Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Emre Erdoğan yazdı: Mahalle cayır cayır…

Yok, siyaset mahallesi değil… O cenahta manzara “yandı, bitti, kül oldu…” kıvamında. Bahsettiğim fiziki bir gerçek, sadece ülkemizde değil, küreyin her yanında çıkan orman yangınları neredeyse küresel bir felakete dönüşmüş durumda.

Çanakkale’de geçen hafta yaşanan orman yangınının 4 bin hektar alana zarar verdiği söyleniyor, bu rakamın yarısından fazlası orman, geri kalanı da tarım arazisi ve diğer alanlar. Çanakkale yangınından hemen önce Bolu, Muğla, Giresun, Antalya ve Şırnak’ta orman yangınları çıktı, bu sadece son bir haftada olanlar… Ülkemizde her yıl ortalama 3 bin orman yangını çıkıyor, 2021 yılında çıkan yangınların verdiği zarar bir rekor olarak kaydedilmiş, o yıl çıkan 2 bin 800 yangın neredeyse 140 bin hektar araziye zarar vermiş. Sorun sadece ülkemizin değil, Hawaii’de, komşu Yunanistan’da ve Kazakistan’da da can ve mal kaybına yol açan orman yangınları var. Ne kadar “gelişmiş” bir ülke olursanız olun, orman yangınları karşısında çaresiz kaldığınız bir gün karşınıza çıkabiliyor.

Bu kadar büyük zarara yol açan orman yangınlarının sorumlusu ne, sorumluları kim? Ülkemiz kayıtlarına göre orman yangınlarının bilinen en önemli sebebi, ihmal, dikkatsizlik ve kaza; ikinci sırada da kasıt gelmekte. Dikkatsizlik dediğimiz de anız yakmak, sigara ateşi, piknik ateşi ve çoban ateşi gibi nedenler, neredeyse kasıt yani… Karşı karşıya kaldığımız en önemli krizlerden biri olan iklim değişikliğinin de orman yangınları üzerinde etkisi çok, özellikle artan sıcaklıklar ve yaşanan kuraklıkların yanı sıra sıcak hava dalgası gibi “aşırı” hava olayları da hem orman yangınlarını tetikliyor hem de yayılmasını kolaylaştırıyor. Başlangıcını 19. yüzyıla koyarsak, Sanayi Devrimi’nin yarattığı küresel ısınma orman yangını sayısını ikiye katlamış, eğer bu trend devam ederse hem orman yangını sayısında hem de yangının etkilediği alanın genişliğinde kayda değer bir artış bekleniyor. Birleşmiş Milletler, OECD ve hatta Dünya Ekonomik Forumu, iklim bilimcilerin de desteğiyle küresel orman yangınları riskinden söz etmeye başladılar, hükümetleri tedbir almaya davet ediyorlar.

Tamam, ateş düştüğü yeri yakar ancak orman yangınları karşı karşıya kaldığımız küresel risklerin tipik bir örneğini oluşturuyor. İklim değişikliği, doğal felaketler, göç, doğal kaynakların tükenmesi, toplumsal kutuplaşma ve siber suçlar gibi gelişmeler uzmanların hazırladığı ve dikkatli olunması gerektiğini söylediği küresel riskler listesindekiler. Bu listeye yoksulluğun artması, salgın hastalıklar, devletlerin çökmesi ve hem iç hem dış savaşları eklediğimiz zaman, çok da müreffeh bir gelecek beklemiyor demek bizi. Bazıları için bu kadar uzun bir listenin varlığının kendisi bir dünya devleti kurmaya yönelik bir küresel komplonun ispatı olsa bile; yangın kapıya geldiğinde ne kadar hazırlıksız olunduğunu hep beraber gördük, öngörmekte iyi olsak bile hazırlanmakta çok beceriksiz insanoğlu.

Çağımızın etkili filozofu Nicholas Nassim Taleb’in hatırlattığı Siyah Kuğu metaforu öngörülemez olaylarla karşılaştığımızda başımıza gelenleri iyi özetliyor. Kısaca hatırlatalım, Siyah Kuğu öyküsü şu, 1697’de Avusturalya’da bir siyah kuğu görülene kadar bütün kuğuların beyaz olduğu düşünülüyormuş, tıpkı geçenlerde doğan lekesiz zürafa gibi herkesi çok şaşırtmış bu keşif. Taleb, beklenmeyen, çok büyük etki yaratan ve gözlemlendikten sonra insanlara “ha, bunu bekliyordum” dedirten olaylara Siyah Kuğu olayı ismi vermekte. Kendisini meşhur eden çalışması da 2008 finansal krizine dayanmakta, kendisi öngörmekle kalmamış, bayağı da para kazanmış diyorlar. Siyah kuğuları mümkün kılan, insanların normale fazlasıyla alışmaları ve normal dışı olayların gerçekleşme olasılığını küçümsemeleri. Siyah Kuğu metaforu dile düştükten sonra çok sayıda olay için kullanılmış, bunların en ünlüsü de tabii ki COVID-19 salgını. Taleb bu insani yanılgıya karşı reçeteyi şöyle özetliyor: “Öngöremezsin, ancak hazır olabilirsin!”

Saydığımız riskler ve doğal afetler bir açıdan öngörülemez değiller, bir gün, bir yerde mutlaka olacağını biliyoruz da nerede ve ne zaman olacağı hakkında fikrimiz yok. Bir küresel salgının olasılığı hiçten fazlaydı, ancak ne boyutta olacağı ve nasıl yayılacağı konusunda kör cahildik, bedeli ödendi. Ülkemizde büyük depremler oluyor, bunu biliyoruz ama ne zaman olacağını öngörmek mümkün değil. Üstelik sadece öngörmemekle kalmıyor, bilakis almamız gereken tedbirlerin tam tersi yönde hareket edip kırılganlıklarımızı arttırıyoruz, meyve bahçelerine inşaat izni vermeye devam etmek gibi. “Benim başıma gelmez” düşüncesi sadece cahillik ya da kötü niyetten kaynaklanmıyor, insanın olasılıksal dağılımları algılama kapasitesinin bir sonucu. Zaten insanların algılama kapasitelerinin varlığını kabul edip bu handikapı kurumsal düzenlemelerle aşmaya çalışmıyor muyuz? İnsan körlüğü ile kötü kurumlar bir araya geldiğinde herhangi bir felaketin etkisi kat be kat fazla oluyor.

Dayanıklı kurumlar inşa etmek biraz fedakârlık, biraz da uzun vadeli düşünebilmeyi gerektiriyor. Herkesin son derece egoist olduğu bir ortamda bugünün getirilerinden vazgeçilmesini sağlayacak düzenlemelerin yapılması imkânsız, işbirliği kimse için cazip değil. İnsanın insana kazık atmaya programlı olduğunu öne süren “Tutuklunun İkilemi” gibi oyunlar bize aynı zamanda iş birliğinin de nasıl mümkün olduğunu gösteriyor. Eğer oyuncular diğer oyuncularla bir kez daha karşı karşıya geleceklerini biliyorlarsa, diğer oyuncuyla iletişim kurabiliyorlarsa, işbirliği kurmamayı cezalandıran düzenlemeler varsa ve en önemlisi oyunun oynandığı kültür işbirliğini teşvik eden normlara sahipse; “Tutuklunun İkilemi” kader olmaktan çıkıyor. Başarılı kurumsal düzenlemeler de bu işbirliği ortamının sağlanabilmesiyle mümkün.

Elimizdeki küresel ve ulusal kurumlar krizlere ne kadar hazır ve dayanıklı? İçinde yaşadığımız toplumlar işbirliğini teşvik mi ediyorlar, yoksa emniyet şeridinden basıp gidene, imar mevzuatını takmadan inşaat edene ve ne pahasına olursa olsun maçı kazanana alkış mı tutuyorlar? Siyasetçilerimiz, fikir önderlerimiz ve sözde dördüncü güç medya bizi Siyah Kuğu’lara karşı uyarıyor mu, yoksa kısa vadeli vaatlerle gözümüzü mü boyuyorlar? Ya biz, her şeye bugün erişmeye programlanmış hazcılığımızı yenebiliyor, gelecek için bugünden, başkası için kendimizden feragat edebiliyor muyuz? Çocuğumuzu büyütürken paranın, sosyal statünün ve ne pahasına olursa olsun kazanmanın iyi olduğunu mu söylüyoruz; yoksa diğerkâmlık, empati ve dayanıklılık gibi erdemleri mi vaz’ediyoruz?

Çanakkale yangınları sonrasında medyanın ve sosyal medyanın hal-i pür meali mahallenin yandığını, bizim de saçımızı taramaya devam ettiğimizi gösterdi; nasıl olsa bizim başımıza gelmez ya… Oysa çok eski bir sözün de ifade ettiği gibi, “çanlar kimin için çalıyor deme, çanlar bizim için çalıyor”.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.