Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Seçime giderken anketler ne işe yarar?

Seçim sath-ı mailine girdiğimiz bugünlerde çok sayıda anket sonucu duymamız kaçınılmaz. Özellikle de Cumhurbaşkanlığı seçimi için henüz adayını belirlememiş Altılı Masa’ya biraz fikir vermek, biraz da onları yönlendirmek amacıyla her gün birkaç anket sonucu önümüze düşecek. Seçimi kim kazanacak, Erdoğan mı muhalefetin adayı mı? Muhalefetin aday adayları arasında kazanma şansı en fazla olan kim? Seçim ilk turda mı bitecek, yoksa ikinci turda mı? İnsanlık hali, bu soruların yanıtlarını merak ediyoruz; anketler de bize spekülasyon yapma, hayal kurma ya da travmatize olma fırsatı veriyor. Medyanın da seçimleri bir at yarışı gibi sunması ve artan gerilimden istifade etmesi de anket yapmanın ve sonuçlarını paylaşmanın cazibesini arttırıyor, ortalık anket sonucundan geçilmez oluyor.

Eğer amacımız yukarıda sorduğumuz soruların yanıtlarını aramaksa, anketlerin bu işe pek yaramayacaklarını bilmemiz gerek. Ne kadar nitelikli yapılmış olursa olsun, anket adıyla bilinen veri toplama yönteminin kötü olduğu iki konu bulunur: Geleceği ve hipotetik davranışları öngörmek… Bugünden olası bir cumhurbaşkanlığı seçimine yaklaşık yedi ay varken, insanlara bu kadar uzun vadeli eğilimlerini sormak olsa olsa bugünkü niyetleri hakkında fikir verir, davranışları bu niyetten hayli uzakta olabilir. Önümüzdeki dönemde ekonominin gidişatı, yaşanabilecek siyasi-askeri gerilimler, hava durumu ve belki de çok ilgisiz gözükebilecek birçok etken o gün geldiğimizde bugünkü yanıtımızdan çok farklı davranmamıza yol açabilir, şaşırtmaz. Oy verme davranışı çalışanların sevdikleri bir açıklama çoğunluğumuzun kararımızı uzun zaman önce verdiğimizi söyler, tarihsel kırılmalar, nasıl bir ortamda büyüdüğümüz ve kişisel deneyimlerimiz kime oy vereceğimizi neredeyse yıllarca önceden belirler. Ancak olabilecek bazı dalgalanmaların ve adayların kampanyalarının bu kararımızı kökten etkilemesi şaşırtıcı olmaz. Örneğin iktidar partilerinin tamamıyla çöktüğü 2002 seçimlerinde, Temmuz ayında bile kararını vermeyen hayli kişi vardı, seçim günü geldiğinde oy verdiler ama. 

Anketlerin kötü olduğu bir diğer konu da insanlara gerçek olmayan, hipotetik senaryolarda nasıl davranacaklarını sormak… Çok sık gördüğümüz “A ve B yarışsalar kime oy verirsiniz?”, “A ve C yarışsalar kime oy verirsiniz? Peki A, B ve C yarışsalar?” gibi anket soruları insan havsalasının kolaylıkla alabileceği konularla ilişkili değil. Çünkü bir seçim yok, çünkü A ve B ya da C yarışmıyorlar. Bütün bunlar olasılığı bilinmez birer senaryo ve yanıtlarımız gerçek davranışımızdan çok o andaki ruhsal durumumuzu yansıtıyor olabilir. Sadık seçmenlerden bahsetmiyorum, A’ya ya da B’ye can-ı gönülden bağlı seçmeni başka hiçbir aday çeldiremez ancak arada-derede kalanlar bu senaryo sıralamalarında kendilerini kaybedebilirler. O kadar ki, adayların hangi sırayla sorulduğu bile akıllarını karıştırabilir soru sorma tekniği açısından bilinen büyük bir bilişsel hataya düşebilirler. Aynı soruları hatta soruların aynı seçeneklerini farklı sıralamalarla sormak, çok farklı sonuçlara erişilebilmesini sağlar. İnsanlara bu tür sorular sorduğunuzda aldığınız yanıtlar gerçeğin soluk bir gölgesinden öteye geçmezler.

Aslında çok işe yarar bu veri toplama yönteminin kusuru sadece iki değil, çok daha fazla ve bu kusurların şu anda önümüze düşen anket sonuçlarını neredeyse anlamsız hale getirebiliyor. Mesela, biliriz ki yanıt verenler bir an önce, tamamlamak isterler, o yüzden de soruları geçiştirirler. Geçiştirme dediğimiz şey, sorulan soruya çok da dikkat etmeden anketör ve veri analisti tarafından kabul edilebilecek yanıtlar vererek, karşısındakini de kırmadan anketi tamamlamak. Yanıt verenler savuştururken genel olarak anketin havasına, soruların sorulma biçimine ve hatta anketörün hal ve tavrına bakarak yanıt verebilirler. Hele anket âli meseleler hakkında zor sorular içeriyorsa; geçiştirme eğilimi daha da artar, fazla bilişsel enerji harcamadan kabul edilebilir bir yanıt verirler; bazen sorunun tamamını dinlemezler bile. Bu nedenle soru formu inşa ederken yanıt verenin bu kaçamak tavrı her zaman göz önünde bulundurulur, görüşmenin yormamasına ve canını sıkmamasına özellikle dikkat edilir. Dikkat edilmesi gereken en önemli konulardan biri de soruların sıralamasıdır, bazen öyle bir sırayla sorarsınız ki soruyu; kritik konuya geldiğinize görüşülen kişi vereceği yanıta çoktan ikna olmuş olur. Biz önümüze düşen anketlerin hangi soruları sordukları bazen biliyoruz da öncesinde nasıl sorular olduğunu asla öğrenemiyoruz, bunu bir akılda tutalım.

Anketçileri zor duruma düşüren başka bir insanlık kusurumuz da sevilmek-beğenilmek isteğimiz. İnsanların, özellikle yeni tanıştığımız kişilerin bizi iyi insanlar olarak görmelerini istiyoruz; bu nedenle de soruları yanıtlarken esas düşüncelerimizi değil, bizi iyi gösterecek yanıtları veriyoruz. Tabii, anketlere baksak herkes belgesel izliyor değil mi? Dişlerimizi sürekli fırçalıyor, sık sık duş alıyor ve yeme içmemize dikkat ediyoruz, sadece anketlerde. Geçtiğimiz yıllarda sosyal medyada dolaşan ülkeler arası “el yıkama sıklığı” karşılaştırmasında birinci olmamız ne kadar temiz olduğumuzu değil ne kadar “beğenilmek” istediğimizi gösteriyor. Bu arzumuzun kaçınılmaz sonucu da kötü ya da toplumsal olarak kabul edilmeyecek davranışlarımızı gizlemek. Kimse beş dakika önce tanıştığı ve bir daha görmeyeceği kişiye kötü huylarını anlatmak istemez. Örneğin, herhangi bir ankette sigara içtiğini söyleyenlerin oranı kaç ise onun üzerine bir o kadar daha eklemek gerekir. Aile içi şiddet ya da uyuşturucu kullanımı gibi konularda hiç doğru yanıt alınamadığını da ekleyelim, hatta insanlar kaç para kazandıkları ya da mezheplerinin ne olduğu konusunda da kötü gözükmemek için yalan söylüyorlar. Herhangi bir siyasi tercih bu kötü huylar arasında yer almaz tabii ki ancak insanlar kendi tercihlerinin yargılanacağını düşünürlerse daha kabul edilebilir yanıtlar vermeye yönelebilirler, kimin için kabul edilebilir, o başka bir soru. Şimdi düşünelim, önümüzdeki seçim sürecinde kimler gerçek tercihlerini saklıyorlardır?

Akılda tutmamız gereken başka bir unsur da ülkenin nasıl bir ortamda olduğu… Malum, Birleşik Krallık’taki Brexit Referandumu’nda, 2016 ABD seçimlerinde, Brezilya ve İsrail seçimlerinde anketçiler bayağı bir yanıldılar. Farklı açıklamalar var, bunlardan biri “kötü” siyasetçilere oy verenlerin daha utangaç olduğu ama bir insanın verdiği oydan utanması pek gerçekçi bir şey değil. Daha fazla geçerli olan açıklamaysa şu, özellikle Brexit oylamasında anaakım medya oylamayı öyle bir heyecanlı yarış olarak sundu ki bu konuyu daha fazla önemseyenler anketlere daha fazla katıldılar; bu da tahminlerin yanlış çıkmasına yol açtı. “Brexitçiler” ya da Hillary Clinton taraftarları ankete katılmaya daha heveslilerdi, onların oy oranları da yanlış hesaplandı.

Bir anket tasarlarken aklımızda tutmamız gereken “yanıt verme hataları” bu kadarla sınırlı değil, kocaman bir listesini yapmak mümkün. Bu işe emek verenler ve geçmişteki hatalarından ders alanlar, anketlerini tasarlarken, soruları yazarken ve soru formunu inşa ederken bütün bu olasılıkları akıllarında tutarlar. Akıllarında tutmakla kalmazlar, olası hatalara karşı anketleri gerçek kişilerle test ederler, böylelikle masabaşında yazdıklarının sahada nasıl çalışabileceği hakkında bir fikirleri olur. Buna rağmen de hatadan kaçamayacaklarını bilirler, amaç sıfır hata değil, olabildiğince az kusurlu bir anket hazırlamak olur.

İşte tam bu noktada, anketlerin hangi yöntemlerle yapıldığı da önem taşıyor. Anketleri yüz yüze ve hanelerde yapabilirsiniz, sokakta, kahvede, parkta yapılan anketleri yok sayın, kimseyi temsil etmez onlar. Daha ucuza getirmek isterseniz internetten veri toplarsınız, biraz da paranıza kıyacaksanız telefon anketleri de bir alternatif olur. Şimdi, bu farklı yöntemlerin temsiliyet derecelerini bir kenara bırakalım; internet kullanıcılarıyla Türkiye seçmenleri arasındaki farkı her gün gözlerimizle görüyoruz, internet anketleri sadece katılanları temsil eder deyip geçelim. Telefon anketlerinde de örneklem sorunu var, telefonları nasıl buldunuz, ülkeye nasıl dağıttınız; bütün bunlar bir kara kutu olduğundan bu yöntemi de sorunlu olarak tasnif edebiliriz. Örneklem tekniği açısından düzgün yüz yüze görüşmeler haricindekilere pek güvenmemek gerek.

Anket yöntemi sadece temsiliyet açısından değil, biraz önce değindiğimiz kusurlar açısından önem taşıyor. İnsanlar, farklı görüşme yöntemlerinde farklı yanıtlar veriyorlar. İnternet anketlerinde katılanların baştan savma eğilimleri daha fazla, seçeneklerde “baklava desen” çalıştıklarında kimse ne yapıyorsun demiyor. Bazı tuzak sorular olsa da, genelde eğilim sıkılana kadar doğru yanıt verme, sonrasındaysa “sallama”… Telefon anketlerindeyse insanlar tercihlerini daha fazla gizliyorlar çünkü sonuçta telefonunu nereden bulduğu bilinmeyen bir kişi hassas sayılabilecek konularda sorular soruyor. Telefonlarının dinlenmesi konusunda çok hassas olan bir milletin çocukları olarak telefon anketlerine hasbelkader katılmayı tercih etmiş olsak bile, zoru gördüğümüzde yanlış yanıt verme ya da “bilmiyorum” deme eğilimimiz daha fazla olabiliyor; ne de olsa kaydediliyor bu yanıtlar. Yüz yüze görüşmeler diğerlerine göre daha sahici yanıtlar topluyor gibi gözükse de hem anketörün görüşme sırasında fazla otorite sahibi olması yanıt vereni geçiştirmeye ve anketörün görüşlerini yansıtmaya itebiliyor; hem de bu zahmetli iş karşılığında azıcık para kazanan anketör bir an önce işini bitirip gitmek için kendisi geçiştirebiliyor. Görüyorsunuz, el altındaki hiçbir yöntem ideal değil; zaten iyi bir araştırmacı da bu kadar çok kısıtlar altında -bütçe ve zaman baskısını saymadım bile- elinden gelenin en iyisini yapıp  gerçeğe olabildiğince ulaşmayı hedefleyen birisinden fazlası değil. Siz her şeyi bildiğini ve öngörebildiğini söyleyen büyücülere kulak vermeyin en iyisi.

Bütün bunları bilirken, anket sonuçlarına nasıl inanacağız? Yanıt basit, inanmayacağız. Hele parasını vermediğimiz ya da parasını kimin verdiğini bilmediğimiz anketlere hiç inanmayacağız. Çünkü anket işi pahalı bir iş, anketörün ücreti, yemeği, yol parası, süpervizör masrafları, telefon kontrolleri, kağıt-kalem anketiyse baskı masrafı ve veri girişi filan derken; bir anket finanse etmek sadece vatandaşın yapabileceği bir iş değil. O zaman da şunu sormak lazım, ben bu sonuçları bilmek için para vermiyorsam; kim bu sonuçları bilmem için para veriyor? Cinayet romanlarında sorarlar, “cui bono?”, yani kimin işine geliyor? Soruyu kendi durumumuza uygulayalım, bu anket sonuçlarını bilmem kimin işine geliyor? Bu soruya içinizi rahat ettirecek bir yanıt verseniz bile; yukarıda bir kısmını saydığım kusurları asla unutmayın çünkü bu kusurları yok sayan bir anket çalışması; kocaman bir safsatadan ileri gitmez.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.