Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: Biden-Trump yarışında son durum | Rusya seçimleri bize ne söylüyor?

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) 5-6 Kasım tarihleri arasında düzenlenecek başkanlık yarışında artık adaylar kesin: Bir kez daha Joe Biden ile Donald Trump yarışı izleyeceğiz. Biden ve Trump, aday olmak için Demokrat Parti ve Cumhuriyetçi Parti’de yeterli delege sayısına ulaştı. Başkan Biden, 5 Kasım’daki Başkanlık Seçimleri öncesi Kongre’de yaptığı son ulusa sesleniş konuşmasında, selefi ve başkanlık seçimindeki rakibi Donald Trump ile İsrail’i eleştirdi. Biden, Cumhuriyetçi Partililerin göç konusundaki sataşmalarıyla karşılaştı.

Peki anketler neler söylüyor? Seçmenler Biden’ı yaşlı mı buluyor? Yarışta son durum nedir? Gönül Tol, Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar değerlendiriyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. “Transatlantik”te karşınızdayız ve Washington’da Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la ağırlıkla Amerika Birleşik Devletleri’ni konuşacağız. Arkadaşlar, merhaba.

Gönül Tol: Merhaba Ruşen.

Ömer Taşpınar: Merhaba.

Evet Gönül, dönmüşsün, varmışsın. Türkiye’de kısa kaldın, ama bayağı bir insanla görüştüğünü biliyorum. Türkiye kısmını seçim yaklaşınca, daha sonraki yayınlarda konuşuruz. Ama sizin orada, Amerikan Kongresi’nde bir “Birliğin Durumu” konuşması yaptı Başkan Biden ve Cumhuriyetçiler adına da genç bir temsilci cevap konuşması yaptı. Biden’ın konuşması benim bile –ki o kadar çok ilgili değilim– gözüme çarptı. Beklenenin ötesinde başarılıymış. Hattâ kamuoyu araştırmalarında, oylarını birkaç puan artırdığı da söyleniyor. Performansını ele alalım tabiî ki, ama dış politikaya da bayağı bir yer verdiğini biliyoruz. Bunları konuşalım. Gönül, seninle başlayalım. Geçen hafta sen yoktun, Ömer’le tek kişili yayın yapmıştık. Seninle başlayalım, sonra devam edelim. Tabiî Biden’ın konuşması sonra Cumhuriyetçiler’in cevâbını da bilâhare konuşuruz.

Gönül Tol: Tamam Ruşen. Aslında ben çok etkilendim konuşmasından. Belki beklentilerimiz çok düşüktü, o nedenle. Çünkü söylemiştik, kendi kampanya ekibi uzun zamandır böyle toplum içine çıkarmamaya çalışıyor Biden’ı. Çünkü söyleyeceklerini unutuyordu, tökezliyordu vs.. O nedenle herkesin böyle heyecanla beklediği bir konuşmaydı bu. “Acaba nasıl bir konuşma performansı sergileyecek?” diye ve beklediğimizin çok daha üstünde, çok enerjik ve normalde bu tür konuşmalarda, yani “Birliğin Durumu” ya da “Ulusa Sesleniş” denilen, Amerikan başkanlarının Kongre’de yaptığı konuşmalarda çok da fazla benimsenmeyen bir tarzda yaptı. Yani seyircileri, Kongre’deki insanları angaje etti konuşmasına, onlara yanıt verdi, onlardan cevap aldı. O anlamda da aslında bir kampanya konuşmasıydı. Enerjik olmasının ötesinde, kelimelerini unuttuğu, duraksadığı anlar olmadı. O da tabiî şu mesajı vermeye çalışıyordu halka: Biliyorsun bir süredir yaşıyla ilgili endîşeler vardı ve “Endîşelenecek bir şey yok” mesajı vermeye çalıştı. Bence o anlamda çok pozitifti. Verdiği mesajlar açısından da aslında beklenmedik bir şey yoktu. Kampanyasının ana ayağı olan “Demokrasi elden gidiyor” söyleminin altını çizdi. İkinci olarak; Amerikan halkının en çok endîşe duyduğu, ekonomiden sonra en çok endîşe duyduğu şey olan bu göçmen meselesiyle ilgili konuştu ve kürtaj… Kürtaj da yine Amerikan halkı açısından üçüncü sırada yer alıyor, ekonomi ve göçmen meselesinin ardından. Bu konulara değindi ve dış politikaya da değindi. Yani demokrasi konusunda verdiği mesaj netti. Bu arada Trump’ın adını hiç anmadı. Yani bir saati birazcık geçen bir konuşma yaptı ve Trump’ın adını hiç anmadı. Eğer rakibi seçilirse Amerikan demokrasisinin ne kadar büyük bir tehlike altında olacağına vurgu yaptı. Konuşmasının ilk anlarında Ukrayna’dan da bahsetti. Meselâ 80’lerdeki Amerikan Başkanı Reagan’ın bir konuşmasına atıfta bulundu. O Berlin’de yapmıştı bu konuşmayı; çok târihî bir konuşma, 87 yılında. Ve Gorbaçov’a “Bu duvarı indir” demişti Berlin duvarı için. Bu bir anlamda, Amerika’nın başını çektiği özgür, demokratik dünyanın otokrasiye, bir totaliter diktatörlüğe karşı savaşı sırasında yapılan önemli bir konuşmaydı. Dolayısıyla Reagan’ın konuşmasına atıf yaptı ve sonra dedi ki: “Reagan 87’de bunu söylemişti, fakat Trump diyor ki: ‘Rusya istediğini yapabilir. NATO ülkelerine gerekirse saldırabilir. İstediğini yapsın, bana ne’ “. Bu konuşmayı gündeme getirdi ve içerideki demokrasi mücâdelesini dışarıda Ukrayna’ya destek olarak kristalleşen, dışarıdaki demokrasiyi destekleme politikasına bağlamış oldu ve başarılıydı bence. Yaşıyla ilgili de meselâ bir şey yaptı. Yaşıyla dalga geçti aslında. Dedi ki: “Biliyorum, hiç göstermiyorum ama aslında yaşım biraz var” dedi. Ve sonra, “Ben ilk senatör seçildiğimde ‘çok gençsin’ diyorlardı; şimdi de bana ‘çok yaşlısın’ diyorlar. Halbuki önemli olan yaşımız değil, fikirlerimizin ne kadar yaşlı olduğu” dedi ve gerisini Ömer’e bırakayım. Özellikle kürtaj meselesine çok vurgu yaptı, onda çok vakit harcadı. Orada bırakayım. 

Ömer, sen nasıl buldun? Sen de başarılı buldun mu? Şaşırdın mı diye sorayım. Hattâ genellikle başarılı bulundu da, şaşırdın mı performansına?

Ömer Taşpınar: Trump kameralar karşısına her geçtiğinde insanı bir korku kaplıyor.

Gönül Tol: Biden.

Ömer Taşpınar: Trump diyorum, Biden. Bak ben de yaşlandım galiba, unutuyorum ne diyeceğimi. Biden her kameralar karşısına geçtiğinde, bir hatâ yapacak olması korkusuyla bakıyor insanlar. Özellikle Biden’ı seven, yani onun özünde iyi bir insan, bir başkan olduğunu düşünenler korkuyla izliyorlar, endîşeyle izliyorlar Biden’ı. Ben de öyle izledim, yani tökezleyecek mi diye. Beni rahatlatan bir şey, en azından teleprompter’dan okuyacak diye düşünmemdi. Yani bu konuşmaların hiçbirini Biden kameralar karşısında bir gazeteciyle meâlen konuşarak yapmıyor. Ondan çekiniyor hâlâ. Ama önünde bir metin var, teleprompter’dan okuyor; tabiî yani gene hatâ yapabilirdi, telâffuzda sorunlar yaşayabilirdi, ama minimumda yaşadı bunları. Bir kere çok bağırarak, çok heyecanlı, yani sanki bir enerji aşısı verilmiş gibi konuştu — ki bu da biraz yapaylık getiriyordu. Yani normalde onun tarzı bu kadar bağırarak, bu kadar “Ben hayattayım” diyerek konuşan birisi değil. Ama belli ki hâlâ hayâtta olduğuna, hâlâ yaşadığına, çok sert ve canlı konuşabileceğine ve hatâ yapmayacağına iknâ etmesi gereken bir kitle var karşısında. Bu açılardan başarılıydı. Gönül’ün dediği gibi Trump’ın adını anmadı. Ama defalarca “Benden önceki Başkan” dedi. Yani “Benden önceki Başkan” demesiyle de aslında Trump’ın varlığı damgasını vurdu konuşmasına. Yani Trump’la arasındaki kontrastı defalarca vurguladı: “Benden önceki Başkan…” İlk başından îtibâren, “Benden önceki Başkan Rusya’ya, ‘Elin açık, istediğini işgal et’ diyor neredeyse” dedi. Yani içerideki özgürlüklerle dış dünyadaki özgürlüklerin birbirine bağlı olduğu temasıyla başladı — ki bu tür konuşmalarda dış politikayla başlanmaz genelde, hep içeriden gidilir. Ukrayna ile başladı ve görsel olarak da baktığında, arkasında iki tâne politikacı var. Yani en önde o konuşuyor, arkasında Başkan Yardımcısı Kamala Harris ve Temsilciler Meclisi Başkanı Cumhuriyetçi Mike Johnson var. O Cumhuriyetçi, yani birkaç yerde alkışlamak istediğinde bile alkışlayamadı — o kadar korkuyorlar ki Trump’tan. Yani Trump’ın seyrettiğini biliyorlar, Trump’ın gölgesi üzerlerinde. Ve Ukrayna konusunda olsun, göçmenler konusunda olsun aslında birkaç yerde katılmak istedi, ayağa kalkıp alkışlamak da istedi, ama yapamadı bunu.

Gönül Tol: Masanın altından alkışladı.

Ömer Taşpınar: Masanın altından elleriyle alkışlamak zorunda kaldı. O kamera açısını yakalamak da ilginçti. Yani sonuçta Biden’a kısa sürede avantaj sağlayan bir konuşma oldu. Cumhuriyetçiler’in cevâbını sormuştun.

Ona bilâhare geleceğim, daha sonraki turda. Şimdi bahsettiniz, Ukrayna bağlamında dış politika diye. Başka dış politika konuları oldu mu? Ve Cumhuriyetçilerin cevâbını birlikte bu turda onu konuşalım Gönül. Sâdece Ukrayna üzerinden bir dış politika konuşması mı oldu? Bu konuya girişte değinmiş, o çarpıcı tabiî; ama daha sonra bu konulara döndü mü? Tabiî ki kürtaj ve diğer konular çok daha önemli, ekonomi vs. ama… Ve Cumhuriyetçiler nasıl bir cevap verdiler? Anladığım kadarıyla onlar daha bir eski Biden’ı bekliyorlarmış anladığım kadarıyla; hatâ yapacak falan ve işleri daha kolaylaşacak diye bekliyorlarmış. Onlar da pek umduklarını bulamamışlar anlaşılan.

Gönül Tol: Evet Ruşen. O yüzden, istersen dış politikayı konuşmadan önce şundan bahsetmek lâzım: “Biden’a verilen destek açısından bu konuşmanın etkisi neydi?” diye konuşmak lâzım. Şimdi, bu konuşmayı yapmadan önce Biden, destek oranı %37 olan bir liderdi ve bu çok düşük bir rakam. Yani kendisinden önce gelen diğer Amerikan başkanlarıyla kıyaslandığında… meselâ Trump’ın %46’ydı. Obama’dan da çok daha düşük, George Bush’tan da, Bill Clinton’dan da çok daha düşük. Dolayısıyla %37 gibi târihî bir taban seviyesindeydi neredeyse. Bu konuşmanın ardından yapılan kamuoyu yoklamaları aslında bir parça kafa karıştırıcı. Meselâ CNN‘in yaptığı kamuoyu yoklaması diyor ki: “Bu konuşmayı izleyenlerin %65’i konuşmayı çok pozitif bulmuş” diyor. Şimdi bu datayı çok daha detaylı değerlendirmeyen insanlara, “Ne kadar pozitif? %37’den %65’e yükselmiş” dedirtebilir. Fakat aslında tam da böyle okumamak lâzım bu datayı. Nasıl okumak lâzım? Aslında %65 de çok yüksek bir rakam değil. Çünkü bu konuşmayı genelde zâten Başkan’ın kendi tabanı izliyor. Yani 32 milyon Amerikalı’nın izlediği söyleniyor konuşmayı ve bunların büyük çoğunluğu zâten Demokrat Parti ve Biden’a oy verecek insanlar. Şimdi bu yıl belki bir parça farklı olmuş olabilir. Belki daha fazla Cumhuriyetçi izlemiş olabilir. Çünkü herkes, başlangıçta söylediğimiz gibi, “Biden tökezleyecek mi?” konusuna odaklanmıştı. Bu nedenle bir parça daha Cumhuriyetçi seçmen izlemiş olabilir; fakat büyük bir çoğunluğu zâten Demokrat. Dolayısıyla bunlar arasında %65’inin konuşmayı pozitif bulması aslında çok da büyük bir başarı değil. Yine Trump’la kıyaslarsak: Trump’ın 2018’de yaptığı konuşma da %70 pozitif bulunmuştu. Dolayısıyla buna şöyle bakmak lâzım: Evet, iyi bir performans gösterdi, beklenilenden çok daha iyi bir performans gösterdi; fakat bu konuşma –8 ay var seçimlere– uzun soluklu etkisi olacak bir konuşma olmayacaktır muhtemelen. Bence daha uzun vâdede seçim sonuçlarına etki edecek gelişme şu: Yapılan aynı kamuoyu yoklamalarında şöyle bir bulgu var ve ben bunu çok önemsedim: İlk kez, uzun zamandır ilk kez halkın ekonomiye dâir algısı pozitif. Yani “Aslında ekonomide toparlıyor gerçekten” diyenlerin sayısı yükselişe geçmiş ve bu çok pozitif bir gelişme. Eğer o trend seçimlere kadar devam ederse, bu şu demek oluyor; yani biz hep Ömer’le bir süredir söylüyorduk: “Amerikan ekonomisi aslında iyi gidiyor, fakat halk bunu hissetmiyor, tam olarak böyle algılamıyor” diyorduk. İşte tam o boşluk kapanıyor gibi. Halk da ekonomideki toparlanmayı artık kendi gündelik hayâtında, cüzdanında hisseder hâle gelmiş ve bu trend devam ederse bu Biden için çok çok pozitif bir gelişme. Bir de ikinci gelişmeyi söyleyeyim, Biden açısından pozitif bulduğum. O da şu: Çok ciddî bir kararsızlar kitlesi var. Yani Trump’a destek verenlere de Biden’a destek verenlere de sorduğunuzda, “Yani ikisine de bayılmıyoruz, ama başka alternatifimiz yok” diyorlar. Ve bu hem Trump’a destek verenler hem Biden’a destek verenlerde böyle ve arada geniş bir kararsız kitlesi var; bunlar her an her yere kayabilir. O nedenle önümüzdeki aylarda, seçimlerden önce özellikle ekonomideki toparlanma, Biden’ın göçmen meselesi konusunda verdiği mesajlar, Biden’a pozitif puan olarak gelebilir. Şu noktada Trump %40 çıkıyor, Biden’a destek %38 çıkıyor. Kamuoyu yoklamalarında Biden biraz gerisinden geliyor Trump’ın. Ama bu resim, söylediğim şartlar gerçekleşirse değişebilir. Ömer’e bırakayım Cumhuriyetçiler’in yanıtını. 

Şimdi burada bir şey söylemek istiyorum Ömer, sana geçmeden önce. Bugün mü dün mü? Bugündü galiba, Cumhuriyet gazetesinde Konda Genel Müdürü Aydın Erdem’le bir röportaj var. Aydın Erdem, merhum Tarhan Erdem’in oğlu biliyorsunuz, o devraldı. Ve şunu diyor: “İlk kez bu kadar yüksek bir kararsız kitle görüyoruz seçim öncesi kamuoyu yoklamalarında” — ki seçime çok az bir süre kaldı. Türkiye’de genellikle yüksek başlar, sonra azalır biliyorsunuz kararsızlar. Bunu Gönül’ün bahsettiği kararsızlar olayından hareketle söylüyorum. Çok çarpıcı… Ve her iki kanatta da olduğunu söylüyor. Şimdi genellikle kararsızlar, son seçimde Türkiye’de yenilgiye uğramış olan muhâlefetin hayâta küsmüş insanları gibi akla geliyor. Tabiî onlar daha yüksektir herhalde ama, her iki kesimde de çok yüksek, şaşırtıcı derecede yüksek kararsızlar olduğunu söylüyor. Bunu da araya bir korsan not olarak düşeyim. Bence önemli bir husus.

Ömer Taşpınar: Konuştuğumuzda Ruşen, heyecansızlıktan bahsetmiştik ya? Amerikan târihinin belki de en az heyecan duyulan seçimlerinden birine gidiyoruz. Ama sonuçları belki de Amerikan târihinin en önemli netîcelerini doğurabilecek bir seçim bu.

Evet.

Ömer Taşpınar: O tespitten yola çıkarsak şunu söyleyebiliriz: Bu heyecansızlık hâli çok önemli. Ve ne anlama geliyor? “Katılım ne kadar olacak?” sorusunu berâberinde getiriyor. Amerika’da Türkiye’nin aksine katılım zâten geleneksel olarak son derece düşük. Özellikle gençlerin katılımı son derece düşük. Yaşlılar biraz daha fazla oy kullanıyor da, gençlerin katılımı düşük. O yüzden bu seçimlerde Demokratlar açısından en önemli mesele tabanı heyecanlandırmak, tabanı bir şekilde sandığa çekebilmek. Demokratlar Trump’a güveniyor bu konuda. Yani Trump’ın bir şekilde, “Otoriter bir sistem geliyor” diye gene tabanı alarma geçireceğine inanıyorlar. Ama aslında en çok güvendikleri şey, 2022 ara seçimlerinde kendilerine beklenenden daha büyük başarı getiren kadın hakları, kürtaj meselesi. Ve oradan da Cumhuriyetçiler’in verdiği cevâba bağlayayım. Yani Biden, konuşmasında zâten güzel bir şekilde kürtaj meselesini kullandı ve bunun üzerinde durdu. Şu anda konjonktür de, Alabama gibi Güney eyâletlerden bir tânesinde tüp bebeğin bile canlı kabul edilmesi… Yani öyle bir aşamaya gelindi ki, bu mahkemeler kürtajı yasaklamak için sıraya girmiş durumdalar. Anayasa Mahkemesi’nin bu konuda, Yüksek Mahkeme’nin verdiği karar bir kaosa neden oluyor. Ve Biden aslında Fransa’da olduğu gibi kürtaj hakkını anayasal bir hak hâline getirmek istiyor. Bu kadın hakları konusu, Amerika’da kadınların bir şekilde sandığa gelmesini çok etkileyecek bir şey. Çünkü Amerika genelinde %60-70’lik bir çoğunluk, kadınların bu konuda seçim yapma hakkını savunuyor. Yani kürtajın yasaklanması aslında Cumhuriyetçiler’e çok oy kaybettirebilecek bir konu. Ve normalde böyle bir durumda rasyonel bir strateji izleyen Cumhuriyetçiler, Biden’a cevâbı verecek kişinin kadın haklarını savunacak bir kişi olmasını düşünebilirlerdi. En azından böyle şey, yani kadın hakları konusunda konuşabilecek otorite sâhibi bir kadından bahsedip onu ön plana koyabilirlerdi. Peki ne yaptı Cumhuriyetçiler bunun yerine? Yeni bir senatör seçtiler. 42 yaşında Georgia eyâletinden seçilmiş bir bayan senatörü mutfağa koydular. Bir mutfak koreografisinde ve mutfaktan konuşturdular. Ve konuşmasını da o kadar teatral ve acemi bir şekilde yaptı ki.

Kemal Kılıçdaroğlu’ndan mı kopya çekmiş yoksa? Kemal Bey de öyle yapmıştı ve sonra seçimin sonucunu gördük.

Ömer Taşpınar: Mutfağa girmiş bir erkek ve hayat pahalılığından bahseden birisi olarak aslında fena bir strateji değildi Kemal Kılıçdaroğlu’nunki. Yani sonuçta hem sıradan bir insan; yani bir tarafta Saray, diğer tarafta mutfak… Orada o tema vardı. Burada tema bütünüyle: “Kadının yeri mutfaktır” mesajını veren; ataerkil olup kadının eşitlik arayışını, kadınları anlamayan ve kadınlarla Trump ve Cumhuriyetçi Parti arasına daha da mesâfe koyabilecek bir konuşma yaptı bu kişi. Meselâ âileden bahsetti, âilenin ve âile değerlerinin nasıl önemli olduğundan bahsetti vs.. Yani neredeyse bir Âile ve Kadın İşleri Bakanlığı konuşması yaptı ve bunu da mutfaktan yaptı. Bu aslında Demokratlar’ın bir bakıma daha iyi bir strateji izleyebileceklerini gösteriyor bana. Yani Demokratlar şu anda bu kürtaj meselesini işleyerek ve Trump ile Cumhuriyetçiler’in bu kürtaj meselesinde Amerika’nın genel toplumsal reflekslerinden çok uzak, çok daha muhâfazakâr kaldıklarını vurgulayarak, bu tür konuşmalardan da örnekler vererek… mutfaktan bir kadının konuşmasını, “Kadının yerini mutfak olarak görüyorlar. 19. yüzyıla götürmeye çalışıyorlar Amerika’yı” diyerek; kürtaj gibi, kadın hakları gibi, seçme hakkı gibi bu tür kazanılmış haklarda hem azınlıkları hem gençleri hem kadınları mobilize edebilecek bir strateji izleyebilir Biden. Ve geçen hafta da konuştuğumuz Tüketici Güven Endeksi’ndeki artış çok önemli. Sonuçta seçimleri ekonomi belirliyor; yani dış politika belirlemiyor. Ekonomi en önemli mesele ve ekonomide Tüketici Güven Endeksi’nde yaklaşık bir aydır ciddî bir artış gözleniyor. Bu Biden açısından çok iyi haber. Bu nedenlerle ben aslında birkaç hafta öncesine göre daha iyimserim Biden’ın kazanma şansı konusunda.

Gönül, senin ekleyeceklerin varsa ekle. Biraz da Rusya’da yapılacak olan seçimle ilgili çok kritik bir soru soracağım. Soruyu şimdiden söyleyebilirim: “Seçimi kim kazanır?”

Gönül Tol: “Zor soru” sordun Ruşen. Şimdi kürtaj meselesi gerçekten çok önemli. Çünkü kadın seçmeni, genç seçmeni mobilize etme potansiyeli aslında en yüksek olan mesele kürtaj meselesi. Bunu en çarpıcı şekilde nerede gördük? Polonya’da gördük. Polonya’da geçen yıl seçimler oldu ve 8 yıllık Hukuk ve Adâlet Partisi iktidârı karşısında demokrasi yanlısı muhâlefet önemli bir başarı kazandı. Ve bu başarının kazanılmasında kürtaj meselesini kullanarak kadınları ve genç seçmeni mobilize etmesi çok kilit bir rol oynadı. Yani şunu demeye çalışıyorum: Bu tür olaylar, yani özellikle seçmenin büyük kesimi tarafından çok yaşamsal bir mesele olarak görülen olaylar gerçekten seçmeni sandık başına götürüp çok ciddî bir siyâsî mobilizasyon sağlayabilir. O nedenle de muhtemelen Başkan Yardımcısı Kamala Harris –zâten bugüne kadar yapıyordu– mümkün olduğu kadar üniversite kampüslerinde kadın seçmenlerle vakit geçirip bunun altını çizecek. Fransa’nın yapmış olduğu gibi bunu anayasal bir hak olarak tanıması da aslında yani Trump’ın henüz yeniden seçilmeden etkisi olarak da görülebilir. Bir de şunu söylemek istiyorum bu kararsız seçmene dâir: Hem Türkiye’de ciddî bir kararsız seçmen kitlesi var, hem Amerika’da ciddî bir kararsız seçmen kitlesi var. Ben bunu şöyle görüyorum: Aslında dünyada genel olarak demokratik işleyişe güven çok azalmış durumda ve bir sürü yapılan değerler araştırması var bu konuda, bu da aslında söyleyeceğim şeyi destekliyor. Ve pek çok insan, sıradan insan, seçmen, siyâseti değiştirme gücünün, kapasitesinin olmadığını, siyâsetin bir noktada donduğu düşünüyor. Bu da siyâsî katılımı etkileyen bir şey. Meselâ Türkiye’de –stüdyodayken konuşmuştuk bunu– özellikle muhâlif seçmen içinde, “Ben ne yaparsam yapayım siyâset değişmiyor” algısı var ve bu siyâsete ilgisini azaltıyor ve ben bunu çok tehlikeli bir gelişme olarak görüyorum. İkincisi de, aslında bu aynı şekilde Amerika’da da var. Şimdi biz yeniden 2016 seçimlerinin benzerini yaşıyoruz. Biden ve Trump yeniden aday ve seçmen nezdinde şöyle bir algı var: “Ben ne yaparsam yapayım siyâseti etkileyemiyorum aslında. Donmuş bir düzen var. Her iki adaydan da memnun değilim. İkisini de sevmiyorum, fakat alternatifim yok”. Bu da insanları siyâsetten soğumaya itiyor ve o apolitiklik ya da apathy denilen şeye itiyor ve bu demokratik işleyiş açısından aslında çok endîşe verici bir gelişme.

Evet farkındayım, sorunun “zorluğu” karşısında Gönül yan çizdi. Ömer soruyu sana sorayım; Rusya’da kim kazanır?

Ömer Taşpınar: Rusya’da tabiî ki Putin kaybedecek, açık ara kaybedecek bu seçimleri.

Gönül Tol: Navalni’ye kaybedecek.

Ömer Taşpınar: Yani şaka bir yana, işte bu soruya Rusya’da bir kara mizahla cevap veriliyor ama Türkiye’de bu soru ciddî olarak soruluyor. Dolayısıyla otoriter blok olarak baktığımızda, Türkiye’yi bu otoriter blokun içine koymak bir bakıma basite indirgemek. Bir otoriter blok var. Rusya o otoriter blokun içinde. Çin o otoriter blokun başında geliyor. Şi Cinping kendini ömür boyu başkan îlân etti. Yani sonuçta Putin de bana göre ölmeden kolay kolay ayrılmayacak. Türkiye’de zâten bu seçimler de biraz o yüzden önemli — özellikle İstanbul’da İmamoğlu’nun kazanıp kazanmayacağı. İmamoğlu kazanırsa, bir bakıma Türkiye’de belki siyâsete bir heyecan gelebilir, hele CHP’nin başına geçerse. Ama eğer İmamoğlu kaybederse, bu, Türkiye’de –senin de geçenlerde, galiba Özer Sencar’dı, bir programda söylediği gibi– Erdoğan’ın belki de anayasal değişiklik yapıp ömür boyu iktidarda kalacağı bir düzene doğru gidebiliriz. Yani Türkiye rekabetçi otoriterlikten, rekabetin olmadığı bir otoriterlik hâline gelebilir. İstanbul seçimlerinin önemi o. Dolayısıyla Rusya’da böyle bir heyecan yok. Rusya’da muhâlif liderler hapse atılıyor ve öldürülüyor. Türkiye’de hapse atılıyor veya azından, yani henüz İmamoğlu’nu hapse atmadılar, ama yani öyle bir gidişat olabilir Türkiye’de de. O yüzden bana göre bir heyecan duymalı halk her şeye rağmen. Yani biz Amerika’da dışarıdan gazel okuyoruz; ama umarım İstanbul özelinde özellikle bu seçimlere katılım yüksek olur ve Türkiye’de en azından demokrasinin hâlâ nabzı atıyor diyebileceğimiz bir ortama doğru gidebiliriz 2028 seçimleri için. Son olarak, Biden’ın bu konuşmasında dış politika sâdece Ukrayna ve Rusya değildi, Gazze de çok önemliydi. Gazze konusunun kendisine büyük oy kaybettirdiğinin farkında. Michigan, Minnesota gibi yerlerde, Demokrat olup da kendilerini Biden’a bağlı görmeyenler % 15-20 oranında. Dolayısıyla bu küçük rakam gibi gözüküyor; ama bu eyâletler önemli eyâletler ve buralarda Trump çok küçük farklarla kazanabilir. O nedenle Gazze konusunda bir şekilde Biden’ın önemli bir açıklama yapması gerekiyordu. Amerika için önemli sayılabilecek bir adım attı. Gazze yakınlarında, Gazze kıyısında bir liman kurulacağını ve o limandan insânî yardım yapılacağını söyledi. Tabiî ki daha büyük şeyler bekleyenler için bu çok büyük bir adım değil; ama en azından İsrail’in bloke ettiği insânî yardımı deniz üzerinden, bir liman üzerinden Amerika’nın kendisinin başlatacak olması –Kıbrıs’tan gelecek bir deniz koridoru oluşturulacak– bu konuda en azından hassâsiyet içinde olduğunu ve Gazze’de yaşanan drama da eskisine oranla birazcık daha hem vâkıf hem de bu konuda duyarlı olduğunu hissettirdi. Ama bakalım belki de “too little, too late”… yani çok etkilemeyebilir de bu Amerikan Arap azınlığı. Çünkü onlar çok bilenmiş durumda, çok öfkeli durumdalar Biden’a haklı olarak. Ama bu konuda da Biden’ın t İngilizce deyimiyle tone-deaf olmadığını gördük; demek ki hâlâ bu konularda kamuoyu yoklamalarına bakıyor ve pozisyonunu biraz değiştirme ihtiyâcı duydu.

Evet Gönül, seninle bitirelim. Bu arada düşünme payı verdik sana. Rusya sorusuna bir cevap da senden alalım ve kapatalım dükkânı.

Gönül Tol: Evet, yani iki şey söyleyeyim bununla ilgili. Evet tabiî, gayet tabiî ki Putin kazanacak; fakat o zaman neden seçim yapılıyor? Çünkü otokratların da meşrûiyete ihtiyacı var ve seçimlerin otokratlar açısından da ne kadar önemli olduğunu gösteriyor bu. Bir de şunu söyleyeyim, yani Ömer dedi ya: “Türkiye Rusya değil, Çin değil; hâlâ bir rekabet var, siyâsî rekabet var. Dolayısıyla tamâmen otoriter bir rejim değil, rekabetçi bir otoriter rejim” dedi. Henüz orada değil; ama bence hızla o tarafa doğru gidiyor. Evet,genel olarak yerel seçimler, fakat bence en burada anlamlı, önemli olacak olan İstanbul seçimleri gayet tabiî ki. Bu gidişi ya hızlandıracak ya bu gidişâtı sekteye uğratacak. Ama ondan bağımsız olarak ben şunu görüyorum: Aslında Erdoğan hızla o yöne doğru gidiyor, çünkü Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor ve bu artık son derece kanıksanmış durumda, muhâlefet tarafından da kanıksanıyor. Böyle giderse bizim ne seçim sonuçlarına güvenebileceğimiz, ne o süreç üzerinde seçmenin ya da sivil toplumun ya da muhâlefetin herhangi bir baskı oluşturabileceği; böyle bir yöne doğru evriliyor. İşte bu tam da otokrasinin konsolide olduğu bir rejim anlamına geliyor. O nedenle önemsiyorum bunu.

Evet arkadaşlar, çok teşekkürler Bu hafta artık Trump ve Biden’ın adaylıkları kesinleşti. Şimdiden önseçimlerde yeni bir yarışla karşı karşıyayız. O yarışın önemli bir etabında “Birliğin Durumu” konuşmasında Biden’ın başarılı performansını konuştuk — “beklenenden başarılı” diyelim. Ama henüz daha çok erken. Bakalım ne olacak? Biz de bunu “Transatlantik”te konuşmaya devam edeceğiz. Ama Rusya konusunda kafamız hâlâ çok karışık, onu söyleyeyim. Son âna kadar diyelim… Kararsız seçmen belirleyecekmiş Rusya’da, öyle diyelim. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’a çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.