Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: ABD seçimlerinde Filistin faktörü | Kandil’e kara harekâtı olur mu?

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 5-6 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek başkanlık yarışında artık adaylar kesin: Bir kez daha Joe Biden ile Donald Trump yarışı izleyeceğiz. Biden ve Trump, aday olmak için Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’de yeterli delege sayısına ulaştı.

Genel ve yerel seçimler öncesi sürekli medyada, “Kandil’e askeri harekât mı istersiniz, yoksa yeni çözüm süreci mi?” sorusunu görürüz. Yazılan analizler, kulis haberler, “içeriden bilgiler” kamuoyunda sürekli paylaşılır. Mayıs seçimleri öncesinde askeri harekâtın hedefi Suriye’ydi fakat şimdi ise hedef Irak, hatta Kandil oldu. Peki Türkiye Kandil’e harekât düzenleyebilir mi?

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Transatlantik’in yeni bölümünde ABD seçimlerinde dış politikanın etkisini ve Kandil’e harekât ihtimalini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”te karşınızdayız. Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la hem ABD hem Türkiye’de yapılacak olan seçimleri ve bunların özellikle dış politikayla ilişkilerini konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Şimdi, Türkiye’de her seçim öncesi mâlûm, hep bir “Suriye’ye kara harekâtı” muhabbeti olur. Hatırlıyorum, daha önceki “Transatlantik”lerde hep bunu konuştuk. Son seçimlerde de böyle olmuştu biliyorsunuz, olmamıştı harekât. Ama hep böyle bir hava yaratılır, daha önceki seçimlerde de olmuştu. Bu sefer seçim öncesi değil de seçim sonrası Irak’a ve hattâ Kandil’e yönelik bir harekât spekülasyonları yapılıyor. Bunun da dayandığı husus, Irak’la imzâlanan mâlûm anlaşma ve o anlaşmada, Irak tarafının PKK’yı yasaklı örgüt olarak tanımlaması. Buradan hareketle, “İşte, Irak hükûmeti de destekliyor ve olacak” deniyor. Bugün Erdoğan yine konuşmasında –iki ilde konuştu: Isparta, Burdur–, yine terör, sınır ötesi vs. bunları söyledi. Böyle bir beklenti var. Gönül, ne dersin? Bu yıllardır hep akıllarda olan, ama yapılmayan bir şey. Sâdece hava harekâtları yapıldı Kandil’e; defalarca, sürekli yapılıyor, hem jetlerle hem de şimdi SİHA’larla yapılıyor, uzun bir süredir öyle yapılıyor. Seçim sonrası Irak’ta Kandil’e kara harekâtı… Bunlar sana ne söylüyor, yani olabilir mi sence? 

Gönül Tol: Ne söylüyor sorusunu yanıtlayayım Ruşen. Çünkü bu açıklama yapıldı, yani Irak’la bir anlaşma imzâlandı. Önemli bir anlaşma aslında. Yani Irak’ın PKK’yı yasaklı örgüt kabul etmesi önemli bir şey, bu bir ilk. Ve PKK’ya karşı iki ülkenin ortak operasyon yapacağı sözünü vermesi de önemli bir şey. Şimdi ben Irak’la imzâlanan bu güvenlik anlaşmasının temel nedenini birkaç şey olarak görüyorum. Birincisi: Bu Irak Kalkınma Yolu Projesi’ni hayâta geçirmek olduğunu düşünüyorum. Neydi bu Irak Kalkınma Yolu Projesi? Hatırlayalım: Geçen yıl G-20’de Biden ve Modi’nin yaptığı bir açıklama vardı. Demişlerdi ki: “Bir koridor kuracağız. Hindistan’dan Ortadoğu’ya uzanan ve Ortdoğu’dan Avrupa’ya uzanan. İçerisinde karayolu, demiryolu vs.’nin olduğu böyle bir koridor kuracağız” demişlerdi. Ve bunu da şu şekilde aslında meşrûlaştırmışlardı. Yani Kızıldeniz’deki saldırılar yeni bir şey, fakat genel olarak Amerika bunu Ortadoğu’da Çin’in yaptığı altyapı yatırımlarına bir alternatif olarak görmüştü. Yani Ortadoğu’da Çin’in gücünü sınırlandırmak için — biliyorsun Çin’in ciddî bir altyapı projesi var ve dünyanın çeşitli bölgelerine uzanan bir altyapı ağını içeriyor bu. Ortadoğu da bu bölgelerden bir tânesi ve Amerika o Çin’in etki alanını kısıtlama stratejisi çerçevesinde böyle bir koridor projesiyle öne çıkmıştı. Bunu duyurmuşlardı Modi ile, Hindistan’la birlikte. Biden’ın ve Modi’nin açıkladığı bu koridor Türkiye’yi bypass ediyordu. Türkiye’nin etrafından dolanarak Avrupa’ya gidiyordu. Şimdi Erdoğan buna çok öfkelendi. Aslında haklı olarak öfkelendi; çünkü Türkiye’nin konumu îtibâriyle bu tür ulaşım yollarının Türkiye’den geçmemesi her şeyden önce Türk ekonomisi için ciddî negatif etkiler doğuracak bir gelişme. Bu nedenle Erdoğan öfkelendi ve kendi alternatifini açıkladı. Irak Kalkınma Yolu Projesi’ni açıkladı. İşte bu, Körfez’den gelecek Irak’a geçecek ve Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaşacak bir koridor, alternatif koridor. Şimdi bu koridorun, eğer hayâta geçirilirse özellikle Türkiye ve Irak için çok önemli ekonomik getirileri olacak. Sâdece ekonomik getirileri değil; aynı zamanda her iki ülkenin jeostratejik önemini artıracak bir koridor. Ve tabiî Erdoğan deyince aklımıza ilk inşaat geliyor. O yüzden Erdoğan ve yakınındaki firmaların, inşaat şirketlerinin bu tür bir projeyle ne kadar heyecanlandığını kestirmek zor değil. O yüzden bence Irak’la açıklanan bu güvenlik anlaşmasının ilk ayağı ve ilk motivasyonu bu. Tabiî böyle bir projenin hayâta geçirilmesi için ne gerekiyor Ruşen? Öncelikle bir güvenliği sağlamanız gerekiyor, öyle değil mi? 17 milyar dolarlık bir proje… Herhangi bir ülkenin, şirketin bu 17 milyarı… Bir de kim finanse edecek bu koridoru? Herhangi bir ülkenin bunu finanse etmesi için belli şartların sağlanması gerekiyor. O şartlardan bir tânesi güvenlik. Irak denen yer; devletin olmadığı, kurumların işlemediği, merkezî hükümetin güvenliği sağlayamadığı, PKK dâhil İran’a yakın milisler dâhil pek çok grubun bu durumun altını oyabileceği bir potansiyel var. Üstelik bu bahsedilen proje Basra’dan geçiyor. Basra neresi? Irak’ın güneyinde, İran’ın çok ciddî bir etkisinin olduğu bir bölge. Dolayısıyla bunun hayâta geçirilmesi için ve istenilen yatırımı çekebilmek için Irak’ın ve Türkiye’nin özellikle Körfez ülkelerine –ki Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden finansman çekmeye çalışıyorlar– bence şu mesajı vermeleri gerekiyor: “Merak etmeyin. Güvenlik bizim kontrolümüz altında. Bakın PKK’ya karşı da Irak’la anlaşma imzâladık. Biz birlikte mücâdele edeceğiz. Siz bu projeye yatırım yapabilirsiniz” mesajı vermek için yapıldı. İkinci motivasyonu bence; özellikle bütün bölge ülkeleri Amerika’nın olmadığı bir bölgeye hazırlıyorlar kendilerini. Özellikle Kasım seçimlerinde Amerika’da Trump seçilirse, Trump başkan olursa, Amerika’nın Irak’tan bütünüyle çekilmesi bekleniyor. Zâten şu anda bile Iraklı ve Amerikalı yetkililer, –Amerika’nın 2500’e yakın askeri var Irak’ta– bu asker tamâmen nasıl çekilebilir diye Irak’ta buna dâir toplantılar, görüşmeler yapıyorlar. Şimdi Türkiye ve Irak şunu düşünüyor olabilir; eğer Amerika çekilirse, Trump’ın gelmesi de yüksek olasılık, burada kendimizi nasıl konumlandırabiliriz? Türkiye o boşluğu doldurmak istiyor. Yani bir anlamda Irak’ın güvenlik garantörü anlamına gelebilecek bir rol oynamak istiyor ve PKK da, tabiî hem iç siyâsette mesaj vermek için hem de olası finansmanları sağlayabilmek için öne sürdüğü bir şey. Bu tabiî önemli bir meseleyi es geçiyor. Bütün bu plan proje kâğıt üzerinde hârika. Hem Irak’ın işine gelir, yatırım çeker, zâten ekonomisini çeşitlendirmeye çalışıyor, çok petrol merkezli bir enerjisi var. Irak için de çok iyi haber bu; Erdoğan için de çok iyi haber. Fakat bence hesâba katmadıkları birkaç şey var. O da gerçekten bugün Irak’ta bir şey yapabilmek zor. Irak Başbakanı bunu gerçekten istiyor olabilir. Fakat birincisi, İran çok önemli bir rol oynuyor Irak’ta ve bir kere şunu söyleyeyim: Irak, İran için Türkiye için olduğundan çok daha önemli bir ülke. Hem çok önemli bir pazar ve özellikle Trump gelirse İran ekonomisini daha fazla boğmak için daha fazla yaptırım hayâta geçireceğini varsayarsak Irak çok daha önemli bir hâle gelecek İran için. Irak enerji açısından İran’a bağımlı. Hatırlayalım: 2018’de gösteriler olmuştu; çünkü İran elektriğini kesmişti Irak’ın. Basra’da gösteriler olmuştu. Şimdi bu kadar bağımlılık ilişkisi içindeyken İran Irak’ı Türkiye’ye teslim etmez ve iki ülke arasındaki böyle bir proje de İran ve Türkiye arasındaki rekabeti kızıştırır. İran’ın bu tür bir projeyi, kendisinin dâhil olmadığı her projeyi sabote etme ihtimâli çok yüksek. O nedenle ben bu Irak operasyonu bahsinde… Operasyon olabilir, ama ne amaçlıyor bu operasyon? Yani PKK’nın kökünü kazımak. İşte bu Irak Kalkınma Yolu Projesi’ni hayâta geçirmek vs. ise eğer, ben bu amaçları çok gerçekçi bulmuyorum. 

Gönül’ün söylediklerine ek olarak, Ömer biraz sana olayın askerî boyutunu da sormak istiyorum. Yani şimdi bir kere zâten ben Aydın Selcen ile bir yayın yaptım. O biliyorsunuz başkonsolosluk yaptı Erbil’de. Çok hâkim oradaki gelişmelere, bölgeyi çok iyi biliyor. Bunu çok gerçekdışı buluyor. Bir de en önemli soru, o yazdı zâten hafta sonu: “Hangi Irak?” diye bir soru sordu. Bir de yani şimdi Irak hükûmeti… meselâ şimdi Barzani’nin en son açıklaması var, son seçimlere katılıp katılmama meselesinde de hâlâ… Bir de Kürt bölgesinde de tek bir güç yok vs.. Olayın siyâsî yönü bir yana, bir de askerî yönü var. Çünkü yıllardır Kandil’e yerleşmiş bir örgüt söz konusu ve Ankara da yıllardır bunu birinci tehdit olarak görüyor; ama bu konuda yapabildikleri sınırlı kaldı. Yani sâdece Irak yönetimiyle anlaşma, kayıtsız şartsız bir anlaşma olsa bile bu olabilir mi, ne dersin?

Ömer Taşpınar: Karşımızda çok zayıf bir devlet olunca… yani Irak’ta sonuçta Bağdat’ın Irak toprakları üzerindeki hâkimiyeti çok sorgulanır bir mesele. Kuzeyde sonuçta ikili bir Kürt yapısı var: KYB ve KDP. Baktığımızda, Kandil de KYB’nin, Talabani’nin etki alanına giriyor, İran’a daha yakın bir yer. Yani kuzeyde bir ikili yapı var. Bağdat’ta İran’ın hâkimiyeti var. Güneyde Şiîler ve İran daha çok hâkim. Yani Bağdat’ın güvenlik sorunlarına baktığımızda, Irak dediğimiz devletin devlet olup olmadığına baktığımızda cevap çok basit bir şekilde “Hayır”. Tam bir devlet değil bu. Otoritesini kurabilmiş değil kendi toprakları üzerinde. Bir sürü kontrol edemediği silâhlı grup, İran’a bağlı milisler, sonuçta kendi başlarına hareket edip Amerikan üslerini vurabiliyorlar. Amerika bu topraklar üzerinde ciddî saldırılar yapabiliyor. Dolayısıyla karşımızdaki devletin o kadar ciddî güvenlik sorunları var ki, yani petrol sâyesinde bir şekilde ayakta durabiliyor, ama benim bildiğim kadarıyla altyapısı bile çökmüş durumda. Yani galiba Aydın da bahsetti: Elektrik meselesini halledemeyen bir petrol ülkesinden bahsediyoruz ve sonuçta kendi toprakları üzerinde de askerî bir hâkimiyeti tam olarak yok. Sudanî hükûmeti benim bildiğim kadarıyla İran’a karşı da biraz mesâfeli durmaya çalışıyor, elinden geldiğince Amerika’yı da bırakmamaya çalışıyor. Türkiye ile ilişkilerinde de, “Bir nebze olsun İran’la ilişkileri dengeleyebilir miyiz?” diye düşünüyor; ama Gönül’ün söylediği gibi Türkiye Irak’ta böyle İran gibi bir aktör olma konumunda değil. Sonuçta İran hâkimiyeti çok sağlam bir şekilde var bu ülke üzerinde ve istediği anda Irak’ı, Irak ekonomisini çökertebilecek şeyler yapabilir İran. Yani bu Gönül’ün bahsettiği altyapı projelerine, demiryolu, meselâ Hindistan’dan gelecek şeyler… bunlar İran’a rağmen yapılabilecek şeyler değil. Dolayısıyla Türkiye’nin şu anda imzâladığı anlaşma iki açıdan sorunlu: Bağdat çok zayıf, Kürt bölgesinde de ikili bir yapı var. Türkiye’nin eğer Kandil’e girme gibi bir durumu varsa, topografya olarak orası çok dağlık bir yer. Zâten böyle davul zurnayla ilân edilip bir sürpriz boyutu da olmadıktan sonra, oradaki PKK liderlerine ulaşmak da zor.  Dolayısıyla bana göre daha çok sembolik, siyâsî mesajlar vermeye yönelik bir adım bu. Ve düşündüğümüzde, zâten aylardan beri devam eden düşük yoğunluklu bir şey var orada, Türkiye’nin askerî saldırıları var o bölgede ve Kandil’e böyle askerle girmek bana göre gerçekçi değil. Ama ne açıdan önemli? Bana göre iç politikaya verdiği mesajlar açısından önemli. O konularda da Türkiye’de eğer Kürt meselesinde yeni adımlar atma konuşuluyorsa –ki bu adımlar da çok sembolik olabilir; meselâ DEM Parti’nin kazandığı belediyelere kayyum atamama–; şimdi bu konuda bir yumuşama olacaksa, yani barış sürecinden filan bahsetmiyorum, kayyum atamama gibi bir şey olacaksa, bunu MHP’ye zâfiyet olarak göstermemek için, AK Parti’nin koalisyon içinde olduğu, devlet dediğimiz, yani Silâhlı Kuvvetler’in de olduğu, milliyetçi yapının da olduğu bir yere kayyum atamıyoruz mesajı, hani bir nevi en azından tonu düşürüyoruz demek Kürt meselesinde… Bir barış süreci başlayacak anlamına gelmez bu bence. Ama kayyum atamamak bile ılımlı bir hareket olacaksa, bunun karşılığında: “Ama bakın terörle mücâdelede de hiç tâviz vermiyoruz. Her an oraya girebiliriz, hattâ Kandil’e operasyon yapabiliriz” mesajı içerideki milliyetçi tabana, devlete, MHP’ye bir siyâsî mesaj. Yani Kürt meselesi yerel seçimlerde ortada. Yani DEM’in alacağı oy özellikle İstanbul’da seçimlerin sonucunu belirleyebilir konumda. Yani o konuda da hükûmetin elinde, AK Parti’nin elinde ciddî bir koz var. Yani işte yapabileceği şeyler var sonuçta; “Ben burada muhâtabım” mesajını da verme açısından. Yani “Sen istediğin kadar İmamoğlu’yla konuş, et, onlara oy ver, belki muhâlefetten bir şeyler ümit edebilirsin; ama nihâyetinde bu ülkede Kürt meselesinde bir adım atılacaksa, bunun savaşına da barışına da, ılımlı adımını da kayyum atamama veya atama meselesine de ben karar veririm” diyen bir Erdoğan var. Yani kendini ön plana koyma… Bunları hatırlatma açısından, bu dış politika meselesinin iç politikaya verdiği mesajlar daha anlamlı. Yoksa dış politika da kozmetik geliyor bana. Yani bir anlamı, askerî bir anlamı da olmaz. Yani Kandil’e bir operasyon yapmanın böyle davul zurnayla bir sürpriz anlamı yok. Asker sokmak çok zor. Zâten KYB’nin ve İran’a daha yakın olan bir yerin, coğrafyanın içinde bir tek jeostratejik açıdan bunun anlamı var; Irak’ta bir hükûmet var, bu hükûmet İran’a göbekten bağlı; ama o hükûmetin içinde bâzı Şiî politikacılar –ki buna Başbakan Sudanî de dâhil– İran’ı tekel olmaktan çıkarmaya çalışıyorlar. Türkiye ile ekonomik, askerî, siyâsî, diplomatik ilişkileri biraz olsun düzeltmek, düzlüğe çıkartmak, en azından İran’a karşı biraz elini güçlendirme anlamına gelebilir. Ben jeostratejik olarak bir tek böyle okuyabiliyorum.

Ömer, bu söylediklerin gerçekten çok önemli. Yani bir tarafta havuç bir tarafta sopa gibi bir şeyi de târif ediyorsun. “Hem savaşırım hem barışırım”ı birlikte söylüyor olması… Çünkü gerçekten iki rivâyet birden dolaşıyor. Yani: “Yeni bir çözüm süreci mi olacak? Yoksa bir kara harekâtı mı olacak? Aslında birbirine zıt şeylerin birlikte telâffuz edilebileceğini söylüyorsun. Çok önemli. Sağ ol.

Biraz sizin oralara gidelim. Şimdi bir şey gördüm. Artık yarış Biden’la Trump arasında — bu kesinleşti. Ama Cumhuriyetçi Parti’nin önseçimlerinde, aday olmamasına rağmen hâlâ Haley’e oy çıktı, %10 civârında diye gördüm, ne derece doğru şu anda emin değilim. Siz daha iyi biliyorsunuz. Bunun Trump’a gitmeyebilecek bir Cumhuriyetçi oy tabanı olduğu yolunda da yorumlar yapılıyor. Onu da sorayım; ama esas konumuz şu: Burada Trump-Biden yarışında dış politikanın bir önemi olacak mı? Şu aşamada baktığımız zaman, geçen hafta konuştuk, bu Birliğin Durumu konuşmasında bayağı bir önem verdi aslında: Ukrayna’dan, Filistin’den bahsetti. Ama biliyoruz ki Amerikan seçimlerinin esas meselesi iç politika. Bizim esas ilgi alanımız da dış politika. Gerçekten dış politika etkili olur mu? Belirleyici olmayacağı kesin de bir etkisi olur mu? Özellikle Biden sanki daha çok konuşuyor da Trump çok fazla o toplara girmeyecek gibi bir izlenim ediniyorum, yanılıyor olabilirim. Ne dersin Gönül?

Gönül Tol: Şimdi Ruşen, 2020 seçimlerini hatırlayalım. 2020 seçimleri nasıl kazanıldı? Üç tâne salıncak eyâlette 50 binin altında oyla kazanıldı. Yani 50 binlik bir fark üç salıncak eyâlette fark yarattı, seçimlerin kaderini tâyin etti. Eğer 2024 seçimleri de 2020’deki gibi bu kadar birbirine yakın, başa baş bir seçim olursa, dış politika sonucu etkileyebilir. Nasıl etkiler? Daha önce de konuşmuştuk: Hamas’ın 7 Ekim saldırısından îtibâren Biden’ın takındığı tavır, İsrail’in yanında kayıtsız şartsız durması, Michigan gibi özellikle Araplar’ın yaşadığı salıncak eyâletlerde çok ciddî bir sorgulamayı başlattı. Meselâ Michigan’da önseçimlerde, bağımsız diyebileceğimiz 100 bin seçmen –Demokrat seçmen bu arada bunlar– Biden’a mesajlarını vermek, İsrail politikasını eleştirdikleri göstermek için 100 bin Demokrat seçmen Biden’a oy vermedi ve bir bağımsız duruş sergilediğini söyledi. Şimdi diğer salıncak eyâletlerde de bu arada bu hareket mobilize olmuş durumda. Ve eğer çok birbirine yakın bir seçim olursa, Gazze meselesi seçim sonuçlarını tâyin edebilir. Şunu da söyleyeyim; yani gerçekten bu Michigan gibi eyâletlerde Demokrat Parti’nin Biden’a tepki gösteren seçmeni Kasım’da Trump’a oy vermeyebilir de. Yani onu bilmiyoruz, nasıl davranacaklarını bilmiyoruz. Ama sandığa dahi gitmesi bu seçim sonuçlarını etkileyebilecek durumda. Ve dediğim gibi, sâdece Arap-Amerikalı toplum arasında değil bu tepki; gençler arasında, Demokrat Parti’nin sol kanadında da benzer bir tepki var. Ve bu nedenle de aslında Biden bir süredir gerçekten Netanyahu’ya dâir siyâsetini belki anlamlı bir şekilde değiştirmedi, fakat söylemini çok sertleştirdi. Ve şimdi konuşulan şey… yani artık açlıktan ölüyor insanlar, 1,1 milyon insan Gazze’de açlıkla karşı karşıya. Ve bu çok daha fazla tabanı, bu bahsettiğim tabanı mobilize etmiş durumda Biden’a karşı. Bunun bir etkisi olabilir. İkinci olarak, yani dış politikanın nasıl bir etkisi olacak sorusuna şöyle yanıt verebilirim: Çin konusu da var; yani Çin aslında tam bir dış politika mevzûu, bütünüyle bir dış politika mevzûu olarak görülmüyor Amerikan seçmen tarafından. Çünkü Çin’in ve globalleşmenin kurbanı olarak görüyorlar kendilerini. Yani: “Çin yüzünden bizim fabrikalarımız kapatıldı, Çin yüzünden biz işsiz kaldık” gibi görüyorlar. O nedenle iç politikanın ve ekonomik durumun… aslında o ekonomik tablonun bir parçası Çin siyâseti. Trump da bu nedenle aslında çok Çin karşıtı bir söylemle gelmişti ve tabanındaki o beyaz, alt kesimdeki beyaz seçmenin oyunu o şekilde almıştı. Çünkü bu seçmen Çin’in politikalarından, Çin’le ticâretten, Çin’in global ekonomideki statüsünden en çok zarar gören seçmendi. Bu nedenle de Trump oy almıştı. Sonra Biden aynı sebeple, Biden ekibi orta sınıf için bir dış politika söylemiyle geldi. Aslında o orta sınıf için dış politika, Trump’ın Çin politikasını neredeyse hiç değiştirmeden benimsemek anlamına gelmişti. O yüzden Çin konusu çok önemli. Fakat Biden açısından çok da parlak bir tablo yok. Çünkü ben yapılan kamuoyu yoklamalarına baktım, çok gerçeği yansıtmıyor. Çünkü aslında Biden Trump’ın Çin konusundaki sert tutumunu çok yumuşatmadı. Sâdece söylemsel olarak, “Çin’i biraz daha angaje etmeliyiz” dedi. Meselâ Kızıldeniz’deki Husi saldırılarına karşı Çin’le müzâkereler devam etti. Çünkü Çin ve İran yakınlar birbirlerine. Ve Çin’e, “Hadi İran’la konuş da bu Husiler Kızıldeniz’deki ticâreti durdurmasın” gibi, bu tür böyle Çin’i angaje eden şeyler güttü Washington. Ve Amerikan seçmeni içinde de önemli bir kesim Biden’ı çok yumuşak buluyor Çin’e karşı. “Trump çok daha sert bir politika izliyor” diyor. Dediğim gibi, bu, gerçeği yansıtmıyor. Çünkü pratikte aslında Trump’la benzer bir Çin politikası izliyor Biden. Fakat seçmen bunu böyle algılamıyor. Son olarak da Ukrayna konusu var. Ukrayna konusunda da ciddî bir düşüş var; Ukrayna’ya Amerika’nın desteği konusunda seçmen arasında. Rusya Ukrayna’yı işgal ettikten sonra seçmenin %24’ü “Aman destek vermeyelim Ukrayna’ya” derken, bugün bu %41’e çıkmış durumda. Dolayısıyla Amerikan seçmeni için dış politika şu anlama geliyor: “Kendi ekonomik problemlerimiz var. Amerika daha izolasyonist bir dış politika izlemeli. Dünyanın polisliğini yapmamalı. Bizim kendi kaynaklarımız sınırlı. Ukrayna’ya bu kadar askerî, finansal destek vermek istemiyoruz” ruh hâli var ve bu ruh hâlini de Biden’dan daha çok Trump seslendiriyor aslında. Çünkü ülkede uzunca bir zamandır, yani neredeyse Obama’dan bu yana, seçmen içinde izolasyonist bir eğilim var. Yani Irak’ın işgalinin ardından ortaya çıktı bu izolasyonist eğilim ve hâlâ devâm ediyor. O eğilimi de Trump’ın temsil ettiği düşünülüyor seçmen tarafından. O anlamda dış politika, ana belirleyici etkisi olmamakla birlikte, birbirine çok yakın olacağı düşünülen bu seçimlerde kritik bir rol oynayabilir.

Evet. Ömer şunu da sormak istiyorum aynı soruda: Seçimlere kadar Biden’ın dış politikada ulaşabileceği bir başarı, seçmeni etkileyecek bir başarı söz konusu olabilir mi? Meselâ diyelim ki bir türlü olmayan, İsrail ve Hamas ve Filistin arasında ateşkes ya da Gazze sorununun çözümü falan… Yoksa anlaşıldığı kadarıyla hem Ukrayna meselesi hem Gazze meselesi böyle sürüp gidecek ve buradan da büyük ölçüde, herhalde etse etse, Trump istifâde edecek.

Ömer Taşpınar: Öyle. Yani seçimlere 9 ay var Ruşen ve 9 ay içinde Filistin-İsrail cephesinde böyle iki devletli çözüm, yeni bir diplomasi beklemek hayal yani. Biden’ın amacı 30 bin ölü sayısının 50 bine, 60 bine çıkmaması. Yani İsrail’in Refah’a girip Kuzey Gazze’de yaptıklarını yapmaması ve seçimlere böyle İsrail’le iyicene kavgalı bir halde girmemek. Çünkü nihâyetine baktığımızda İsrail meselesi, yani şu anda dış politika dediğimizde Ukrayna biraz geri planda; İsrail-Gazze en ön planda. Ve Biden açısından sorun şu: Amerikan halkının %60’ı İsrail’i destekliyor. Amerikan halkının da yaklaşık %20’si Filistinliler’e sempatiyle bakıyor. Yani Amerikan halkının geneline baktığında İsrail’le arasını bozmasının bedeli daha yüksek olabilir Biden’a. Ama şöyle bir ikilemi var: Demokrat Parti’de oranlar farklı şekilde. Demokrat Parti içinde Demokrat Parti’nin %50’si, 60’ı İsrail’i eleştirir durumda ve büyüyen bir kesim Filistin’e sempatiyle bakıyor. Arap-Amerikalılar’ı, gençleri, Siyahlar’ı, azınlıkları aldığımızda, Filistin’e sempati daha da artıyor. Dolayısıyla Biden açısından siyâsî mesajı verirken dikkat etmesi gereken şey Amerika’nın genelinden kopmamak; partisini de partinin tabanını da arkasına alabilmek. Bu çok zor bir denge Biden açısından. Önümüzdeki aylarda elinden geleni yapmaya çalışacak. Meselâ Gazze’ye insânî yardım için orada bir liman kurulması, Kıbrıs’tan gelecek insânî yardım koridoru… bunlar bir nebze olsun elini güçlendirebilecek şeyler. Yani en azından, “Doğruları yapıyoruz” diyebilir. Şunu söyleyeyim bir de; yani Ruşen, seçimlere baktığımızda dış politikanın etkisi, ekonominin, suç oranının, güvenlik meselesinin, göçmenlerin arkasında, yani bu açıdan kesin dış politika seçimleri kazandırıp kaybettiren bir mesele değil. Ama sandığa gidip gitmeme meselesi çok önemli. Amerika’da zâten mesele 4-5 tâne eyâlette dönüyor. Bunlardan bir tânesi Michigan. Diğer bir tânesi Minnesota, Pensilvanya, Wisconsin; bunlar önemli. Yani Arizona, Florida; bunlar daha da büyükleri. Şimdi burada Arap-Amerikalıların çoğunluk olmadığı kesin; ama meselâ Michigan’da o 100 bin kişinin içinde çok ciddî bir Arap-Amerikalı nüfus var. O 100 bin kişi yeter de artar bile Biden’a Michigan’ı kaybettirmeye. Yani Michigan’ı kaybetti diyelim; Minnesota’da nredeyse %20, aynı şekilde 40 bin kişiye yakın seçmen, Biden’a oy vermeyeceğini açıkladı önseçimde. Minnesota’yı da kaybederse, bir de gençlerin sandığa gitmemesi nedeniyle, ne bileyim partinin içindeki militan bâzı kesimlerin Biden’a olan öfkeleri nedeniyle… Biden heyecan veren bir aday değil. Şu anda kötü gidiyor yani baktığımızda. Bir sürü insan yaşı nedeniyle ona oy vermemekten bahsediyor. Belki ekonomide bir düzelme var, ama algı ve izlenim hâlâ 4 yıl öncesine göre enflasyonun %20 artmış olduğu, yani 4 yıl önce süpermarketteki fiyatlar bugün ile kıyasladığımızda %20 düşüktü. Dolayısıyla insanlara, “Enflasyon düşüyor, ekonomi çok iyi gidiyor” diyemiyorlar yani. O nedenle Biden’ın seçimleri gerçekten kaybetme riski var. Tabanı heyecanlandırmak, tabanı sandığa çekmek zorunda. Tabanı heyecanlandırmayan, tam aksine tabanı küstüren meselelerden bir tânesi de bu Gazze’de izlediği politika. O nedenle Gazze önemli. O nedenle Michigan, Wisconsin, Minnesota gibi yerlerde Gazze’nin eyâleti kaybettirme riski var. Eyâleti sâdece 15-20 bin oyla kaybedebilir. 100 bin oydan bahsediyoruz şu anda kaybettiği. Yani bana göre kesinlikle Michigan’ı kaybedecek. Minnesota’yı kaybetme ihtimâli var. Yani olay Arizona’da, Florida’da, Pensilvanya’da dönecek.Orada da gençler, siyahlar yeterince mobilize olmazsa bu seçimi Trump kazanır. Tek ümit ettiği şey; bu Arap-Amerikalılar, gençler, azınlıklar, Trump önümüzdeki aylarda Amerikan televizyonlarında prime time’da konuşmalar yapmaya başladıkça İsrail’i o kadar koruyucu şeyler söyleyecek ki, Filistinliler konusunda o kadar ırkçı şeyler söyleyecek ki… Bence bunları yapacak gibi geliyor bana, kontrol etmezse dilini –ki Trump’ın dilini kontrol etme gibi bir başarısı şu âna kadar olmadı–, o zaman o Arap-Amerikalılar, o zaman o gençler, o zaman o taban, sol taban, “Ya, beterin beteri var. Tamam, Biden yaşlı ama karşımızda da bir faşist var. Bu adam gelirse Amerika’nın dış politikası altüst olacak; yani bütünüyle İsrail’e gidecek, bütünüyle Rusya’ya gidecek” deyip, belki de Trump’ı görmenin getirdiği bir “Beterin beteri var, aman ha gene biz Biden’a gidelim” deme heyecânı olabilir. Onun dışında şu andaki gidişat bana göre Biden’ın bu seçimleri kazanmasını zorlaştıran bir gidişat.

Evet arkadaşlar, çok teşekkürler. “Transatlantik”i burada noktalayalım. Yine çok güzel bir yayın oldu. Ömer Taşpınar ve Gönül Tol’a çok teşekkürler. Haftaya tekr”r buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.