Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Manifestolasak da mı saklasak?

Tarihteki manifestoların en ünlüsü olan Komünist Manifesto “Avrupa’da bir heyula kol geziyor –komünizm heyulası” diyerek başlar ve devam eder: “Yaşlı Avrupa’nın bütün devletleri, Papası ve Çarı, Metternich’i ve Guizot’su, Fransız Radikalleri ve Alman hafiyeleri bu heyulaya karşı kutsal bir sürgün avında el ele vermişlerdir.”. Marx ve Engels’in argümanları basittir, “madem herkes bu hayalete karşı bir mücadele içerisinde, bari biz Komünizm’in ne olduğunu anlatalım da akılları karışmasın.” Gerisi bence mutlaka okunmaya değer bir “tarihsel metin”, yazarlarının da kabul ettikleri gibi.  

Komünist Manifesto, bir durum tespitiyle başlar, bu durumu tarihsel gelişimin bir parçası olarak betimler, dolayısıyla nereye gideceğini de söyler ve bazı taktik çıkarımlarla -örneğin sosyal demokratlara nasıl davranılması gerektiği gibi- sona erer. Son cümlesi vurucudur: “Dünyanın bütün işçileri birleşin!”. Bu yapısıyla Komünist Manifesto, siyasi manifestoların belki de ilki olarak bir “arketip”, bir ilk numune oluşturur, takip etmekte yarar var. 

Marx ve Engels’ten bu yana sayısız siyasi manifesto yayınlanmış durumda, bazılarının isimlerinde manifesto kelimesi olmasa da. Mao Tse-tung’un 1947 tarihli 10 Ekim Manifestosu, Siyah Panter Partisi’nin 10 Maddelik programı (1966) ve yakın tarihli Zapatista Hareketi’nin (1994) manifestosu önemli metinler arasında sayılabilir. Öte yandan asla atlanmaması gereken mimarideki Bauhaus Manifestosu (1919) ve 1918 tarihli Dadaist Manifesto da bulunuyor. Manifesto yayınlamak sadece sola ya da avant-garde sanatçılara özgü değil, Mussolini’nin yayınladığı Faşist Manifesto (1919) da takipçilerine yol gösteriyor.

Bugün böyle büyük harflerle yazılacak manifestolara pek rastlamıyoruz, hatta ülkemizde “seçim beyannamesi” olarak bilinen, partilerin seçim öncesi vaatlerini içeren metinler manifesto başlığı altında toplanıyor, hatta 1945’ten bu yana 50 ülkede binden fazla partinin seçim beyannamelerinin derlendiği ve analiz edildiği projenin internet sitesinin ismi Manifesto Projesi; partilerin siyasi duruşlarını hem tarihsel hem de karşılaştırmalı olarak analiz etmeye yaradığından hayli işlevsel bir site, isteyenler metinleri de okuyabiliyorlar tabi… Bu anlamıyla seçim manifestolarının birer Komünist Manifesto olmadığını söyleyelim, hele ülkemizde birer iyi niyet listesi halinde dönüşebiliyorlar.

Bu noktada sormamız gereken soru, bugün, 2023 yazında ülkemizde bir manifesto ihtiyacı var mı, varsa kim yazmalı? Manifestoyu gidilecek yönün tarifi olarak kabul edersek, evet bir ihtiyaç olduğu kesin. Çünkü ülkemiz, başlangıç tarihini hangi döneme koyarsanız koyun bir yöne doğru hareket ediyor. Çok iyimserseniz bu tarihi 1923’e koyarsınız ve kesintisiz bir batılılaşma/modernleşme momentinden bahsedebilirsiniz, kesintilere de yer verebilirsiniz. Kötümserlerdenseniz geminin burnunun doğuya doğru olduğunu söyleyebilirsiniz, içindeki bazıları Batı’ya doğru koşmaktadır, o kadar. Gerçekçilerdenseniz, ülkenin her geçen gün liberal demokrasiden uzaklaştığını ve zamanın ruhuna uygun olarak da ister rekabetçi deyin ister demeyin; bir tür otoriter rejimin ihdas edildiğini kabul edersiniz. Bu gidilen yönden memnun olmayanların, başka bir yön tarif etmelerin de yarar var ki, takip edenlerin aklı karışmasın. Manifestonuz, bundan sonraki adımlarınıza yön veren bir rehber olarak çok anlamlı olabilir.

Öte yandan manifestolar sadece ideolojik olarak işlevsel değiller, çağımızın ruhu olan “büyük anlatı” eksikliğini de giderebilirler. Anlatılar, içinde yaşadığımız dünyayı anlamlandırmak için çok işe yararlar. Karmaşık dünyanın sayısız sorununa detaylı, teknokratik çözümler üretmek ve bunu iletmeye çalışmak yerine; tek bir büyük hikâye etrafında kümelenen hikayecikler ile derdi daha kolay iletebilmek mümkün. Üstelik bu tür anlatılar duyguları da iletmeye yaradığından, sadece sayılar ve gerçeklere dayanan sunumlardan çok daha ikna edici olabilir. Örneğin Komünist Manifesto’da vurgulanan “tarihin doğru yönünde olmak” anlatısı günümüzde bile çok sayıda kişiyi harekete geçiriyor, çünkü hem ahlaki üstünlük duygusu yaratıyor hem de gelecekteki belirsizliği neredeyse sıfırlıyor, malum tarih zaten bu yönde hareket ediyor.

Manifestonuzu “büyük bir hikâye” olarak tasarladığınızda derdinizi daha kolay anlatıyorsunuz, nörobilim çalışmaları öyküler ve metaforların muhatabınızda yarattığı etkileri bize gösterdiler, öyküler anlatıldıkça bağlar pekişiyor ve daha ikna edici olabiliyorsunuz. Böyle bir işlevsel yararı da varsa, ülkemizde ihtiyacı duyulan manifesto, nasıl bir anlatı, hikâye olmalı?

Yanıtlaması kolay değil, gerçekten ciddi bir emek harcamayı gerektiren bir iş. Sizin masa başında yazdığınız ve eş, dost ve akrabanın çok beğendiği metinlerin esas hedeflediğiniz kişilerde hiçbir anlam ifade etmediğini hayal kırıklığıyla -ve tabii çok masraflı bir şekilde- öğrenebilirsiniz. Hitabet içinde her zaman empati içeren bir iş; konuşurken, yazarken ve hatta ders verirken bile muhatabınızda yarattığınız etkiyi düşleyebilmeniz ve anlayabilmeniz gerek. Eğer derdiniz monolog ise, böyle kaygılar taşımanıza gerek yok, siz lafı buraya bırakırsınız, almak isteyen istediği dersi alır. Ancak siyasette başarılı olabilmek için dinlemek söylemek kadar önemli, bizim siyasetçilerimiz çoğunlukla tek taraflı konuşmayı sevseler ve çoğunlukla da empati özürlü olsalar da aralarında çok başarılı olanların empatik niteliklerinin yüksekliğini kabul etmemiz gerek. Tam bu noktada belirtmek gerek, empati bizde kendiliğinden olumlu bir nitelik olarak algılansa da, her zaman öyle olmadığını söyleyen Simon Baron-Cohen -Sacha Baron-Cohen’in kuzeni- gibi bilim insanları var.

Empati yeteneğinizin yüksek olması kolay değil, hele siyaset ve iş yaşamında yükselmenin Karanlık Üçlü denilen psikopati, narsisizm ve Makyavelizm kişilik özellikleriyle ilişkili olduğu düşünülürse, empatik siyasetçi sıfatı kendiliğinden bir “oksimoron” olabilir, tıpkı “kırmızı kar” ya da “devrimci muhafazakâr” gibi. Eğer içinizde yoksa, uzmanlıklardan yararlanabilirsiniz, danışmanlar bunun için var. Ha, danışmanlarınızı seçerken de dinlemeyi bilenlerden seçmek daha doğru olabilir, çünkü bazı danışmanların tek işlevi liderin söylediklerini ve söyleyebileceklerini “aynalamak”, böylelikle liderler kendi yankı odalarında kendilerini sonsuza kadar haklı hissedebiliyorlar.

Sosyal bilimlerin birçok alanı dinleme konusunda marifetli. Örneğin etnograflar, sosyal antropologlar ve etnologlar kendilerini dinleme konusunda iyi yetiştirmiş kişiler, bazen önyargılarına yenilip farklı sesleri duymakta kusur eyleseler de bu kusurlarının farkında olmaları da mesleki formasyonlarının bir parçası. Sosyologların, özellikle 1950’leri aşabilmiş sosyologların da dinleme yetenekleri çok yüksek, bugün kullanılan birçok yöntem bu bilim alanının katkısıyla geliştirilmiş durumda. Psikologlar (ve dahi psikanalistler) zaten dinleme işindeler, sadece söylediklerinizi değil, söylemediklerinizi de duyabiliyorlar. Bu sosyal bilim dalları sizi tatmin etmediyse, insanın kafasına elektrod bağlayıp ya da FMRI makinesine alıp halis hislerini öğrenebilen uzmanlar da var, en son ölü somon balıklarının beyninde de nöron aktivitesi görmüş olmaları bir kenara bırakılırsa…

Bunlar çok kitabi işler, biraz elini kirletmiş olanlardan seçelim derseniz, daha kolay… Ülkemizde iyi gelişmiş bir pazarlama ve kamuoyu araştırmaları sektörü ve bu sektörün iyi yetişmiş uzmanları var; televizyonda gördüklerinizden bahsetmiyorum. Her gün, ülkenin her köşesinde derinlemesine görüşmeler, odak gruplar ve benzeri çalışmalar yürütülmekte; bu uzmanlıktan istifade edilebilir, koca deterjan firmaları geleceklerini bu kurum ve kişilere bağlamış durumdalar, siyasetin lafı mı olur?

Özetle, eğer bu ülkede bir sözünüz olmasını istiyorsanız, manifesto yazmak iyi bir fikir olabilir. Ancak bu manifestoyu kendinizin ya da danışmanlarınızın yazacağını düşünüyorsanız, yanılırsınız. Bu metinde belki de sadece imza sadece size ait olacak, geri kalanını vatandaşlar -hedef kitle de diyebilirsiniz- ve uzmanlar yazacaklar. Peki, manifestosunu bile kendisi yazamayan bir lider ne kadar liderdir diye sorabilirsiniz? Kendisinin dünyanın bilgisine haiz Marx ya da Engels olmadığını, yani cahilliğini kabul eden bir siyasi liderin başarı şansı, her şeyi bildiğini ve her şeyi yapabileceğini düşünen bir liderden çok daha yüksek olur, bundan emin olun. Modernleşme sadece otomobil üretiminde değil, yaşamın her alanında ve dahi siyasette de iş bölümü ve uzmanlaşmayı getirdi, yararlanmakta yarar var.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.