Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Arzu Yılmaz yazdı: Ortadoğu’da “ABD-Rusya-Türkiye elele” yarınlar

İran İslam Cumhuriyeti’nin 1990’lardan sonra ABD’nin Ortadoğu’da kurmak istediği yeni düzenin önünde bir engel olarak konumlan(dırıl)masından en karlı çıkan bölgesel aktörlerden biri Türkiye oldu. 

Tabii, eğer Türkiye’nin Ortadoğu siyasetine askeri bir güç olarak dahil olmasını “kar” sayacak olursak…

Örneğin, Türkiye’nin Irak’a yönelik sınır ötesi askeri operasyonları 1980’lerde “PKK terörü” gerekçesiyle başladı. Ancak, Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde kalıcı askeri üsler kurması, ABD’nin İran ve Irak rejimlerine karşı “çifte çevreleme” politikası devreye girdiğinde mümkün oldu. Bu askeri üslerin sayısının üç katına çıktığı tarih ise ABD Başkanı Trump’ın “İran’a maksimum baskı” politikasını uygulamaya koyduğu 2018 sonrasına denk geldi. Bu arada, Türkiye’nin yıllardır iştahını kabartan Musul’un ve Kerkük’ün içinde bulunduğu “tartışmalı alan”da da bir askeri üsse kavuşması, İran’ın IŞİD’le mücadele sürecinde söz konusu alana girme imkanı bulduğu ve P5+1 ülkeleriyle Nükleer Anlaşma imzaladığı zamanda gerçekleşti . 

Özetle, ABD son otuz yıldır İran’ı kimi zaman dengelemek, kimi zaman çevrelemek için Türkiye’nin Irak’ta askeri olarak genişlemesine göz yumdu. 

Öyle anlaşılıyor ki, ABD sonrası Ortadoğu’da “oyun kurucu” aktör olmaya namzet Rusya da ABD benzeri bir Türkiye-İran dengesi üzerinden hareket etme niyeti taşıyor. Hiç kuşkusuz, Rusya-İran ilişkileri, ABD-İran ilişkilerinden çok farklı: İran, Rusya nazarında bir tehdit değil, bir müttefik. Fakat Rusya açısından İran’ın dengelenmesi ya da çevrelenmesi hem İsrail ve Körfez ülkeleriyle ilişkilerinin gelişmesinde hem de enerji piyasası ve koridorları alanlarında çıkarlarının garanti altına alınması için gerekli. 

Bu bağlamda, Suriye’de başlayan ve gelişen Türkiye-Rusya işbirliği önemli bir izlek oluşturuyor.  2016’da Türkiye’nin askeri operasyonlarına Cerablus-El Bab kapısını açan Rusya, önce İran’ın sahadaki askeri hareket alanını kısıtladı, ardından Astana Süreci çerçevesinde Türkiye’yi İran’la birlikte Suriye’nin geleceği konusundaki siyasi kararlara ortak etti. 2018’de Rusya Türkiye’ye Afrin kapısını açtığında ise İran kuzey-batı Suriye’deki etkinliği büyük ölçüde kaybetti ve nihayet İdlib üzerindeki kontrolüyle beraber Türkiye, Suriye sahasında en az İran kadar güçlü bir aktör haline geldi. En son, Rusya’nın arabuluculuğuyla Ankara-Şam arasında başlayan görüşmeler ise özellikle Suriye iç savaşı sürecinde Tahran’ın Şam üzerinde artan etkisini dengelemeye dönük bir hamle olarak değerlendirmek yanlış olmaz.  

Bu gelişmeler ışığında, geçtiğimiz hafta Semerkant’ta gerçekleşen ve tam da İran’ın “daimi üye” statüsünün tanındığı Şangay İşbirliği Örgütü Zirvesi’ne, Türkiye’nin de ilk kez “diyalog ortağı” olarak davet edilmesi bir tesadüf olmasa gerek. 

Sonuçta, bu zirve vesilesiyle yeniden alevlenen Türkiye’nin dış politikada “özerkleşme özlemi”nin akıbeti ne olur bilmiyorum. Türkiye, Erdoğan’ın dediği gibi “Doğu-Batı arasında köprü” mü olur, yoksa, her ikisi arasına sıkışmış bir tampon bölge/taşeron ülke konumunda mı bulur kendini, kestirmek zor. Bu konuda her şeyden çok, Erdoğan’ın siyasi akıbetinin belirleyici olacağını düşünüyorum- ki henüz bunu öngörebilene rastlamadım. 

Ancak, en azından Suriye sahasında gelişen Türkiye-Rusya ilişkilerini geril(ey)en Türkiye-ABD ilişkilerine bir alternatif arayışı olarak okumak yersiz görünüyor. Zira Türkiye’nin İran’ı dengeleme ve çevreleme konusunda hem ABD hem Rusya açısından gördüğü işlev, bir yandan Türkiye’ye bu her iki ülkeyle işbirliği yapma, bir yandan da Türkiye üzerinden ABD ve Rusya’ya ortak hedefler doğrultusunda çalışma imkanı sunuyor. 

Bu çerçevede, ABD’nin Ankara-Şam arasında olası bir “normalleşmeye” sıcak bakmadığına dair açıklamalar, Suriye’de yaşanan son gelişmelere bakılacak olursa, pekala yanıltıcı sayılabilir. ABD bu açıklamayı yaptığının hemen ertesinde, uzun süredir askıda kalan Cenevre’deki Suriye toplantılarını yeniden başlattı. Toplantıda “Suriye çapında acil bir ateşkesin uygulanması ve sürdürülmesi” konuları öncelikli olarak ele alındı. Bu toplantıyla eşzamanlı olarak ABD Suriye’deki İran hedeflerine vururken, Rusya’nın – her ne kadar doğrulanmamış da olsa- İran’dan Suriye’nin merkezi ve batısındaki askeri birliklerini çekmesini istediği haberleri yayıldı. BM’nin yayınladığı raporda dile getirilen “Suriye çatışmaların yeniden başlamasını kaldıramaz” vurgusu, dolaylı da olsa, Suriye’de normalleşme yönünde atılan adımların bir işareti sayıldı. 

Zira Reuters, Hakan Fidan’ın Suriyeli muhataplarıyla son aylarda sıklaşan görüşmelerinin en sonuncusunun Şam’da gerçekleştiğini duyurdu. Üstelik, bu görüşmede Türkiye ve Suriye Dışişleri Bakanları’nın buluşması planlanmış. Hazır yeri gelmişken, not düşmeden geçmeyelim: Hakan Fidan’ın Ortadoğu sahasında bu yoğun ve aleni temaslarına bakarak, Türkiye’nin bir yandan İran’ı dengeleme ve çevreleme işlevi görürken, bir yandan da, İran’dan dış politikada yol-yordam öğrendiği anlaşılıyor. Hakan Fidan için “Ortadoğu’nun yeni Kasım Süleymani’si” diyenler haksız çıkmadı…

Yine Hakan Fidan’ın Şam’ın arkasından ziyaret ettiği Bağdat ve Erbil’deki gelişmeleri de hesaba katacak olursak, geldiğimiz aşamada, ABD ve Rusya’nın İran’ı Türkiye ile kontrol altında tutma konusunda ortaklaştığı açık. Bu ortaklaşmanın sahada halihazırdaki tezahürü ise İran’ın Suriye’de askeri olarak sıkıştırılmasına karşılık, Irak’ta siyasi olarak elini rahatlatmak. Amaç, eğer İran kendisine dayatılan bu askeri ve siyasi imkanlara razı gelecek olursa, Suriye’de bir normalleşme, Irak’ta ise bir istikrar sağlamak.  

Olacak iş değil, ABD Rusya ile ortaklaşmaz” diyenlere, Biden’ın geçtiğimiz yıl Ağustos ayında  Afganistan’dan ABD güçleri çekildiğinde telaşlanan Ortadoğu ülkelerine söylediklerini hatırlatmak isterim: “Ortadoğu’da mümkün olana odaklanacağız”…

Ne ABD’nin ne Rusya’nın ne de Avrupa’nın, Suriye’de ve Irak’ta savaşın sürmesinden hayati bir çıkarı var. Bilakis, her iki sahada savaşın sona ermesi bu her üç tarafın gözettiği farklı hayati çıkarların bir gereği. 

Peki, İran bu “mümkün olanı” hayati çıkarları açısından uygun görür mü?

Hem Irak hem Suriye sahasında Türkiye lehine kaybettiklerini, Türkiye’nin yanına bırakır mı?

Irak’ta yalnız bırakılan Sadr, Suriye’de ölümü gösterip sıtmaya razı edilmeye çalışılan Kürtler bu “mümkün olan”dan paylarına düşen rolü seslerini çıkarmadan oynar mı?

Geçtiğimiz yıl Rus bir diplomat Irak’ta katıldığı bir konferansta, “Ortadoğu’da öyle şeyler olur ki, Ay bile yeryüzüne düşebilir” demişti…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.