Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Arzu Yılmaz yazdı: Ortadoğu’da “Ya herro ya merro” eşiği – İran’la nükleer anlaşma

Ortadoğu’da Soğuk Savaş boyunca siyasal gelişmelerin seyrini belirleyen temel çatışma konusu Arap-İsrail uzlaşmazlığıydı. Bu süreçte her türlü bedele rağmen İsrail’in yanında yer alan ABD için komünizmle mücadele dahi Ortadoğu ölçeğinde tali bir konuydu. Zira, ABD’nin Ortadoğu’da komünizmin yayılmasını önleme çabalarının en önemli referansı sayılan 1957 tarihli Eisenhower Doktrini bile, yıllar sonra açıklandığı üzere, aslında İsrail için öncelikli bir tehdit olan Arap milliyetçiliğinin önüne geçmeyi hedefliyordu. 

Fakat 1979’da önce İran’da yaşanan devrim, sonra Mısır’ın İsrail’i tanıması ve nihayet SSCB’nin Afganistan’ı işgaliyle, Ortadoğu denkleminin dinamiği değişti. Bu yeni durumda her ne kadar radikal islam sorunu öne çıksa da reel politik düzlemde Ortadoğu’da gelişmelerin seyrini belirleyen temel çatışma konusu İran-İsrail uzlaşmazlığı oldu. Bu uzlaşmazlıkta, ABD artık sadece İsrail dolayımıyla taraf değildi. Karşılıklı bir şeytanlaştırma retoriği üzerinden, ABD İran’la doğrudan ideolojik bir mücadeleye girişti. 2003 Irak işgali ve Ortadoğu’yu demokratikleştirme çabalarının fiyaskoyla sonuçlanması ise bu ideolojik mücadeleden ABD’nin yenik, İran’ın ise bölgesel bir güç olarak çıkmasına neden oldu. 

Bu bağlamda, 2009 yılında İran’la nükleer müzakereler aslında bu ideolojik yenilginin bölgede İran lehine jeopolitik bir üstünlüğe dönüşmesini engellemek için başlatıldı. Zira aynı yıl ABD Başkanı Obama, İran’ın ‘sıktığı yumruğu açacağı’ umuduyla ABD’nin İran’a ‘elini uzatmaya hazır’ olduğu mesajını verirken, diğer yandan da Türkiye’nin ve Mısır’ın bölgedeki liderlik rolünü köpürtme çabasındaydı. Amaç, ABD yeni jeopolitik maceralara girişeceği Asya’ya yönelirken, Ortadoğu’da İran-İsrail uzlaşmazlığı çerçevesinde hizalanan aktörler arasında ABD’nin yalnızca diplomatik arabuluculuk yoluyla dahil olacağı bir denge kurmaktı. 

Nihayetinde, 2015 yılında İran’la nükleer anlaşma imzalandı fakat maksat hâsıl olmadı. Bilakis, IŞİD’e karşı mücadelede ABD’nin müttefikleri, en iyimser tahlille, seyirci kalırken İran’ın etkin bir rol oynaması bölgedeki gücünü perçinlemesine yardımcı oldu. Dolayısıyla, ABD Başkanı Trump’ın anlaşmadan çekilmesi hiç de şaşırtıcı değildi. Şaşırtıcı olan, Biden yönetiminin İran’la nükleer anlaşmaya geri döneceğini vadetmesiydi. Aslında süreci yakından izleyen birçok uzmana göre, ABD’nin niyeti anlaşmaya yeniden dönmek değil, İran’ın bu süre içersinde uranyum zenginleştirme kapasitesini hızla artırmasının önüne müzakereleri başlatarak geçmekti. Kimilerine göreyse, yalnızca ‘Amerika döndü’ sloganının altını doldurmaktı niyet. 

Onaltı aydır süren dolaylı müzakereler ışığında, bugün, ABD’nin nedeni ne olursa olsun bir oyalama taktiği içinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. En son, ABD’nin talebi doğrultusunda kamuoyuna bilgi verilmeden sürüdürülen müzakerelerde İran’ın mutabık kaldığı şartlara cevap verme sırası ABD’ye geldi. Fransa Cumhurbaşkanı Macron’a bakarsanız umutlu olmalıyız. Fakat ABD’nin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, İran’ın “Ne yazık ki yapıcı olmadığı“ndan şikayet ederek, aslında umuda pek de yer olmadığını işaret ediyor. 

Bu arada, sözkonusu müzakerelerin adeta barometresi haline gelen Irak’daki siyasi gelişmeler, bir  anlaşma ihtimalinin ne kadar zayıf olduğunun bir başka göstergesi. Neredeyse bir yıl önce yapılan seçimlerin ardından hükümetin kurulamamış olmasının en önemli nedeni, ABD-İran müzakerelerinde yaşanan gerilimdi zaten. Fakat geçtiğimiz hafta olayların tümüyle kontrolden çıkmasının arkasında, ABD-İran arasında bir anlaşma sağlanıp sağlanamayacağı ötesinde, ABD’nin Irak’taki müttefiklerini, deyim yerindeyse, kendi kaderine terk etmesi yatıyor. Seçimlerden bu yana Kudüs Gücü’nün komutanı İsmail Kani her ay Bağdat’ta ama ABD’li diplomatlar bile neredeyse artık Bağdat’a uğramıyor. 

Irak’ın bir iç savaş eşiğine geldiği durumda dahi ABD’nin Irak’tan uzak durması, bazı uzmanlara göre ‘ABD’nin Irak’ın içişlerine karışmak istememesinden kaynaklanıyor’, çünkü ABD ‘bunun durumu iyileştirmek yerine daha da kötüleştirebileceğini’ düşünüyor. Şimdilik Irak’ta tansiyonun düşmesine bakarak, ABD’nin doğru bir politika izlediğini iddia edenler olabilir. Ancak, Irak’ta Kürdistan bölgesi de dahil olmak üzere iplerin tamamen İran’ın eline geçmesi gerginliği bölge ölçeğinde artırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçen haftaki yazımda yer verdiğim ABD’ye yönelik suçlamaları, bu gerginliğin su yüzüne çıkan ilk işaretiydi. Bu gelişmelere bakarak, ABD’nin ne yapmaya çalıştığına kafa yoranlar arasında, aslında Washington’ın İran’ın zorbalığını açığa çıkararak bir askeri müdahaleye zemin hazırladığını iddia edenler bile oldu. 

Son tahlilde, özellikle Ukrayna savaşı sonrası sahip olduğu zengin petrol ve doğalgaz kaynakları nedeniyle önemi artan Ortadoğu’da uzun zamandır yaşanan belirsizliğin sürdürülmesi artık mümkün değil. Bu belirsizliğin, bölgenin İran-İsrail uzlaşmazlığı denkleminden çıkarılarak, nükleer anlaşma yoluyla İran’ın da dahil olduğu bir denge politikasıyla aşılması ise bugünün koşullarında çok daha zor. Bir nükleer anlaşma halinde yeni enerji pastasından İran’ın da faydalanacak olması, bu daha da zorlaşan koşullardan yalnızca biri. Her şeye rağmen, ABD-İran arasında bir anlaşma sağlanıp sağlanamayacağını ise, sanırım, en geç ABD’de kasım ayında yapılacak Temsilciler Meclisi seçimlerine kadar belli olur. Eğer o tarihe kadar bir anlaşma sağlanamazsa zaten geriye fazla bir seçenek kalmayacaktır. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.