Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Transatlantik: ABD’de süper salı | Hakan Fidan Washington’da | AB kendi başına dünyada bir şey yapabilir mi?

ABD’de 5 Kasım’da gerçekleşecek başkanlık seçimleri öncesinde, ön seçim süreci “Süper Salı” olarak adlandırılan ve 15 eyalet ile bir bağlı bölgede yapılan seçimlerle devam etti. Başkanlık yarışında, 15 eyalette düzenlenen ön seçimlerde beklenildiği gibi, Demokrat Parti’de Joe Biden ve Cumhuriyetçi Parti’de Donald Trump öne çıktı.

Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, ABD’deki mevkidaşı Antony Blinken ile buluşmak için Washington’a gidiyor.

Rusya’nın 24 Şubat 2022’de Ukrayna’yı işgali ile başlayan ve iki yıl süren savaş, 500 binden fazla askerin ölümüne ve yaralanmasına, 6 milyondan fazla Ukraynalının yerlerinden edilmesine neden oldu.

İsrail, abluka altındaki Gazze’ye saldırmaya devam ediyor. Birleşmiş Milletler’in (BM) bölgede kıtlık yaşanabileceğine dair uyarıları ve İsrail askerlerinin gıda konvoyu bekleyen Filistinlilere ateş açmasının ardından ABD, Gazze’ye havadan insani yardım gönderdi.

Ruşen Çakır ve Ömer Taşpınar süper salıya damga vuranları, Hakan Fidan’ın ABD ziyaretini ve AB Ukrayna ve Gazze’de ne yapabiliri değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ömer, bize bir özetlesene. Biden’ın zâten sorun olmayacağını biliyorduk. Trump da alıp başını gidiyordu, ama artık nokta kondu değil mi?

Ömer Taşpınar: Evet, artık nokta kondu diyebiliriz Ruşen. Trump açısından Nikki Haley’nin bütün eyâletlerde %20-30 civârında oy alıyor oluşu; kendisinin %60-70 civârında oluşu bâzen sorun olarak değerlendiriliyor. Yani Trump’ın bütün partiyi arkasına kenetleyemediği yönünde yorumlar yapılıyor — ki bu doğru. Gerçekten de Cumhuriyetçi Parti’nin seçmenlerine baktığımızda, bu bahsettiğimiz eyâletlerin Süper Salı gibi eyâlet önseçimlerinde genelde parti üyeleri oy kullanıyor. Yani biraz daha militan olan halk kesimi. Bunlar vatandaşlar sonuçta, onlar oy kullanıyor. Ve partinin tabanında, Cumhuriyetçiler’in daha militan tabanında; özellikle de daha yaşlı, beyaz ve eğitim seviyesi üniversite düzeyinde olmayan seçmenler nezninde Trump son derece popüler. Ama tabiî ki Amerika geneli yaşlı, beyaz ve üniversite mezunu olmayanlar çoğunluğu değil. Amerika daha çokkültürlü, azınlıkların olduğu, eğitim seviyeleri Trump’ın ortalamasına göre biraz daha yüksek olduğu bir ülke. Dolayısıyla Trump için uzun dönemde seçimleri kazanmak açısından bâzı sorunlar var. Yani Trump şu anda kazandı ve Nikki Haley muhtemelen bugün yarın çekildiğini açıklayacak. “Trump lehine çekildiğini…” dedin. Orada yapacağı konuşma önemli. Yani ne kadar Trump’a destek verecek, ne kadar biraz mesâfeli duracak. Bence destek vermek zorunda. Hattâ uzun dönemde yine geçen sefer de olduğu gibi kabinede yer almak isteyebilir. Biliyorsun Birleşmiş Milletler Büyükelçisi’ydi Trump’ın birinci döneminde. Hâlâ kendine bir yer bulmak isteyebilir eğer Trump kazanırsa. Ama şurası kesin: Önseçimleri kazanmakla seçimleri kazanmak arasında ciddî fark var ve Trump’ın bir şekilde, daha merkeze gelmesi gerekecek diye düşünüyorum ben, seçimleri kazanabilmesi için. Şu anda fazla radikal gözüküyor Trump’ın söylemi. Ülke genelinde %15-20’lik bağımsız bir blok var. Çok eğitimliler bunlar. Daha ılımlılar. Ekonomiye önem veriyorlar. Onlardan oy alabilmesi için Trump’ın daha ılımlı bir mesaj vermesi lâzım. Bir de tabiî Trump’ın başında toplam rakamlara göre 91 tâne dâvâ var. Yani bu dâvâlardan herhangi bir tânesinde eğer cezâ alırsa, tabiî ki bu daha da sorunlu hâle getirebilir imajını. Kimse Trump’ın seçimlerden önce hapse gireceğini düşünmüyor. Hattâ Trump’ı memnun eden bir-iki gelişme oldu geçtiğimiz haftalarda. En son gelişme Yüksek Mahkeme’nin, Anayasa Mahkemesi’nin Colorado ve Maine eyâletlerinin mahkemelerinin verdiği karârı bozması oldu. Neydi o karar? Trump’ın oy pusulalarında isminin olmaması karârı. Bu da 6 Ocak’taki ayaklanmayı teşvik etmesi yönündeki suçlamalar yönündeki değerlendirmeler nedeniyle. Yani: “Eğer bir ayaklanmayı teşvik eden bir başkan varsa, o başkan bir daha seçilemez veya seçimlere katılamaz” diyerek Colorado ve Maine  yüksek mahkemeleri bu yönde karar vermişti. Anayasa Mahkemesi, Amerika’nın Washington’daki Federal Yüksek Mahkemesi bu kararları bozdu ve dedi ki: “Bunlara eyâletler karar veremez. Aksi takdirde çok kaotik bir seçime doğru gider Amerika. O yüzden bu kararları Anayasa Mahkemesi verecektir” ve iptal etti. Dolayısıyla şu anda Trump’ın önü açık gözüküyor. Kendisinin avukatları zâten onun dokunulmazlığı olduğunu düşünüyorlar. Dokunulmazlık meselesinde de Yüksek Mahkeme o konuya bakmaya karar verdi. O da Trump’ı memnun etti. Dolayısıyla Trump bana göre tam ivme, tam gaz yola devam ediyor. Birazcık yönünü merkeze çekmesi gerekecek bu Süper Salı sonrasında. Şimdi rahatladı gibi artık Nikki Haley’in ayrılmasıyla. Zâten rahattı. Nikki Haley’in ciddî bir challenge, bir tehdit gösterdiği yoktu; ama şu açıdan önemliydi, tekrâr edeyim: %20-30 alabilen bir başka aday var. Bu da Cumhuriyetçi Parti içinde bir rahatsızlık olduğunu gösteriyor. 

Peki Demokratlar cephesinde ne oluyor? Demokratlar cephesinde de Biden ile ilgili bir rahatsızlık var. Kısmen geçen hafta Michigan’daki önseçimde %15’lik bir kesimin –100 bin oya tekabül ediyor bu– Biden’a oy vermemesi, bunların da çoğunun Arap-Amerikalı, azınlık gençler olduğu söyleniyor. Ülke genelinde bu tür bir %5’lik-%10’luk bir kesim Biden’ın dış politikasından rahatsız. Özellikle Gazze’deki politikasından, Amerika’nın İsrail’e bu kadar açık çek veriyor olmasından rahatsız. Bundan sâdece Arap-Amerikalılar değil; gençler de rahatsız, siyahlar da rahatsız, daha eğitim seviyesi yüksek kesim de rahatsız. Dolayısıyla dış politika Biden açısından biraz sorunlu. Ama bana soracak olursan; Biden eğer bu seçimleri kaybederse yaşı nedeniyle kaybedecek. Yani 81 yaşında oluşu ve baktığında Biden’a, gerçekten de sağlıklı bir başkan göremiyorsun tam olarak. Yani gerek yaptığı hâfıza hatâları, gaflar; gerekse yürüyüşü, konuşması, bâzen bakışları… Bütün bunlar insanlara 80 küsur yaşındaki akrabalarını hatırlatıyor ve acaba o 80-85 yaşındaki akrabalar ülkenin başında olsa nasıl yönetirlerdi diye düşünüyorlar. Ve Biden da aslında Trump’a göre çok da yaşlı değil. Trump da 76 yaşında. Ama 81 yaşında oluşu ve bâzen neredeyse aklî melekelerinin sorgulanıyor oluşu en büyük handikap Demokratlar açısından. Bu handikapı gidermenin tek yolu da Biden’ın daha fazla kameralar önüne geçip insanlara: “Ben sağlıklıyım. Benim hiçbir şeyim yok” demesi. Bunu da yapmaya çalıştığında tabiî çok riskli bir strateji olduğu ortaya çıkıyor ve bâzen en istemedikleri sonucu doğruluyor. Yani herkes o zaman Biden’ın meselâ işte Meksika’yla Mısır Başkanı arasındaki kafa karışıklığını görebiliyor. Bütün bunlar bence şu anda Amerika’nın gündeminde. Şöyle bitireyim Ruşen: Belki de Amerikan târihinin en heyecansız seçimine doğru gidiyoruz diyebiliriz. Heyecansız, çünkü halkta bir heyecan yok. Halk bu iki politikacıyı da beğenmiyor. Ama öte yandan da Amerikan târihinin belki de dönüm noktalarından birini belirleyecek bir seçime de gidiyoruz; çünkü Trump eğer ikinci kez kazanırsa, Amerika’nın dış politikasında çok ciddî değişiklikler olabilir. Amerika’nın iç politikasında da tabiî değişiklikler olabilir. Kimisi ciddî bir otoriterleşmeden korkuyor. Dolayısıyla halkın heyecansızlığıyla seçimin aslında getirip götürecekleri arasında ters bir orantı var. 

Ömer, istersen daha heyecanlı konulara geçelim diyeceğim ama… Bu arada tabiî ne kadar heyecansız olursa olsun bizim işimiz bu. Sen orada bunları araştırıyorsun. Ben burada bunların haberini yapmak zorundayım. Yani sıkılsak da konuşmak zorundayız. Aslında senin en son söylediğin husus çok önemli. Yani böyle iki tâne heyecan vermeyen insan, ama çok kritik bir seçim olabilir. Özellikle Trump’ın gelmesi, NATO vs. bunları daha önce çok konuştuğumuz için tekrar girmeyelim. Hakan Fidan orada. Galiba İbrahim Kalın da orada. Yani Washington’da F-16’ların çıkması, iki taraf için de ilişkilerde bir nefes alma fırsatı oldu. Seçime de 25 gün falan kaldı. Çok az bir süre kaldı. Hakan Fidan niye orada? Ne konuşuyor olabilirler? Masada ne var? Bir yerde F-35’leri de konuşacak diye gördüm, ama ben sanki o defter kapandı diye biliyorum.

Ömer Taşpınar: Evet. Şimdi, iki nedenle burada Ruşen. Bir tânesi bürokratik bir neden. Yani bürokratik bir süreç var Amerika ile Türkiye arasında. Yaklaşık 2 yıl önce başlatılan bir stratejik mekanizma var. Buna stratejik diyalog demiyorlar, ilginç. Meselâ Yunanistan’la stratejik diyalog çerçevesinde masaya oturuyorlar; Türkiye’de stratejik mekanizma diyorlar, diyalog yerine. Ne anlama geliyor? Belki diplomatlara sormak lâzım; ama bana göre Türkiye ile ilişkileri stratejik bir seviyeye çıkarma çabaları var, bürokratik bir çaba var. Ve tabiî ki bu bürokratik çaba geçtiğimiz aylarda Amerikan Dışişleri Bakan Yardımcısı Victoria Nuland’ın Ankara’ya gelmesiyle ivme kazandı ve ondan sonra da Amerika’nın siyâset planlama bölümünden üst derece Siyâset Planlama Direktör-Genel Müdür Yardımcısı, Türkiye’de 4 gün geçirdi. Belki bu basına çok fazla yansımadı, ama 2 gün Ankara’da, 2 gün İstanbul’da temaslarda bulundu. Ve o kişi benim arkadaşım. Sık sık konuştuğum birisi. Bana anlattığı kadarıyla da Türkiye ile biraz daha düzeltme yoluna girmeye çalışıyoruz işleri. Yani “Nerelerde berâber çalışabiliriz? Ne yapabiliriz? Sorunlarımızı kompartmantalize edebilir miyiz?” diye anlattı bana. Sorunlarımızı kompartmantalize etmek önemli bir lâf. Yani; “Tamam, ciddî sorunlarımız var. Türkiye’nin gözünde bizim, Amerika’nın YPG/PYD’ye verdiğimiz destek çok sorunlu. Bizim gözümüzde Türkiye’nin S-400’leri bulundurması çok sorunlu. Ama bunları konuşmayıp, bölgede konuşmamız gereken daha farklı konulara odaklanabilir miyiz? Daha da önemlisi bu iki mevcut meselenin –yani S-400’lerle YPG meselesinin– diğer konuları kontamine etmesini, onları zehirlemesini engelleyebilir miyiz? Yani bir şekilde onlardan bahsetmeyip diğer yolda, ortak çıkarlarımız, stratejik çıkarlarımız –ne kadar taktik farklılıklarımız olsa da– berâber hareket edebilir miyiz? Bunlar üzerinde konuşmak istiyoruz’’ dedi. Victoria Nuland da buna benzer bir mesaj verdi Ankara’ya geldiğinde. “Dışişleri Bakanı bana şunu söyledi” dedi: ‘‘Türkiye ile ilişkileri toparlamamız lâzım, geliştirmemiz lâzım ve bu nedenle önümüzdeki dönemde stratejik mekanizmaya önem vereceğiz” dedi. Ve benim bildiğim kadarıyla Hakan Fidan’ın; İbrahim Kalın’ın değil ama Hakan Fidan’ın Washington’a gelmesinin temel nedeni bu stratejik mekanizma konusunda bakanlar seviyesinde uzun zamandır yapılmayan bir diyaloğu gerçekleştirmek — bu bürokratik neden. Siyâsî neden, bütün bunlara imkân veren siyâsî neden ise Türkiye’nin İsveç konusunda beklenen adımı atmış olması oldu. Yani Türkiye, İsveç konusunda hâlâ ayak sürüseydi; hâlâ bugün İsveç konusunda Parlamento’dan bir karar, Erdoğan’dan bir karar çıkmamış olsaydı, Hakan Fidan burada olmazdı, onu söyleyelim. Yani herkes zannetti ki İsveç meselesini hallettikten sonra Erdoğan Beyaz Saray’a gelecek, Erdoğan karşılanacak… Öyle bir şey yok. Yani bana göre, Biden seçim yılında ve programda benim görebildiğim kadarıyla Erdoğan’la Beyaz Saray’da bir görüşme yok. Başka yerlerde görüşürler. G-20’de görüşürler, NATO zirvesi olabilir; ama Erdoğan’ı Beyaz Saray’da ağırlama gibi bir proje yok. Ama ona rağmen Dışişleri Bakanı’nın gelmesi bile çok önemli. Yani Hakan Fidan’ın gelmesi önemli. Tony Blinken’ın son zamanlarda Türkiye’ye 1-2 ziyâret yapmış olması da önemli. Bunun nedenleri gayet açık. Yani bir kere Ortadoğu’daki meseleler, özellikle Gazze; Türkiye’nin Gazze’de uzun dönemde –kısa dönemde değil– oynayabileceği potansiyel rol, bunlar Amerika için siyâsî açıdan önemli. Gazze’de savaş sonrasında ne olur ve Türkiye’nin orada oynayabileceği iki tâne önemli rol var, diye düşünülüyor burada. Bir tânesi –Erdoğan’ın çok seveceği güzel haber– Türkiye’nin Gazze’nin tekrar ayağa kaldırılmasında, altyapısıyla, inşaatıyla oynayabileceği rol. Niye seveceği haber? Çünkü bu Türkiye için para demek. Türkiye için bir şekilde uluslararası kurumlardan, belki de Körfez’den inşaat şirketlerine gelecek para. Ve Türkiye açısından bu… Erdoğan açısından inşaat şirketleri dediğinde hemen önemli bir konu hâline geliyor. Bunu biraz da gülerek, sarkastik bir şekilde anlatıyor Amerikalılar. İkincisi; Türkiye’nin askerî açıdan uzun dönemde, eğer bir Birleşmiş Milletler Barış Gücü gibi bir durum olursa Gazze’de — ki bu belki olur; her ne kadar Netanyahu buna yanaşmıyor olsa da. Bahsettiğimiz senaryoları bu arada tekrar edeyim: Önümüzdeki 3-4 aylık senaryolar değil. 6-7 ay, 1 yıllık senaryolar — oralarda Türkiye’nin bir rolü olabilir. Bu rehîne arabuluculuğu konusunda falan, o konularda Türkiye’nin adı pek geçmiyor. Yani orada hâlâ Fransa ve Katar devrede gibi daha çok. Mısır devrede. Ve orada da ciddî gelişmeler bekleniyor. Ama bunun dışında Hakan Fidan’ın buraya gelmesi aslında bu kompartmantalizasyonu yapabilecek miyiz sorusuna da cevap teşkil edecek. Nedir bu? Meselâ bu S-400’ler konusunda, F-35’ler konusunda, YPG konusunda söylenecek her şey söylendi; ciddî bir değişiklik yapamıyoruz. F-35’ler dedin; orada hiçbir gelişme yok. Ben baktım o dosyaya. Söyledikleri şey şu: “Türkiye F-35’ler için bir para vermişti. O paranın F-16’lara sayılmasını istiyor Türkiye.” Gayet de haklı. Yani F-35’ler meselesi, “Türkiye F-35’leri geri alabilir mi?” değil. Bu konuda Amerikan tavrı gayet net; “Hayır, alamaz. S-400’ler Türkiye’de bulunduğu sürece bu olmayacak.” Yani bu yönde bir karar alındı. Ama Türkiye bâzı F-35’lerin parasını vermişti. Türkiye F-35 programından çıkartıldıktan sonra o para –1 milyar küsur dolar bir para, az bir para değil– Türkiye’nin F-16’lar parasına sayılabilir mi? Orada 20 milyar dolarlık bir rakam var, onu konuşacaklar. Yani o, konulardan bir tânesi. Ama asıl konuşacakları, bana göre önemli konular bölgedeki sorunlar. Yani Gazze bunlardan bir tânesi. Ukrayna çok önemli. Türkiye-Rusya ilişkilerindeki gidişat. Yani onu anlamaya çalışıyorlar. Türkiye-Rusya ilişkilerinin doğasını anlamaya çalışıyorlar. Türkiye’nin Çin’le ilişkilerini anlamaya çalışıyor Amerika. Türkiye’nin Afrika’daki rolünü çok ciddîye alıyorlar. Bu artık çok konuşuluyor oldu. Ben de bu konuda biraz araştırıyorum. Türkiye gerçekten Afrika’da altyapı projeleri, inşaat projeleri, Fethullahçılar’dan geri kalan eğitim projeleri, bu tür yerlerde aktif. Ve bir sürü Afrika ülkesi Batı sömürgeciliğinden çok çekmiş, özellikle Sahel’de, Batı Afrika’daki bâzı ülkeler Türkiye’ye Fransa’ya oranla sempatiyle bakıyorlar. Amerika’ya da sempatiyle bakıyorlar; ama Amerika’nın oralara girecek fazla bir böyle şirketi, risk alabilecek şirketleri ve bana göre odaklanabilecek bir kapasitesi yok şu anda. Çünkü Amerikan dış politikası gerçekten Rusya ve Çin’e odaklanmış durumda. Afrika’ya yeterince vakit ayıramıyorlar. Türkiye gibi Afrika’da çok etkili bir ülkeyle ortaklık yapmak Amerika’nın işine gelir. Hattâ bunu Çin’e karşı berâber yapmak daha da önemli, yani Çin’den bâzı projeleri Türkiye’nin kapabilmesi. Bu bence önemli konulardan bir tânesi. Kafkaslar’da çok önemli gelişmeler oluyor. Dengeler değişti. Yani Rusya’yla Ermenistan’ın arası açıldı. Azerbaycan bir şekilde çok etkili, güçlü bir konuma geldi. Azerbaycan-İran ilişkileri sorunlu. Bu konularda Türkiye ile ortaklık yapmak, İran konusunda Türkiye’nin düşündüklerini anlamak… Türkiye NATO üyesi olarak Kürecik’te NATO radarlarına ev sâhipliği yapıyor. Yani İran’ın çok güçlü balistik füzeleri Malatya, Kürecik tarafından kontrol ediliyor. Burada önemli bir fırsat da var aslında. Yani hâlâ devam eden, adına stratejik diyelim, o açıdan İran konusunda bir diyalog da var. Şimdi bütün bu meseleleri Kafkaslar, İran, Karadeniz, Ukrayna, Gazze, Afrika; bunlar işte stratejik mekanizmanın konuları, bunları konuşmak gerekiyor. Ve elden geldiğince de bildiğimiz konuları, yani o gündeme hep konulan, zâten gündemde hep onlar var, onların olduğu söyleniyor; terörle mücâdele, Türkiye’nin Fethullah Gülen’i istemesi, yok işte DEAŞ’la mücâdele, PKK ile mücâdele… Bu konular tabiî ki konuşulacak, ama bana göre ilk 15 dakikada konuşulacak ve sonrasında: “Tamam, bu konularda söyleyeceğimizi söyledik. Yeni fazla bir şey yok. Gelin şu öbür konulara bakalım. Yeni konulara bakalım” denecek. İşte stratejik mekanizma daha çok orada kendini gösterecek. 

Ömer demin sen Filistin’den, Gazze’den bahsederken Fransa dedin, Katar dedin. Şunu sormak ve konuşmak istiyordum biraz: Avrupa Birliği dünyada ne yapabiliyor? Bir şey yapabiliyor mu? Meselâ “Gazze’de, Ukrayna’da bir rolü var mı?” diye bir soru var ortada. Çok ciddî bir soru var. Çünkü özellikle geçen hafta da konuştuk biliyorsun; Trump’ın seçilmesi durumunda, NATO’da birtakım sorunlar çıkması durumunda, Avrupa’nın daha fazla inisiyatif alması gerekebilecek Batı dünyası adına. Şu aşamada baktığın zaman, sen Avrupa’yı çok yakından tâkip eden birisin, Avrupa’nın böyle bir niyeti var mı? Niyeti olsa bile bir şeyler harekete geçirebilecek imkânlara sâhip mi? Böyle kritik konularda olayların akışını değiştirebilecek, müdâhil olabilecek bir Avrupa söz konusu mu? Yoksa Avrupa, ABD olmadan… hattâ İngiltere’yi Avrupa’ya katmamız mümkün mü? Avrupa Birliği’nden ayrıldığı için o da ayrı bir olay zâten. Avrupa Birliği kendi başına hakîkaten bir güç olabilir mi dünyada?

Ömer Taşpınar: Özellikle son belirttiğin nokta çok önemli, yani içinde İngiltere’nin olup olmaması. Fakat aklıma şu geldi sen bu soruyu sorarken: Rahmetli Kissinger’ın danışmanları kendisine hep, “Avrupa’yla konuşmamız gerekiyor” dediğinde, “Bana bir telefon numarası verir misiniz?” dermiş. “Kiminle konuşacağım? Avrupa dediğiniz kim? Yani Brüksel’le mi konuşacağım? Brüksel’deki Avrupa Birliği Dış Politika Komisyonu’nun başındaki kişiyle mi konuşacağım? Fransa’yla mı konuşacağım? Almanya’yla mı konuşacağım? İngiltere’yle mi konuşacağım? Bunların bir ortak pozisyonları var mı?” Ve gerçekten de yekpâre olmadığını görüyoruz Avrupa’nın. Yani senin sorduğun soruya en kısa, belki de biraz kaçamak cevap: “Stratejik otonomi” dediğimiz şey çok önemli artık. Stratejik otonomi bütün dünyada, entelektüel olma dışında operasyonel önemi olan bir kavram hâline geldi. Stratejik otonomi ne demek? Türkiye gibi ülkeler ama Türkiye dışında, Türkiye’den belki de daha da önemli; Hindistan gibi ülkeler, nüfus olarak Türkiye’den yüksek; Brezilya, Endonezya gibi ülkeler; bunların bir kısmı bağlantısız geçmişi olan… Endonezya ve Hindistan biliyorsun bunların başında geliyor. Bunlar iki tâne blok oluştuğunu görüyorlar: Çin ve Amerika. Ve bu Çin ve Amerika blokları arasında daha otonom, daha bağlantısız, daha bağımsız olmaya çalışıyorlar. Burada Avrupa’nın bakışı biraz karışık. Yani Avrupa Amerika’yla berâber tabiî ki NATO ittifâkı içinde; ama Amerika’yla meselâ şu Gazze konusunda anlaşamıyor. Özellikle Fransa anlaşamıyor. Fransa’nın zâten târihsel, tâ Süveyş Savaşı’na giden,1956’ya kadar giden bir anlaşmazlığı var Amerika’yla bu Ortadoğu stratejik konularında. Almanya biraz daha anlaşabiliyor Amerika’yla. Amerika’yla hiçbir zaman Fransa’nın yaptığı gibi böyle köprüleri atıp kendisi bir nükleer güç veya askerî güç hâline gelmek istemiyor. Almanya’nın târihi de zâten buna müsâit değil. İngiltere ise Amerika’ya yapışmış durumda. Yani Amerika’yla aynı pozisyonları alıyor hep. Onun dışında hani daha başka ülkeler; İspanya, İtalya, baktığımızda bunlar nispeten büyük ülkeler. Bunların dış politikaları da Ortadoğu ile angajman yönünde, gerek İsrail meselesinde olsun gerek İran konusunda olsun. Amerika’dan daha fazla diyalog taraftarı. Yani Avrupa’nın stratejik otonomi arayışları var. Böyle bir niyeti var. Özellikle Fransa’nın var, özellikle Macron’un var. Ama İngiltere’nin yok. İngiltere zâten Avrupa Birliği içinde değil. Ve Avrupa’nın stratejik otonomiye, yani Amerika’dan bağımsız olarak; biraz Rusya’yla ilişkilerde, biraz Ortadoğu’yla ilişkilerde bir rol oynaması için iki konuda ciddî reformlar yapması gerekiyor, ciddî adımlar atması gerekiyor. Bir tânesi, askerî gücünü artırması gerekiyor. Avrupa’nın ekonomik gücü var, ama askerî gücü yok. Yani Ortadoğu’da aslında Avrupa bir rol oynuyor. Nasıl oynuyor? Ekonomik yardımla oynuyor. Filistinlilere yardım ediyor. Mısır’a yardım ediyor. Ürdün’e yardım ediyor. Amerika’nın ettiğinden daha fazla Avrupa Birliği aslında ekonomik olarak orada. Yatırımlarla orada. Coğrafya olarak yakın olduğu için ekonomik olarak da angaje. Angaje olmak zorunda. Oranın istikrârı Avrupa açısından çok önemli; çünkü Kuzey Afrika’da, hele Mısır’da bir sorun olduğunda gördük işte. Libya çöktüğünde ne oldu? Göçmenler geliyor. Suriye çöktüğünde göçmenler geliyor. Bunlar Avrupa için çok önemli. Yani Meksika Amerika için ne kadar önemliyse; Avrupa için de Ortadoğu, Kuzey Afrika o kadar önemli. Dolayısıyla burada Avrupa’nın bir ekonomik angajmanı var; ama askerî potansiyeli neredeyse yok denebilecek kadar zayıf. Yani NATO dediğimiz örgüt Amerika olmadığı zaman doğru dürüst uçaklarını kaldıramıyor. Altyapısını çalıştıramıyor. O yüzden hani Trump gelir de NATO ile ilişkilerde Amerika’nın ciddî bir çalkantı, hattâ çıkış falan yaşanırsa, o transatlantik ittifak dağılır ve bu stratejik otonomi dediğimiz şey, yani “Ne kadar gücün var?” konusuna döner. “Ne kadar askerî gücün var? Ne kadar ciddî bir şekilde girebilirsin bu konulara; askerî operasyonel ciddî adımlar atmaya? Gazze konusunda, İran konusunda? Uzun dönemde Çin, Rusya konusunda? Ukrayna konusunda askerî olarak neler yapabilir?” Hani Fransa bu konularda niyetli. Fransa ciddî paralar harcıyor savunma sistemlerine. Almanya da harcamaya başladı. Ama ikinci konuya geleyim. İkinci atılması gereken adım; Fransa ve Almanya arasında çok daha güçlü bir stratejik diyalog gerekiyor. Fransa ve Almanya her ne kadar Avrupa Birliği’nin iki kemik, yani ana damar ülkesi gözükse de anahtar ve belkemiği olarak ortada dursa da, aslında stratejik konularda, askerî konularda ayrı tellerden çalıyorlar. Yani şu son dönemde bile Ukrayna konusunda Macron Almanya ile konuşmadan “Asker yollayabilirizé dedi. Almanya hemen “Olmaz öyle şey” dedi. Macron zâten içeride de sorun yaşıyordu. Fransa ciddî askerî yardımlar yapıyor Ukrayna’ya. Meselâ Almanya aynı derecede uzun menzilli füze vermekten korkuyor. Almanya, Rusya’yla köprüleri atmak istemiyor bâzı açılardan. Özellikle askerî konuda karşı karşıya kalmak istemiyor. Fransa belki de coğrafyanın getirdiği bir rahatlıkla, hiçbir zaman Rusya’yla Napolyon sonrasında Almanya’nın İkinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi bir savaş içine girmedi. Dolayısıyla Almanya’nın Rusya politikası biraz da İkinci Dünya Savaşı tarafından belirleniyor ve bir korku var, yani Rusya’yla savaşa girme korkusu var. Fransa ise bir bakıma o konuda daha rahat ve daha cesur adımlar atabiliyor Ukrayna konusunda. Ne demek istiyorum? Yani iki ülke arasında yeterince güçlü stratejik otonomi konusunda bir anlaşma, tekabül yok. Almanya hâlâ NATO içinde ve Amerika’ya bağlı olarak hareket etmek istiyor. Fransa ise geleneksel olarak Amerika’dan daha bağımsız, stratejik otonomi peşinde koşuyor. Son olarak şunu söyleyeyim; bu Amerikan Dışişleri Bakanlığı’ndaki siyâset planlama yapan benim tanıdığım yetkili şöyle bir şey söyledi bana — ki çok ilginç geldi: “Biz Türkiye’nin stratejik otonomi arayışlarına saygı duyuyoruz. Hattâ belirli yerlerde buna destek de vermek istiyoruz. Ama tam anlayamadığımız mesele şu: Biz Endonezya’nın, Brezilya’nın, Hindistan’ın, Güney Afrika’nın nasıl bir dünya stratejisi var, nasıl bakıyorlar dünyaya, üç aşağı beş yukarı anlayabiliyoruz. Meselâ Çin’le ekonomik ilişkileri geliştirmek istiyorlar. Rusya konusunda biraz rezervleri var, yani tam olarak Rusya konusunda bizimle hareket etmek istemiyorlar. Stratejik gidişatları belli. Türkiye bu ülkeler kadar önemli bizim için; yani stratejik otonomi arayışını anlıyoruz, fakat Türkiye’nin iki farkı var. Bir; tam olarak nereye gitmek istediğini anlayamıyoruz. Yani Çin’le ilişkilerinde, Rusya’yla ilişkilerinde uzun dönemde ne düşünüyor bunu kavramış değiliz. İkincisi; Türkiye bu ülkelerden farklı bir ülke. Yani Hindistan’dan, Endonezya’dan, Brezilya’dan, Güney Afrika’dan çok ciddî yapısal bir farkı var Türkiye’nin. Türkiye bir NATO üyesi ve biz Türkiye’nin NATO üyeliğini ciddîye alıyoruz. Ve o nedenle de beklentilerimiz daha yüksek Türkiye’den. Ortaklık beklentilerimiz, berâber vizyon geliştirme beklentilerimiz… Brezilya’yla böyle bir beklentimiz olmayabilir. Hindistan’la bile tam olarak böyle olmayabilir.’’ – ki Hindistan çok önemli hâle geldi Çin nedeniyle. Türkiye’nin NATO üyesi olması bu stratejik otonomi arayışlarında biraz soru işâretleri yaratıyor. Bunu niye söylüyorum? Çünkü Avrupa’nın stratejik otonomi arayışı da soru işâretleri yaratıyor Amerika’da. Amerika da çok sıcak bakmıyor Fransa’nın stratejik otonomi arayışına, yani târihsel olarak bakmıyor. Dikkat ederseni de Gaulle dememeye çalışıyorum.

Ben de onu söyleyeceğim, evet. Bütün De Gaulle’ü anlatıp De Gaulle demedin; ama dedin sonunda. Evet, benden erken davrandın. Ömer, çok sağ ol. Güzel bir yayın oldu yine, çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşacağız. İzleyicilerimize de çok teşekkür edelim. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.