Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kılıçdaroğlu’nun helalleşmeleri kimleri endişelendiriyor?

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, helalleşme ziyaretlerini sürdürüyor.

28 Şubat, Ergenekon ve Balyoz mağdurları, Roboskili aileler, başörtülülerle buluşan Kılıçdaroğlu, adalet ve barış çağrısı yaptı.

Pazar günü partisinin İstanbul İl Başkanlığı’nda düzenlenen “Helalleşme Buluşması”na katılan Kılıçdaroğlu’na Fatma Yavuz, “Biz de çok hata yaptık. Bu hatalar sıradan hatalar değildi. Sizlerin de hayatları mahvoldu. Lütfen siz de bize hakkınızı helal edin” dedi.

Kılıçdaroğlu’nun helalleşme buluşmaları kimleri endişelendiriyor?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Zübeyde Beyaz

Merhaba, iyi günler. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu bir “helâlleşme kampanyası” yürütüyor. İlk dile getirdiği zaman da ilgi uyandırmıştı. Birçok şey saydı ve sonra adım adım bunları hayata geçirmeye başladı. Bunun cumhurbaşkanı adaylığına hazırlık olduğunu söyleyen çok oldu –ki herhalde bir doğruluk payı vardır–, ama kendisi bunun sâdece seçimlerle ilgili olmadığını da vurguladı. Birçok şey yaptı: 28 Şubat mağdurlarıyla buluştu, evlerine gitti, onlarla toplandı; Roboski’ye gitti, orada hayâtını kaybedenlerin âileleriyle buluştu. En son, İstanbul’da İl Başkanlığı’nda 70’den fazla kişinin katıldığı kadınlı erkekli bir grupla bir helâlleşme toplantısı yaptı; bu grubun özelliği, içlerinde muhâfazakâr câmiadan başörtülü kadınların, hattâ çarşaflı kadınların olması; sakallı erkekler de var —“sakallı” derken, yani baktığınız zaman dindar olduğunu tahmin edebildiğiniz kişiler var. Zâten bunların yaş ortalaması yüksek, orta yaş üstü ve 28 Şubat Süreci’ni yaşamış, ona tanık olmuş, içlerinde bizzat mağdur olanların da bulunduğunu duydum; ama bizzat mağdur olmasalar bile, o süreçte kendilerini dışlanmış hissedenler. 

Aslında zâten bu olayın öyküsüne baktığımız zaman da, Kılıçdaroğlu’nun bir 28 Şubat mağdurunun evini ziyâret edip kahvaltıya gitmesi bu buluşmayı tetiklemiş. Genellikle Kılıçdaroğlu insanların ayağına gidiyor. Bu son buluşmayı düzenleyen kişi ilâhiyatçı Fatma Yavuz. Buluşmanın îlânından önce kendisiyle uzun uzun sohbet ettim. O bunun fikrinin o 28 Şubat mağdurunun evindeki kahvaltıdan çıktığını söyledi; hep Kılıçdaroğlu’nun ziyârete gittiğini, ama yapılan hatâlarda sâdece tek tarafın değil herkesin payı olduğunu, dolayısıyla helâlleşmenin de karşılıklı olması gerektiğini düşünerek yapmış. Yani o bir grup arkadaşını iknâ ediyor, onlara çağrı yapıyor ve Kılıçdaroğlu’ndan helâllik istiyorlar. Yani genellikle biz Kılıçdaroğlu’nun helâllik istedikleri olarak gördük. Bu buluşma, Kılıçdaroğlu’ndan helâllik isteme buluşmasıymış. 

Toplantının İstanbul İl Başkanlığı’nda yapılmış olması biraz yanlış anlaşılmalara neden olmuş olabilir. Aslında Ankara’da CHP Genel Merkezi’ne gitmek, hattâ Kemal Kılıçdaroğlu’nun evinde buluşmak istemişler. Ama Kılıçdaroğlu, zahmet etmemelerini, İstanbul’da bunu yapabileceklerini söylemiş. Şimdi, bu çok çarpıcı bir olay; haberim olmadı, olsaydı muhakkak yerinde izlemek isterdim. Ama bizim muhâbir arkadaşlarımız izlediler; yaptığımız haber de bayağı bir ilgi gördü. Ama şunu biliyorum: Kılıçdaroğlu bunu aylardır yapıyor. Bu tür buluşmaları, özellikle muhâfazakâr camia ile buluşmaları aylardır yapıyor. Ve gittiği her ilde bir kere muhakkak “kanaat önderleri buluşması” adı altında, basına kapalı bu tür buluşmalar yapıyorlar. En son kendisini Edirne’de izlemeye gittim, biliyorsunuz — o konuda bir yayın yaptığım için biliyorsunuz diyorum. Orada kanaat önderleri buluşmasına katılma ricâsında bulundum — gazeteci olarak değil bir birey olarak. Çünkü benim çok ilgilendiğim bir alan, çok merak ettim buluşmayı, ama istemediler. Fakat şunu biliyorum: Başka bir ilde yapılan ya da galiba yapılacak olan bir buluşmanın listesine baktım. İçerisinde çok sayıda eski AKP’li ve MHP’liler de var. Hattâ belediye başkanlığı yapmış, milletvekilliği yapmış isimler de var. Farklı farklı isimler: ilâhiyatçılar, imamlar, vâizler vs.. Her gittiği yerde Kılıçdaroğlu bunlarla buluşuyor, buluşmaya çalışıyor — tabiî kabul edenlerle. Oralarda neler yaşandığını bilmiyoruz. Tabiî kapalı yapmalarının nedeni insanların güvenini sağlamak. 

Yalnız bu sefer basına açık oldu. Bunun öyküsünü de Fatma Yavuz şöyle anlattı: Bir arkadaşını dâvet etmiş, o da demiş ki: “Ya, biz zâten Kılıçdaroğlu’yla konuştuk” demiş. O da şaşırmış, “Ne zaman konuştunuz?” demiş.  Bir yer ve zaman söylemiş, ama tabiî ki kimse bilmiyor, çünkü basına kapalı yapılmış. “Bu sefer basına açık yapalım” demişler ve gelecek olanlara da basına açık olacağını söylemişler; böylece ilk defâ… daha önce de bir kısmen olmuştu, ama bu kadar açık bir şekilde baştan sona basının izleyip kaydettiği bir buluşma pek olmamıştı ve etkisi de o açıdan çok daha yüksek oldu. Şimdi baktım: İktidar yanlısı medyada ne diyorlar? “Helâlleşme Tiyatrosu” diyorlar. Hoşlanmıyorlar; çünkü burada, CHP gibi bir partinin lideri, hep uzak kaldığı kesimlere yönelik bir çıkış yapıyor. Bunu tiyatro olarak tanımlıyorlar. Samîmî olmadığını söylüyorlar. Özellikle bu son buluşmada, olayı organize eden Fatma Yavuz hakkında acayip lâflar ederek, onun Diyânet’ten ihraç edilmesi, bir dönem İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde çalışması, hepsi birer suçmuş gibi gösteriliyor. Özellikle Ermeni meselesinde aldığı tavır — ki doğru bir tavır, hakîkaten takdire şâyan bir duruşu var. Başörtülü bir ilâhiyatçı olarak, Ermeni meselesindeki duruşu çok takdire şâyan — bütün bunlarla onu karalamaya çalışıyorlar. 

Çünkü böyle bir helâlleşme olmasını istemiyorlar. Helâlleşme olmasını neden istemiyorlar? Çünkü kutuplaşmadan besleniyorlar — birçok iktidar sâhibi. Bu sâdece siyâsî iktidar çevresinde olan bir şey değil, onu özellikle söyleyeyim. İktidar tabiî ki rahatsız, çünkü muhâfazakâr kesimi kendi tapulu arsası olarak görüyor. Kürtler’e gidecek olsa da, en azından Kürtler’in bu seçimde muhâlefete oy vermemesini istiyor. Ve sürekli olarak da, CHP gibi bir partinin liderinin Kürtler’e, İslâmcılar’a, solculara ve gayrimüslimler’e yönelik bu açılımlarının samîmî olmadığını olamayacağını anlatmaya çalışıyorlar. Öte yandan bu hareketin içerisindeki, iktidarlarını bu tür kutuplaşmaya borçlu olan insanlar da bu durumdan çok memnun değiller. 

Belki yüksek sesle îtiraz etmiyorlar, ama şöyle diyor olabilirler: “Ya, Kemal Bey bir şey yapıyor; ama yapmasa da olurdu. Yapıyor, hadi bakalım; belki buradan oylarımız biraz artar. Nasıl olsa buradan bir şey çıkmaz.” İşte, “Buradan bir şey çıkar mı çıkmaz mı?” meselesi işin kilit noktası; her iki tarafta da bu tür buluşmalardan, bu tür helâlleşme girişimlerinden, bu tür toplumsal barışı inşâ etme girişimlerinden rahatsız olan kesimler, aslında bundan bir şey çıkmayacağını düşünüyorlar. Kutuplaşmanın mutlak bir şey olduğunu düşünüyorlar ve ortada sâdece bir seçim için yapılan mizansenler olduğunu düşünüyorlar — temenni ediyorlar, öyle diyelim. 

Burada da, meselâ buluşmalara katılan insanların da tereddütleri var. Örneğin bu son hafta sonu yapılan helâlleşme toplantısına katılanların da genellikle şöyle dediklerini öğrendim: “Ya, Kılıçdaroğlu iyi hoş, samîmî de, acaba bütün partisi böyle mi? O partide kimler yok ki?” Bunu söyleyen çok kişi var. O helâlleşmeye katılan ya da bir şekilde İslâmî harekete ya da Kürt hareketine yakın olup Kılıçdaroğlu’nun yaptıklarını bir şekilde ilgiyle ve takdirle tâkip eden birbirinden farklı birçok insandan bunları da duydum. Daha demin, eski bir AKP milletvekili dostumla sohbet ediyorduk. O da meselâ, çok başka bir konuda aynı şeyi söyledi: “Kılıçdaroğlu iyi, işte bu meşhur klişe çevresi ne kadar iyi?” Ya da “kötü” demese bile “onun kadar iyi değil” diyor. Son yazdığım yazıda da bunu söyledim: Aslında “Bay Kemal” gerçekten şu aşamada partisinden daha ileride gözüküyor. 

Ama buradaki soru önemli: Partisi ona ayak uyduruyor mu? Uydurabilir mi? Yoksa Kemal Kılıçdaroğlu’na seçime kadar böyle birtakım –nasıl söyleyeyim?– geri alınacak kredi mi verdiler? Yani şöyle mi olacak? “Tamam, Kemal Bey gitsin muhâfazakârların, Kürtler’in şunların bunların gönüllerini aslın. Ama yarın iktidar geldiği zaman, şartlar gereği, devlet aklı vs. falan diyerek bunların üzerlerini nasıl olsa örteriz” mi diyorlar? Bu soru işâreti hâlâ duruyor. Ortada bir endîşe varsa, en büyük endîşe Kılıçdaroğlu’nun samîmî olup olmamasından ziyâde, iktidâra gelmesi durumunda bu söylediklerini yapabilecek mi? Şimdi önümüzde çok sıcak bir örnek var: Erdoğan dönemindeki açılımlar var. Başlayıp bitmeyen, bitmediği gibi, yarıda bırakıldığı gibi sonra tam tersine –özellikle Kürt meselesinde– evrilen süreç var. Dolayısıyla Kılıçdaroğlu’nun bu yapıp ettikleri önemli, anlamlı; ama birçok açıdan da tam kesin olmayan süreçler olduğunu kabul etmek lâzım. 

Türkiye’de öyle mekanizmalar var ki, öyle iliklere işlemiş refleksler var ki, toplumsal barışa yönelik her türlü adımları, bir adım atılınca Mehter marşı gibi iki adım geriye attıracak sistemler var. Bu ülkenin devletinin ve belli ölçülerde toplumunun genlerine işlemiş bir şey bu. Ama bu yapılanların bütün bunlara rağmen herhalde bir işlevi var. Bunu da en iyi bilenlerden birisi Kemal Kılıçdaroğlu’nun kendisidir. Bütün bunlara rağmen, bu yapılanların çok önemli olduğu kanısındayım. Buradaki mesele, o meşhur “Endîşeli Muhâfazakârlar” kavramını çok fazla önemsemek meselesi değil. “Endîşeli Muhafazakârlar” kavramını birçok kere söyledim; özellikle bâzı partiler kendi güçlerini teorik olarak artırmak için kullanıyorlar. Ben muhâfazakâr kesimin kendilerinden olmayan, yani eski tâbirle “lâik kesim”e yönelik çok büyük endîşeleri olduğunu sanmıyorum. Muhakkak vardır, ama şunu çok iyi biliyorum: Özellikle kopuş yaşayan, AKP ile kopuş yaşayan insanların en büyük endîşesi Erdoğan iktidârının sürmesi — bunun özellikle altını çizmek istiyorum. Bu endîşeyi taşırken, çok ciddî birtakım dinî kaygıları da var. 

Şöyle açmaya çalışayım: Bugün kendini dindar Müslüman olarak gören, hayâtını buna göre şekillendirme iddiasında olan ve yakın zamâna kadar uzun bir süre, gerek Millî Görüş hareketine, ama özellikle AKP’ye çok ciddî destek vermiş, içinde yer alıp görev üstlenmiş birçok kişi, artık bu devrin kapanmasını, çünkü bunun hem ülkeye hem İslâmiyet’e çok ciddî zarar verdiğini düşünüyor. Dolayısıyla bir endîşe varsa, öncelikli endîşe, AKP ve Erdoğan iktidârının sürmesi endîşesi. Meselâ bu toplantıya katılanların büyük bir çoğunluğu, anladığım kadarıyla AKP’ye bir şekilde inanmış, güvenmiş, ona doğrudan ya da dolaylı destek vermişler; ama belli bir süredir ciddî bir şekilde kopmuş insanlar ve bu insanlar, sonra AKP’den kopanların oluşturduğu Gelecek ve DEVA gibi partilere ilgi duymuş, ama onlara da çok fazla angaje olmamış insanlar. Bu insanlar Kılıçdaroğlu’nu belli ölçülerde tâkip ve takdir edip CHP’den uzak duran insanlar. Böyle insanların sayısı inanın çok. Hiçbir partisi olmayan ve hayâta hâlâ İslâmiyet’in perspektifinden bakan ya da bakmaya çalışan, AKP ve Erdoğan dışında kendisine bir şeyler arayan ve var olanların hepsine de kuşku ve endîşeyle bakan insanlar var. Gerçekten ilginç bir olay bu. Buradaki mesele sâdece, “Muhâfazakâr dindarlar olarak birtakım kazanımlarımız var, bunlar elimizden gider mi?” kaygısı değil. Ya da şöyle söyleyelim: Buradaki kaygı sâdece dinî kazanımlar değil; çünkü AKP iktidârıyla berâber çok sayıda insan –gerçekten dindar insanları kastediyorum, gazeteci olarak çok yakından gözlemlediğim bir kesim olduğu için biliyorum– bir şekilde –isterse Erdoğan demokrasiyi “tramvay” olarak görsün, demokrasiyi gerektiğinde inilecek bir tramvay olarak görsün– çok sayıda insan bunu içselleştirdi ve çoğulcu demokratik bir hukuk devletinde yaşamak istiyorlar. Ve onların en büyük endîşesi, “Dine ne olur? Dinî kazanımlarımız, İmam-Hatip liseleri ya da başörtüsü ne olur?”ndan ziyâde, demokrasi, çoğulculuk ve özgürlükleri düşünüyorlar. Artık bunların büyük ölçüde gittiğini düşünüyorlar. Bunların yeniden kazanılıp kazanılmayacağını düşünüyorlar — önceliğin bu olduğunu düşünüyorum. 

Yani “endîşeli muhâfazakârlar” diye ortaya konulan şeyin yanlış olduğunu, muhakkak ki dini konularda birtakım endişeler olduğunu ama esas endişenin daha genel, demokrasi, hukuk devleti, çoğulculuk, temel hak ve özgürlükler konusunda olduğunu düşünüyorum. Bu anlamıyla Kılıdaroğlu’nun bu hamleleri çok önemli. Kendisinin muhakkak cumhurbaşkanı adayı olmasını ve olursa da seçilme ihtimâlini yükseltecek şeylerdir. Ama şu hâliyle de, aday olmasa da, veya olup seçilemezse de, bu yaptıklarının bir değeri olacağını düşünüyorum. Her şeye ve herkese rağmen, her türlü iktidar sâhibine rağmen –ki o da herhalde çok iyi biliyor ki bu yaptıklarını kendi partisinden ya da yakın çevresinden birtakım insanlar da çok harâretle desteklemiyorlar–, ama her şeye rağmen risk alarak atılan bu tür adımlarla, Türkiye’de toplumsal barışı inşâ etmenin mümkün olduğunu özellikle vurgulamak lâzım.

Bugün başka bir yayında ele alacağım konu: Bir avuç entelektüel 2013’ün Eylül ayında “Suriye’de üçüncü bir yol mümkün” diye bir bildiri yazmışlardı ve başlarına gelmedik kalmamıştı. Bu son günlerde tekrar gündeme gelen Esad’la görüşme, Suriye’yle anlaşma tartışmalarından hareketle bu konuyu ele alacağım. Saat 18.00’de bir başka yayında karşınızda olacağım. Söyleyeceklerim bu kadar. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.