Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Psikotarihin işaret ettiği yerdeyiz…

Bilimkurgu adını verdiğimiz edebiyat türünün önde gelen isimlerinden Isaac Asimov’un mutlaka okunması gereken bir dizi kitabı vardır, isimleri Vakıf ile başlar. Vakıf serisinde Asimov, dönemin ruhuna uygun olarak bilimin toplumların kaderini öngörebilecek bir dizi araç geliştirebileceğini anlatır, Asimov’un aracının ismi Psikotarih’tir. Her ne kadar bu işin mucidi Hari Seldon adlı bir psikolog olsa da, kendisi bir dizi matematiksel fonksiyon ile toplumların -ama bireylerin değil- geleceğini öngördüğünü iddia eder, ruhbilimciden çok matematikçi, hatta fizikçi sayılır. Haydi sonunu söylemiş gibi olalım, Psikotarih bir galaksi imparatorluğunun kısa sürede çökebileceğini göstermektedir, Seldon da çöküş sonrasındaki kaosun binlerce yıldan daha kısa sürmesini sağlayacak bir proje geliştirir, bu yüzden de hain ilan edilir ve yargılanır. Sonuçta o projeyi yürütmek üzere bir ekiple sürgün edilir ve galaksinin kenarındaki bir gezegende bu işe girişir. Psikotarih Vakıf adı verilen bu girişime hem yol gösterir, hem de bir inanç sistemi oluşturur, o kadar ki galaksinin her yerinde Psikotarih rahiplerinin hüküm sürdüğü bir dönem bile yaşanır.

Psikotarih fikri birçok açıdan cazip bir fikir. Öncelikle toplumsal olaylar gibi birçok olayın karşılıklı etkileşimininin sonucu olan ve basit “deterministik” fonksiyonlar ile anlaşılamayacak bir konuyu matematik ve fizik marifetiyle anlayabilmek -anlamak, öngörmek olarak tarif edilir, açıklamak olarak değil, bu başlı başına bir tartışma- “başarılsa ne güzel olur?” denecek bir fikir. Oppenheimer filminde resmedilen, hem atom bombası, hem bilgisayar bilimi hem de Oyun Kuramı’nı geliştirmeye katkıda bulunan Von Neumann gibi bilim insanlarında vücut bulan “uygulamalı bilim”  hevesine hitap etmesi açısından sevilmesi şaşırtıcı değil, o dönemde kurulan Rand Corporation gibi düşünce kuruluşlarının ruhuna doğrudan hitap etmekte. Öte yandan daha varoluşsal bir meseleyle de ilişkili, “nereden geldik, nereye gidiyoruz?” sorusuyla da uğraşıyor, Psikotarih kader midir diye sormak mümkün. Bireysel eylemleri toplumsal sonuçları olabileceğini de bize gösterebilir, her ne kadar Psikotarih bireylerin geleceğiyle uğraşmasa da nihayette gerçekleşen bireylerin eylemlerinin ve tercihlerinin bir sonucu olur, bu nedenle bireyin failliği de yerinde durur.

Kaynak: Quora

Eğer birileri Psikotarih’i icat edebilse -icat etmediğini nereden biliyoruz, o başka-, bayağı bir huzurlu olurduk diye düşünüyorum. Türkçemizde bu meseleyi daha veciz şekilde ifade etmemize yarayacak bir dizi atasözü bulunsa da basitçe içinde sallanıp durduğumuz kayığın aslında sürüklenmediğini ve bir yere, hem de hayırlı bir yere doğru gittiğine inanmak iç ferahlatıcı olurdu. Siyasi yelpazenin solundan bir kesim için “diyalektik materyalizm” Psikotarih’in yerini hayli tutmakta, her çatışma, her krizde tarihin doğru yerinde olduklarına inanıp içlerini rahatlatıyorlar. Tam öteki uçtaki siyasi görüşlere sahip olanlar için de durum pek fena değil, bir Kıyamet’i izleyecek bir Cennet inancı “neden varız?” sorusuna iyi bir yanıt olabilir. Bizden önceki nesiller her gün daha iyi bir toplumda yaşayacağımızı vazeden “modernizm” fikriyle geceleri rahat uyuyabilirler. Fakat, böyle bir durumda olan “iki camii arasında beynamaz” olanlara oluyor, bu ideolojilerin tarif ettiği determinizmin asla ve kat’a mümkün olmadığını düşünen şüpheciler, her gün neden intihar etmediklerini soruyorlar kendilerine.

Bazı filozoflar, örneğin Steven Pinker her gün daha iyiye gittiğimiz konusunda ısrarcılar. Aslında atalarımızın yaşam koşullarıyla karşılaştırılırsa, çok daha uzun yaşıyor, çok daha iyi besleniyor ve çok daha iyi eğitim alıyoruz. Ayrıca yaşamımız geçmiş çağlara kıyasla çok daha eğlenceli, o zamanlar yapılacak tek eğlence ateş başında öyküler dinlemekken, şimdi Netflix’imiz var. Tam karşı uçta Zygmunt Bauman, Naomi Klein ve Yuval Noah Harari bu kıyamet habercisi ekipte yer alabilirler, yokuş aşağı gittiğimiz konusunda hemfikirler. Dünya Bankası, Dünya Ekonomik Forumu ve Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı da eğer akıllanmazsak kıyametin yakın olduğunu söyleyenler arasındalar, çağımızın Hari Seldon’ları rolünü üstleniyorlar. Bir de bu kıyamet meselesiyle dini açıdan uğraşan onlarca tarikat var, her dinde mebzul miktarda kıyamet habercisi dini lider bulunuyor.

Ülkemizde bu tartışmalar ne durumda tarif etmek kolay değil. Çok uzun zamandır “asrileşmeye” çaba gösteren bir coğrafyada yaşadığımız için bahsi geçen “modernizmin” damarlarımızda aktığını ve tenimize bir dövme gibi işlendiğini söyleyebiliriz. Bu işe özellikle kafa yoranları bir kenara bırakırsak, ortalama bir Türkiye vatandaşının yarının bugünden daha iyi olacağına inancının yerinde durduğunu söyleyebiliriz. Prestijli Dünya Değerler Araştırması’nın en son sonuçlarına göre ülkemizde insanların yarısından fazlası bilimin insanlığı daha iyiye götürdüğü görüşüne katılıyor. İnanmazsınız, üçte biri çalışmanın uzun vadede başarı getireceğine inanıyor, bu işin ilişkiler ve şans meselesi olduğunu savunanların oranı da beşte bir, ortalamamız neredeyse Almanya ile eşit. Örnekleri çoğaltmak mümkün ama ülkedeki eğitim sisteminin en azından şimdiye kadar modernizmi öğretmekte başarılı olduğunu görebiliriz, son yirmi yılın etkisi henüz görülmüş değil.

Yine de ülkede bir karamsarlık olduğunu da neredeyse eller tutulur bir şekilde hissedebiliyoruz. Hangi veritabanını kullanırsak kullanalım, Türkiye vatandaşlarının en karamsarlar arasında yer aldığını görebiliyoruz. Bu karamsarlık varoluşsal bir karamsarlık mı, yoksa konjonktürden mi kaynaklanıyor, bu bir mesele. Gençlerde var olduğunu düşündüğümüz apati, anomi ya da yabancılaşma dediğimiz duyguyu bir kenara bırakalım, bu meseleyi tartışmak için daha incelikli çalışmalara ihtiyacımız var, anekdotal veriden çıkarım yapabileceğimiz bir şey değil bu. Eldeki çalışmalar, ülkedeki karamsar havanın günlük ekonomik ve siyasal gelişmelerle neredeyse doğrudan pozitif korelasyona sahip olduğunu gösteriyor. Artan enflasyon, işsizlik, paranın değer kaybetmesi ve benzeri gelişmeler karamsarlığı arttırıyor. Buna siyasal belirsizlik ve krizleri de ekleyelim. Öte yandan seçimi kaybetmenin de moral bozucu bir etkisi var, her yerde seçimi kaybedenler bayağı mutsuz oluyorlar. Üstelik bizim siyasal rejimimiz gibi kazananın her şeyi aldığı rejimlerde, kaybetmek geleceğinden olmak demek. Bir de mayıs ayından beri sürekli gündemde yer alan muhalefetin “hal-i pür meali” var, her akşam onlarca kişi bu meseleyi tartışırken insan nasıl mutlu olabilir ki? Netice, bir büyüğümüzün de söylediği gibi Türkiye evlatlarının kendisinden başkasıyla uğraşmasına izin vermiyor, bizim “bunalımımız” da gündelik sallantılardan, varoluşsal kaygılardan değil.

Pekiyi, ya içinde bulunduğumuz durumun Psikotarih’in öngördüğü krizlerden biri olduğunu düşünsek? Asimov’un anlatısında Vakıf zaman zaman varoluşsal krizlerle karşılaşır, bu kriz anlarında Seldon mahzeninden çıkar ve Vakıf liderleriyle konuşur. Bir durumun kriz olduğunu anlamanın basitçe de bir yolu bulunur, söz konusu durumda tek bir hareket tarzı vardır, Vakıf başka türlü davranamaz. Seçenekler olduğu sürece, durum kriz değildir. Düşünelim, bugün, sonbaharın harika günlerinde, seçeneksiz miyiz? Eğer tek bir çıkış yolu varsa, o zaman Psikotarih’in işaret ettiği anlardan birindeyizdir demek ki. Seçeneklerimiz hala mevcutsa, Seldon’ımızın zuhur etmesine daha vakit var demektir, arkamıza yaslanabiliriz.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.