışma var bölgede, Körfez ülkelerinde de böyle bir tartışma var. Şimdi Biden’ın Ortadoğu ziyâretine gelirsek, hani geçen hafta konuşmuştuk: Yani ne amaçlıyor bölgeyi ziyâretle? Biden aslında gitmek istememiş, yani bu seyahati yapmak istememiş, bölgeye gitmek istememiş ve danışmanları aylardır iknâ etmek istemiş. Şimdi Biden’ın söylediği şey şu — gitmek istememesinin altında yatan temel neden: “Ben Suudi Arabistan’ı parya îlân ettikten sonra Muhammed bin Salman’la el sıkışamam, benim de bâzı değerlerim var ve insan hakları konusuna gerçekten önem veriyorum” demişti bir gazeteye sızdırılan habere göre. Fakat danışmanları ısrar etmişler ve şunu söylemişler: “Eğer bölgeye bir ziyâret gerçekleştirmezseniz, bütünüyle Çin’e ve Rusya’ya bırakmış olacağız, o nedenle bu ziyâreti yapmak zorundasınız”. Yani danışmanlarının öne sürdüğü temel şey bu. Fakat Biden’ın temel motivasyonu aslında petrol meselesi. Yani en önemli amacı, petrol arzını artıracağına dâir Suudi Arabistan’dan bir taahhüt koparmaktı. Şimdi bu gerçekleşmedi. Böyle bir taahhüdün verilmediği anlaşılıyor. Biden ekibinde enerjiden sorumlu bir isim gazetecilerin sorularını yanıtlarken şu soruldu: “Sizce başarılı bir ziyâret miydi?” — “Başarılı bir ziyâretti” dedi. “Peki petrol konusunda Suudiler’den istediğiniz şeyi alabildiniz mi?” sorusuna kaçamak bir cevap verdi. “Zâten Suudi Arabistan % 50 artırdı” dedi. Halbuki artırdı dediği şey üretim değil; yani kotayı yükseltti, fakat yani pratikte ne olduğuna bakarsak, pratikte olmuş bir şey yok. O soruyu geçiştirdi. Geçiştirmesinin sebebi de aslında bir uzlaşmaya varılamamış olmadı. Kaldı ki hem Muhammed bin Salman’ın o Körfez Zirvesi’nde yaptığı konuşma, hem Suudi yetkililerin Biden’ın ardından yaptığı açıklamalar şunu gösteriyor: Suudi Arabistan’ın böyle bir niyeti yok. Meselâ şunu diyor Suudi yetkililer: “2027’ye kadar kapasitemizi günlük 13 milyon varile çıkaracağız” diyor. Zâten kapasitesi de, şu an ürettiği şey de bu. Dolayısıyla “Bizden çok şey beklemeyin” mesajı veriyor. Dolayısıyla bu ziyârette en çok amaçladığı, en önem verdiği konu gerçekleşmemiş oldu Biden’ın. Bir diğer amacı neydi? Bölgedeki ülkelere şunu söylemek: “Biz hiçbir yere gitmiyoruz”. Zâten böyle bir konuşma da yaptı Biden. “Biz hiçbir yere gitmiyoruz, Amerika burada kalacak ve bölgenin güvenliğiyle yakından ilgileniyoruz” dedi. Bir de zirve gerçekleştirdi bu arada, bir toplantı yaptı, ilginç bir adı var: “I2U2 Group”. Bu iki “I”, İsrail ve Hindistan –İngilizcesi India– ve iki U da Birleşik Arap Emirlikleri (UAE) ve Amerika’nın (USA) yeni bir platformu var. Bu platformun toplantısı yapıldı. Şu mesajı vermek istiyor Biden yönetimi: Bölgede kalacağız, bölgenin güvenliğiyle yakından ilgileniyoruz ve hattâ Ortadoğu bizim global güvenlik stratejimizin önemli bir parçası. Yani Hindistan da bir taraftan, İsrail, Amerika Birleşik Devletleri ve Birleşik Arap Emirlikleri… Bu mesajı vermek istiyor. Fakat bana sorarsanız bölge ülkeleri bunu çok inandırıcı bulmuyorlar ve Biden’ı da çok ciddîye almıyorlar. Nitekim Birleşik Arap Emirlikleri’nde Cemal Kaşıkçı’nın Amerika’daki avukatı tutuklandı. Ve çok saçma sapan nedenlerle tutuklandı. Şimdi bu Biden’la dalga geçmek ve bir anlamda Muhammed bin Salman’la görüşerek tükürdüğünü yalamış olan Biden’ın elinin aslında ne kadar zayıfladığının bölge ülkeleri tarafından anlaşıldığının mesajının verilmesi bence. O yüzden de hâlâ Rusya bir alternatif, Amerika ile ittifaka, müttefikliğe önemli bir alternatif olarak görülüyor bölge ülkeleri tarafından. Özellikle Körfez ülkeleri bunu çeşitlendirmek gerektiğini söylüyor. Bir diğer amaç neydi? Yani İsrail ile Arap ülkeleriyle aradaki normalleşmeye ivme kazandırmaktı. Biden’ın yetkilileri diyor ki: “Biz bu ziyârette bunu başardık”. Meselâ Biden’ın uçağı Tel Aviv’den Suudi Arabistan’a uçtu — bu bir ilkti. Bunu çok sembolik ve çok önemli bir şey olarak görüyorlar; işte, “Suudi Arabistan İsrail’den gelen uçaklara hava sâhasını açtı ve bakın işte bu normalleştirmeyi gerçekleştirdik” mesajını veriyor Biden yönetimi. O anlamda da “Başarılıydık” diyor. Halbuki Suudi yetkililer diyor ki: “Biz İsrail’le normalleştirmek için atmadık bu adımları; bizim zâten hep böyle ulaşım ağı olma amacımız vardı, bu amaca hizmet ediyor bu attığımız adım. Normalleşme için İsrail-Filistin meselesinde ilerleme kaydedilmesi gerekiyor” diyorlar. Yani bence çok marjinal şeyler elde etti Biden bu seyahatle. Çok küçük kazanımlar; fakat karşılığında ne verdi? İşte o bence çok önemli. Yani karşılığında, dış politikada, “İnsan hakları benim dış politikamın bel kemiğidir” diyen bir Amerikan başkanı olarak, bunun altını dolduramadığını bir kez daha gösterdi bu ziyâretle. Belki Muhammed bin Salman’la el sıkışmadı, hani şu hareketi yaptı (pandemi sürecinde kullanılan yumruk yapma hareketini kastediyor) Türkçe ne deniyor? Onu yaptılar; ama o çok olay oldu, yani Kongre’deki Demokratlar dahi eleştirdiler bunu. Washington’da çok eleştiri aldı, yani Muhammed bin Salman gibi bir câniyi meşrûlaştırmış oldu bu geziyle ve karşılığında da bence çok önemli kazanımlar elde etmedi — hem iç siyâsette hem bölgesel siyâsette.

Ruşen Çakır: Ömer, F-16’larla noktayı koyalım. Bu konuda Ortadoğu gezisine ekleyeceğin bir şey yoksa. Varsa ekle, ama F-16’ları da konuşalım.

Ömer Taşpınar: Biraz Ortadoğu’dan da bahsedeyim. İsrail boyutu başarılı geçti gezinin. Kudüs Bildirgesi önemli bir bildirge. Çünkü İsrail’le Amerika’nın pozisyonunu harmonize ediyor. Şimdi normal şartlarda nükleere doğru giden bir İran var; yani artık nükleer silâh yapabilecek derecede uranyum yoğunlaştırdı. Normalde yer yerinden oynardı böyle bir şey olsa. Eskiden, yani bundan bir yıl önce, iki yıl önce böyle bir şey söylense, İsrail saldırırdı, Amerika’da konuşulurdu. Bu konu konuşulmuyor. Niye konuşulmuyor? Çünkü bu konuyu çok gündeme getirmek istemiyor Amerika. Çünkü bir başarısızlık söz konusu diplomaside. Bir de Amerika’nın İran’la görüşmelerini yürüten baş görüşmeci Robert Malley’in yaptığı bir hatâdan bahsediliyor Washington’da — ki o bayağı bir gerginlik yaratmış Beyaz Saray’da, Ortadoğu’dan sorumlu Brad Mcgurk ile Malley arasında. O da şu: Robert Malley İran’ın Devrim Muhafızları’nın terör listesinden çıkarılması konusundaki talebine, “Yapabiliriz belki” demiş. Yani bunu Biden’a getirmiş ve bu konuda uğraşmış. Yani Devrim Muhafızları’nın terör listesinden çıkarılması ana mesele hâline gelmişti imzâ atılmamasında. Bu konuda Malley’in gereksiz yere İran’ı ümitli hâle getirdiği, yani İran’a yanlış mesaj verdiği söyleniyor. O nedenle şu aşamada, yani İran’la gelinen noktada bu Devrim Muhafızları meselesiyle bir başarısızlık söz konusu — ki bu Devrim Muhafızları’nın terörist îlân edilmesi Trump döneminde olmuştu. Ve Trump’ın, durumun düzelmemesi için yaptığı bir şeydi ve başarılı oldu diyebiliriz. Şimdi şu aşamada artık yani İran’la bir savaşa doğru gidildiği bir yerde, Amerika açısından İsrail’in elini tutmak, İsrail’i durdurmak, İsrail’le berâber hareket etmek çok önemliydi ve Kudüs Bildirgesi’yle bunu belirli bir oranda başardı. Artık öyle bir yere doğru geliyoruz ki, yani Amerika çok daha sert olmak zorunda İran’a karşı; ancak o şekilde İsrail’i tutabilir. Yani diplomatik metodlardan bahsetmek yerine, askerî metodlardan daha fazla bahsedecek. Diplomasi hâlâ masada diyecek, ama askerî opsiyonları değerlendiriyoruz diyecek. Caydırıcılık böyle bir şey ve caydırıcılıkla inandırıcılık bir arada gitmek zorunda. Yani onu yapmaya çalışıyor. O açıdan İsrail boyutu başarılıydı. Gönül’e katılıyorum, Suudi Arabistan’a gitmek istemedi. Zâten en başından belliydi gitmek istemeyeceği. Fakat dört şartı vardı Suudi Arabistan’a gitmek için. Bir tânesi, “Bu dört şartı yerine getirebilirlerse yapabiliriz” dedi. O dört şarttan en önemlisi petrol konusunda, yani petrol konusunda tâvizler bekliyordu. Onu ancak ziyâretle yapabileceği söylendi kendisine ve ziyâretin ana amacı petroldü. Diğeri Yemen’de Suudi Arabistan’ın bir barış anlaşması imzalaması… Orada istediğini belirli bir oranda elde etti Biden, Yemen konusunda. Yemen’de devam eden bir şey var, ateşkes var; ama barış anlaşması yok. İsrail’le normalleşmeyi istiyordu Biden. Yani Suudi Arabistan ile İsrail arasında normalleşme istiyordu. O konuda bazı küçük adımlar atıldı. O konuda da ilginç bir gelişme var. Yani bunlar Washington dedikoduları biraz. Neredeyse her ay Suudi Arabistan’a giden Trump’ın damadı var: Kushner. Bu Kushner, Suudi Arabistan’a, “Kesinlikle İsrail’le normalleşmeyin şimdi, biz gelince, Trump gelince veya Cumhuriyetçiler gelince normalleşirsiniz, karşılığında çok daha fazla şey alırsınız silâh konusunda” diyor. Dolayısıyla Suudi Arabistan, normalleşmek için Trump’ın gelmesini bekliyor diyebiliriz. Tabii her şeyden önce yaşlanmış kralın vefat etmesi gerekiyor. Çünkü yaşlanmış kralın bir kırmızı çizgisi var Filistin konusunda. Ama kral vefat edince ve bana göre Cumhuriyetçiler gelince, hele Trump gelince, Suudi Arabistan’ın eli daha fazla güçlenebilir. Bir de tabii Biden’ın istediği, bir şekilde Muhammed bin Salman’ın veya yönetimin bu Kaşıkçı konusunda özür dilemesiymiş. Yani çok daha açık bir şekilde özür dilemesini istiyormuş. O da olacak bir şey değildi. Bütün bunlara rağmen niye gitti? Mecbur kaldı gitmek için. Ukrayna Savaşı sonrası petrol fiyatları, enflasyon öyle bir yere geldi ki, artık gitmemesi imkânsızdı. Bölgeyi Çin’e ve Rusya’ya bırakmama meselesi de doğru; fakat ilginç bir şey, yani Çin ve Rusya konusunda hiçbir şey söylenmedi doğru dürüst. Yani NATO zirvelerinde artık Çin’e referanslar yapılıyor, Rusya’ya sürekli referanslar yapılıyor. Ne İsrail ne Birleşik Arap Emirlikleri ne Körfez ülkeleri ne Mısır, Rusya veya Çin konusunda negatif bir şey söylemiyorlar. Çünkü bu ülkeler Amerika’yla askerî ilişkileri devam ettirirken, Çin’le bir şekilde ekonomik ilişkileri geliştiriyorlar. Çin teknolojik olarak da bölgeye çok girmiş durumda, askerî olarak da girmeye çalışıyor Çin. Dolayısıyla bu rekabet devam ediyor diyebiliriz. Şimdi, F-16 meselesine geçeyim. F-16 meselesinde Kongre’den bir karar çıktı. Kongre oyladı ve iki şarta bağladı anladığım kadarıyla Türkiye’ye F-16 satılmasını. Birinci şart, Amerika’nın ulusal çıkarlarına bir şekilde zarar getirmeyecek olmalı bu; yani hattâ Amerika kanıtlamalı ki, F-16’ların satışı Amerikan ulusal çıkarları çerçevesinde ele alınmalı. Dolayısıyla bu ne demek? Yani Türkiye NATO konusunda herhangi bir şekilde bir veto yaparsa veya Türkiye Amerika’nın ulusal çıkarlarına aykırı bir şekilde hareket ederse bu silâhlar, F-16’lar verilmemeli. İkincisi de, Türkiye’nin Yunanistan’la ilişkilerinde bu sürekli “it dalaşı” dediğimiz Yunan hava sâhasına giren Türk uçaklarına bir şekilde izin verilmemesi gerekiyor. Yani bu “F-16’ların Yunan hava sâhasını ihlâl etmesine izin vermemesi gerekir” diyor. Bu daha sorunlu bir şey. Yani bunun taahhüdünü almadı, “Gerekiyor” diyor. Şimdi bu, Senato’dan da geçmez. Senato’da da Menendez’in dört tâne şartı var. Demin bahsetmiştim; Senato’da Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Menendez’in dört şartı var F-16’ların verilmesi için. Bir tânesi Suriye’ye operasyon olmayacak, öbürü Türkiye Doğu Akdeniz’deki faaliyetlerinde hiçbir şekilde Yunanistan’a karşı, İsrail’e karşı, Mısır’a karşı hareket etmeyecek. Yani Doğu Akdeniz şerhi konuyor. Çok önemli insan hakları meselesi var. Yani insan hakları konusunda, bana göre işte Kavala olsun, genelde insan hakları meselesi olsun, düşünce özgürlüğü gibi konularda Türkiye’nin daha ciddî adımlar atması bekleniyor ve tabii ki de en zoru S-400’ler. “S-400’ler de dördüncü mesele olduğu sürece bu olmayacak” diyor. Menendez bu konuda çok net. Dolayısıyla Senato’da daha da sert bir hava var. Bütün bunlardan nereye geliyoruz? Hani demiştik, “Biden çok istiyor F-16’ları vermek, bu iş oldu”. Hattâ “Türkiye NATO konusunda yaptıkları karşılığında F-16’ları alıyor, NATO’da Finlandiya ve İsveç’e evet dedi, karşılığında F-16’ları aldı” dendi. Böyle bir şey söz konusu değil. Yani F-16’lar Türkiye’ye hâlâ verilebilir. Verilirse, ya Biden Kongre’deki karârı veto eder ve bunu bir şekilde kendisi Amerika’nın ulusal çıkarlarına uygun olarak gösterir. Türkiye’den de belki göstermelik bir garanti alır. Bunu hâlâ yapabilir. Ama Senato’da daha da zorlanacak. Ve şu andaki durum, bence Türkiye eğer bir lobicilik faaliyeti yapacaksa, bu F-16’lar konusunda lobiyi artık Amerikan hükûmetiyle falan değil Kongre üzerinde yapmalı ve Menendez’le iletişim kanalları açılmalı. Burada biliyoruz, Murat Mercan sürekli görüşmeye çalışıyor Menendez’le. Ama Menendez daha Murat Mercan’ı kabul etmedi. Yani Türkiye zor bir durumda burada ve Menendez’in eli güçlü. Yunanistan’ın eli çok güçlü. Yunanistan Savunma Bakanı bu hafta Washington’daydı. Hem F-35’lerin alımı konusunda ilerleme sağladı, hem yirmi tane F-35 alıyor Yunanistan; hem de F-35’lerin üretim sürecine girmeye çalışıyor. Yani Türkiye’nin çıktığı yere kendisi girmeye çalışıyor. Yunanistan’ın elinin çok daha güçlendiği bir Washington’la karşı karşıyayız. 

Ruşen Çakır: Evet, Gönül seninle noktayı koyalım F-16’lar meselesine. Ömer bütün detayları verdi. Bayağı zor gözüküyor, değil mi?

Gönül Tol: Zor gözüküyor, ama Ömer şöyle bir şey de söyledi: “Biden iknâ edebilir Kongre’yi”. Niye iknâ etmeye çalışsın ki? Zaten çok az siyâsî sermâyesi var Kongre nezdinde. Neden Türkiye için harcasın bunu? Böyle bir şey yapacağını zannetmiyorum. İkincisi, Türkiye bunu kabul edecek mi? Yani özellikle Yunanistan mevzûunu. Sâdece Erdoğan değil, yani hiçbir Türk siyâsetçisinin bunu kabul etmesi, Yunanistan konusunda konulan şartı kabul etmesi mümkün değil. O yüzden bana çok zor görünüyor F-16 meselesi. Meselâ aslında diline baktığımızda, yani o getirilen şartlara, diyor ki: “Biden’ın F-16 satışının Amerikan ulusal güvenliği için gerekli olduğunu belgelemesi gerekiyor” diyor. Aslında bu çok zor bir şart değil. Yani bu yapılabilir bir şey. Meselâ Ukrayna’yı dahi bahâne edebilir ve hiçbir şeyi bahâne etmesine gerek yok, der ki: “NATO’nun güney kanadı çok ciddî zâfiyet içinde olacak; bu yapılan yaptırımlar vs. yüzünden, zâten zayıfladı, F-16 satalım” diyebilir. Onda zor bir şey yok. Yunanistan çok güç. Onun ötesinde tabii bir de meselâ Menendiz gibi insanlar var. Mevzû, insan haklarına da uzanan bir mevzû bu insanlar için. Yani sâdece S-400’ü çözmek de yetmiyor, Doğu Akdeniz’de daha yapıcı bir tavır içinde olmak da yetmiyor, insan haklarından bahsediyorlar. O yüzden bana çok güç geliyor. Kaldı ki şunu da biliyorum: Kongre’de Türkiye’nin o son hamlesi, yani İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği konusunda çıkardığı zorluklar nedeniyle de bâzı üyelerin, yani Ukrayna kriziyle birlikte tavrını yumuşatan bâzı üyelerin yeniden sertleştiğini de biliyoruz. Bir de söylemek istediğim şey… Yani Biden’ın özellikle Muhammed bin Salman’la görüşmesi çok büyük bir hayal kırıklığıydı; yani benim ve benim gibi düşünen bir sürü insan için. Ömer dedi ya: “Biden söz istemiş özür dilemesi için”. Özür dilemeyi bir tarafa bırakın, Muhammed bin Salman azarladı neredeyse Biden’ı. Yani Kaşıkçı meselesi gündeme geldiğinde, Muhammed bin Salman şunu demiş: “Yani siz de Ebu Gureyb’de yaptıklarınıza bakın”. Ayrıca demiş ki: “Biliyorsunuz bu tür şeyler olabiliyor, bakın meselâ Şirin Ebu Akile öldürüldü, kazâra böyle şeyler olabiliyor” demiş. Ve Biden da buna hiç tepki göstermedi. Yani benim için en sorunlu noktalardan bir tânesi bu… Ben içimde birazcık da ümit besliyordum Biden başkan seçildiğinde, insan haklarının dış politikasının önemli bir ayağı olacağı konusunda. Artık son noktayı bu gezi koydu. Muhammed bin Salman’ı görmesi. Ve şöyle bir sembolik bir şey yapabilirdi: Yani işte Şirin Ebu Akile’nin âilesi –ki biliyorsun Filistinli önemli bir gazeteci ve İsrail askerleri tarafından öldürüldü; üstelik Amerikan yönetimi de bunun İsrail tarafından öldürüldüğünü ama kazâ olduğunu söyledi– meselâ Akile’nin âilesi Biden’la görüşmek istedi. İsmini söyleyemedi Şirin’in. Biden görüşmeyi reddetti, âileyle görüşmeyi reddetti. En azından madem Muhammed bin Salman’la görüşüyorsun, bâri onu dengeleyecek böyle bir adım atılabilirdi. Onu dahi atmadı ve bölge de bunları not ediyor. Yani işte Birleşik Arap Emirlikleri’nde Kaşıkçı’nın avukatının başına gelenleri düşünürseniz, bunun sonuçlarının olacağını kestirmek güç değil. 

Ruşen Çakır: Evet, “Transatlantik”i burada noktalayalım. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. İzleyicilerimize de teşekkürler. Haftaya görüşmek üzere, iyi günler. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.